Orson Welles, Amerikalılar için mühim bir adam. Bir şarkısında, sanki dinleyicisinin gözlerine bakarak, "genç olmanın ne demek olduğunu biliyorum!" diyor. Ve, "sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilmezsin!" ifadesiyle, "zaman" denilen mefhumun ehemmiyetinden bahsediyor. Esasında şarkı sözlerini art arda dizdiğimiz zaman, bir romanda vakti dolmuş kahramanın evladına son nasihatlerini hatırlatıyor.

"Genç olmanın ne olduğunu biliyorum ama sen yaşlanmanın ne olduğunu bilmiyorsun, bir gün sen de aynı şeyi söyleyeceksin.”

Hiç dinlememiş birisi için parçadaki ahengi tarif etmeye çalışayım: Piyano ve kemanın muhteşem ahengiyle (Vals tarzına yakın bir altyapıyı andırıyor. Dimitri Şostakoviç ya da İlyiç Çaykovski'nin valslerini dinleyenler hemen bağlantı kuracaktır.) Nakaratta ise birden fazla kadın ve bir erkeğin vokali mevcut. Yukarıda iktibas ettiğimiz sözleri muazzam, koro hâlinde seslendiriyorlar.

Öğrendim ki, parça "single" olarak yayınlanmış, yani herhangi bir albüme ait değil, orijinal ismi: "I Know What It is To Be Young". Kısaca adamdan bahsedecek olursam Welles 1915'te doğdu, 1985'te hayatını kaybetti. Hem yönetmen, hem oyuncu... Sanata meraklı birisi. Amerikan ediplerinin tarzları niyeyse bana hep babacan gelmiştir. En başta John Steinbeck, Ernest Hemingway, ve Charles Bukowski... Üçü de hemen hemen aynı dönemin insanları. Allan Poe hepsinden daha esaslı bir yazar tabiî, fakat onu bu kümeye koymuyoruz. Bunlar, söyleyeceği şeyleri katakulliyle anlatmıyor; dosdoğru kendilerini ifade ediyorlar. Hele Bukowski ile Hemingway insanın bazı hususlardaki sınırını aşan şeyleri söyleyebilmekte epey iyiler. Amerikalıların tarzında tuhaf bir inandırıcılık kabiliyeti, samimiyet var. Onların olaylarında (romanlarında veya hikâyelerinde), kendi yerimizi hemencecik anlarız; hâdise sade bir dille anlatılır. Rus ve Fransız hikâye-romancılarında bu böyle değildir, hem hâdiseler hem de şahıslar daha karmaşıktır. Kahramanları sarsan krizler daha derin, dertler yığınladır. Tabir yerindeyse, Ruslar acılarını emzirir, Amerikalılarda ise "öyle mi? bu atlatmam gereken bir şey", yahut "bana ne!" tavrı çok vardır; vurdumduymazlardır, çoğu şey basit bir dille anlatılmıştır, iyi iyidir, kötü kötüdür. Amaçlar ortadadır, maksat saklanmaz, gelişigüzellik hat safhadadır. Belki Amerikalıların hikâyelerinde "hayat bulan şeyler" Rus hikâyelerinde meydana gelse kahraman katil olur! Ruslar kabuğunu kırmaya meyillidir, onlar "daha şerefli ve azimli insanlardır" demiyorum.  Mesela Hemingway'in bir hikâyesinde, kahramanın iki çocuğu ve karısı aynı trafik kazasında ölürse şaşkınlığınız pek uzun sürmez. Rusların hikâyelerinde "ölüm" daha olağanüstüdür! Vuku bulmuş şeyler ve sonrasındaki "yaşanacak" şeyler teferruatlıdır. En azından okuduğum eserlere bakarak, bu ifadeleri kullanmakta pek sakınca görmedim. Zaten Amerikan romanlarının ömrü, Ruslarınkine göre çok kısadır. Birisi çiseler, diğeri kovadan boşalırcasına yağar. Hiç hikâye-roman okumamış birisine "sizin için birincisi ikincisine göre daha bereketlidir" demiyorum, çünkü yetişecek mahsülün ihtiyacına göre su verilmelidir. Elbette şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, Amerikan eserlerinde Tanrı'ya çıkan yollar daha izbedir, Rusların yolu daha aydınlıktır. Onlar anlatma sanatında mahirdir.

Orson Welles vesilesiyle bir kıyas yapmış olduk. Michael Parkinson 1974'te Orson Welles ile kameralar eşliğiyle bir röportaj yapmış. Parkinson, Welles'a "Hiç Hemingway ile karşılaştınız mı?" sualini yönlendirince, "benim çok yakın arkadaşımdı!" cevabını almış. İki arkadaşın münasebeti ilginçmiş. Hemingway kimsenin kendisini tiye almasına müsaade etmezmiş, Welles bir kez dalga geçme teşebbüsünde bulunmuş. Hemingway, Welles'ın seslendirmesini istediği bir proje hazırlamış. Welles metni okuyup, "gerçekten şu kısmı söylemeye gerek var mı? Görüntüleri görsek daha iyi olmaz mı?" deyince, stüdyo ortamında karanlıktan bir homurtu duyulmuş, "tiyatro işleten bir dallama gelmiş, bana nasıl hikâye yazacağımı anlatıyor!" Welles da bunun altında kalmamış, "Bay Hemingway çok iri, güçlü ve göğsünüz kıllı olduğu için bana kabadayılık yapabileceğinizi mi düşünüyorsunuz?" deyince kontrolsüz yumruklar havada uçuşmuş. Birazdan ışıklar açılmış ve iki cüsseli herif birbirlerine bakmış ve onların arasındaki sıkı dostluğu oluşturan hâdise bu olmuş. Welles, Hemingway'in sanatçı yönüne hayranmış. Sonbaharları Venedik'te ördek avlarlarmış. Güzel anlar yaşadıkları gibi kötü hatıraları da mevcutmuş. Mâlum, Ernest babası gibi bir silahla intihar etmiştir. Derler ki, Hemingway ömrünün sonlarına doğru bir kaçık hâle gelmiş. "Akıntı Adaları" isimli eserini okuyanlar çok eğlenceli iki sarhoşun kavgasına ve şu sözlere tanık olacaktır: "Kavgaya girdiysen artık kazanmalısın!"


Baran Dergisi 692.Sayı