ÜSTADIM’dan, bir gençlik NOKTALAMASI: Ruhum kelle şekeri, vehimlerse karınca, / Kömürden kara rengim, onlar beni sarınca!

*

KELLE-Baş, kafa. Ekinlerde başak. Kafa gibi yuvarlak nesne. (Kafa Kâğıdı: 182: Mezlaka-Ayak kayabilecek yer. “Ezel”… Anbes-Arslan. Sivrisinek: 182: Akib-Bir şeyin ardından gelen. Arkası sıra giden. Ebed): 55: MUCİB-İcabet eden, uyan. Kendisinden istenilen iş ve suâli cevablandıran… PENC-Beş sayısı. “Sıfır. Nokta. Nil. Ayna”. (Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırlayınız!): 55: NECİB.

*

KELLÂ-Geminin durup demirlediği yer. (Gemi: Nefs. Ruh): 52: ENE-Ben. Benlik… UGLUTA-Bilmece, bulmaca: 1051= 52: MUZTARİB-Sıkıntılı. Izdırab çeken… VEHHAM-Çok vehimli. Fazla şübhe eden. (Takdim yazımı ararken ben!): 52: BEHME-Buzağı. Tecdid otu. Cem’ul cem. Şekk derin; hakikate sımsıkı yapışan zann.

*

KELL-İnce taneli yağmur. Yorgunluk. Sahil. Yetim. (At kişnemesi. Fikir. İnsan. Nefs… İngilizce, Hum: Sivrisinek. Vızıltı. “Arizî”… İngilizce, Human: İnsan, insana dair): 50: GUDEK-Çocuk… KÜLL-Bütün, tüm, tamam. Cüzlerden meydana gelen: 50: MİHAD-Yer. Arz. Beşik. Döşek. Döşeme. Mehd. Neşv ü nemâ bulunulacak yer… İMDAD-Yardım. Vadeyi uzatmak. Mühlet vermek. (Levha: 13 Haziran 1990… Tilki Günlüğü’nde bulunan bu rüyâda kısaca: Benim Hanım, Akşehir’deki evlerinde kapı çalınınca açıyor ve karşısında 60-65 yaşlarında zayıf ak saçlı bir adam ve yanında bir koyun; bana Tilki Günlüğü’nün adlî emanetten iade edileceği ve zayi olmayacağı hususunda himmet için geldiğini söylüyor - Nasreddin Hoca imiş!): 50: HALÎB-Taze süt. Rüyâ tâbirinde ilim suretidir. (Üstadım’ın, bir Eczahâne’deki dizili ilâç şişeleri arasında tek kurtarıcı vahidin “50 gramlık” şişede bulunduğu misâlini önceki sayılarda belirttik, hatırlayınız: “Havan dibinde kalan cevher”i… İngilizce, Conjecture: Zan, vehim. Tahmin. Devre hâli. Bir toplumda içinde bulunulan şartların tarif ettiği dalga dilimi, suret… Kellâ: “Öyle değil, asla!”… Kafanın, nefsin demirlediği “benlik”ler, bunun hakikatinin aranacağı yerler arasında “nefy ve hayırlama”lar, “konjektür”de “şifa” bakımından dışlandımı kalan “tek şişedeki 50 gramlık” keyfiyet var ya; bu şişe-havan, “göz ve idrak” dışındakileri yine HAVAN kelimesi ilgileri içinde gösterelim… Havn: Hain… Vefanın zıddı olan bu kelime, “o ân için gerekli olan o değil” mânâsında da “öyle değil, asla!” olabilir. Bu cümleden olarak, “marazın tesbiti yapılmadan illetin tedavisinin mümkün olamayacağını” hatırlamak yeter. Baştan savma ve “yasak savma” nev’inden yürütülen bütün İslâmî lâflar böyledir; hani, “Cehennem’e giden yolların iyi niyet taşlarıyla döşenmesi” hikâyesi… İngilizce bir kelime, Hyena: Okunuşu “hay’ini”, mânâsı “sırtlan”… Bütün menfiliklerin kaynağının “ademler-aslı yokluklar” ve bütün iyilik ve güzelliklerin kaynağının “ruh” olması, nefsin bu iki kutubtan hangisine tenezzül edeceği hususundan sonra, ebedî hayat seçimidir de… Nefs, iyi ve kötüyü takib eden, ısıran, koparan, kabul eden, yapışan anlamında sırtlandır… İngilizce: Excellent-Üstünlük. Nefis… İnsan, seçme yapabilme özelliğiyle meleklerden üstün ve İnsanî hakikate hainliği ile hayvandan aşağı… İngilizce, Soul: Ruh. Can. Nefis… Nefs, mevzu ne ise, “üstünlük” kabulünde müsbet olarak “nefis-hoş”tur… İngilizce, Haven: Liman, sığınak, barınak. “Have, mâlik olmak”… Mina-Limân: 101: Mina-Şişe, billur. Parlak saray. Kuyumcuların kullandıkları lâcivert sırça… NUH Aleyhisselâmı hatırla; kurtuluş gemisini!)

*

FEHÎM-Kömür: 138: KALÛ-Dediler. Onlar dediler. (Kalû Belâ’da verdikleri söze sadık kalanlar, vefalılar, pîrleri!)… HANEF-İstikamet, doğruluk. Eğrilik; varlığı temaşa ile hikmetleri kendinde gören bir nefs muhasebesi, bunun “kuşatan”a kadar derinleştirilebileceği: 138: MESLAH-Tulu edecek, doğacak yer. Bir şeyi gözetecek yüksek yer. “Zirve”… SİYAH-Kara. Esved. Ululuk rengi. (Siyah: Suyun akması. Oruç tutmak. Ruh, ilim ve nefsin talebinin yerine gelmesi): 76: MEHDÎ Salih Mirzabeyoğlu.

MATLA’ DEFTERİ (YAŞAMAYI DENEME)

MATLA’ Beyit: Hat gelmeye görsün leb-i cânân edemez bahs / Bir mur ile gâhice Süleyman edemez bahs —(Şeyh Gâlib)… Şeyh olan, Gâlib… “Delikanlılık emaresi görünmeye görsün canan dudağı edemez bahs –– Bir karıncadan Hazret-i Süleyman bile edemez bahs!”

*

HARSA’: Dilsiz kadın. “Sükût eden nefs”. Gürlemeyen bulut. Belâ… Hâris: Soğuk olan şey. Meserret. Gözyaşı soğukluğuna çıkan vazgeçilemez hüzün malikliği. “Sevinç?”… Haris: Bir şeye fazlası ile düşkün… Hâris: Muhafız, bekçi. Gözcü. Himâye eden. Bekleyen. “Hayâlini”… Harisa: Yağmuruyla yeryüzünü süpürüp götüren bulut. Kan çıkmayan baş yarığı. “Kafaya mıhlanmış sabit, fikir”… Hars: Küb. Kalb… Hars: Tahmin etmek. Bahane etmek. Acıkmak… Hars: Maarif. Mal, sanat kabiliyetinin görünmesi. Teftiş ve tedbir etmek… İngilizce, HARASS: Tedirgin etme. Rahat vermeme. Muzdarib kılma.

*

YEVMİYE: “Adamın bir hâli vardır ki bellidir. İş gelir gelir, taklid imkânı olmayan bir yere varır!”… MUR-Karınca. Bitişik. Yapışık. Ulaşık. İlhak olmuş. “Zirve”: 246: MA’SUM-Saf, temiz… Şeyh Galib’in matla beyti, “neyin var?” denildiğinde lisan-ı hâli üzre hiçbir söz edilemez ve edemez aşıkın, en toy ve en saf hâlindeki durumunu belirtmesi bakımından o kadar harika ki, Fuzulî’nin “bir kez yanan kâğıdın bir daha yakılamaz” dediği mısraya müsavi; harika… Bu soydan bir harika, bir büyüğe gönül bağlarken de… FUZULÎ, sanat plânında bu mecazî ve ondan marifete geçişi şöyle ifâde eder: “Can yakıcı güzellere aşkını anlatmaya başlayan genç, sonra temelsiz duvardan kaçınır gibi ilimsiz şiirden iğrenir; yine aşk şiirleri söyler ama, bu defa ilim üstüne yükselmiştir ki, aşkın hakiki şiirleri bunlardır!”… Üstadım’ın bana, “bu işler öyle oluyor!” diye kimin neye âlet olduğunu tasdik etmesi gibi… MEVR-Başka tesirle bir şeyin dalga misâli gidip gelmesi. Çalkalanmak. Suyun yeryüzüne yayılması. Hayvanlardan yün almak, ağaçtan meyve toplamak. Yol, tarîk. Toz, gubar. Rücu etmek, döndürmek: 246: MAKLU’-Kökünden sökülmüş, koparılmış. “Yeni bir dünya”… MÜDEBBİR-Evvelden düşünüp işleri ona göre ayarlayan. (Üstadım’a nisbetim içinde, olup biten her şeyin ve her varlığın kendine mahsus bir “sana âit” gaî hayatı yaşadığına şahidim): 246: RUM-Anadolu.

*

MATLA’ Beyt’in birinci mısraı: 1770: SERMEŞK-Talebenin öğrenmesi için yazılan örnek yazı… TEMRİN-İdman ettirme. Yumuşak etme. (Zurhane-İdman ocağı. Tâlim yeri: 869: Mektubat… Aynı ebcedle, Necib Fazıl Kısakürek+Salih Mirzabeyoğlu): 700: GİRİFT-Yakalama, tutma. Birbiri içine girik. Girintili, çıkıntılı, karışık. Ney’e benzer bir âlet… ESER-Bir şeyin varlığına delalet eden tesir. Allah Resûlü’nden rivayet bulunması: 701: AL-İ Osmanî. (Osmanlı Devleti)… MÜRSAT-Demir atmış gemi: 701: RATIK-Bitişik etmek, bitiştirmek, beraber etmek, karıştırmak. Bir şeyin parçalarını bitiştirmek.

*

MATLA’ Beyt’in ikinci mısraı: 1306: MÜSEVVER-Kolun bilezik takacak yeri. Kaplanmış. İhata olunmuş. Etrafı sur ile çevrilmiş… NURAN-Eşyanın hakikatini olduğu gibi beyân eden. İslâm. Kur’ân: 306: KAHHAR-Allah’ın “Herşeye Galib” mânâsındaki 99 güzel isminden biri. “Herşey O’nun vechine karşı helâk hâlinde” buyuran âyet hatırda… ZERRAK-Gök renkli. Mavi: 307: ARVASÎ.

*

MATLA’ Beyt’in toplam ebcedi: 3076: DUA-Allah’a rağbet, niyaz, yalvarış. Namaz. Salavat getirmek. Bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek. Birisini çağırmak. Söz, kelâm. Okumak. (Mahmud Ustaosmanoğlu Hazretleri, Kâzım Albayrak’ın babasının hakkımda dua etmesini istemesi üzerine, “kabul” makamında Kâzım Albayrak’a bakarak hasta ve acılı hâline rağmen tebessüm etmesi; 11 Ekim 2012 Perşembe günkü Mahkemem öncesi benim için bir güzellikti!)

*

MATLA’ Defteri. (Matla’-Güneş, ay ve yıldızların doğması. Fikir, ilhâm, nur gibi mânevî şeylerin doğum yeri, tulû mahalli: 149: Midraka-Havan… Divan Edebiyatımız şâirlerinden, HÂKANÎ: Kaplamıştı yüzün nûr-u sürûr / Sûre-i Nur idi yâ matla-i nûr… Birinci mısraın ebcedi: 1291: Cebel-i Nur. “Hira Mağarası”… Tarabbus-İzinli ve müsaadeli olma: 1290= 291: İfrat-Pek ileri gitmek. Takatinden fazla iş vermek… Basar-Görme, kalble hissetme. Allah’ın görme sıfatı: 292: Miralay-Albay. Mânâda İslâm’ın emir subayı. “Basir, basiret sahibi, hakikatleri anlayan, sezen. Köpek. Ebu Hâlid, köpek, canavar”… İkinci mısraın ebced toplamı: 968: Hatt-ı Mir Ali. “Hatt-ı Mir Necib”… Matla’ Defteri: Yaşamayı Deneme… Aynı ebcedle, 968, “Pişhâne”: Bir yere gidileceği zaman önden gönderilen çadır ve yol eşyası): 843: DABGAM-Arslan. Esed. (Havan: Aslan. Parçalayan, ezen, koparan, halleden)… MAHREC-Çıkacak yer. Ses ve harflerin çıktığı yer. Adam yetiştirmek için hususi daire. Mahsülün satılması için hariçte bulunan mahal: 843: MÜRTECİR-Kişnemesi güzel at. “Sâhilde güzel dalga sesi”.

MAVİ GÖZ”

MATLA’ Beyit: Harim-i sîne sünbülzârdır çeşm-i kebûdundan / Belâ-yı âsuman bizârdır çeşm-i kebûdundan —(Şeyh Gâlib)… Harim: Mahrem… Sünbül: Mor. Mânevî renk… Kebud: Mavi… Belâ: Evet.

*

HARİM-Mahrem yer. Herkesin giremeyeceği yer. Sadece bazı kimselerin girebileceği yer. (Harm-İşinde hızlı olmak. Muhkem etmek, sağlamlaştırmak. Yük yüklemek. Kat’etmek. Yolunu değiştirme. Adil olanlar: 840: Ruham-“İki deniz”… Şefeteyn-İki dudak: 840: Hammar-Meyhaneci. Mürşid… Mezk-Tadmak. Tadına bakmak. “Gusto”: 840: Müştak-Arzu ve iştiyak gösteren): 258: MİRZA-(Harime-Herkesin tasarruf edebileceği kendi malı: 263: Berhun-Ortası yuvarlak boş olan nesne. Bahçe vesairenin etrafına çekilen çit. Kuşatan, küna. “Abdülhakîm Koltuğu”… Mübarek: 263: Revzen-Pencere… Piran-Pîrler, erenler: 263: Rabbanî-Allah’a dair ve müteallik… Hârim-Fakir. İhtiyaç içinde olan. Açlık. Fikir: 249: Tımırr-Sıçramaya ve seğirtmeye hazır at. Seri, çabuk. Ürkek. “Allah Sevgilisi’nin sohbeti sırasında, başları üzerinde uçuverecek bir kuş varmışcasına bir ürkeklikle oturan Sahabî edebinde, Hadîslere saygı edebini sineye sindirmek gerek”… Çeharüm-Dördüncü: 249: Dümdar-Ordunun geriden emniyet kuvveti. Son zamanlarda gelen büyük evliya)… İBRAHİM-Namı “Allah’ın Dostu” olan Peygamber’in ismi. (İbrahim Kassaroğlu isimli veliyi hatırlayınız!): 259: MUSTANİ’-Birini yetiştirip adam eden kimse. (Yevmiye: Çok derine dalıyorsun, kimse anlamaz. Şekere bulayıp yutturman lâzım, yoksa arkadaşlarını yetiştiremezsin!)

*

KEBUD-Mavi. Gök rengi. (Semavî: Gökle ilgili. İnsan eseri olmayan. Vahiyle gelmiş olan): 32: GÜVAH-Şâhid. Bilen. Gören. Tanıyan… LEB-Dudak. Şefe. Kenar. Sahil. Kıyı: 32: LÜB-İç. Öz. Her şeyin iyisi, hülâsası. Akıl, içli şeyin içi… YEVMİYE: Mavi gözü sevmem. Humeyni çok güzel bir söz söyledi - “Mavi gözlü kâfirler!” diye… ASUMAN-Gökyüzü. Sema: 152: ABDÜLHAKÎM. “Noktasız harfler”… KAPTAN. “Noktalı harfler”: 152: HANİFE… MÜSLÜMAN: 221: BİZAR-Usanma… KÂFİR-Mecazen “Na-Huda: Kaptan. Allahsız”: 301: RESİM-Suret… UHUZ-Göz ağrısı. “Sevgili”: MİRAN-Beyler. “Mirzabeyoğlu”.

*

MATLA’ Beytin birinci mısraı: 1416: TECEVVÜZ-Sözü mecaz olarak söyleme. (İlhâm kelimesinde “he ve ha” harfleri farkıyla “ilhâm” ve “küfür” anlamına gelmesi, ilhâmın da Rahmanî veya Şeytanî olması, Rahmanî olanın da kendi kendinden ibaret kalıcı olduğu yerde “hakikati örten”e girmesi, hakikati örten olmadığı hâlde de muhatabındaki teshir gücünün bir sevgi nişânesi olarak “tatlı belâ, tatlı musibet” niyetiyle güzel’in “kâfir” diye anılması; o güzel, nefsin dişi olmasına nisbetle, o nefsin keyfiyetinde gıdanın bünye ihtiyacına dönmesi anlamında bir “dişi suret”tir. Malûm cismanî suret, sözkonusu suretin sembolüdür; resmin, ebcedte kâfir’e tevafukunu gördük. Müşahhası ifâde eder resmin tasvirinin bile, “söz” olmak bakımından olduğunu söylemeye gerek yok. Müşahhas şahısların oynadığı bir tiyatro veya sinema eserinde bile, hatta âlelâde hayatta, muhatab onu zaten kendi “şuur süzgeci”nden geçirmekle, kendince müsbet veya menfi, kendileştirmektedir… Tasavvufta rabıta, Peygamber veya mürşid, mürşid de Peygamber varisi, Allah’a vesiledir; onlar vesilesiyle alınan, Allah’ın ihsan ve inayetindendir. Doğrudan Allah’ın ihsan ve inayeti de, kendi rütbelerinde onlarda bulunan. Bulunan ve bilinen herşey insanın kendinde olmak bakımından, onlar kendilerinde bu olan biteni, Allah’ın bildirmesiyle veya “iradesi Allah’ın iradesi olmuş”la, O’ndan sorarak bilirler; onların bütün âlemde olup biteni bilmesi, bu şekilde onlarda örtülü veya açık bilgi hâlindedir. “Veli, herşeyi bilir!” demek de doğru, “Veli, herşeyi bilir demek değildir!” sözü de doğru, birdir… LAFIZ, mânâ suretidir; beden de ruhun bineği, tıpkı Lafz, kelime… Şeyh Gâlib: “Niçün ma’nâ-yı rengin lâfzı ateşlendirir bilmem?” diyor; “Sürahîyi mey-i reng ser-keşlendirir bilmem?”… “Bedeni-kalbi, ruhun rengi sarhoş eder!”… Bunu, şeyh ve mürid ilişkisi diye de alabiliriz, doğrudan Allah’ın cezbi diye de: Rabıtada, kendinde kaybolma başlayan ve hâlâ Şeyhi’ne rabıtada ısrar eden müridine, “sen bizi bırak da, o hâle sarıl!” demesi… Anlatılar içinde, mecazî aşktan gerçek aşka, şeyh-mürid ilişkisinden Allah aşkına, kendi kendinden ibaret kalan karşı cins ilgisinden, bunu vesile kılana, şuna veya buna duyulan derin ilgi-aşktan, bunu kendi kendinden ibaret görenine ve aslolan Allah emirlerine uyum şevki ile mihrakına bağlayanına; hasılı herşey var… İnsan ve kâinat, insan ve toplum, insan ve devlet, “insan ve”; merkezinde Allah’ın kuluna biçtiği memuriyet, bu memuriyeti yüklenen “Ben kimim?-Ben neyim?”, bahsettiğim mevzular, sözkonusu meselelerde kendisiyle irtibat kurulacak olan “özden”lerin ilgisi içinde, onlarla ilgiyi kurabilme hususunda örneklerdir. Üstadım’ın, “5 asırdır beklenen” dediği “Fikir Kahramanı”nın yapması gerekenler cümlesinden)… NECİB Fazıl Kısakürek: 1417= 418: EDEBİYAT-(Kelâmla ilgili bütün güzel sanatlar yanında, bunlar yemeğin kokusu, “ilm-i edeb” tâbir edilen kelâmla ilgili kendini tarif eden surete ulaşmış bütün ilimleri kuşatıcı çoğul bir ifâdedir edebiyat)… CİDDİYAT-Hakiki sözler. Ciddiyet. “Ceddet-Yeni olmak”: MUSA Mirzabeyoğlu. “Salih Mirzabeyoğlu”.

*

MATLA’ Beyt’in ikinci mısraı ebced toplamı: 1098: MAHMUD-Medhe lâyık. Medholunmuş… SUBU’-Dinini değiştirip başka dine girmek. (Din, “yol” demektir; bir vahid etrafında şeriatın-kanunların ve ilgililerinin hey’et-i mecmuası demek olduğu gibi, yol’un “mezheb, tarîkat” mânâlarını içine alan da olur. Bu çerçevede “din değiştirme”, bir bütünden diğerine geçme şeklinde olabileceği gibi, bu tâbir aynı dinde “bir yoldan diğer yola” kasdına da girer; “tarikate girmek” dediğimizde, “Kelimenin üstünde, — Cümlelerin altında, — Benim büyük meselem!”… Hakikate köprü olan mecazî mânâdan, bizzat hakikati yaşamaya… Sözün boşluğundan bahsederken bile yine söze muhtaç değil miyiz? İNSAN, Allah’ın bizzat Zâtı olamayacağına göre, ARİZÎ varlık olma durumu, hep verileni alıcı; bu mânâda ZANN’da. İmân, hep teşbih ve tenzih üzere; sende teşekkül eden “idrak-suret”, tenzih edilmesi gerekene döner - Bir’den Bir’e, Bir’den Bir’e, Bir’den Bire, bu böyle gider… Çocukluğumuzdan ihtiyarlığımıza değişen şuurumuz bir misâl; şâir velidir, değildir, veli şâirdir, ayrı dava… Onlarda ve veli kelâmında geçen mecusîlerin kuşandığı “zünnar-mecusî kuşağı” mecaz, “zünnarını çöz” tâbiri, ya “hakikat yoluna gir” anlamındadır veya o yolda artık yenilenmesi gereken hâli ihtar edicidir; “sureti bırak!”… “Mecusî ulusu” demek olan Zerdüşt, “akıllı ve tedbirli insan” demektir ki, onlara verilen bu vasıf, mecazî olarak “akıllı ve tedbirli” oluşu tamam, “ama artık…” mânâsında kullanılır… Sırasında “Sevgili”ye “Put” denmesi de, aynı lâtifelerden!)… SIBGA-Din. Mezheb. Boya, renk: 1097= 98: EZMAN-Kürtçe “gök”. (İngilizce, “blue”: Mavi. Kederli… Keduret: Keder hâli… Yevmiye: Dünyanın neşesi gitti, kedureti kaldı… Bu sözü şimdi daha iyi yaşıyorum!)… ALİM-Üzüntülü ve kederli kimse. (Hadîs: “Ümmetimin âlimleri, Ben-i İsrail Peygamberleri gibidir!”… Dünya’nın neş’esi, Allah Sevgilisi gelecek diye idi: Gaye İnsan-Ufuk Peygamber): 71: KÜNA-Bir bahçe veya şeyin etrafını çeviren çit. Kuşatan.


Baran Dergisi 302. Sayı