Her saldırı döneminde Müslümanların dahası tüm dünyanın gündemine oturan Filistin, maalesef yine gündemlerimizde. Küresel Cihad Hareketleri dışında olağan zamanlarda Filistin meselesini gündem edenimiz zaten yok. Gündem ederken de sadece trajedi yönünü öne çıkarıp duygusal tepkiler veriyoruz. Tabii olarak duygular değişkendir. Duygular değişince “meselemiz” de değişmiş oluyor. Halbuki sahamız da vakamız da yerinde durmaya devam etmektedir.

Başlığımıza gelince; muhtemelen herkes “din” yönüyle, yani Kuran ve Sünnet ekseninde bakılmalı diyecektir. Bunun bir iman bir akide bir menhec meselesi olduğunu en baştan kabulle yola koyulmak lazım gelir. Nitekim fikirde doğruluk-istikamet eylemde de doğru olana bir ön şarttır.

Evvela Kuran-ı Kerim’in El Aksa ve çevresi için “Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsra 1). “Onu (İbrahim) da, Lût’u da kurtarıp herkes için bereketli kıldığımız yere ulaştırdık.” (Enbiya 71) buyurduğunu biliyoruz. Resulullah’ın (s.a.s.) Mescid-i Aksa ve Biladuş-Şam hakkındaki hadisleri yazıya sığmayacak kadar çok olduğundan, ayetlerdeki mananın sünnete bakan yönünü nazara vermek yeterli olacaktır. Yine bilindiği üzere Müslümanların, Bakara Suresi 144. Ayet’in inzaline dek yüzlerini döndükleri ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’dır.

Meseleye Kimler Gibi Yaklaşmalı

Bu önemine binaen henüz ilk İslam Halifesi Hazreti Ebubekir (r.a.) döneminde Filistin topraklarına yönelik fetih seferleri düzenlenmiş, Hazreti Ebubekir’in vefatı sonrası Halife seçilen Hazreti Ömer (r.a.) döneminde 638 yılında Kudüs fethedilmiştir. 1099 tarihinde şii Fatımi Devleti’nin toprağı olan Kudüs, Haçlılar tarafından işgal edilmişse de, 1187 tarihinde Salahaddin Eyyubi tarafından işgalden kurtarılmıştır. Bugün Filistin toprakları yine işgal altındadır. Mescid-i Aksa’da yaşananlar hepimizin malumudur.

Resulullah’ın (s.a.s.) Halifelerinin ve Sultan Salahaddin’in fethe hazırlanırken izledikleri stratejiyi iyi incelemek ve hal’imize merhem olacak kısımlarını günümüze tatbik etmek gerektiği kanaatindeyiz. Vaka mevcut şartlara yakın bir vaziyetteyken Sultan Selahattin’in (r.h.) takip ettiği yol neydi? Savaş öncesi dağınık durumda olan İslam Emirlik ve halklarını mümkün olduğunca birleştirmek ve olası şii ihanetine karşı şii devletini ortadan kaldırmak. Sonra da mümkün olan en iyi hazırlığı yapıp Allah’tan (azze ve celle) yardım dilemek, Ona güvenmek ve zaferi Ondan bilmek.

Şüphesiz günümüz şii fitnesinin başını İran çekmektedir. Şiiler her işgal döneminde olduğu gibi 2001’den bu yana süregelen Haçlı işgalleri eşliğinde Müslüman beldeleri işgal etmektedir. Kuran ve Sünnete tâbi olanların bir araya gelmesi ve şii-haçlı işgallerine karşı cihada kalkması gerekmektedir. Geldiğimiz noktada Filistin’de ateşkes anlaşması imzalanmış olsa da yahudinin işgali ve niyeti değişmiş değildir. Çatışmalar cephede, savaş arkalardadır. Düşmana karşı onun silahıyla silahlanmak ve gücümüz yettiğince hazırlık yapmak Allah’ın bizlere emridir.

Savaş bitti ama cihadımız devam ediyor. Suriye, Yemen, Afganistan, Afrika’nın muhtelif ülkeleri ve diğer beldelerde cihad devam etmektedir. Her bir Müslüman gerek fert gerek toplum planında üzerine düşen vazifeyi iyi tahlil etmeli, az da olsa devamlı bir gayret içerisinde olmalıdır. Elbette bizim de öncelikli hedefimiz ve gayemiz muvaffak olana kadar tüm Müslümanların yüzünü döndüğü ve ümitlerini bağladığı Anadolu’da bir İslâm nizamının tesisini sağlamaktır. Zira bu güç teşekkül etmediği müddetçe fikirde ve eylemde birliğin tesis edilmesi de bir hayli zor olacaktır.

Gayret bizden Tevfik Rabbimizdendir.

Görüş: Abdullah Said