Bandırma İsyanları’nda 3 gün süren ölümüne direniş, bize ölüm sınırında yaşamanın zevkini de gösterdi. İnsan öyle bir hafif oluyor ki, bir lokma ekmek, bir yudum su gün boyu yetiyor, ne acıkma var ne susama. İki saat uyku da kafî geliyor; ne uykuya ihtiyaç duyuyorsun ne başka bir şeye... Allah’a ve ahirete yakın olunduğu anlar...
Ölüm sınırında yaşamak, insanı ağırlıklardan kurtarıyor; hayatı  daha iyi ve daha derinden yaşıyorsun. Zihnin daha berrak; maddî bağların üstüne çıkmışsın, bütün kayıtlardan sıyrılmışsın ama dünyadasın... “Ölmeden ölme sırrı”na yaklaşmışsın. Ölümü de yenmişsin, ölüm sınırında yaşayarak... Tabiî bu hâli devam ettirmek, istikamet davası önemli...
Her taraf karanlık, kuşatma altındayız; asker elektriğimizi kesmiş, mum ışıklarının dans eden gölgesinde akıncılar silahlarını çatmış sohbet ediyor, bizim nöbetçiler gelip tekmil veriyor. Sigara ve çay bile azalmış, herkeste bir hafiflik; şiir gibi gelip gidiyorlar, gözlerde parlaklık sabahki çatışmaya hazırlar... Uykuya çekiliyorum, bir iki saat yetiyor, zaten bir iki lokma yemişim; yemek ve uyku ihtiyacım yok. Nerede, günde 3 öğün yemek ve horul horul 8-9 saat uyumak? Ben aynı benim, ama şartlar farklı! “Hayat tarzı” meselesi. Demek ki böyle bir hayat  tarzı, hayatı daha derinden yaşatıyor.
Shaekspeare, “aslında yaşamayı bilmeyenler, ölmekten korkar” demişti. Ölüm sınırında yaşayanlar, ölmekten korkmayan ve aslında yaşamayı bilenlerdir...
Münşeat’ın deli yüreği Salih Mirzabeyoğlu dobra dobra şöyle diyor:
“Daha çok inansaydınız hayata
daha çok ölmek isterdiniz
daha çok sevseydiniz hayatı
ölmeden ölmeye bakar da
pisi pisine gebermezdiniz!”
İnsan sanıldığından fazla dayanıklıdır, biz bunu bilmiyoruz, yahut kullanmıyoruz. İşleyen demir ışıldar derler, işlenmeyense paslanır. Kendimizi geliştirmemiz ve melekelerimizi canlandırmamız, iş içinde eğitimle mümkün... İnsânî ve ahlâkî vasıflarımızı ortaya çıkarmak, ancak iş içinde eğitimle mümkün oluyor... Zor altında denenerek, hasletlerimiz ortaya çıkıyor.
Ertesi gün şehid olacak Hasan geliyor, gidiyor bir kuş hafifliğiyle; diğer akıncılar gibi... Kapkaranlık geceyi “aydınlatan gözlerdeki o pırıltılar, olacakları bilmenin ve ölüme meydan okumanın mutluluğuyla dolu...
“Ne sevgili, ne kardeş, yalnız iman ve fikir”... Bu mısraların ruhlarda gerçekleştiği anlar... Ne güzel anlar... Yaşadığım yılların en güzel anları...
Allah, bizi ibadetinden zevk alanlardan kılsın. Amin.
Bir ara soruyorum, “tamam mı, devam mı?”. Kısa bir tartışma ve ortaya çıkan görüş, “gayesine ermemiş savaş bitmemiştir” diyenlerle yola devam ve İBDA’nın burçlarına destan bayrağını asmak; diğer destan bayraklarıyla beraber dalgalanmak üzere... Metris, Cuma gösterileri, ADD baskınları, Ayasofya gösterileri, işkencede ölümler, yurtiçi ve yurtdışı zuhurlar, şunlar bunlar; güç sahibi cazibe merkezi olmak...
 
“HER ŞEYİN GENCİ GÜZEL, ÖLÜMÜN DE...”
Bu ifadeleri, Damlaya Damlaya’dan(S.M.) işaretlemişim Bandırma isyanı sonrasında, cezaevinde şehid düşen Hasan Meriç’in ardından sevk olduğumuz Eskişehir Cezaevinde... Hadis-i Şerifle  de sabit, amelin gençken olanı makbul ve en üstün amel şehidlik... Her daim genç kalmak isteyenlere de altın öğütler var Damlaya Damlaya’da.
“Daima kendi ruhundan gelen bir aydınlık içinde yorulmalıdır... Yeni bir hasret ateşiyle yanmayan ruhun bize lüzumu yoktur... Her şeyin genci güzel ölümün bile...”
Bu arada şu bilgiyi aktaralım. Cezaevinde şehid düşen Hasan, ne tevafuktur ki, cezaevinde doğmuş...
Ziyaret günü... Kemal Şişman’ın yeni tahliye olan bacısı Selma, annesiyle gelmiş. Kemal Şişman bana mavi bir gömlek hediye olarak yollamış. Teşekkür ettim ve selamını iade ettim..
Bir rüya: (15 Ağustos 2001. Eskişehir zindanı): Üstadımız, “Artık ordumuzu (Büyük Doğu Ordusu) kuracağım!” diyor. Bu sözü duyan ben, Üstadın yazılarını tetkik etmekte olan İBDA gençlerine aktarıyorum. İBDA’cılar, Üstadın birlik ve nizamla ilgili yazılarına bakıyorlar ve ben, bu yazıların Üstadın yukarıdaki sözüyle örtüştüğünü söylüyorum. Üstad bu sözü yeni söylüyormuş ve yeni bir hamleye işaret ediyormuş...”
Metris gazilerinin bazısı Eskişehir zindanına geliyor ve onlara şehid Sancar Kartal’ı kazandıkları Metris çatışmalarını soruyoruz. Onlar da anlattılar:
Yüzyüze çatışmaya cesaret edemeyen askerler tavanda birçok delik açmışlar, oradan gaz bombası yağdırıyorlar. Akıncılar, gaz bombalarını alıp dışarı atıyorlar. Sonra iple tavana yakın sarkıtarak atmaya başlamışlar gaz bombalarını. Kumandan, kılıcıyla ipi kesip bombayı yere düşürmüş, sonra doğru dışarı...
O kadar yoğun bombardıman varmış ki, Kumandan “montunuzu başınıza geçirin!” demiş ve bunun faydasını görmüşler. Düşman, akıncıların direncini kıramamanın verdiği panikle rastgele ateş açmaya başlamış. Bu ateşle vurulanlar olmuş. Yaralıları götürenleri de esir alıyorlarmış ya da yaralayarak esir alıyorlarmış. Şehidimiz Sancar Kartal, duvarı delip geçen kurşunun sırtına girmesiyle şehid düşmüş. “Duvarların arkasında durmayın, kolonların arkasında durun” denmişti, fakat şehidimiz Sancar, yaralı arkadaşlarına yardım için duvarın yanına gitmişti. Çünkü yaralı Murat’ın bağırsakları dışarı çıkmıştı... Anlaşma olmasına rağmen, “Başkası olsa ölürdü” derecesinde Kumandanın darb edilmesi ve Allahın hıfzı...
 
YARALI ASLANLAR
Bandırma isyanında yaralanan arkadaşlarla görüşüyoruz ziyaret mahallinde. Bünyamin Eser’in ( şu an- Ağustos 2007- Baran dergisi Sahibi ve Yazı işleri Müdürü) kurşun yarasını gördüm; G-3 mermisi karnından girmiş ve çıkmış. Kurşun, yandan girip çıkmış ve derine saplanmamış; ayrıca dağılmış mermi çekirdekleri de karnında idi... Bir yerden sekerek gelmiş olabilir... Allahsızlar, mübarek Ramazanda kurşun sıkıyorlar. Fakat şehid olan arkadaşın intikamı alındı, bir rütbeli subay boğazına saplanan şiş sayesinde öldü. Allahû Teâlâ buyuruyor: “Kısasta hayat vardır.”
Yaralılarımızın morali çok iyi idi. Başları dik ve keyifleri yerinde idi. Kurşun yemek onları mutlu etmişti sanki. Marifetname de bir söz var, mealen! “Kurşun yemek gerçek kahramanı mutlu kılar” şeklinde... Hakikaten arkadaşlar daha mutlu olmuş gibi. Gazi olma mertebesi... Gerçi savaşan herkes gazi sayılır, yara alsın almasın. Çünkü savaşta ölen şehit, kalan ise gazidir...
Arkadaşlar rüyalarında şehidimizi görüyor. Ve şehid bizim koğuşta ve bizimle oturup kalkıyor. Arkadaşlar rüyalarında hayret ediyorlarmış nasıl bizim aramızda dolaşıyor, ölmedi mi? diye... Ölçüyle sabit, şehid de tıpkı canlı gibi devamlı savaş siperinde dolaşırmış... Yani kıyamete kadar savaşta bulunurmuş. Zaten Allah buyuruyor, “şehidlere ölüler demeyiniz!”... Bu da Allah’ın şehide biçtiği bir lütuf, bir güzellik...
 
İBDA ATEŞİYLE
YANMAK
18.9.2000 Eskişehir zindanları:
33 yaşındaki Turan Bartın, misafirliğe geldiği bizim koğuşta, “33 sene yaşamışım ama, kendimi bir sene yaşamış kabul ediyorum. İBDA’ya girdiğim bir yılı sayıyorum sadece.”
Diyor. Ve İBDA’cılarla temasa geçtiği, İBDA hareketine dışarıdan bakıp sadece takdir ettiği yılları da, yaşanmış kabul etmiyor. Asıl Metris’e girince yaşadığını kabul ediyor.
Ateşi dışından görmekle içine girip yanma farkı. Öyle uzaktan İBDA’yı takdir etmeyle İBDA’cı olunmuyor. İçine girip ateşiyle yanmalısın. O zaman işin zevki anlaşılır ancak.
İnsan kanıyla, canıyla, teriyle katılmalı inandığı davaya. Başka türlü olmaz. Metris isyanlarında ölüm sınırında savaşan ve ölümcül yara almasına rağmen kurtulan yaralı gazilerden Turan Bartın da öyle söylüyor; ve laf olarak İBDA’cı olduğu dönemi yaşanmış yıllar olarak saymıyor...
Benim de öyle dönemim olmuştu. İBDA’yı dışından tanıma, güya İBDA’cıyım deme, dakat içine girip yanamama... 77 de İBDA ile tanışmam ile 78 de GÖLGE II. döneme kadarki zaman kesinlikle öyle... Turan Bartın güzel söylemiş, İBDA’cı sayılmaz insan. Dıştan evet demeyle olmuyor, gönülden duymak, bünyeleştirmek ve harekete geçmekle İBDA’cı olunabiliyor ancak...
Ayrıca bir şey yapmadığım uzun bir dönemim olduğu 1980-90 arası... Aslında içimde ateş yanıyor, düşünüyorum, okuyorum falan ama değişik düşünce zaaflarımdan aksiyona geçemiyorum. Arkadaşlarda suç görmek, bazı olumsuzlukları gerekçe görmek eleştirmek ve bir şey yapmamak gibi zaaflar... Vesileyi aramamak, olduğu yerde beklemek gibi zaaflar... Halbuki iç oluş dış oluşta tezahür etmeli... Kumandanın ortaya koyduğu cepheleşmeyi tam anlayamamak veya geç anlamak... Benim kaybım... Ne yaptıksa bizim kazancımızdır, yapmadıklarımız ise bizim kaybımızdır... Bazı hatalar vardır, insan ömür boyu çeker; “vakit nakittir” ve zamanın geri gelmemesi de böyle... Bir şey yapmayıp beklemek, kayıptır; cezaevindekilerin ise beklemesi, sabırdır ve kazançtır, o ayrı dava.


Baran Dergisi 35. Sayı