KAYAN YILDIZ SIRRI’ndan: Gökyüzünde bir bulut şeffaf kuyruklu balık / Nazlı nazlı süzülür kıyısında seherin / Rüzgâr toplayan yelken hayret ve sonsuz açlık / Aşkımın şarkısında vadedilmiş eserim (Mayıs 1983)

*

BİRİNCİ Mısra’ın ebcedi:1998: METRİS Cezaevi’ne girmek üzere tutuklandığım sene. (28 Şubat muhtırası şartlarında, “tepeden istiyorlar!” diye tutuklanışım ve cuntanın peşin hükmü “idam cezası”nın tescili, sonra bunun yeni düzenlemeyle müebbed’e çevrilmesi malûm!)… İ’DAM: Vücudu ortadan kaldırmak. Öldürmek… Üstadım’dan, “İdame-Devam ettirme” ve yön tâyini ehliyetime dair İMAN ve İSLÂM ATLASI’nı alışım ile 1998 yılı arasında geçen süre: 16: TAHA-Bulut. (Allah Sevgilisi’nin bir ismi, Kur’ân’da bir sûre ismi… Ve “Şehîd” lâkablı Seyyid Taha Hazretleri hatırlanmalı!)… 28 ŞUBAT 1982: “Fikir çilesi hassasiyetinin müstesna genci Salih Mirzabeyoğlu’na sevgiyle! —Necib Fazıl”… 1998’den 16 sene sonra, yeniden yargılanmak üzere salındım… Süryanî Lûgatı’ndan, CNONO-Bulut: 115: KUZEH-Bulutları sevke memur bir melek ismi. Renk renk çizgiler… MÜLHEM-Kalbe doğmuş: 115: TULU’-Birden zuhur etme. Bir şeye vakıf olup bilme. Hücum etme… CAYMO-Süryanice, “Bulut” demek: 59: MEHDÎ… Süryanî Lûgatı’ndan, NEBĞO-Fidan. (İBDA): 1059= 60: BÜYÜK DOĞU… ADNÎ-Süryanî Lûgatı’ndan, ADNÎ-Tasvib etmek: 65: NECİB-Asil, alicenab, soylu. Allah Sevgilisi’nin bir atının ismi. (Süryanice, At: Sen)… Süryanice, NUNO-Balık. (Balık. Büyük balık. Güneş’in Şubat ayında girdiği, semanın güney yarımküresinde bulunan Burç… Vücutta tesir yeri: Ayaklar… İleri gelen ve yürüyen!)… ROŞUHTO-Tank: 998: HAFÎZ-Esirgeyen. Muhafaza eden. Muhafız.

*

Süryanice, ŞAMİ-Tayin etmek. (Şamî: Şam şehri ile alâkalı. Başörtüsü. Akşam. Batı. Gözyaşı. Fikir. Dua… İslâm tarihinde Şam –ve havalisi–, yayılma yönlerinin tayin yeridir!): 351: FARSİ-Süryanice, “Meydana çıkarmak” demek. (Büyükler, “Arabça Nebiler, Farsça ise Veliler lisânıdır!” derler… Fars: İran. “Tabut. Neşe”… Fars: Yarmak. Kesmek. “Derinleştirmek”… Feris: Ağaç halka. Çember. Maktul. Yaralı. Kelm… Feres: At)… Süryanice, VACED-Tayin etmek: 15: BD-İBDA… MESAS-Temel. Esas. Kök: 161: SFİQO-Bomboş. (Yevmiye: Bomboş bir devirdeyiz!)… AKİN-Süryanice, “Tâyin etmek” demek. (Daha en baştan belli olanı, 1979’da Üstadım yazıyor: Gece yatağıma uzanıp dergilerini açtığım zaman ne görsem iyi?.. Bir baştan öbür başa BÜYÜK DOĞU idealinin destanı… Hem de en derin fikir tabakalarına nüfuz edici ve bugünkü aydın İslâm gençliğini BÜYÜK DOĞU mihrak ve istikametinde gösterici bir tahlil, terkib, tefekkür ve tahassüs ifâdesiyle… Alkol kokulu cenaze çelenklerinden daha adi pohpohlamalarla değil… Duyarak, düşünerek ve yaşayarak!): 161: KANİ-Süryanice, “Tayin etmek” demek. “Kanaat sahibi olmak, doymak, kanmak”.

*

NAZ-Kendini ağırdan satmak. Kayıtsız görünmek: 58: HALEK-Kara, siyah. Ululuk… KUHL-Göz ilâcı: 58: KEVKEB-Yıldıza âit, yıldızla ilgili… PENÇPAY-Beş ayaklı. Yengeç. (Hemze, Allah’ın Bedi’ ismi, İlk Kalem mertebesi, Kamer menzillerinden “Seretan-Yengeç” ile ilgili; “Nath-Tos vuran, başvuran”  menzili de denir): 58: NEHC-Doğru yol. Yol, usûl… EBDAN-Bedenler. Tenler. “Tezler”: 58: HAMA-Hıfzetmek, korumak, nefyetmek, kovmak… NAZL-Ok atmak: 880: FAZZ-Fethetmek açmak… TA’RİR-Yere dökmek: 880: HARF-Yemiş toplamak… İKİNCİ Mısra’ın ebcedi: 1090: MENG-Yüzdeki siyah nokta, ben. (Dîvân-ü Lûgat-ît Türk’den alınma bir kelime)… Süryanice, FEGCO-Buluşma: 1090: MELİK-Mâlik. Mutasarrıf. Padişâh, hükümdar. Mülk ve melekut sahibi. Bir kavmin başı… MEN-Ben: 90: MEN-Şahsa delâlet eder. “O kimse ki, yahut-kim, kimi, kim ki?” gibi mânâlara gelir ve birleşik kelimeler yapılır. (Men ene?: Ben kimim?.. Süryani Lûgatı’ndan, Ene: Anlatmak, bildirmek, konuşmak… Alman şairi Hölderlin’in insan için, “Biz bir konuşan olalı!” mısraı hatırda… “Ene-Nefs’in, Allah’ın “Kün-Ol” kelimesi karşılığı olarak yokluktan varlığa çıkması, onun “Kün” kelimesi mukabili karşılığıdır; konuşan’dan kasıd bu!)… ENE: 52: HAYNO-Süryanice’de, “Kuvve, hareket, enerji” demek… ENE: Bilgi ve varlık yönünden mesele… GENC-Hazine. (Eski semavî kitaplarda geçen, Velileri’in Vahyin de isbatı olan “İlham” fenninden bildikleri ve selim akılın isbatladığı “hazine” söz: Ben gizli bir hazine idim, bilinmek iradesiyle varlığı yarattım!): 1053: NBAĞ-Süryanice’de, “Meydana çıkma” demek… AHMED-Allah Sevgilisi’nin bir ismi: 53: CİN-Gizliler, gizlilikler… Süryanice, ODOM-Adem. İnsan: 56: ON-“Sistem”… BULUŞMA ile SİYAH NOKTA, Ben arasındaki ebced tevafuku yukarıda görüldü… Süryanice, BLOQO-Buluşma: 55: XOLBOO-Yakut Lûgatı’nda, “Katlamak” demek. “Kerre”… HAL-İ SİYAH-Hususen yüzde görülen siyah benek, ben. (Yevmiye: Israrla üzerinde durması dikkatimi çeken, lisan bahsini “ruh ve ruhî” roman olarak görüşümün bütün inceliklerini kapsayan bildirisi; Bir rüyâ gördüm, Efendi Hazretleri’nin yüzünde BEN vardı. Görüyorum ve öpüyorum; Telefonla sordum; öyle… Ben sağlığında onu hiç görmemiştim, dikkat etmemiştim; hiç hatırlamıyorum; bu da rüyânın sıhhatine ayrı bir delil!): 707: VARİS-Mirasçı. Varis. “Allah’ın, her şeyin kendisine rücu ettiği mânâsına gelen 99 güzel isminden biri. (Süryani, Men: “Nereden?” demek… Men: Ben. Kim?.. Ene: Nefs. Ben… Ene men?: “Ben nereden?”… İçiçeliği görüyorsunuz… Nefs, özünde, bâtında, “cismin bakiyesi”dir; yâni daimîlikten… Beden, unsurlarıyla beraber, geçicidir; bakiye ise, daimi, hâlidî, sonsuz… “Ben kimim?” diye sormak, “ölüm nedir?” diye sormakla birdir… Ölüm, ikinci yaratılış: Allah’ın “Mümit-Ölümü yaratan” ismi tasarrufunda… Dirilik ve ölüm: Hayatın iki tavrı… “Yaşamak hakkı”: Hakk’ın hakikati, vazife oluşunda. Allah insanı, kendi marifetine ulaşsın diye –ibadet etsin!– diye yarattı… İnsan, zorunlukla hürriyet birliğinde yaratıldı: Hürriyet’in hakikati, Zorunlu Varlık Allah’ın, Resûlü ile bildirdiği “zorunluluğun hakikati hükümleri”ne hür iradesiyle yapışabildiği kadar… Mutlak izafete değil, izafet mutlaka irca olunur… Zorunluluk ve hürriyetin birliği, insanda: O, yalnız Yaratıcıya mahsus bir mucize… Neticede, “Varoluş” davasından Hukuka, teknik ibda’ ve İcâd’a kadar kıyas her bahise yayılabilir bir dava: Hürriyet, hakikatin hakikatine teslimiyetten sonra hürriyettir!.. Böyle bir dipsizlikte, “Veli mevzuunu bulmaz ki ben desin!” sırrı… Süryani Lûgatı’ndan, Kursyo Mestamğono-Koltuk. “Abdülhakîm Koltuğu”: 1985: Şato D’sahro-Süryanicede, “Kamer yılı” demek… Kamer menzilleri bahsini, “ben bilgisi” adına hatırlayınız; “Kişi, nefsini bildiği kadar Rabbini bilir!”… İnsan, Rabb olamayacağına göre, “varlık ve bilgi” görüşü sonsuz; muammadan, zorunluluk ölçülerine sarılarak hakikatine seyirde olunacak olan!)… ŞATO D’SAHRO-Kamer yılı: 1985: ARVASÎ + FİKİR KAHRAMANI. (Devrimiz)

*

RÜYÂ-Uykuda görülen suretler. (Süryanice’de şekil, “muamma” demek… HI harfi, Allah’ın “Hakim ismi, Suret-Şekil” mertebesi ve Kamer menzillerinden Nahye ile ilgili… Dahıye: Nahye. Bedene, kurbanlık deve. Nefsin beden yönü, Mutlak hükümlerin tam tasarrufunda… Şekil, suret, resim, rüyâ; muamma… Allah, insanın batınını bilinmez Zât sıfatlarından sureti üzere yaratmıştır… Varlık alıcısı şekil; şekil veren, ama o kendi şekil olmayan Heba’dan,  Heba mertebesinden… Heba mertebesi, Yaratıcı ve yaratmaya mahsus, insanda ve onun için muamma… “Şekil ve suret kabul eden-kabil” varlık, Allah’ın Zât âlemi “Feyz-i Akdes’ten bir tecelli... Dua: Dilek. İbret. Tesbih. Açlık... Kef harfi, Allah’ın “Şekür-Duaları ve şükürleri kabul eden” ismi, Kürsî mertebesi ve Kamer menzillerinden Nesre ile ilgilidir; Nesre, yazı ve yaymak mânâsında, varlık ve bilgi hükümlerinin ben’de didiklenmesi, bulunması, erilmesi mânâsında... Rüyâ’da gelen mânâ: “Resim, red kökündendir!”... Red; atılan, meydana çıkarılan, tecelli eden!): 217: RUHO-Süryanicede, “rüzgâr” demek. (Rih: Yel, ruh)... Halk dilinden, YELKEN: Uçurtma... ÜSTADIM’ın Çocuk isimli şiirinden: “Çocukta uçurtmayla göğe çıkmaya gayret / Karıncaya göz atsa,–niçin, nasıl?– ve hayret!”... İspanyolca, COMETA-Uçurtma: 450: COMETA-Kuyruklu yıldız... Yine İspanyolca, COMETER-Yapmak, işlemek, tatbik: 652: ZAHME-Yara, ceriha. Vurma, derinleşme. Üzengi kayışı. “Rikab, arz, takdim”... MEVSUK-Delilli. Vesikalı. Kendisine inanılır olan. Delile dayanan hâdise: 652: İSTİKSA-Bir şeyi inceden inceye araştırmak... İspanyolca, COMETİDO-Hususî vazife, özel görev: 469: İSTİVA-Müsavî oluş. Temasül, kesirsiz taksim olmak. İ’tidal. İstikamet ve karar. Kemâlin sabit olması. Kaba kuşluk zamanı. Yükselmek, yüksek olmak. İstilâ eylemek. (Yevmiye: Sen artık içime, kanıma girmişsin!)... TAYHAN-Boş ve mâlayâni şeylere itiraz eden kimse. “Tay-Han. Mirza”: 469: TEHNİD-Lâtifleşmek, birbirine lûtuf etmek. (Yevmiye: Beni ihyâ ediyorsun! Ne zaman istersen gel, bu ev senin!)... ŞİR’A-Yelken. Gemi yelkeni: 571: Şİ’R-Anlama. İdrak. Şâir sözü, şiir... ŞİR’A-Lûgat mânâsı, bir ırmak veya su kenarından, su almak için girilen yol demektir. “Kur’an, Hadis, İcma-ı ümmet ve kıyas” ilim ve tefekkürü ile, –her ilim ve tefekkür mevzuunun, kendi usul, esas ve kuralları ile anlaşılabileceği meselesi daima hatırda!–, dinin hey’eti umumiyesine Şeriat denilir. (Hadis: İlim, din, ilimleri ve tıbb ilmi olarak ikidir!”... Din, “yol” demektir: “İslâm, kalbin yoludur!” meâlindeki âyet hatırda... Beden, kalbin kabuğu, zahiri; ve Kâinat’ın unsurlarının terkibinden... Nefs, bedenin gizlisi, sırrı; bir yönü bedene, diğer yönü Ruh’a bakan, Allah’tan gelene bakan... Tıbb ilminin 1aziz ve leziz1 bilinişi de, “hekim hüneri” dediğimiz tamir tarafı değil de, “nefs bilgisi” bakımından; tasavvufta, “tıbb ilmini bilmeyen mutasavvıf olamaz!” buyurulmasındaki kasıd bu... Tıbbın, ecza, kimya, fizik yönüyle Kâinat’a açılımı; topyekûn Kâinat muhasebesinin yapılmasını, insanı Kâinat’ın nüshası bilmekten... Şuna dikkat: Veli, kendi bilmesi gerekeni, doğrudan 1sahibinden1, Allah’tan öğrenir. Hani, “para ve irfan” hususunda anlatılanlar gibi... Tıbb, “rüya ilmidir” denmiştir; Lâ-dini’dir... Ledün ilmi-“Lâ dini ilim”, dinî ilim değildir; ama bu, “dine aykırı” demek de değildir... Naslara âit ilimlere mukabil, “beden-nefs” bilgisi, izafetledir, izafî olan Kâinat ve bedenle alâkalıdır... Mutlak ve izafî; varlık ve bilgide ikilik... İkilik mutlaklığa aykırıdır; geçici, bakîye tâbî olur, bâkî geçiciliğe değil... Geçici olan beden olduğuna göre?.. Nitekim nefsin “cismin bakiyyesi” olması, duyu değil, ruhî alış yönünden, ruhtan... İnsanda bütün çirkinliklerin kaynağı “adem-yokluk”tan gelir; bütün güzellikler de ruh yolundan... İnsan, yokluktan varlığa çıktı; ruh-beden birleşmesinden meydana gelen nefste, hürriyet, kendi arzusunda kalan yönünü “nefyetme, olumsuzlama, tasarrufuna alma” yolunda olmasa, çirkinlik ve kötülük, yanlışlık, “İslâm-Teslim”e tâbi olursa nefsin hayra yönelmesi, “güzellik, doğruluk, iyilik”... Burada, Kem “kötü sözler Allah’a ulaşmaz!” hikmeti, hem “çirkinlik” kaynağının “nefs-beden” ilgisinden doğuşunu anlıyoruz... Şimdi toparlayalım: Zel harfi, Allah’ın “Müzill-Zelil kılıcı-Uzağa atıcı” ismi, Hayvanlar mertebesi ve Kamer menzillerinden “Sa’du’l Suud-Derece almak, mübarek, mübarek yıldızlar” ile ilgilidir... Allah, bilinmek için insanı uzağa attı; zelillik, hem kulun O’nun karşısındaki tâbiî hâli, hem de uzak düşüşünden... Şu var ki, onu meleklerden üstün kılacak yönü de, “nefs”e malik olması... Nefsin hem beden, hem içyüzü, ruhî yönünün akıl ile onu tasarrufuna almasında; burası, tam hakikatini bulduğunda, o, maddeden bitki ve hayvan türünün cümlesine, Halik sıfatıyla sıfatlanmış olarak hâkimdir... Hayat, harekettir; Allah’ın Hayat sahibi sıfatı, suya işlemiş ve herşey sudan yaratılmıştır... Su, bize, “şekil veren, ama kendi o şekil olmayan”a bir misâldir de... Hayvan, “canlı, diri”den geldiğine göre, varlık canlılık çeşitleri içinde; madde, mineral, bitki, hayvan, insan... İnsan, bedeniyle hayvan; mesih kelimesi, “hayvana benzeme, çirkinleşme” mânâsına geliyor... Dikkat: Bir veli, aynaya bakarken birden yüzünü değiştiriyor, çirkinleştiriyor. Hanımı, “aman, bir daha öyle yapma!” diyor... Aynı şekilde, bir veli müridi karşısında aynı şeyi yapıyor ve eski hâline dönünce ona, “bizde çirkin birşey görürsen, sen bizi bırak da, nisbetine sarıl; onu canından aziz bil!” diyor... İşin üstten anlaşılmasıyla, derinden sezilmesi arasındaki fark belli: Veli, hayvani bedene tasarrufunu göstermiştir ki, o mertebede tasarruf, bedeni terkib eden unsurlarla kâinata kadar şâmildir... Allah’ın rızası dışında tasarruf mümkün değildir; ve velinin kerameti, bağlı olduğu Nebi’nindir, Nebi’dendir... Mutlak ve izafî; izafîden ayrı bir mutlak tasavvuru, –hani Allah Kainatı yarattı, uzaktan seyrediyor anlayışı– komiktir, çünkü mutlak, “tahdide girmeyendir!”... Allah, kendi yolunda olanlar için, “onların gözü, kulağı, eli, ayağı olacağını” buyurmuştur... Sanıyorum, anlaşıldı: “Ledün ilmi, Lâ-dini ilim”, aslı tasavvufta, ama o değil, Allah Sevgilisi’nin “Ümmetimin âlimleri, Beni İsrail Peygamberleri gibidir!” buyurduğu üzere bir hakikat ilmidir... Yeşillik ilmi, rüyâ ilmi; bitki, hem maddeyi istismar eden, hem hayvanı tanıyandır, tıbb ilmidir... İnsan ve toplum meselelerinin hallinde, nihayeti onda toplu, ondan çekilen ilmikler hâlinde örülü fikir: İdeolocyamız bu... BÜTÜN FİKRİN GEREKLİLİĞİ: 2154: MEHDÎ MUHAMMED!): 217: RUHO-Süryanice, “rüzgâr” demek... ŞİR-Aslan. Süt. “İlim”. (Süryanice'nin 21 harfi ve ebced hesabında “fikr”e tevafuk eden, çok şeyle ünsiyeti bakımından da elif harfine benzetilen Şın harfi; Allah’ın Muktedir ismi, “Sabit Yıldızlar-Ölçü alınabilirler” mertebesi ve Kamer menzillerinden “Cebhet-ül Esed-Aslan Çehresi”ne işaret eder... Şi’ra: İki yıldızın adı): 510: KİFAYET-Lüzumlu kadar olmak. Yetişmek, kâfi. İktidar. Liyakat, yararlılık... DUA-Namaz. Salavat. Allah’a karşı rağbet, niyaz, yalvarmak. Birisini çağırmak. Söz, kelâm. Bir kimseyi bir isimle isimlendirme. Besmel[e] çekmek. (Salih Mirzabeyoğlu ismini bana yakıştıran, Üstadım!): 76: İMODO-Süryanicede, “buluşma” demek... Süryanice, HLAM-Rüya görmek: 76: Mele-Lûgat.(Mele: Molla... Sümbülzâde’den bir beyit: Lûgat’ın tercümesi yanında / Yer eder ehli dilin cânında!)... ŞİRA-Satın alma. Satın alınma. (Nisa Sûresi, 74. âyet meâli: Dünya hayatı yerine ahireti satın almak isteyenler, Allah yolunda cihâd etsin... Tevbe Sûresi, 111. âyet meâli: Allah, müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine Cennet vermek üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar da, öldürürler, öldürülürler. Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da kendi üzerine hak olarak yazdığı bir vaadtir bu. Ahdine Allah’tan daha vefalı kim var? Perçinlediğiniz bu anlaşmanızdan ötürü müjdeler olsun size. İşte budur o büyük muvaffakiyetin kendisi): 502: BEŞR-Müjdeli haber veren... BİSTÜM-Yirminci. (Başbuğ Velilerin 20. Piri-Biri, Derviş Muhammed: 612: Quart-Fransızca, “Çeyrek” demek... Hollanda Lûgatı’ndan, Kwart-Çeyrek: 706: Fikir Kahramanı-“Yürüyen”... Süryanice, Cesrinoyo-Yirminci: 344: Demeşk-Şam şehri. Kuvvetli ve seri deve... Noktasız harflerle, Derviş Muhammed: 302: Kaptan Kusto Müslüman. “Noktalı harfler”... İ’cazkâr: 302: Mirzabeyoğlu): 502: ZAHİR-Engin denizler. Taşkın, coşkun. Semiz, tavlı ve bol olan. “Zuhur”... ÜÇÜNCÜ Mısra’ın ebcedi: 1973: AZREC-Vâhid. Tek.

*

DÖRDÜNCÜ Mısra’ın ebcedi: 2492= 494: FATİHA-Kur’ân’ın iki kere nazil olan birinci sûresi. Başlamak. Bir şeyin başlangıcı... TECALÜS-Birlikte oturmak: 494: FÜTEHA-Hükmetmek... TA’YİD-Bayram etmek. (Bayram: 254: Beran-Süryanicede, “Koç”... Mürid-Derviş: 254: REMZO-Süryanice’de “Remz” demek... Gelişi-gidişi muamma, bilmece): 494: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu.


Baran Dergisi 417. Sayı