LEVHA: 7 Mayıs 1985… Başıma RÜZGÂR geliyor; herhâlde PENCERE açıldı… Zeyn-ab’a salona bakmasını söylüyorum… Birden ÖMER Kısakürek, “orada TİLKİ kokusu var!” diyor… KORKMUŞLAR… Acaba HIRSIZ mı diye fırlıyorum… Salonun kapı camı üzerine düşmüş bir MAYMUN gölgesi… Elimde BIÇAK’la salona dalıyorum… Duvarda bir BÖCEK var… Onu ÖLDÜRMEK için hamle ederken, SERÇE büyüklüğünde bir KUŞ olduğunu görüyorum!

*

RÜZGÂR: Yel. Zaman, devir, hengâm, vakit. DÜN-YA, âlem. “Rih-ruh. Misk”: 4-34.
Masdar: Bir şeyin sudur ettiği yer, çıktığı yer, menba. FİİL KÖKÜ: 334.
Mutarhef: Eksiksiz güzellik, tam güzellik. (Hadîs: Allah güzeldir, güzeli sever.): 334.
Şülle: Niyet. “İrade”. Uzak emir: 335= 1334.
FERMUDE: Emir: 335= 1334.
Maftur: Yaradılışta olan. “Fıtrat”: 335= 1334.
Ridfan: Gece ve gündüz. (EZEL bahsine misâl bulduğumuz için üzerinde duralım: “Allah, gökleri ve yeri ve bunun arasındaki varlıkları, bizim katımızda bilinen 6 günde yaratmıştır. Bu günler, göklerin ve yerin yaratılmasından önce mevcuttu. GECE ve GÜNDÜZ ise, ayrı bir meseledir; bunlar GÜN’ÜN içinde bilinirler, ama günün kendisi değildirler - yer ve göklerin meydana gelmesiyle ortaya çıkmışlardır.” Nasıl ki zamanın mekânda tecellisiyle eşyaya dair, yâni bunun görünmesiyle ortaya çıkan hususlar… EZEL, zamanın bize nisbeti gibi, Allah’a nisbet edilebilir birşey değildir; yâni bizim zamanın içinde olmamız gibi, o da EZEL’de zannedilmemelidir… DEHR Allah’ındır, Dehr’e sövmeyiniz; bu bir hadîs… DEHR Allah’ındır, ama Allah Dehr değildir… EZEL: İbtidası ve başlangıcı olmayan, her zaman var olan. Bu mânâ KADİM mânâsında ise de, aslında EZEL’in olumsuzlanmasıdır - olumsuzlama, onunla MUKADDER zamanda uzanışı, yâni HALK ile HAK arasında sonsuz uzak mânâsını red anlamında değildir. Öyle olsaydı, EZEL yokluğu ifâde olurdu… EZELL: Çok zelil… EZEL’in zamanı ifâdesi ile “çok zelil” mânâsının yanyana gelmesi, vahim bir anlayışa veya vehme sebeb oluyor; oysa, EZEL denmesi, “Zamanüstü” bir buudta, bâtınî oluş vaktinde-sürede, EVVELİ olmayana mevzuunda sürçmelere sebeb olmasından dolayı ZELLE tâbirinden türetilmişliğindendir. İnsan aksiyonunu öne alıcı bir varoluşta buradaki sürçme-zelle, “zürafa gibi binmeye münasib olmayan sırtı eğik hayvanların niteliği ve kayma”ya sebeb mânâsındaki bu kelimeden alınmıştır; kısaca ZELLE, bu demek… EZELL: Kurtla, sırtlandan doğan hayvan… Lûgatımızdaki bu kelime, durumu açıklıyor… LU’LU-Kurt. SERAB… HAYL’: Sırtlan… Serabla hayâlden doğma… Demek ki EZEL, bildikçe kendini ele veren bir mânâ olarak bilebilene. “Allah ile kulları arasında inayetten başka bir münasebet, hükümden başka bir sebeb ve EZEL’den başka bir vakit yoktur”… ŞEKLİN kendisinden olduğu, ama kendisi o şekil olmayan? Bundan onu idrak edebilme sırrı? Tıpkı bunun gibi, kuru akılla muhakeme, hakikati bozar - ve MUTLAK FİKRİN GEREKLİLİĞİ’ni anlatırken, MUTLAK FİKRİ kuruyor ve dolayısıyla bu süreçte bir takım hakikatlere zıd düşme veya atlama gibi bir yanlışa düşüyor durumuna gelinir. Bu mesele, iki sebepten bir netice kestirmeciliği ile, “kavram kargaşalığını kaldırma” hakikatini yanlışta kullanarak neticede mesele konuşamaz duruma gelmeyi getirir. Meselâ, birbirinin yerine kullanılabilir kavramlar ve benzer ile üstüste gelişler mânâsına, yerinde “dil, ilim, kâinat, varlık, can, hayat, su” vesaire dedik; olmadık yerde “dil, su demek” dersek? Evvelâ dilden kasdın ruh ve akılda olana değmesi için, dil bahsinde edilen lâfların da gayesinin bu olduğu anlaşılmalı. Kavram kargaşasından bahsederken, meselelerden habersizliğin görünmesin. Meselâ, “hayvan, kuş, sığır”; hayvan yerine “kuş veya sığır”, kuş yerine “hayvan veya sığır”, sığır yerine “kuş ve hayvan” diyerek dil birliği mi sağlanır? DİL-KELÂM bahsine dair bu küçük izâh, kelâmın “Allah kelâmı”na doğru sabitlenmesi, kul kelâmına doğru piramidvâri yayılmasını gösterir. Her mesele, nerede ise, üst hakikatine uygun olacak; bunu, meselenin kendi tâyin eder… ŞİMDİ: Varlık, Allah’ın “KÜN-Ol” emri ile vücud bulur. KÜN emrine girmeyen işler de, EMR Âlemi’ne mecbur HALK Âlemi’nden vücud bulur… Ses ve savttan münezzeh Allah’ın kelâmı, ŞEKİL almayan KADİM sıfatıdır. İnsan için ilmin bu dalında keyfiyet MUHAL’dir. Bu dalda ilim, sadece YAŞAYAN’a-İDRAK’e taalluk eder. Eğer görülen bir şeyse görmeye, işitilen bir şeyse işitmeye, koklanabilen bir şeyse koklayabilene… Bütün bunların, ruhun tecellisi bahsinde söylenenler olduğunu hatırla… Allah’ın KELÂM sıfatına sahib olduğu ve bunun sonradan olmadığı belirtildikten sonra, bunu ifâde için EZEL’e ve EZEL’den başkasına ihtiyaç olmadığı… Meselâ: Allah, MUSA Aleyhisselâm’ı yarattıktan sonra, O bir ateş gördü ve ateşe yaklaştı, bu vakitte Allah O’na konuştu. MUSA Aleyhisselâm zaman kaydındadır, ama Allah zamanla kayıdlı değildir; KADİM kelâmıyla ona seslenmiştir. Allah’la kul ARASI’nda? Ne boşluk, ne bitişiklik, ne BİRLİK, ne ZITLIK… Öyleyse? Zamanla kayıdlı olan MUSA Aleyhisserlâm’ın ZAMANSIZ işitmesi? DENMİŞTİR Kİ: “Allah’ı mahlûkata benzer kılmaktansa, MUSA Aleyhisselâm’ı tenzihe yaklaştırmak daha doğrudur!”… EBU BEKİR MUHAMMED BİN ALİ. (Muhyiddin-i Arabî): 485: Kaptan Gusto Müslüman… Muhyiddin-i Arabi’nin kendisini bile o değil ondan hakikatine bağlı anlamak, toprak seviyeli fikir için yanlışa düşmeme şartı olarak hep mahfuz… İSRA Sûresi’nden: Sakın bilmediğin şeylerin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalb, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.): 335= 1334.

*

VAVÎ: Vav harfi ile ilgili. TİLKİ. “Gönül”. Yüksek dereceler: 13.
Salih Mirzabeyoğlu: 1013.
EHAD: Bir tek. İnfiradla muttasıf kâmil sıfatları toplayıcı olan. “Kalb”: (Hadîs: Yere göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım.): 13.
Habab: Su üzerindeki hava kabarcığı. Ab, süvar. Son derece muhabbet: 13.
Gayb: Gizli olan. Sırrî: 1012= 13.
Debdab: Haşmet: 13.
Cihad. (Cehd’ten): 13.

*

ENBUY: Koklamak: 69.
Himyata: Süryanicedir ve Tevrat’ta geçen Allah Resûlü’nün bir ismidir: 69.
Ahkem: En sağlam. En kuvvetli. En çok HÜKMEDEN. En hâkim olan: 69.
Hass: Hisseden: 69.
PANZDEH: Onbeş: 69.
Hindî: Hind ahalisinden olan. Yüzdeki siyah ben. (Hâl-i siyah, siyah ben: 707= 1706: Fikir Kahramanı.): 69.
Büyük Doğu-İBDA: 1069.

*

TİLKİ Kokusu: 540+278= 818.
Duha: Kuşluk vakti. Güneş. Vuzuh ve beyan. Kur’ân’ın 93. sûresinin adı: 818.
Tahrîr: Hürriyete kavuşturmak. Yazmak. Kaydetmek: 818.
Yasin Sûresi, 58. âyet: (Meâl: Allah katından inananlara selâm vardır.): 818.

*

SEMSEM: Tilki. (ENFÜSÎ-Zâtî, indî, şahsî his ve düşünce: 201= 1200: Fisal-Kısa duvar. “Dil”: Kali’-Kökten söküp atan, alan.): 200.
Lu’lu: Kurt. Serab. (SEBİR-Suret. Asıl. Heyet. Renk: 262: Serab-Çölde, insanda hayâlî olarak tecelli eden su veya yeşillik görüntüsü.): 200.
Amelles: Kurt. Kuvvetli adam: (Serhan-Kurt. Canavar: 319: Şehîd-Şâhid olan. Allah yoluna canını veren. Allah Sevgilisi’nin bir ismi. “O’ndan gizli yok” mânâsında Allah’ın 99 güzel isminden biri: Tarîk-Yol. Tarz. Usul. Vasıta.): 200.
Alak: Kan. Bir şeye ilişip tutulmak. Bir işe başlayıp o işe devamlı olmak. (Alaka: Uyuşuk kan… Alâka: İlişik, rabıta. Gönül bağlama. İrtibat. Mâlikiyet. Tasarruf. Hisse. Bir kelimenin lûgat anlamından mecazî mânâya nakledilmesi.): 200.
Fasl: İki şey arasındaki ek yeri: 200.
Nesif: İki kişi arasındaki sır: 200.

*

HEBBER: Çok fazla kılı olan sırtlan veya maymun: (EZELL: Kurtla sırtlandan doğan yavru. SIRTLAN’ın sırtı da, ZÜRAFA’yı andırır; EZEL bahsinde, ayakların sürçtüğü yer mânâsına ZÜREFA’nın misâl verildiğini hatırlayınız… FÜR’AL-Sırtlan yavrusu: 350: FIRTINA: ŞE’N-Yeni olan şey. Vâkıa. Emr ü hâl. Bir şeyin hususiyetinin fiili tezahürü, neticesi ve eseri: FEKAKI’-Su üstünde olan kabarcık: KUR’ÂN… SIRTLAN: 381: Şegaf-Yürek kabı: Füşag-Sarmaşık. “Kadim. Evveli bilinmeyen hâl”… HAYLA’: Cin-gizli taifesinden bir nesne. Korku. Sırtlan… HAYL: Kuvvet. Havl… KURDUH-Maymun. Küçük karınca: 318: HADUŞ-Pire: BEYKUR-Sığır. “On iki sığır yavrusundan biri mucize beyanıdır”: IRZİM-Şiddetli toplayıcı: HARİK-Yangın, ateş. “Harika”… HARIK-Yanan, ateş: 309= 1308: KURT-Küpe: HAŞ-Kalb: RAKDE-Berzah: ARVASÎ. “Dağ”…): 208.
DEHR: Çok uzun zaman. Bin yıllık zaman: 209= 1208.
Her-ca: Her yer: 209= 1208.
Meskat: Doğum yeri: 209= 1208.

*

DAVER: Allah’ın isimlerindendir. Adil, insaflı ve doğru olan hükümdar, vezir veya hâkim. (MUKSİT: Adaletle iş gören. Allah’ın güzel isimlerinden birisidir… Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanması gereken insanın, erişmesi gereken marifet mükellefiyetlerinden.): 211.
İrade: İstek, arzu, dilemek. Bir şeyi yapıp yapmamaya yeten güç. (KADER, bir amel meselesi değil, bir itikad mevzuudur; ne yaparsan yaparsın, neticede Allah’ın dediği olur… TAKLİD: Takma, asma, kuşanma, kuşatma, benzemeye ve benzetmeye çalışma: 544: TASMİD-Hükmetmek, içini doldurmak… Hazret-i Ebubekir’in, “ağlayan ağlasın, ağlayamayan ağlar gibi dursun!” sözü gibi, TAKLİD de, bir yönüyle büyük ve müsbet mânâlara, diğer yönüyle yerilen hâl ve durumlara… TEBAKÎ-Ağlar görünme: 433: RÜZGÂR.): 211.
Rübbah: Maymun. (Rubah: Tilki-kalb, gönül. “İnsanın kalbi, Allah’ın iki parmağı arasındadır”… Romancı, Allah’ın maymunudur; bu sözü söyleyen sanatçıyı hatırlayınız-ben ismini hatırlayamadım.): 211.

*

HALİ’: Kurt. Ailesinden ayrılan kimse. (EZEL-Başlangıcı olmayan: 38: Hâl-Fail, mef’ul her ikisinin durumu.): 710.
HANSA: Sırtlan. (“Nefs. Hakk’ın aynası, Hakk’ın karşısında”…): 711= 1710.
Hannas: Sinsi şeytan. (Sırtlan, “sırtı” ile beraber sinsiliği de, zelilliğe sebeb sinsi Şeytana fırsat.): 710.
Halef: Birinin yerine sonradan geçen kimse: 710.

*

KÜYY: Pencere: 30.
Küvve: Pencere. Evin duvarına açılan delik: 31= 1030.
Kedu: Kafatası. Bir nebat cinsi olan kabak: 30.
Key: Eski Acem şahlarının nâmı: 30.
Yek: Münferid. Tek. Bir oluş, birlik: 30.
Piç-a-piç: Karmakarışık, kıvrım kıvrım, pek dolaşık. (Piç-pa: Yengeç… Penç-pay: Yengeç. Beş ayaklı.): 31= 1030.
Key: “Ne zaman?”: 30.

*

PENCERE: (MANZARA-Pencere. “Bakılan yere açılan manzar”: 1195= 196: NÜFUS-Nefsler. Nefisler. Canlar. Şahıslar… Aynı ebced’te olan… LA’LUS: Kurt… AKMUS: Eşek. “Çok uzun zaman. Dil”… EFSANE: Masal, mesel, mesele-efsane de, gönül ve kafa meselelerinin, evveli bilinmeyen zamana doğru gelen verimleri olarak, bu şekilde oluşmuş olsa gerek… SAFİNE: Rüzgâr. “Sefine, gemi. Nefs”…): 261.
Serab: 262= 1261.
Sereb: OT. (Haly-Ot biçmek: 640: Mirat-Ayna: Hayâl: Mer’et-Kadın.): 262= 1261.

*

REVZEN: Pencere: 263.
Rabbanî: Allah’a dair ve müteallik: 263.
Cisr: Köprü: 263.
Piran: Pirler. Mürşidler: 263.
Hanadır: Görme kabiliyeti kuvvetli olan. “İrade, idrak”: 263.

*

MEFZA’: Korku. Korku yeri. Sığınacak yer. (TESESU-Korkmak: 1407: BED’ET-Başlangıç: İCABET-Kabul olmak. Kabul etmek: REVZAT-Çayırlı çimenli yer. Bostan. “Rüyâ”: DABBET-Yürüyen mahlûk. Yürüyen: KAŞBE-Maymunun dişisi. “Taklid. Kâfiri taklid?”: BÜHUT-Haramzâde, piç: NEŞVAN-Sarhoş.): 197.
Asdika: Sadıklar: 197.
Hashas: Zâhir olma: 197.
Ebu’l Hüseyn: TİLKİ: 198= 1197.
Afsun: Büyü, sihir, efsun: 197.
Menkabe: Büyük kişilerin hayat hikâyesi. Kıssa. Menkıbe. Hikâye: 197.
Uknum: Asıl: 197.
Sanvan: Kaftan: 197.

*

HAVF: Korku. (HAVF-Kavim, kabile: 94: CALİS-Tahta çıkan.): 686.
HACEGÂN: Hocalar. Nakşîbendi tarikatinin kol başları: 686.
Müstevfik: Allah’tan yardım dileyen: 686.
Sekafe: Akıllılık. “Müslüman aklı”: 686.
Hudaygân: Büyük hükümdar: 686.
İstikare: Yükleri sırtına alıp götürme: 687= 1686.
Teveffür: Çok olmak, artmak: 686.

*

MUS: Bıçak. (Musa-Vasiyet olunan mal. Menfaat: 146: Meymun-Bereketli. Uğurlu.): 136.
Kale: Söz söylemek. (Kale-Kumaş. Sermaye.): 136.
Mename: Yatak. Döşek. “Mehd. Uyku. Rüyâ”: 136.
Meymun: Denize atılmış. “İlim tahsili”: 136.
MÜ’MİN: İmân eden. (Allah’ın 99 güzel isminden biri de EL-MÜ’MİN: Emniyet veren… İMÂN, mahlûk değildir ve bu dünyadan değildir. MAHLÛK olmaması, RUH’un, Allah ile beden arasında BERZAH olması mânâsındandır. Ruhun Allah’ın nefesinden olması dolayısı ile O’na, bedene bakan yönü ile de nefse âit yönü, o taraftan mahlûk değil, bu taraftan şuurlu varlığımız - mahlûktur. “Allah, bize şahdamarımızdan daha yakındır ve ne O sanırsın, O değildir - Allah ötelerin ötesindedir…”; nefsimizin DİŞİ ruhu, HAKKI bildikçe, o Halk, ötesi HAKK’tır - RUH Berzah’tır. NEFS’in kemâli, onu BERZAH makamından kılar - tâ “MÜ’MİN mü’minin aynasıdır” hissesinden sonsuz paylara açık derecelere kadar. Malûm, Ruh, ruhîliğimizle bildiğimiz bir MALÛM ve ilim malûma tâbidir.): 136.
Mes’ele: Düşünülecek husus. Ehemmiyetli iş: 136.
Asile: Ölüm. Akşamüstü: 136.
Nuf: Yankı. Akis. (Allah’tan insana gelen herşey, aynada AKİS yoluyladır. Bâtın yolunda olanların birbirlerinden alış-verişleri de bu akisten.): 136.
Uyun: Gözler. “İdrak”: 136.
Tezkiye: Temizlemek, terbiye etmek, tamamlamak: 136.

*

KATL: Öldürmek: 530.
Mistik: 530.
Tüs’: Dokuz: 530.
Tesellüm: İslâm olma. Teslim edilen şeyi TEKRAR teslim alma, teslim olma. (KABTAN Kusto Müslüman-DÜNYA çapında bir hâdise.): 530.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2529= 1530.

*

TAYR: Kuş. Uçmak. (TAYYAR: Uçan, uçucu… TAYYAR-Deniz dalgası: 611: DERVİŞ Muhammed… DERVİŞ Muhammed, noktasız harflerle: 302: Mirzabeyoğlu… KAPTAN Gusto Müslüman: 485: Kaptan Mirzabeyoğlu.): 612.
Hıbat: Yüzde olan iz, benek, nişân. (Hindu-benek, ben: 65: Necib): 612.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 612.

*

KUŞ: “Can”: 400.
Macuşan: Gemi. Boyalı elbise. “Nefs”: 400.
Keşef: Kaplumbağa. “Dehr. İnsan”: 400.
Şems: Güneş. “Allah. Allah Resûlü”: 400.
Nişân: Hindu, ben. İz, alâmet. Ferman: 401= 1400.
TAHT: 1400.
1980 yılının Hicrisi: 1400.

*

ÖMER Kısakürek: 687.
REİS - Necib Fazıl Kısakürek: (REİS: 271: SARÎ-Sirayet eden: KÜRAN-Al renkli at: KENAR-Deniz sâhili. “Kusto”: SÛRE.): 687.
İhafe: Korkutmak: 687.
 

…EBED BİZİMDİR

 
LEVHA: 20 Ağustos 1983… TASARRUF ediliyorum… Kıvranıyorum… Sağ yanımdan, sırtüstü hâle getiriliyorum… Gayrı irâdî bu hâlden sonra, şuurum yerinde ve gözlerim açık… Baş gözümle gördüğüm: Kafası SARIKLI ve sırtında gri-siyah benzeri CÜBBE olan bir adam, KİTAPLIK’ın bulunduğu ayak ucumda ayakta dikilmiş… Normal boyuna nazaran, ne kadar da iri görünüyor… Kanım, iliğim, kemiğim, ne varsa, bütün mevcelerimle cezbedilirken, heybetinden yanıp kül olacak vaziyetteyim… Dehşet, dehşet, dehşetler içindeyim… SİYAH sakallı, hafif kemikli ve uzunca yüzüne dikkatli bakınca, iki kaş arasına bakmam gereğini hatırlıyorum… Uzun, yay gibi incelen KAŞLAR’ı… Unufak olmak üzereyken, korkuyla fırlıyorum… Pencereden, uzakta patlayan bir silâhın ışığını görüyorum ve sesini duyuyorum… Vücudum yerli yerinde… Peki olan biten neydi?

*

TASARRUF: Sahib olma, kullanma hakkı. Emir ve hükmetme: 770.
Kaaret: Derinlik: 771= 1770.
Ra’s: Boyanmış yün. Süt vermek. Süt içmek: 770.
Halsan: Kişinin dostu: 770.
Müzill: Zelil kılan. (Müzill: Allah’ın 99 güzel isminden biri.): 770.
Aneşneş: Uzun boylu: 770.
Asr: Muttali olmak, haberli olmak. Gözcülük etmek: 770.

*

SİLKA: Arkası üstü yatmak: 192.
Vukuf: Bir şeyi bilme. Öğrenmiş olma. Bir hâlde kalma. Durma, duruş: 192.
NEFS-A: Yeni doğum yapmış kadın: 192.
Minzar: Ayna: 1191= 192.
Enfas: Nefesler. Soluklar. Ruhlar. Canlar. Cevherler. Dualar-Allah’a rağbet, davet: 192.

*

ASB: İmâme, sarık. Sarmaşık: 162.
İNSAN: İns. Nisyan: 162.
İkan: İyi ve yakînen bilmek. Sağlam iş: 162.
İm’an: 162.
Menba’: Kaynak: 162.
Kabs: Her şeyin esası, aslı: 162.
Men’a: Ölüm haberi: 162.

*

CÜBBE: 10.
Dü: İki: 10.
Ebced: 10.
Hüdüb: Sarık: 11= 1010.
Ezecc: Uzun ve ince kaş: 11= 1010.
Bevç: Azamet, büyüklük, heybet. Gösteriş, ihtişam: 11= 1010.
Deha: 11= 1010.

*

EBEDD: Gövdeli, iri cüsseli kimse: 7.
Ebed: Ebedîlik. Sonsuz zaman. Sonu olmamak. Zevalsizlik. (EB’AD-Uzak, en uzak. Menziller, mesafeler: 77: EBDA’-En bebiî ve güzel. Daha çok dikkati çeken… Aynı ebced’te olanlar… MELEZ: İki ayrı cinsten doğmuş olan. Alaca karanlık, aydınlıkla karanlık arası… ACAİB: Hayret edilecek şeyler… AGUN: Ters dönme. “Allah’tan geldik, Allah’a dönüyoruz. BAKİ-Sonsuz ve zevalsiz olana”… ABİD: Kul. İbadet eden… ZEKEN: İlim, ibadet… BEDA: Hayret verici, iyilik ve güzelliklerde yenilik. Acib ve garib olma. Yeni zuhur etme… KENZ: Define. “Allah - ben gizli bir hazine idim, bilinmek için âlemi yarattım”… LEVH-İ Mahfuz: Olmuş ve olacak her şeyin tesbit olunduğu İlâhî levha. Kur’ân, onun sureti kitabtır… HAKÎM: Hikmetle muttasıf ve mevcudatın hakikatine vakıf olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan. Allah’ın 99 güzel isminden biridir… İBDA’: Allah’ın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması… LÜVAM: Melametlik. Rezil olma. “EZEL bahsini, aşkın insanı rüsva etmesini, Allah’ta fani olmuş insanın ruhî makamının yüceliğine nisbetle mukabil kutbunun görünüş ve mânâsını - dolayısıyle melâmiliğin bu vasfının en büyük makamlardan oluşunu hatırlayınız”… NOT: EZEL, zelle kökünden gelir ama, “rezil” değildir - böyle bir kelime kökünden gelmesi, bahsin çetinliğinden ötürü bâtın kahramanlarının bir kısmının ayağının kaydığı yer olmasındandır… LAHM: Et. Her şeyin içi ve üstü. Bir işi sağlam tutmak. Lehimlemek. Bir yere ilişip kalmak. “Flesh: Et, Flash: Işık”… NOT: İmam-ı Hanbel Hazretleri ki, takvada eşsizlerden, iyi et almak için bir seferinde evindeki eşyadan sattığını biliyoruz. “Nur” de. Yediği ekmeğin zikrini işitmeden lokmayı ağzına atmayan Muhyiddin-i Arabi’yi hatırlayınız - bütün veliler gibi. Allah’ın her şeyde ona mahsus birlik tecellisi ve Allah’ın mutlak müessirliği olarak, her şeyin ona mahsus mertebesinde bulunan “ruh, can, hakikati, içyüzü” meselesi; Ehadiyyet ve Melekut. Onlar bunu YAKÎN olarak bilenler, görenler… VEHİM: “Herşey kesik ve kopuk, zaman tutamaz lehim; — Mazi albümde hayâl, İSTİKBÂL kalbde vehim…” diyor Üstadım… GEHAN: Zaman. An. “Geçmiş ve gelecek ân’da; tafsil mertebesinde ÂN, icmâl mertebesinde DEHR. Allah, insanın bâtınını, kendi sureti üzerine yaratmıştır”… MÜZEKKİ: Temizleyen. Islah eden. “Nefs tezkiyesi ile bedenin Allah’ın emirlerine uygun kullanılması gereğini hatırlayınız”…): 7.
Ene: Ben. Ego. “Nefs”. (Ena: Ermek. İdrak. Saat. Ecel… “Kendinde olmak küfür, kendinden geçmek imân”; imân mevzuunda, Allah’ta fâni olmak, Allah’a kavuşma arzusu diye daima muhafaza edilmesi gereken bu husus, bâtın kahramanı tarafından “imânın hakikati” diye bize bir ölçüdür.): 7.
Bâd: Yel. Rüzgar. “Ruh”. Soluk. Nefes. “Her nefeste bilerek bilmeyerek Allah zikredilirken, bunun idrak ve iradesi imân ve İslâmdır.”: 7.
Dahir: Dağ başı. Dere, nehir. “Ruh, zaman”. (Yevmiye: Zaman içimizde akıyor.): 7.
Edeb: Terbiye. (Hazret-i Ali: “Din, edeb demektir”… Edeb de, hadlere riayet): 7.
Edâ: Yerine getirmek. Borcunu ödemek. Tarz, üslûb: 7.
Bih: İyi. “Ahlâk”. Ayva. (ABÎ: Ayva. Suda yaşayan ve suda meydana gelen. “Nefs”… Farsça, ABÎ: Su. Dayı. Üzüm. “İlim, hayat. Ben, şimdi, ân. Engür”… ENGÜR: Üzüm… ENGÜREK: Gözbebeği. “İnsan, Allah katında bakan gözbebeği gibidir. Allah, mahlûkuna onunla nazar eder; bu yüzden ona İNSAN ve HALİFE denmiştir - başta Allah Sevgilisi olmak üzere, hisseler”… ENGAR: Sanma, zan, tasavvur. Vehim. Ceng meydanı. Tamamlanmayan, eksik kalan iş… İNSAN, ebediyyen alıcı.): 7.
Abad: Ebedler. Sonsuz gelecek zamanlar. (Abd: Kul… A’bad: Kullar… Abad: Mamur, şen. İmâr.): 8= 1007.
Bed’en: Başlangıçta. İlk önce, ilkin: 8= 1007.
Puhte: Kâmil insan. Olgun, pişmiş. (Hadîs: Adem henüz ruh ile beden arasındayken, ben yaratılmıştım… Kâinat’a, İNSAN’ın takvaya ermesi şartlarında yaratıldığı için, KÂMİL İnsan ıtlak olunur.): 1007.
GUZZ: Tarikat adamları. (Tarik, “yol” demektir; bu mânâda göçer yaşayanlar, diğer mânâsı malûm, bâtın yolu - bunun insanları. OĞUZ da, GUZZ’dur, aynı kelimedir; bir Orta Asya kavminin adıdır. Osmanoğulları da, OĞUZLAR’ın Kayı boyundandır.): 1007.

*

CAZZ: İri gövdeli adam: 903= 1902.
Ebed. (En büyük ebcedle): 902.
Kaza: Allah’ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi. Hükmeylemek. Bir şeyi birbirine lâzım kılmak. “Beden ve ruh. Ezel ve ebed”. Beyan eylemek. Ahdini yerine getirmek. İcâb. Ölüm: 902.
İştikak: Türemek. Aynı kökten türeyen birkaç kelimeyi bir araya getirmek. Misâller, rüyâlar: 902.
Kabz: Tutmak. Teslim almak: 902.
Tebaşür: Müjdelemek: 903= 1902.
Kaabız: Sıkıcı, kısıcı: 903= 902.
Sabit: Doğruluğu isbat edilmiş olan: 903= 1902.
İstimrar: Devam. Sürüp gitmek: 902.
Püster: Arka. Sırt. “İstikbâl”: 902.
DEVLET-İ Ebed Müddet: 902.

*

EBED. (Büyük ebcedle): 149.
Amelî: Amele müteallik. Pratik-bedahetlerle işlemek. Tecrübî-tecrübe ederek anlaşılabilen, anlaşılan: 150= 1149.
Tafs: Ölüm, mevt: 149.
Seffah: Cömert, eli açık, civanmerd. Güzel konuşan, hatib. Kan dökücü, gaddar. (İnsan, biri ulvilerin ulvisine, diğeri süflilerin süflisine namzed, iki zıd kutub arasında birinden birini gerçekleştirmek üzere yaratıldı… ALAK: Kan. Yapışkan ve ilişken nesne. Hayvan - beden - can. Husumet veya muhabbete lâzım gelen. Bir işe başlayıp, o işe devam eden. Gebe kalmak - ilka edilen. Hülâsa… ALAK: Zahmet, meşakkat gidermek. Meşakkatin bir yüzü, ruhî kemâllerin görünebilmesi bakımından, EMR âlemine nisbetle HALK Âlemi’dir ki, zuhur sıkıntısından doğmuştur. Beden, Halk âleminden unsurlarla. Diğeri de, bedenle birleşen ruhun NEFS hakikatini meydana getirmesidir ki, bir yönüyle menfiliğe, diğer yönüyle yüceliğe namzed, ideali aramayla toprağa bağlanma arasında meydana gelen zahmet, sıkıntı. Dünya’da insan hâli… ÂYET Meâli: “Emaneti dağlara taşlara teklif ettik, kabul etmedi. İNSAN, zâlim ve cesurdur”… AYETLERLE sabit: Allah, insanı yaratacağı zaman, melekler “yeryüzünde kan dökecek ve isyan edecek bir varlık mı yaratacaksın?” diye sorunca, Allah, “Ben sizin bilmediğinizi de bilenim”… Adem Aleyhisselâm henüz cansız yatarken, insanlık mayası Son Resûl’e mahsus bir keyfiyetti. Nebîliği ilk bildirilen de O. Topyekün varlık bütün âlem ve varlıklarıyla, Muhammedî hakikatten yaratıldı ve ona bağlı.): 149.
Havleka: Lâ havle çekmek: 149.
Qloç. (Kürtçe.): Boynuz. Helezon. “Zamanın kıvrılışı”. “Suret. Sûre.”: 149.
Kademe: Derece, sıra: 149.
Define: Gizli şey, sır. Hazine: 149.
Ud-i Hindî: Kust nev’inden biri: 149.
MATLA’: Güneş ve yıldızların doğdukları yer. Kaside ve gazelin kafiyeli ilk beyti: 149.

*

SIFTİT: Kavi, kuvvetli, iriyarı, cesim kimse. EBEDD: 980.
ŞERİAT: 980.
İSTİKBÂL İSLÂMINDIR: 980.
Zefer: Kötü koku. (ASİN-Pis koku. Balık kokusu. BEDEN. “Nefs”: 111: MA’RAZ-Bir şeyin arzolunduğu yer, görüldüğü yer… Aynı ebced’te olanlar… TÎB: Güzel koku. Ruhun kokusu, güzelin kokusu… NEFS’i, olması gereken bakımından hep kusur ve eksikliği ile, kusurlu ve eksik görmek esas… Bu esası yaşayan örnek ümmet modelinin ferdi de, SAHABÎ: 111: ELİF… Harflerin, hakikatler üzerine örtülü bir örtü ve bu yoldan hakikatlerin keşfine çıkan bâtın kahramanları, Allah’a işaret kabul edilen ELİF harfine, “Allah’ın mertebesi” dememek için, onun yarısını hemze kabul ederek harfi mübhem bırakırlar… SAHABÎ: 111: İNS: NAS-İnsanlar.): 980.
Zalim: Kaymağı alınmadan içilen süt. (Felâh, dindeki gizliliklerin açık edilmesi demektir. Kur’ân’ın kaymağı Hadîsler, Hadîsler’in kaymağı bâtın kahramanlarının sözleri ve gerçek fakihlerin hükümleridir.): 980.
Azîr: Özür. “Allah ve Resûlü, kemâle göre derecelerde olanlara karşı, nefsin idrak edilmesi gereken hâli.”: 980.
Teşri’: Yolu açık ve vazıh. Şeriat’e isnad ve nisbet eyleme. Havuza su getirmek: 980.
MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1980.

*

KUFAHİR: Büyük ve iri cüsseli kimse: 981.
Feraşet: Süpürücülük ve döşeyicilik. Kâbe’yi süpüren hizmetli: 981.
Ezfer: Güzel kokulu şey: 981.
Şerafet: Şeriflik, şereflilik. Hazret-i Hüseyin soyundan gelen: 981.

*

AN: Lahza. Dem. “Nefes. Kan”. Cüz’i bir zaman: 51.
ÂN: Uzağı gösteren işaret ismi. Şu. Bu. O. Güzellik. Melâhat. Cemi-çoğul edatı. “Edat-sebeb, âlet. Kendi başına bir mânâ ifâde etmeyip, kelime veya fiillerle birlikte mânâ ifâde eden kelime veya harf, isim ve fiilden gayrı kelime.”… An: Yüksek, büyük dağ. “KAF.Ufuk”: 51.
Mahe: Delen, matkab ve burgu âleti: 51.
DEVAM: Beka: 51.

*

AMENE’R Resûlü’de, “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez” meâline âit âyet: 602.
Sa’lebe: TİLKİ. “Gönül. Takva. Temizlik. Nefs-dişi.”: 602.
 

VAVÎ - AHİR

 
VAV - Ebced değeri: 6.
DAHR - Kaplumbağa: 6.
Ebed: 6.
Ebedd: 6.
Tetra: Birbirinin ardınca gelmek: 6.
Gaden: Yarın. “İstikbâl”: 1005= 6.
Bede’: Başlama. Bir şeyi başkasından önce işlemek. “Hayâl ve tasavvurun arkasından vakıa olması.”: 7= 1006.

*

VAV: Hem “v-elif-v” harflerinin toplamı, hem büyük ebcedi ile “V” harfi olarak, değerleri aynı: 13.
Zübd: Tereyağı. Kaymak. “Lübb-öz”: 13.
Ühbe: Süt. “İlim”: 13.
Azad: Serbest. Hür: 13.
Hevb: Yol, tarik. Ateş alevi. Karışık sözlü kimse. (Üstadım’dan: Vehim kadehinde zehirli tütsü, — Kıvrım kıvrım beyin törpüsü…): 13.
Yab: “Bulmak” masdarından emir kökü olup, birleşik kelimeler yapılır: 13.
Düvab: İşi birbirine ulaştırmak: 13.
Salih Mirzabeyoğlu: 13.

*

VAV. (En büyük ebced değeri.): 465.
ÜSTAD: 466=1465.
Serdar: Kumandan. Kaptan. Baş: 465.
Diyanet: Din işleri: 465.
Delalet: Yol gösterme. Kılavuzluk: 465.
Efzunî Ömr: Uzun ömür. (EBU Muammer-Uzun ömürlü: 359: MEH Şîd-Ay, ay ışığı, mehtab… Aynı ebced’te olanlar… MÜŞK: Misk. Güzel koku… KAFKAF: Şarab. “Ruh”… ŞIN: Bir harf. Çok nikâhlı kimse. “Doğru hükümleri çok olan”… SİPAHSALAR: En büyük kumandan-kaptan… ARİF: Büyük irfan sahibi. Bir işten iyi anlayan… KITMİR: Ashab-ı Kehf’in onlarla beraber 250-300 sene beraber kalan köpeğinin ismi. “Basar-Kalb, gönül, VAVÎ, basiret, sezgi, köpek”… HAŞNA: Saliha kadın. “Nefs”… NAKİR: Bir insanın aslı ve hemcinsi… ŞÜDUN: Terbiyeden müstağni olmak. “Ruh”… KURUNE: Nefs. “Şuurlu benlik”… UCRUF: Uzun ayaklı karınca. “Bit. Bît-kuvvet”… ASR: Bir devrelik zaman. Yüzyıl. Bir şeyi suyunu çıkarmak için sıkmak. “Öz, hülâsa”… NİHAYET: Ahir. Son. Çok. “Ebed”…): 465.
Mütehayyiz: Yer tutan, tahayyüz eden. İtibarlı, mühim: 465.
Tavattun: Bir yeri vatan edinmek. “Kılavuzluk etmek”: 465.

*

VAV: Büyük ebcedle, V-ELİF-V harfleri toplamı: 137.
BESMELE: Bismillahirrahmanirrahim’in kısaltılmışı. Başlama. “Bismil-Boğazlanmış, kesilmiş”. Nefsin Allah’a teslimiyeti, ısmarlanması, yâni fedası: 137.
Me’mun: Emin. Mahfuz: 137.
Kıble: Kâbe yönü. Namazda durulan yön. Dünya’nın ve Kâinat’ın merkezi yön: 137.
Hanef: İstikamet. Doğruluk: 137.
Mishel: Lisân. Ziynet verecek nesne. “Hadîs: Erkeğin güzelliği lisânındadır”. Yabani eşek-Uzun zaman. Dil. “Ezel. Nefs”. (Hammar: Eşek sahibi, eşeği terbiye eden… Hammar: Şeyh. Mürşid.): 137.
Kıbal(e): Ebelik bilgisi ve işi: 138= 1137.
Hılk: Hükümdar mührü: 138= 1137.
Sembol: Remz. İşaret. Mecazî suret: 138= 1137.

*

VAV: En büyük ebcedle V-Elif-V harflerinin toplamı: 943.
Mübaşeret: Bir işe başlamak. Karşılaşmak. Devam ettirmek. Temas etmek, dokunmak. (1943 yılı, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin vefatı ve BÜYÜK Doğu’nun ilk devresinin başı.): 943.
Lâhza: Göz açıp kapayıncaya kadar zaman. ÂN: 943.
İstifta: FETVA istemek: 943.
İstitmam: Tamamlama. Tamamlanmasını isteme. (Üstadım, KAFA KAĞIDI’nda: Asıl ruhumu, ruhumun KAFA KAĞIDI’nı yazmak isterdim… Engare: Roman. Tamamlanmamış iş.): 943.

*

VAVÎ: Vav harfi ile ilgili. TİLKİ. “Gönül, kalb, takva, temizlik, nefs”. (BEN Kimim?: Hüviyet, ebed müddet devam eden bir dava ve gayb’ın bitimsizliğidir. Aslı esası, “veliler ilmi” olan harfler ilmi, varlığın sırları üzerinde bu yoldan bir örtü olması ve onların yolundan gaybın sırlarını arama işi iken, kalb yolundan bir vasıta-bu yolla olanı gösterirler. Kuru akılla iş aslından saptığı gibi, müneccimlik oynamaya kadar sapıklığa düşülür. Tehlikeli. Bu cümleden olarak EBCED, bizim elimizde, daima “ben söylüyorum!” değil de “ben anlıyorum”a âlet, hakkımızda söylenenlerle, “sağlama bağlı hakikatler”e nüfuz ve hikmetlere erme şeklinde hususileşmiştir. Mânânın kelâm kalıblarında ifadesi ve bunun kelime tertibi ne ise, bu tertibin kelimelerde harf değerleri toplamının karşılığı kelime tevafukları ile ilgisi üzerinden, bulma ve düşünme. Rastgele kelimelerden mânâlı bir cümle çıkmayacağı gibi, bir bünye ifâdesi olmayanın elinden de tevafuklarla bir şey çıkmaz. Bunları söyleyen ben ve “hakikate mutlak aykırı söz söylemek mümkün değildir!” hikmetinin belirttiği “ifrad hâlde tecrid” bünyesine, VAHDET’e tutuk olduğum için, bunu da yerli yerince yapabildiğim ve gösterdiğim için, bilindiğimi sandığım bünyemden dolayı, yanlışlıklara âit misâl veremiyorum; sanki, yanlışı anlatırken bile işin Allah’ın MUDİLL ismi tasarrufuna doğru tecridi gibi… Kısaca: Ebced, oyun değildir… HÜVİYET: Asıl. Mâhiyyet. Birisinin kimliği, kim olduğu, kökü, esası ve ne olduğu. Allah’ın varlık sıfatı… İNSAN olarak “ben kimim?”, hep olunacak olana bakan bir bitimsizliktir; “ben kimim?” mânâda ebedî olarak yerinde kalacak olan, ebedîdir, ebedîliktir. Doğduğumuz ândan beri, bizde biz olanın ifşâı hâlinde şu yaşa gelmemiz, bir misâl… VAV harfi: Okunuşu aynen bu Lâtince yazılışı gibi. Baş ve sonu aynı, yâni başı ve sonu diye bir şey yok. EZEL ve EBED mânâlarını hatırlatıyor. Elif harfinin bir gemi gibi eğilmesinden meydana gelmiş BE harfinin altındaki NOKTA, ilmi gösteriyor. Hazret-i Ali’nin, “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı” dediği… Cim harfi, CEM-topluluk, kuvvet… VAV harfi, ikisinin Ebced değerlerinin çarpımından doğan bir sayı - 6 değerinde olduğu gibi, onların kuvvetine de sahib; ama hususiyle kendi değerini korur. HÜVİYET, gaybın korunmasıdır-hep bilinecek olandır ki, EBEDİYEN böyledir. Bu sebeble VAV harfi, bütün harflerden daha güçlüdür - HA hariç… “VAV’ın sırlarına vakıf olan birine, YÜCE ruhaniyetler üzere inerler ve bu inişler büyük bir şereftir. Bu, bizim İÇİMİZDEKİ Suret’in de delilidir”… HADÎS: Allah İNSAN’ı kendi SURET’i üzere yarattı.): 23.
VAHY: Allah tarafından Peygamber’e bildirilen. KELÂM, kitab, işaret, irsal, i’lâm, ilham, teshir, emir, bazı hususları tebliğ gibi mânâlara gelir: 24= 1023.
RAHMAN Sûresi 20. âyet: 2021= 23.
İhda. (Dişi kelime): Bir. Ehad: 23.
Dide: Göz. Gözbebeği. “İdrak. Halife”: 23.
Vehbî: Doğuştan. Çalışmakla değil, doğrudan Allah’ın lütfu ile olan: 23.
Buye: Özleme. Hasret: 23.
Cavid: Sonu olmayan, sonsuz, sermedî: 24= 1023.
Heyub: Azametli, heybetli, gösterişli: 23.
MEHDÎ. (En küçük ebcedle.): 23.

*

AHİR: “Vücudunun sonu olmayan” mânâsına, Allah’ın 99 güzel isminden biri: 801.
Zülcelâl-i Vel-İkram: “Şeref ve ikram sahibi” mânâsına, Allah’ın 99 isminden biri: 801.
Hıra: Allah Resûlü’ne ilk Vahy’in geldiği mağara: 802= 1801.
 

EYÜB SULTAN

 
EYÜB Sultan: (Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, bir müridiyle EYÜB Camii’nden öğle namazını kıldıktan sonra çıkarlar ve EYÜB Sultan Hazretleri’nin Türbesi’ne giderler. Efendi Hazretleri O’na rabıta ederken, yanındaki zâta kendisine rabıta yapmasını ve yanında oturmasını söyler. Vaktin geçtiğinden haberi bile olmayan mürid, İkindi ezanı okunurken Efendi Hazretleri’nin kendisini uyarmasıyla kendine gelir. Ona, ne gördüğünü sorar. Mürid, ikisi arasındaki konuşmayı dinlediğini ama pek anlayamadığını, Eyüb Sultan Hazretleri’nin de Uzun boylu, iri yapılı-kemikli olduğunu söyler. Efendi Hazretleri, “doğru söylüyorsun!” diyerek, kendisi vefat etmeden önce hiç kimseye anlatmamasını tenbih eder.): 169.
RAHMAN Sûresi, 19-20. âyetler: 3166= 169.
Abdül-Hamîd: Hamd eden kul. (Topyekün varlık kendi hâlinde Allah’a var oluşundan dolayı hamd hâlindedir.): 169.
KUST: Topalak otu: 169.
Saade: Yokuş başı: 169.
Musalla: Namaz kılınan yer: 170= 1169.
Mustaka: Sakız. (Alak: Sakız… Alak: Kan. Bir işe başlayıp devamlı olmak. Bir şeye ilişip tutulmak… Alâk: Zahmet, meşakkat gidermek.): 169.
Sem’: İşitmek, duymak. Kurd’un sırtlandan olan yavrusu. “EZEL. Serab. Nefs. EBED. Rüya”. (DEDİ Kİ: “Cennet suretleri, rüyâ suretleri neviindendir!”… Şühud’un, herkesin nasibince, doğrudan idrak edildiği.): 170= 1169.
Fass: GÖZBEBEĞİ. Yüzük taşı. Kemiğin eklem yeri. Meyve içi, lübb: 170= 1169.
Kavanoz: (Üstadım’dan bana ithaf: Bir cümbüştür kopsa da gece yakamozlarda, — Münzevî balıklarız ayrı kavanozlarda!):170= 1169.

*

EBU EYYUB: Deve. Cemel. “Binilen vasıta. Gemi. Nefs”. (EBU Eyyub’un ebcedi 28, İNSANÎ Hakikati temsil eden-tamamlayan harflerin sayısı da 28’dir. GAYB’den gelen bütün meşakkatlere SABIR gösteren EYÜB Aleyhisselâm’a nisbet edilen hikmet de GAYBÎ hikmet. Şifâsı, GAYB’den ihsan edilen SOĞUK SU ile… Hatırlayınız: Meser, “soğuk, kar”, meserret de “sevinç, sürûr”… SER-AB: Suyun başı, nihayetin başındaki su, gaye su, beden suyu, gaybden doğan, hayâlden-hayâlî su… Hayatın sırrı, suda yayıldı; bütün mahlûkatın esas ve unsurları sudan. Allah, her canlı olan şeyi, topyekün mahlukatı sudan yarattı. Silâm-Su, taş, hamd… TAŞ bile, kendi mevkiinde canlı, Allah’ı hamdeden; demek ki o bile, kendi derecesinde VEHBÎ bir bilgi sahibi. Madde deyiniz… BEDEN-EBED, sonradan, ama EZEL’den olan. İNSAN’da, EZEL ile EBED birleşti. NEFSİ’ni bildiğince RABBİ’ni bilmek; sanki ileriye gittikçe geriyi bilmek gibi, EBED[D]EN EZELE… Her başın başı Allah, her sonun sonu Allah; O’nun ne başı var, ne sonu. Bana benden yakın, ne sanılır ki O değil… O’nun EVVEL ve AHİR oluşu, bizim durumumuzu niteleyiş için… MEVZUUMUZ Eyüb Sultan Hazretleri: SER’, “yumuşak bedenli yiğit, uzun boylu adam”.): 28.
VAHÎD: Yalnız, tek. Benzeri bulunmayan, hiçbir mahlûka benzemeyen ve müsavi olmayan ve tek olan meâlindedir. Allah Sevgilisi’nin bir ismidir: 28.
Ekheb: Gök renkli, mavi renkli. (Hudare: Deniz. “Lisân. İlim. Kâinat. Rüya”. Yeşillik.): 28.
Ayiş: KIVILCIM, şerare. (Ezellerin ezelinde olan ZÂT, “Her şeyi kucaklayıcı ve kendisinde helâk edici mânâsıyla var olandır. VAR ve BİR olan O’dur. O sınırsız kudretiyle her şeye KAADİR’dir. Zıllî-gölge vücudunu, İNSAN ve ÂLEM’in her zerresine verdi; bu suretle sen ve ben oluyoruz!”… Eşya ve hâdiselerin çokluğunda, asıl, KÂİNAT bir ânda var, yine aynı ânda yok; İlâhî NUR’dan bir kıvılcım olan iğreti varlığı, yine yokluk tâkib eder, varlık bir kıvılcım dairesi hâlinde döner durur-hayâl ve serab. İşte âlemlerin hepsi, hakiki varlık kıvılcımlarının dairesi içinde bir hayâl gölgesinden ibarettir.): 28.
HAKK: Oyma, delme. Maden üzerine yazı işleme. “Beden keyfiyeti üzerine işleyen EMR”: 28.
Bevk: Sıçrayıp binme. Bir araya gelme-toplanma. Karışma. Su kaynağını karıştırarak açma. “Kudret ve irade.”: 28.
Bahenk: İşkence. Zahmet. “İdrak çilesi”: 28.

*

HİCRET… Allah Sevgilisi, yanında Hazret-i Ebubekir, Medine yakınlarında KÛBA nahiyesindeler… Kur’ân’da, “Temeli takva üzerine atılan mescid” diye anılan ibadet yeri… Allah Sevgilisi’nin Sahabîleriyle bir araya gelip ilk defa apaçık namaz kıldıkları mescid; temelini O attırmıştır… Ardından, Beni Salim bin Avf topluluğuna uğrayarak, vadinin ortasında CUMA namazı kıldılar; o yerin etrafı insan beline gelecek şekilde bir duvarla sonradan çevrilmiş ve CUMA Mescidi ismiyle anılmıştır… Develerine binip, MEDİNE’ye hareket… Allah Sevgilisi, MEDİNE’de hangi evin önünden geçse, o davet ediyor… Buyuruyorlar: “Bakalım deve nereye gider? Allah tarafından memurdur!”… DEVE, önce iki yetimin babalarından kalma deve ahırı olarak kullanılan arsaya çöktü. Oradan kalktı ve Ebu Eyyub-el Ensari’nin evinin önünde çöktü, kalktı, döndü, garib bir ses çıkararak yine çöktü. Allah Sevgilisi, “İnşallah konacağımız yer burası!” diyerek deveden indi. O gece evin alt katında kalmayı istedi ve kaldı… “Cebrail Aleyhisselâm’ın Allah’tan VAHY getirdiği RESÛL alt katta olsun da biz yukarıda olalım; bunu kabul edemeyiz!”… O gece ıstırabtan uyuyamadılar. Durum Allah Sevgilisi’ne arzedilince, üst kata geçmeyi kabul etti.

*

TAHKİK-ÜN NUSRE isimli kitaptan: Ebu Eyyüb-el Ensarî’nin evi vaktiyle YEMEN Padişâhları’ndan biri tarafından yaptırılmış ve Medineli âlimlerden 400 kişilik bir topluluğun ileri gelenine, “Bu evi, zuhur edip buraya gelecek olan ALLAH RESÛLÜ için yaptırdım; teşrif ettikleri zaman evi teslim eder ve bu mektubu da verirsiniz!”… Ev, zamanla elden ele geçiyor ve nihayet Eyüb Sultan Hazretleri’nin elinde kalıyor. İşte Allah Sevgilisi’nin kaldığı ev, o ev… VEDA YOKUŞU: Varlığın Nuru Medine’ye geldikleri zaman, şehir halkı öyle bir saadet ve şenlik havasına büründüler ki, perde arkası yaşayan kadınlar bile damlar üstüne çıkıp iştiyaklarını dile getirdiler ve şiirler okudular… Okunan şiirlerden biri: “Bizim üzerimize VEDA Yokuşu’ndan, — Ondördünde ay doğdu, — Ve bize şükür vâcib oldu, — Allah’a dua ederken!”… VEDA Yokuşu, Medine’ye inen dik bir yolun tepesidir ki, eskiden itibarlı birini uğurlarlarken, Medineliler oraya kadar götürürlermiş!

*

HEBHAB: Serab: 15.
AHDEB: Kambur. “Ezel”: 15.
HÜVE: O mânâsına gelen işaret zamiri: 15.
DAVUD: Allah’ın VAHHAB ismiyle doğrudan O’ndan ihsanı HİLÂFET ve VÜCUDÎ hikmetin tecelli ettiği Peygamber: 15.
Deve: Cemel. Ebu Eyyub. Beden: 15.
Büyük Doğu-İBDA: 15.

*

EBU EYYÜB-ÜL ENSARÎ: İstanbul’un fethî için yapılan seferlerin birinde, kuşatmada şehid olan ve mezarı Fatih Sultan Mehmed’in 1453’de İstanbul’u fethinden sonra AKŞEMSEDDİN Hazretleri tarafından keşfedilen büyük Sahabî: 411.
Âyet: Eser. Nişân, Alâmet, İşâret. Menzil, mekân. Kur’ân’ın her bir cümlesi: 411.
Atî: Gelecek zaman. Ahir. Vâki olan. İstikbâl: 411.

*

TAHKİK-ÜN NUSRET: Fethin tahkiki. (Tahkik: 618: Hakikat… Aynı ebcedde olanlar… HAKİKAT: Bir şeyin aslı ve esası. Sâbit ve vâki. Doğru… HAYRET: Hiçbir cihete teveccüh edemeyip kalmak. Şaşmak… HÜRRİYET: Serbestlik. Hür olmak… HUBÎ: Güzellik… EZ-YAH: “Buzdan soğuk” mânâsına… NUSRET: 740: TEFEKKÜR.): 1358.
MEŞÎH: Göğsü çukur, kambur. “Başarı Allah’tandır”: 1358.

*

TAHKİK-ÜN NUSRET: 1358= 359
Şemit: Karışık. “Karışık dava”: 359.
 

İBN-İ KEMÂL FETVASI

 
Yavuz Sultan Selim (1512-1520 yılları arasında hüküm sürdü) ve Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566 yılları arasında hüküm sürdü) devirlerinde Şeyhülislâm’lık yapan, daha önce Yavuz Sultan Selim’in hocalarından Mevlâna İbn-i Kemâl Hazretleri… “Müfti-üs Sakaleyn: İns ve Cinnin Müftüsü” namıyla maruf, meşhur… Hepimizin bildiği: Yavuz Sultan Selim, Hocası’nın atının ayağından sıçrayan çamurun kaftanını kirletmesi ve onun özür tavrı üzerine, “üzülme Lala; senin gibi ulemânın atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için süstür!” demekle kalmamış, öldüğü zaman bu kaftanın tabutunun üstüne örtülmesini vasiyet etmiştir. Neticede yerine getirilen bir dilek… KİTSAN Kitabevi’nin RİSALELER (1) isimli MUHYİDDİN-İ Arabî Hazretlerine âit bir tercüme Kitab’ta, o meşhur Ulemâ’ya âit bir FETVA: Muhyiddin-i Arabî’nin görüşü hakkında… Hülâsa ederek alıyorum: Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, hayret veren menakıbında mevcud olan harikulâde kerametleri, müridler, âlimler ve fazıl kişiler tarafından kabul edilmiş bir büyük zâttır. İnkâr edenlerin çok büyük hata edecekleri ve inkârda ısrar edenlerin çok dalâlete düşecekleri aşikârdır. Emirleri tebliğ ve yasaklardan sakındırmaya memur ehillerin, bu bâtıl inanç sahiplerinin hâllerini düzeltmelerine ve itikadlarını değiştirmelerine teşvik ve tedib, boyunlarına bir borçtur… Muhyiddin-i Arabî’nin bazı ibarelerinin derecelerinin yüksek olması, yani keşif ve tevhid ehlinden olmayanların idraklerinin fevkinde olması bakımından, amaçlanan mânâyı idrak edemeyen ve tasavvuf ehli olmayanlar için sükûtu gerektiren, bunun yanında itirazdan da kaçınılması gereken bir mahiyet arzeder. Büyüklerden biri şöyle demiştir: “Kim tasavvufî hakikatlerin ehli ile beraber oturursa ve onların ortaya koydukları hakikatlerin bazısını inkâr ederse, Allah imân nurunu kalbinden söküp alır.”… Muhyiddin-i Arabî, hâlen, ilmen, tarikat şeyhi ve hakikat ehlinin büyüğü olduğu gibi, bunun ilim müessesesini bina edendir. Cenab-ı Şeyh, öyle ucu bucağı olmayan bir denizdir ki, sahilini görmeye beşer gözü, dalgalarının çalkalanırken çıkardığı sesi işitmeye beşer kulağı acizdir. İnci tâneleri olan sözleri ise, Yar’dan uzak olanların ellerine ulaşıp ziyân olmaktan korunmuş ve gönül ehline neş’e bahşolacak feyizleri ile dopdoludur. İbn-i Arabî’ye mensub olan taife, (VAHDET-İ Vücüd’a inananlar), mümtaz bir topluluktur. Sözleri ve tasavvufî ıstılahları, diğer tasavvuf ehli gibidir. Hatırdan çıkarılmamalıdır ki, Hilâli görmeye kusurlu gözlerin müsait olmaması gibi, onu herkesin idrak etmesi mümkün olmayabilir. Allah’a yeminle beraber beyan olunur ki, Şeyh-ül Azam bin Arabî, ilminin ihâta etmediği şeyi yazmamıştır; ilmi ise, malûmatın şekillerini hakikati vechile rüyetle-görmekle hasıl olmuş, ilm-i şühûddur. Durum şudur ki, bir şeyi bilmemek ve görmemek, o şeyin inkârını gerektirmez. Hususiyle Rical-ul Gayb hakkında Hadîs vârid olmuştur; Onların, çaresiz kalanlara Allah’ın emriyle yardımları meşhurdur. Şu satırları yazan ben dahi, bu ruhanî yardımlara mazhar olmuşumdur. Münasib olan Şeyh-ul Ekber Muhyiddin-i Arabî ve Abdülkadîr Geylanî Hazretleri’ni uygun tâbirlerle yadetmektir. Örtüp gizledikleri ibareleri idrak edememekten dolayı inkâr doğru değildir. CİFİR, NÜCUM ve İKSİR ilmi gibi mevzuları avamdan gizlemişlerdir. Ekserî sözleri vicdanîdir ve tatmayan bilmez kabilindendir. Bilinmelidir ki, Allah dostları ve Allah’tan haber getiren herkes, TEK görüş üzerindedir. Allah’tan getirdikleri bilgiye ne bir şey eklerler, ne eksiltirler, ne de birbirlerine muhalefet ederler; aksine, onlar birbirlerini doğrularlar. Bizlere düşen, “Bilmiyorsanız bir bilene sorun” İlâhî hükmüne uymaktır ki, bu hüküm İslâm’ın şartlarındandır.

*

İBN-İ KEMÂL: (Fıkıh İmâmları, bâtın hissesiyle zâhirde, bâtın kahramanları ise zâhir hissesiyle bâtında… Mevlâna İbn-i Kemâl Hazretleri’nin FETVASI’nı böyle bir gözle anlayın.): 145.
RAHMAN Sûresi 19. âyet: (Meâli: … İki denizi salmış, birbirlerine kavuşuyorlar.): 1145.
Suadî: Topalak otu. KUST: (HAVATÎN-Şerefli kadınlar. Nefs: 474: İDDET-Bekleme: TEHLİL-Zikr: EZ-OST, O’ndan.): 145.
Allâme: Büyük âlim. Her ilimde ihtisas sahibi. FAKİH. Mütefekkir: 145.
Hemlâ’: Kurt. Seri. “TEZ elden. Çabuk İŞ yapan. Hızlı”: 145.
Yalul: Su üzerinde kabarcık. Beyaz bulut: 146= 1145.

*

MEVLÂNA İbn-i Kemâl: 273.
İhtira’: Evvelce hiç bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcad etmek. Hiç kimse tarafından kullanılmayan mazmunlar kullanma. Mübdi’. İBDA: 273.
Bari’: Tam üstün. Mükemmel: 273.
Hundure: Gözbebeği: 273.
Abir: Bir yerden geçen, giden yolcu. “Bir sudan geçmek. Rüyâ tâbir etmek”: 273.

*

ŞEYHÜLİSLÂM Mevlâna İbn-i Kemâl: 1345.
İMÂM-I RABBÂNÎ: 345.
Müfekkire: Düşünme gücü: 345.
Alemdar: Bayrağı veya sancağı taşıyan: 345.

*

ŞEYHÜLİSLÂM Mevlâna İbn-i Kemâl: 1345= 346.
“ALBAY Sabrî”: (ALB-AY: Eser. Âyet… ALB: 102: İMÂN: MEVHUME-Vehim ve hayâl nevinden bir şey… Aynı ebced’te olanlar… ZÂT: Ehil. Sahib. Kendi. Öz. Asıl. “Hüviyet. Ben kimim?”… ASHAB: Sahabîler… EYÜB SULTAN Hazretleri hatırlanmalı.): 44+302= 346.
HAŞİM: Haşmetli. Ezen, parçalayan: 346.
LEDA-Mirzabeyoğlu: (LEDA-Beden. Vücud. Nefs. EBEDD. İlk önce: 44: LEVHA… Aynı ebced’te olanlar… VALİBE: Evvelki ekinin kökünden biten… HİKÂYE: Engare-bitmemiş, sonu olmayan… DİL: Lûgat. Gönül, kalb… MÜRETTEBAT: Tertib edilmiş olanlar. Bir işe hazırlanmış kimseler. GEMİ’de çalışanlar… VAHL: Sıvı çamur. Balçık. ASİN… DEM: Kan. Alak. Nefes. Nazar-bakış. Ağız. Koku. ÂN. Zaman… LÎD: Gözkapağı. Tilki.): 346.
BEŞME: Göz ilâcı. (YEVMİYE: Oğlu Ömer gözüne ilâç damlatmak üzere odaya giriyor… Üstadım: Şu gözüme de şöyle böyle diyorlar, bir teşhis konduramıyorlar… Bende her şey ruhî!): 346.
RUKUM: (EBCED: 10= 1009: DEH-On, aşer: İBDA: CEVV-Yer ile gök arası: HEBA-Boş. Sır.): 346.


Baran Dergisi 242. Sayı