BARAN Dergisi’nin geçen sayısının evvelinden bir haber: Avrupa Birliği tartışmaları, Kıbrıs Rum kesiminin AKDENİZ’de sondaj çalışmaları derken, Kıbrıs bu defa arazileriyle T.B.M.M. gündemine gelecek. Milletvekili Profesör Dr. Yusuf Hallaçoğlu (Tarihçi), Kıbrıs’taki arazilerin üçte ikisinin OSMANLI Vakıfları olduğunu iddia etti: “Türkiye gayrimüslim cemaat vakıflarının mallarını veriyor ama, karşılıklılık hassasiyeti gözetmiyor. Oysa Balkanlar’da, Girit’te, Kıbrıs’ta VAKIF mallarımız GASBEDİLMİŞ durumda. KIBRIS’IN ÜÇTE İKİSİ VAKIF. Lala Mustafa Paşa Vakfı en büyüklerinden. ABDURRAHMAN Paşa Vakfı’nın 78 bin dönüme yakın arazisi var. İngilizlerin kullandığı AGROTUR ve DİKELYA üslerinin olduğu araziler bile vakfın. 1878’de İngilizler GEÇİCİ olarak alıyor, işletiyor. 1914’te iltihak ediyor - yâni el koyuyor. Kıbrıs’ın MARAŞ-Magosa bölgesi de vakıf arazisi. Lala Mustafa Paşa’nın otağından Maraş’a kadar uzanan yerde 30 bin dönüm arazi görünüyor. Su kaynakları, bahçeler, evler de var. Belgeler arşivlerde var: LONDRA ve ZÜRİH anlaşmaları yapılırken, gasbedilen vakıf mallarının bizim toplumumuza âit haklarının saklı olduğu, malların geri alınması için başvurulacağına dair taslağa şerh düşülmüş. Gazi Magosa Mahkemesi de, tecridin kaldırılması karşılığında MARAŞ’ın Rumlar’a verilebileceğine dair demeçlere karşı bölgenin vakıf malı olduğunu tescillemiş. Mallar karşılığı 100 milyar dolar tazminat istenebilir. RUMLAR, benzer iddialarla AİHM’ne başvurdu ve Türkiye’yi LOİZİDU davasından 1.1 milyar, ARESTİS davasından 885 bin Euro tazminata mahkûm ettiler. Oysa dava edilen değil, davacı taraf olabilirdik!”

*

TARİHNÜVİS: Tarih yazan. Tarihçi: 1337= 338.

ANAFOR: Girdab. Nehir ve denizlerde suyun vida gibi çevrilerek-dönerek, ordan alta yollaşması, vidalaşması. (Bir şiir kitabımın ismi): 338.

AYNA’daki Yalan: Üstadım’ın romanının adı: 338.

Ferzan: İlim ve hikmet. (İlim ve hikmet İMÂN için olursa, yararsa ne âlâ; yoksa Üstadım’ın Noktalaması’nda belirttiği: “Âlim ilmine yansın, pazusuna pehlivan!”…): 338.

KAPTAN Kusto: (Kaptan Kusto Müslüman: 559: Kaptan Kusto Muhammed İmâm-ı Gazâlî): 338.

*

Tarih - Hukuk - Siyaset: 956.

İFRAT Hâlde Tecrid: 956.

Mefzul: Üstün gelen. Fazla gelmiş olan. (Fuzulî: Fazladan, boşuboşuna, nafile… NAFİLE’nin, ibadette mükellefiyetin fazlasını kendine vazife edinmek mânâsını düşünürseniz, şâir FUZULÎ’nin bu mahlâsında basit bir tevazu mânâsı bulunmadığını da anlarsınız. MEFZUL’ün ebced tevafukunu aşağıda göreceğiniz gibi, müennes FUZLA kelimesi: Daha, en faziletli, çok faziletli… Fuzul: Fazilet’in çoğulu. Fazla şey. Lüzumsuz şey.): 956.

Mufazala: Fazilet ve meziyette birbiriyle yarışma. Hizmette yarışma: 956.

ÜNUSET: Dişilik. NEFS: 957= 1956.

Nevşah: Yeni dal: 957= 1956.

 

YEVMİYE: İMÂM-I GAZÂLÎ

 

Bir eser daha yazmak isterim. Allah izin verirse… BÜYÜK MUZTARİBLER diye… BÜYÜK MAZLUMLARI yazdık, ama bunu yazmadık… Bunun Şark’tan ve Garb’tan olması lâzım gelir… Şark’ın en büyük mümessili İMÂM-I Gazâlî’dir… Şimdi garibine gidecek birşey söyleyeyim size… Birgün Efendi Hazretleri’ne, “İmâm-ı Gazâlî’nin mi, benim buhranım mı büyük?” diye sordum… Ne dese beğenirsiniz?.. “Seninki!” dedi… Hoş, daha derinden yaşamak daha büyük olmayı gerektirmez!..

*

HÜCCET’ÜL İslâm Ebu Hâmid Muhammed İbn Muhammed El-Gazâlî: HAKÎM: 981.

Feraşet: Süpürücülük, DÖŞEYİCİLİK. Kâbe’yi süpürenin hizmeti. (ŞAİR ve Şiir idrakı bahsini hatırla): 981.

Kâmgüzar: İsteğini elde edebilen, arzusuna kavuşan. “Hakkını tam olarak alan”. (Ermişlik deminde söylediği, YEVMİYE: Arzularıma hep yakın görmüşümdür kendimi!): 982= 1981.

*

ŞERİAT: 980.

Sıftit: Kavi, kuvvetli, iri yarı, cesim kimse. “NEFS. EBEDD”: 980.

İstikbâl İslâmındır: (Atî: Gelecek zaman, İstikbâl: 411: EBU Eyyüb’ül-Ensarî.): 980.

Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1980.

*

İmâm-ı Gazâlî hakkında Üstadım: Cihanın bir eşini görmediği bu mutantan kafa, bütün istifhamları söndürüp, Peygamberler Peygamberi’nin ruh feyzine sığındı, hudutsuzu buldu… Ve veliler halkasından bir pırıltı oldu.

*

Üstadım: Gazâlî’nin eserleri o devirdeki bazı ham softaların inkâr ve itirazına yol açtı. Bunlardan, hem de mühim bir selâhiyet mevkiinde bulunan biri, Gazâlî’ye küfür isnadına kadar vardı… Aynı gece, aynı adam, şu rüyâyı gördü: Büyük bir topluluk… Merkezde Peygamberler Peygamberi ve etrafında sahabîleri… Gazâlî bir köşeden ilerleyip elinde isnada hedef olan kitabı, o ham softayı Allah’ın Sevgilisi’ne gösteriyor: “Ey Allah’ın Resûlü! İşte davacısı olduğum adam!”… Ve ezellerin ve ebedlerin Efendisi emrediyor; eser okunuyor ve âlemlerin müjdecisinden zevk ve takdir kazanmak gibi bir nimete mazhar oluyor. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber, ham softaya gereken cezanın verilmesini emrediyorlar; fakat ceza bir sahabî’nin şefaatiyle sadece birkaç kırbaca inhisar ediyor. Sabahleyin rüyâsından uyanan bu satıhçı şahıs, rüyâda yediği kırbaçların acısını çektiğini, kırbaç yiyen uzuvlarının aylarca sızladığını bildirmiştir. Yine büyüklerden biri keşif esnasında, Hazret-i Peygamberi, Hazret-i İsâ ve Hazret-i Musa’ya, Gazâlî ile iftihar duyduklarını bildirirken gördü… İmâm-ı Gazâlî, felsefeyle, hakikati başıboş arama sistemiyle boğuştu ve bağlı tefekkür sisteminde en ileri hikmetlere ulaştı. MEVZUU ÜZERİNDE ÇEKTİĞİ ÇİLE YANINDA, BİR DE ÇEVRENİN VERDİĞİ AZAB… Onun sözlerinin çoğunun akıldan ve nakilden uzak olduğunu Sultan Sencer’e bildirdiler ve böylece Sultan’ın onun hakkındaki düşüncesi değişti… Bunun üzerine İmâm-ı Gazâlî’nin yazdığı mektubtan birkaç satır: Bugün öyle sözler duydum ki, rüyâda görsem “ne karışık rüyâlar görüyorum!” derdim. Evet, bu çaresiz garibin sözlerinde anlaşılmayan yerler çoktur ve birçokları anlayamaz. Hâlbuki bunlar muğlak, karışık ve derin olmasından değildir. Herhâlde zamanımız insanlarının akıllarının zaifliğinden ve mizaçlarının gevşekliğinden olsa gerektir.

*

SULTAN Sencer: 463.

Mehdî Mirzabeyoğlu: 463.

İfrat hâlde tecrid. (Noktasız harfler): 463.

İctinah: SECDE etme: 463.

Atbin: Sözü doğru ve faziletli kimse: 463.

*

İMAM-I Gazâlî: 1130.

Kelef: Yüzdeki benek, ben. Şiddetli sevgi. (Ebu Eyyüb’ül Ensarî: 411: Âyet: Nişân-Benek, ben.): 130.

Selil: Yeni doğmuş erkek çocuk. Netice: 130.

*

İMAM-I Gazâlî: 1130= 131.

Esvedeyn: İki siyah mânâsına, akreble yılan için kullanılır: 131.

 

SULTAN TAHTINDA MÜTEFEKKİR

 

Babası İPLİKÇİ olduğu için kendisine babasının bu sanatı nisbet olarak verilmiş ve İPLİKÇİ mânâsına El-Gazzâlî denilmiştir… İran’ın Horasan bölgesinde bulunan Tus şehrinde dünyaya geldi… Ünlü SELÇUKLU Veziri Nizam-ül Mülk tarafından, İslâm dünyasında ilk maarif müessesesi olan NİZÂMİYE Medreseleri’nin yaptırılması… Şu, bu, İMÂM-I Gazâlî’nin Bağdat Nizâmiye medresesi’nin başına getirilmesi; geniş alâka gören bir liyakatli, büyük şöhret… Ama dünyalık işlerden tatminsizlik ve makam ve şöhreti teperek, malûm “entelektüel kriz”e düşmesi, uzlet: “488 senesi Receb ayından itibaren 6 ay kadar bir zaman dünya arzularının cazibesi ile âhiret düşünceleri arasında kararsız kaldım. Bu son ayda durum ihtiyarî olmaktan çıkmış, zarurî hâle gelmişti. Bunun tesiriyle hazım kuvveti kalmadı, yemek ve içmek iştahım kesildi. Boğazımdan ne bir yudum su geçiyor, ne de bir lokma hazmedebiliyordum. Bedenî kuvvetlerim zayıf düşmüştü… Sonunda Bağdat’tan ayrıldım, malımı dağıttım!”… Memleketi Tus’a geldikten sonra inziva hayatı… NİZAM-ÜL Mülkün yerine geçen vezir FAHR el-Mülkün kendisini tekrar ders vermesi için ikna etmesi… 10 sene sonra bu işe dönmesini şöyle arzediyor: “Kendi kendime, hastalık salgın hâlini almış, TABİBLER HASTALANMIŞ ve halk helâk olmak üzere iken inzivaya çekilmekte ne fayda var dedim. Sonra içimden, bu karanlıkla çarpışmak için ne zaman imkân bulabilirisin diye düşündüm. Nihayet Allah, dışarıdan bir tesir olmaksızın zamanın Sultanı’nın arzusunu kamçıladı ve fetreti kaldırmak için onun vasıtasıyla Nişabur'a gitmemi kesin şekilde emretti!”… Tekrar Nişabur’da ders vermeye başlar, sonra yine memleketi Tus şehrine; orada evinin yanında bir tekke ve medrese yaptırır, hem ilmî ve hem de bâtınî irşadda bulunur… SULTAN Sencer’e, GAZÂLÎ’nin İMÂM-I Azam Ebu Hanife aleyhinde bulunduğu iftirası üzerine, SULTAN Sencer kendisini davet eder ve hususî sohbet… SULTAN’ın ona saygısı ve hayranlığı: Onu kendi TAHTI’na oturtarak dinler. Batılı filozofun, “filozofun aynı zamanda en ideal devlet başkanı olabileceği anlaşılınca” diye, AVAM kafasındaki lüzumlu ve lüzumsuz değerlendirmesine yaptığı serzenişte, belki de bu sahnenin bir tesiri olmuştur - İDEAL olanı anlatan bir İDEAL sahibi olarak… TUS’ta kendi evinin yanındaki medresede halka ders verip irşâda devam eder. Vefatı Hicrî 505. Erkek çocuğu bulunmayan Gazâlî’nin, kaynakların belirttiğine göre erkek çocuğu yok, geride bir kız çocuğu kalmış.

*

İMÂM-I Gazâlî Hazretleri’nin doğumu. (Hicri): 450.

Velediyet: Çocuk oluş: 450.

Metod: Usul. Kaide. Sistem. Yol: 450.

Kaid-ül Ceyş: Kumandan. Serasker: 450.

Ahmed-i Farukî. (İmâm-ı Rabbânî): 450.

Abdülhakîm: (Büyük ebced): 450.

Salih Mirzabeyoğlu: 451= 1450.

*

İMÂM-I Gazalî Hazretleri’nin doğumu. (Milâdî): (SİN-İnsan: 60: Büyük Doğu): 1059.

Mehdî: 59.

*

YEVMİYE: İmâm-ı Gazâlî’nin EYYÜHEL VELED’i gibi bir çocuk ilmihâli yazalım. (Yazayım!)… EYYÜHEL VELED: 89: Miltat-Deniz kenarı. Kusto. Dimağa erişmiş baş yarası.

 

YORUMSUZ

 

KÂZIM Albayrak, 7-8-9 Ekim 2011 günleri Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde, Marmara İlâhiyat Fakültesi ve İSAV işbirliğiyle 900. Vefat Yılında Uluslararası Gazâlî Toplantısına katılmış ve oradaki konuşmacılardan nakillerini ve intibalarını yazmış… BARAN’dan yorumsuz iktibaslar…

İLYAS Çelebi: Yeni Gazâlî, İslâm düşüncesindeki dağınıklığı toplayacak, bâtıl akımlara cevab verecek ve bir sistem kuran kişiler olacak. Sufî de, bâtını da, filozofu da kendini burada bulacak.

Amerikalı Edward Moad (Ömer): Gazâlî, Peygamber’in sünnetini aktif hâle getirmiştir. Bugün de biz, İslâm medeniyetini aktif hâle getirmeyi, tarihi tekrar yapmayı, onun gibi olmayı istiyoruz. Gazâlî, farklı fikirleri bir araya getirebilmiş, birleştirmiş, medeniyet kurmuştur. Ekonomik kavramlardan bahseder. İslâm modeli altında birleştirir. Ahlâkî meseleler ve teknolojilerle ilişkilerimiz? GREK bilimini de almış. Farklı ön modelleri İslâm şemsiyesi altında toplamıştır. Batı medeniyetine karşı çıkmak lâzımdır. Şartlara uymak değil, şartları değiştirerek bunları yapmalıyız.

İbrahim Kafi Dönmez: İslâm âlemi, tıpkı Gazâlî gibi büyük mütefekkirler çıkarsın. Böyle bir ümit ve bekleyiş içindeyiz.

Saim Yebrem: Gazâlî, “Allah’tan zaman istedim, bana zaman içinde zaman verdi” der. Kısa zamanda dev eserler verdi.

 

TARİHÎ TESCİL

 

KÂZIM Albayrak, İMAM-I Gazâlî hakkındaki toplantıya katılan bazı konuşmacılarla yaptığı sohbette, söyleyebildiği kadarıyla gerekli olanları güzel bir şekilde söylemiş… Yine BARAN Dergisi’nin aynı sayfasında, ALTAY Siyasî ve Sosyal araştırmalar Derneği Başkanı HASAN KAPAR’ın durumuma duyduğu teessürü ve mesuliyet duygusunu, tercüman olduğu kimseler adına seslendirişi, bu arada farkında olmaksızın bana, aslında TEMSİL ETTİĞİM mânânın hangi müessese tarafından da tescil edildiğini –Zaman hükmünde mânâ– gösterişi: “Mirzabeyoğlu’nun yazmış olduğu kitablardan etkilenen kişiler bağımsız ve hiyerarşik bir yapı olmaksızın bir takım eylemlerde bulunmuş… Gerekçeli karar bu!.. Bundan dolayı İDAMINA!.. Bu karara imza atan adam geçen gün şahâne bir gazetecilik örneği ile konuşturulduğu VAKİT gazetesinde, hata yapmış olabilirim diyor. Yâni eğer kanun değişmemiş olsaydı, hatayla ASILMIŞTI!.. Normal şartlarda kesinlikle beraatle sonuçlanacak bir dosyadan İDAM çıkması bir hukuk cinayetidir. Bu hukuk cinayeti karşısında, BIRAKIN F-TİPİ’NDE YATIRILIYOR OLMAYI, BEŞ YILDIZLI HİLTON’DA TUTULUYOR OLSA DA, bu hukuk cinayetini dünyanın gözüne sokmamak da ayrı bir cinayettir!.. Bütün bir dünyanın kendisini SUÇÜSTÜ YAKALAYACAĞI ve bir hukuk cinayetinin aydınlanacağı günler çok uzakta değildir!”

*

İ’DAM: Öldürmek. (Tescil tarihi: 21 Nisan 2001… Salb: Asmak… Sa’leb: Tilki. “Gönül. Temizlik. Takva. Kalb”… İDAME: Devam ettirmek. Dâim ve bâki kılmak.): 116.

Mübdi’: Benzersiz birşey icâd eden: 116.

AVN-İ Şeriat: Şeriat yardımı-Muhyiddin, ihya eden, dirilten. (YEVMİYE: Dirilişin aslı bizde!): 116.

Mahbus: 116.

*

MÜEBBED: Ebedî. Ömrün sonuna kadar. Dâimi. Sonsuz. (EBEDD: İriyarı cüsseli. “NEFS”… O ve BEN kasdıyla, YEVMİYEM: “Nefsimizin bir hakikati var!”… İşin diğer yönü: NEFS diye bir hakikat var… Bu hakikat, Allah’ın mümin kullarına EBEDİYYEN varolacakları müjdesidir de): 52.

MÜEDDEB: Terbiye edilen. Hadlere riayet öğretilen. Edeblendirilmiş: 52.

Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 2052.

 

GIBTA EDEN - GIBTA EDİLEN

 

LEVHA: 5 Ekim 1985… Üstadım güleryüzlü ve vücutça dinç bir şekilde, ayakları hafif açık, dikilmiş bana bakıyor!

*

LEVHA: 5 Ekim 1986… Yanımdaki iki kişiyle bir odaya giriyorum… Yanımızda bir çuval var… İki kişiden biri Üstadım… “Sen benim odaya git, az yazdığım zaman hatırlat!” diyor… Üstadım, genç bir delikanlı hâlinde ve gözleri parlak!

*

VAKIF: Ayakta duran, duran. Bilen, haber sahibi. Aşina. Vakfeden. (Danisten-Bilen: 565: Kaptan Kusto Müslüman): 187.

İslâma Muhatab Anlayış: (Teceddüd-Yenilenme: 411: Ebu Eyyüb-ül Ensari.): 1187.

Rahman Sûresi 19-20. âyetler + Furkan Sûresi 53. âyet. (Noktalı): 6186= 5187.

Muhsan: İslâmiyet. Hürriyet. Akıl. Büluğ: 188= 1187.

Müzmak: Derviş: 187.

*

KA’D: Çuval. “Sır”: 94.

Hâfe: Sahil, kıyı, deniz kenarı. “Küsto. At kişnemesi. Hayâl. Fikir adamı”: 94.

Dimn: Selin getirdiği çerçöp. Gönül. Tilki: 94.

Feyac: Kelâm, söz: 94.

Evliya Çelebi: (Seyahatnâme isimli meşhur eserin sahibi, tetkikçi seyyah. KÜTAHYA’da 1611 tarihinde doğmuştur. İlmî tecessüs sahibi bir tetkikçi ve vurgulayıcı bir mübalâğa ile hayâle yol verici bir edebiyat dili sahibidir… DEVİR: Seyahat. Nakil. Bir şeyi başkasına devretme. Biri birisini icâd etme. Zaman. Tasavvufta, dünyaya gelme, geldiği yere dönme.): 94.

*

KA’D: Çuval. (KADD-Boy bos: 104: ADL-Hakkaniyet. Doğruluk. Herşeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek. HAKÎM… KADDA’-Şiddetli: 175: KUSTO… KADE-Oturmuş. Kaid: 175: MEHDÎ Salih İzzet Erdiş.): 94= 1093.

Büfe: (Benam-Parmak uçları: 93: Benam-Meşhur. Malûm bir isimle isimlendirilen… Ümena-Emin kimseler: 93: Balin-KOLTUK. İskemle yerine kullanılan yuvarlak yastık. Yastık. Dest.): 93.

*

NECİB: 65.

Büjhan: Gıbta etme. İmrenme: 65.

*

LEVHA: 19 Nisan 1983… Bir BAYİİN (Büfe) önüne geldim… Bayi ve dışarıda duran bir adam… Birden görüyorum ki, özel günlere mahsus büyük puntolar ve siyah başlıklı bir gazete… YENİ DEVİR gazetesine benziyor… Yılana bakarken içimize kurbağa imiş hissi doğması ve o suretin bu mânânın olması gibi, başlıkta içime ŞERİAT doğuyor… Gazeteyi aldım… Bayi memnun ve mesud… Ben oradan uzaklaşırken, benim hakkımda yanındaki adama muhabbetle “şunun boyuna bosuna bak; işim olmasa, ben de onunla giderdim!” diyor… ESKİŞEHİR’de, sokak aralarında dolaşıyorum!

*

BAYİ’: Satıcı. Mal satan: 83.

Nabil: Üstad: 83.

Ekbes: Alnı yumru ve başı büyük kimse: 83.

İfraz: Vazifeye tayin etmek. Farzedip vermek: 1082= 83.

*

YENİ DEVİR: 281.

Naka-i Salih: 281.

*

KAMET: Boy-bos. Endam. Ezan. Namaza başlama işareti: 541.

Müteal: Âli, büyük. Aşkın. Sır. (Transandantal-bilinmez): 541.

Liyakat: İktidar. Ehliyet. Fazilet: 541.

Tealüm: Bir şeyi herkesin bilmesi: 541.

*

MEGABIT: İmrenilme. Gıbta edilme: 1052= 53.

Ahmed: Daha çok hamdeden. Çok sevilen, çok medhedilen. Allah Resûlü’nün bir ismi: 53.

Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1053.

 

İSLÂMA MUHATAB ANLAYIŞ - VAKIF

 

İslâma Muhatab Anlayış: 1187.

Vakıf: Ayakta duran, duran. Bilen, haber sahibi. Aşina. Vakfeden: 187.

Vakf: Asla satılmamak, başka bir şeye tebdil olunmamak şartı ile bir mülkü Allah yoluna vermek. Bir kimseyi veya bir şeyi hareketten alıkoymak, durdurmak: 187.

*

Batı’nın hayran olduğu VAKIF müessesesi, bütün insanları mesuliyetini duydukları ve “gerekli kılan” iş üzerinde tecelli, sosyal bir hayat şeklinin göstericisidir; imkân nisbetinde gerçekleştirici… Bunun buudları, bir zamanlar hiçbir devlet müdahalesine ihtiyaç görünmeyecek derecede olmuştur. Vakıf, müessese olarak, gerekeni gerektiği yerde yapmaya en güzel bir örnek, bir ümmet şuuru işidir; yapmacık, zorlamasız, yalnız Allah ve Resûlü rızası için yapılan… Osmanlı düzeninde devlet, vatandaşın canını, malını, hürriyetini muhafaza eden bir müessese iken, imar ve bayındırlık işleri, doğrudan doğruya “resmi olmayan” ve gönüllülerle gerçekleştirilen bir mahiyet arzetmiş. Devlet’in yaptığı yollar ve köprüler, vatandaşın gerçekleştiremeyeceği cinsten bir organizasyon ve plânlama işidir. Tanzimat’tan önce devletin yaptırdığı tek câmi, medrese, mekteb, imaret, hastahane ve çeşme yoktur; bunlar onbinlercedir… KANUNÎ Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından eniştesi DAMAD Lütfi Paşa, ASAF-NÂME isimli Siyasetnâmesi’nde, yatırımı ahirete olan mümin anlayışına güzel bir misâl, “İdeal bir devlet adamının, gelirini üçe ayırmasını, birini harcamasını, birini hayır eserlerine tahsis etmesini, birini tasarruf etmesini” tavsiye eder-miş. OSMANLI düzeni aşağı yukarı bu idi. Sosyal ihtiyaçları zenginler, başta Padişâh, şahsî gelirlerinden ve mülklerinden karşılarlar… VAKIF, Allah rızası için yapılmış sadece bir bina değil, arzu edilen - yapılmasına sebeb gaye için asırlarca yaşatılacak, gelir kaynakları ile birliktedir: Bunun için, akla gelen her türlü gelir kaynağı vakfedilirdi. Nakid para, çiftlik, han, hamam, ev… VAKIF sahibi, VAKIF-NÂME denilen, vakfın nasıl işletileceğine dair resmî belgeyi, elbette ölçüler çerçevesinde, bizzat kendisi tertibler; vakfa hizmet edenler-yürütenler, MÜTEVELLİ denilen ve ekseriyet VAKFEDEN’in neslinden gelenler olurdu.

*

Akıl almaz sahalar için vakıflar vardır: YOKSUL kızların çeyizi, kaldırımsız sokakların kaldırımlanması, bir kalenin barut ihtiyacının karşılanması, sakat ve hasta leyleklerin bakımı, köpeklere et ve kedilere ciğer verilmesi, borçtan hapse düşenlere borçlarının ödenmesi… BURSA’da Gurabahâne-i Lâklâkan denen leylek hastahânesi, güvercinlere âit vakıflar, yabanî hayvanlar için… Tabiî vakıf eserlerinin başında cami, mescid, medrese, mekteb, imaret, hastahâne vesaire… İmparatorluğun çeşitli memleketlerinde bir düzineden fazla cami, çeşme, külliye, sebil, şadırvan, yalak, fıskiye, havuz, kuyu, kaplıca, çifte hamam, ılıca, helâ, yol, köprü, kütübhâne, namazgâh, musalla, gasilhâne, tekke, ribat, zaviye, hücre, dergâh, türbe, kümbet, çarşı, pazar, bahçe, tarh, lâğım, kışla, kale, hisar, burç, hendek, tabya, istihkâm, kaldırım, sokak, park, bulvar, miskinhâne, dar-ül kura, dar-ül huffaz, dar-ül hadîs, muvakkıt hâne, liman, fener, deniz feneri, yunak (çamaşırhâne), yağ-hâne, mum hâne, şeker hâne, demir hâne, döküm hâne, hadele hâne, fırın, tezgâh, mezbaha, tophâne, gülle hâne, şişhâne, ahır, hara, ağıl, deshâne, tımarhâne, darüşşifâ, nişângâh, fetva hâne, menzil hâne, nişântaşı, sâyeban, kameriyye, çardak, suyolu, sarnıç, tâbhâne (prevantoryum), müfit hâne, mahkeme, sığınak, kabristan, köşk, konak, saray, sâhil-saray, yalı, ev, meşruthâne, liman, iskele, koru, kahvehâne, bozahâne, şıra hâne, kıraathâne (kitab okuma yeri), eczahâne, mahzen, cedvel (kanal), su kemeri, baraj ve daha pek çok şey… Meselâ hastahâneler, fevkalâde teşkilâtlı, ciddi, tıb dersi de görülen muazzam müesseselerdir. KANUNÎ’nin zevcesi HÜRREM Sultan’ın HASEKİ ve BİRİNCİ Abdülmecîd’in annesi BEZM-İ Âlem Vâlide Sultan’ın GURABÂ Hastahâneleri, bugün de aynı canlılıkla büyük hastahânelerdir. Yine KANUNÎ’nin Dârüşşifâsı, bugün askeri matbaadır (1985), Süleymaniye Medresesi’nin tatbikat hastahânesi idi. İhtisas isteyen hastalıklar için bu nitelikte hastahâneler, kadınlar için hastahâneler; meselâ Edirne’de 1451’de kurulan ve İstanbul Karacaahmed’te 1514’te kurulan CÜZZAM hastahâneleri… Hastanın bakımı, ayakta tedavi, ilâçlar, HAYRAT idi… Üsküdar Çinili Darüşşifâsı, Kösem Vâlide Sultan hayratı ve yalnız kadın akıl hastaları için yapılmıştır.

*

İMARET… Yoksullara ve yolculara bedava yemek, daha ziyâde KERVANSARAYLAR’la birliktedir ve her yerde kurulmuştur. BİRİNCİ Murad’ın İznik imarethânesi, günde 2.000 kişiye iki öğün yemek veriyordu, İstanbul’da İKİNCİ Bayezid’in imareti günde 1.000 kişiye; bunu kaydedenler, Sarraf Hovannesyan ve İnciciyan isimli azınlıklardan… Süleymaniye ve Fatih imaretleri de, bu meyanda muazzam müesseseler. Şahsî çıkar ve kârını ahirette gören ahlâk, köylerde misafir odaları ve uğrayanların ihtiyacını giderici… Her yerin eşrafının şerefi, en başta cömertlik tâbı… d’Ohssan isimli tarihçi, eserinde İstanbul’da 30.000 kişinin imarethânelerde iki öğün yemek yediklerini… İKİNCİ Murad’ın Edirne Muradiye İmarethânesi’nin gelirinin, 1965 tarihine nisbetle 4.8 milyar dolar olduğunu söyler. SÜLEYMANİYE İmarethânesi’nin yıllık bütçesi, 30 milyon dolar civarında… FATİH İmarethânesi’nde, günde 1.650 kişi yemek yerken, 3.300 bedava ekmek dağıtımı… 15. asrın başında Bursa’da yedi imaret; Bursa’nın nüfusu 200 bin kişi. (Tarihçi Schiltberger’in eserinden)… İmaret yemeklerinde KOYUN eti bulunması şart… KERVANSARAY, yedirip içirdikten başka, büyük ticâret yollarında - şehirlerin dışında, muhafazalı ve kale gibi yapılar… Yalnız ANADOLU’da SELÇUKLULAR 112 ve OSMANLILAR 221 dev Kervansaray yaptırmışlardır.

*

TÜRBELERİN bakımı için de vakıflar yapılmıştır… Osmanlılar’da, türbeler birer haşmet ve şaşaa gösterisine dönüşmemiş, ölüm hayatın ibret veren süsü olarak mütevazı bir şekilde inşâ edilmiştir - büyüklerin ve Padişâhların türbeleri böyledir. Allah Sevgilisi’nin sancaktarlığını yapmış EBU EYYÜB-ÜL ENSARİ türbesi, İstanbul’daki en kutsal türbe olarak, İSLÂMA MUHATAB ANLAYIŞ’ı her devirde ikaz ve tenbih eden hüviyetiyle, elbette bugün de ruhaniyeti sağlam çivi, mimarisi de bunu ihtar hüviyetindedir-mânâda. Rahmetli, OSMANLI Mimarî üslubu ile 40’a yakın câmi ve eser meydana koymuş CEVAD Ülger’in ifâdesiyle “İstanbul’un bizim olduğunun altun çivileri tarihî câmi ve türbeler” içinde, EYÜB Sultan Câmi ve Türbesi’nin ayrı bir yeri… “Bu Türbe’nin hizmetinde 10 türbedar, 24 saat KUR’ÂN okuyan 72 hâfız ve toplam olarak 117 kişi bulunuyordu. FATİH Sultan Mehmed’in Türbesi’nde 12 devamlı görevli ve 90 kadar hâfız, her gün 16 dakika onun başında KUR’ÂN okunurdu. 1481’den 1925’e kadar 444 yıl bu böyle sürmüştür.”… EYÜB Sultan Türbesi çevresinde binlerce leylek ve güvercin beslenmesi için tedbir alınmış, bizim hâlimiz gibi, göç edemeyen sakat ve hasta leyleklere bakım… (Hâliyle şimdiki durumu ben bilmiyorum.)

*

SU VAKIFLARI… Büyük şehirlerin ve sair yerleşim yerlerinin su ihtiyacının karşılanması. KANUNÎ [1564] MİMAR Koca Sinan’ın emrine 140 milyon dolar tahsis ederek son büyük hizmetini sunmuştur. Yine o; MEKKE’ye su getirmiş, HAREM-İ Şerif’i 360 kubbe ile örtmüştür. Yine o; ÇEKMECE Köprüsü ve çevre yollar için MİMAR Sinan’a 108 milyon dolar tahsis etmiştir… KAHİRE’de 55 büyük vakıf hamam, 9.060 saray ve konak hamamı vardı… OSMANLI Devleti can çekişirken, hayrat ruhu devamda… Hidiv İsmail Paşa’nın kızı PRENSES Fatma Hanım, 1920’de vefatından önce İSTANBUL Üniversitesi’ne 2 milyon altun servetini bıraktı. (OSMANLI Devleti Tarihi - Yılmaz Öztuna’dan iktibas edilen fasıl, emeğin sahibini gösterirken, bizde İSLÂMA Muhatab Anlayış’ın en geniş ve müesseseleşmiş şekli BAŞYÜCELİK Devleti - Yeni Dünya Düzeni idealinin yankısını-ahlâkını gösteren bir iz hüviyetini taşır. SAHABE yankısını. BAŞYÜCELİK Devleti - kaskatı vakıadan alınmışçasına bir model, bir isim. Galiba, “Ben Kimim?”in mücerret ve havada bir iş olmadığını da, uğrak bahisleri çerçevesinde göstermiş oluyorum; TARİH faslı bu cümleden.)

*

SU VAKIFLARI: (Su - hayat - ilim… TAKDİM yazımın şahsımda bir VAKIF ve Üstadım’ın ruhî hayatı ve iç âlem düzenine âit bir dış âlem EHLİLEŞTİRME-tertibi işi olduğunu bir kere daha uyarıyorum.): 66+253= 494.

İSABET: Doğru düşünmek. Rastlamak. Matluba uygun iş işlemek: 494.

Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1493= 494.

 

    

Baran Dergisi 250. Sayı