Sovyetlerin yıkılmasının ardından Amerikan Başkanı George H. W. Bush ekran karşısına geçmiş o meşhur konuşmasını yaparak, ABD’nin küresel hegemonyasını ilan etmişti. 11 Eylül 1990'da bu konuşma yapılırken Körfez’de bir savaş yaşanıyordu. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin emperyalizmin tekerine çomak sokmuştu. Neredeyse tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Saddam’ın bir zalim olduğu, Amerikan müdahalesinin gerekli olduğu filan konuşulurken Saddam İsrail’i vuruyordu; elbette “Saddam sen oradan biz buradan” diyerek emperyalizme karşı mücadelenin nasılını gösterenler de yok değildi.

Daha sonraki isimlendirmesiyle I. Körfez Savaşı, Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesiyle bir şekilde neticelendi; fakat ne emperyalizmin Saddam’a, ne de Saddam’ın emperyalistlere kini son bulmadı. I. Körfez Savaşı’ndan 2003’teki Amerikan işgaline kadar ABD, Saddam Hüseyin’i iktidardan indirmek için elinden geleni yaptı. 13 sene boyunca ağır ambargoya tabi tutulan Irak iktisadî bakımdan son derece kötü bir vaziyete getirilmişti. Ülkede binlerce çocuğun açlıktan öleceği bir manzara oluşturularak işgal için şartlar hazırlanmıştı. Nitekim BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 1993 yılında yayımladığı raporda, ambargo sonucu ülkedeki açlık oranının çok yüksek bir seviyeye ulaştığı uyarısında bulunmuş, 1995'te yayımladığı raporda ise yarım milyon Iraklı çocuğun dayatılan ambargo nedeniyle açlık ve kötü yaşam koşullarından hayatını kaybettiğini duyurmuştu.

Nihayet Saddam Hüseyin’in bir Birleşmiş Milletler oturumunda çıkıp artık petrolü dolar ile değil, Euro ile satacağını söyleyerek emperyalizme boyun eğmeyeceğini ilan etmesinin ardından Irak’ın işgaline giden yol da açılmış oldu.

G. Bush Irak'ta

Nükleer ve Biyolojik Silah İddiası

ABD ve İngiltere, Irak'ın işgali için diğer ülkelerin desteğini alabilmek için dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin'in toplu ölümlere sebebiyet verebilecek nükleer silahlar geliştirdiği iddialarını ortaya attı. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, 5 Şubat 2003'te BM Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuşmada, "Saddam Hüseyin'in biyolojik silahlara sahip olduğundan hiç şüphe yok ve daha fazlasını üretebilecek kapasiteye sahip." iddiasında bulundu. Batı medyası günlerce bu yönde bir algı operasyonu yaparak Saddam’ı hedef tahtasına oturttu. Irak’a demokrasi götürülmeli, “Zalim Saddam” iktidardan indirilmeliydi.

İşgal

ABD Başkanı Bush, 17 Mart 2003'te Saddam Hüseyin ve ailesine 48 saat içinde ülkeyi terk etmeleri, aksi takdirde askeri müdahaleyle karşı karşıya kalacakları uyarısında bulundu. Bush, bu çağrıdan tam 2 gün sonra 19 Mart'ta ise ABD ve ona destek veren koalisyon güçlerinin Irak'a karşı askeri operasyon başlattığını duyurdu.

Irak'a "istikrar ve demokrasi" getirileceği vaadedilen operasyona da "Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu" adı verildi. Ancak bu askeri müdahale yüz binlerce sivilin hayatını kaybetmesi, milyarlarca doların harcanması ve tüm İslâm coğrafyasının kaynayan bir kazana dönmesine de zemin hazırladı.

Ülkenin tamamını ele geçiren koalisyon güçleri, 13 Aralık 2003'te Saddam'ı doğduğu Tikret'te yer altında gizlenirken yakaladı. Saddam'ın ailesiyle Baas rejiminden birçok üst düzey yetkili Ürdün'e kaçarak iltica etti. Hükümet ve ordunun tamamı lağvedildi.

ABD'den yaklaşık iki yıl görev yapacak Paul Bremer, Geçici Koalisyon Yönetimi'nin başkanlığını yaptı. Saddam Hüseyin, çeşitli suçlardan yaklaşık 3 yıl boyunca yargılandıktan sonra 30 Aralık 2006'da Salahaddin'e bağlı Diceyl bölgesinde Şiilere yönelik toplu katliam gerçekleştirilmesi emri verdiği gerekçesiyle asılarak şehid edildi. Saddam Hüseyin’in mahkeme salonunda işbirlikçi hakimlere karşı sergilemiş olduğu vakur duruş ve tavrı ise hafızalardan hâlâ silinmedi.

Irak İşgalinin Gerçek Sebebi

Emperyalistleirn iddialarının aksine Irak’ta bahsi geçen silahların olmadığı ortaya çıktı. BM Silah Denetleme Komisyonu Başkanı Hans Blix, 14 Şubat 2003'te hazırladığı raporda, Irak'ta incelemelerde bulunan ekibinin herhangi bir biyolojik silah bulamadığını açıkladı. ABD ve İngiltere, Irak'ın işgali için BMGK'ye yeterli kanıtlar sunamadı. Bunun üzerine iki ülkenin öncülüğünde kurulan koalisyon gücü BMGK'den onay çıkmadan işgal kararı aldı. Yâni Irak'ın işgaline uydurma bir bahaneyle girişilirken BMGK'nın devre dışı bırakılmasıyla ABD ve İngiltere kendi koymuş oldukları hukuku da çiğnediler.

Nitekim dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair da 2015 yılında yaptığı bir konuşmada malûmu ilam ederek “Blair, “Şunu söyleyebilirim: Aldığımız istihbaratın yanlış olmasından dolayı özür diliyorum zira [Saddam Hüseyin] kendi halkına, başkalarına karşı kapsamlı bir biçimde kimyasal silah kullanmış da olsa, olduğunu düşündüğümüz program bizim düşündüğümüz şekliyle yoktu.” ifadelerini kullanmıştı.

Hans Blix

Emperyalistlerin nükleer ve biyolojik silah olduğu yalanı ortaya çıkınca Irak’ın işgali çerçevesinde en çok öne sürülen iddia, ABD ve İngiltere’nin Irak’ın petrollerine konmak için ülkeyi işgal ettiğiydi. Oysa, ABD’nin Irak’ın petrolüne el koymak için neredeyse o petrolden elde edeceği gelir kadar, belki de daha fazla harcama yapmasının, bırakın küresel hegemonya iddiasındaki bir devleti, herhangi bir kabile devletinin dahi yapmayacağı stratejik bir hata olduğu ise açıktı. ABD’nin Irak’a müdahale ederek Saddam Hüseyin’i devirmesi, onun yalnız petrol kaynaklarını ele geçirme arzusuyla izah edilemez. Elbette Irak’ta kimyasal silahlar bulunduğu yalanına istinad ederek de izah edilemez ki, bunun yalan olduğu geçen zaman içerisinde zaten ortaya çıkmıştı. Amerika’nın Irak’ı işgâl etmesinin asıl gerekçesi, bize kalırsa şudur: 

ABD, II. Dünya Savaşı’nın ardından kurmuş olduğu demokrasiler düzenini dünyaya ihraç ederken, global iktisadî rejimde de tabiî olarak değişikliklere gitti. Bretton Woods sistemi ile beraber dolar rezerv para olarak belirlendi. ABD, kurmuş olduğu siyasî ve askerî hâkimiyeti bu sayede tescilledi. Bretton Woods sistemine göre bastığı dolar miktarına oranla elinde altın bulundurması gereken ABD, kendi koyduğu kuralı delip karşılıksız dolar bastı. 1970’lerde ise piyasadaki dolar miktarı ile altın miktarı arasındaki uçurum sebebiyle kendi inşâ ettiği sistemi yıktı ve yerine yeni bir model arayışına girişti. İnsanların zihninde ona atfettiği kıymetten başkaca bir değeri olmayan kağıt para, Amerikan dolarının gerçek bir değere endekslenmesi icab ediyordu. ABD, 1973 senesinde Suudi Arabistan ile yaptığı anlaşmayla petrol ile dolar arasında bu münasebeti kurdu. Artık Suudi Arabistan petrolü dolar ile satacak, ABD de bunun karşılığında Suud’un güvenliğini sağlayacaktı.

Saddam Hüseyin, petrolü dolar dışında başka bir para birimiyle satma fikrini savunması ve uygulamak istemesi sebebiyle ABD’nin gadrine uğradı. 2003 senesinde Irak işgal edilirken, Saddam Hüseyin de tiyatro kabilinden bir yargılamanın ardından 30 Aralık 2006’da idam edildi. Onun bu teklifi petro-dolar sisteminin çökmesini sağlayacak olmasa da şuurlara alternatif vermesi bakımından önemliydi. Nitekim Saddam Hüseyin, Amerikan emperyalizminin tekerine çomak soktu ve onun arzusuna benzer çıkışlar da o günden bugüne dek devam etti. İşte bu sebeple Saddam cezalandırılmalıydı!

İşgalin Kazananı İran

Savaşın ardından demografik yapıdaki değişikliklerle birlikte Irak, Şiilerin sayıca üstün olduğu bir ülke hâline gelmiştir. Dolayısıyla ABD’nin Saddam Hüseyin’in iktidarına son vermesinin ve geçiş hükûmetinin ardından yapılan seçimlerde, ABD ile iş birliği ve koordinasyon içerisinde işleyen bir Şii hükûmet kurulmuştur. ABD’yi “büyük şeytan” olarak nitelendirmesine rağmen Irak’ta bu hükûmetin kurulması, İran’ın bölgesel ve küresel çıkarlarına hizmet etmiştir. Tıpkı 2001’de İran’ın Saddam Hüseyin’le birlikte en büyük düşmanı olan Taliban’ın devrilmesi gibi, hem İran’ın en büyük düşmanı Saddam Hüseyin de devrilmiş, hem de İran’ın tesir sahasına girmeye müsait bir hükûmet ortaya çıkmıştır. Maliki döneminde Irak tamamıyla İran’ın kontrolüne girmiştir. Nitekim geçmişte İran, Saddam muhalifi Şiileri sürekli desteklemiş, Saddam sonrası dönemde yolu İran’dan geçen Şiilerin Irak’ta söz sahibi olması sayesinde yapmış olduklarının meyvelerini almaya başlamıştır. İran Irak’ın hamisi konumuna gelmiştir. Maliki döneminde Irak’ın seyrettiği bilhassa Sünnîleri dışlayan Şii merkezli politikaların da sorumlusu İran’dır. İşgal sonrasında Irak’ta Sünnî halk sürekli zulme maruz bırakılmış, katliamlara uğramıştır.

Savaşın Neticesi

AA’nın aktardığı bilgilere göre; ABD'nin 18 yıl önce "demokrasi ve istikrar" vaadiyle başlattığı Irak işgalinden geriye yıkım, kan ve tüm İslâm dünyasına şâmil bir kaos kaldı. "Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu" adı verilen askeri müdahale, resmî rakamlara göre 120 bin sivilin katledilmesi ve milyonlarca kişinin göç etmesine yol açtı. Irak Sağlık Bakanlığı'nın verileri üzerinde çalışma yapan bağımsız "Iraqcountybody" organizasyonuna göre, Irak'ta 2003-2011 yılları arasında çatışmalardan kaynaklı yaklaşık 120 bin sivil hayatını kaybetti.

Ülkeyi kanlı bir kaosa sürükleyen işgal, geride harabeye dönüşmüş kentler, sömürülen kaynaklar, milyarlarca dolarlık fatura bırakmanın yanı sıra İslâm dünyasını da kaynayan bir kazana çevirdi. İşgalin resmi olarak 2011 bitirildiği açıklanmasına rağmen ABD, bugün ülkenin değişik bölgelerindeki üslerinde konuşlu 2500 askerle Irak'ta kalmayı sürdürüyor.

İşgalin sona erdiğini duyuran dönemin ABD Başkanı Barack Obama, 21 Ekim 2011'de yaptığı açıklamada yaklaşık 9 yıllık süre zarfında 1 milyona yakın ABD'linin görev yaptığı Irak'ta 4 bin 400 askerin hayatını kaybettiğini, 32 bininin yaralandığını ve 1 trilyon dolardan fazla paranın harcandığını belirtti. Fakat gerçek rakamların bunun çok daha üzerinde olduğu bilinen bir gerçek.

Bağdat'ta Saddam döneminde Sünniler hakimiyeti elinde tutarken, Maliki döneminde ise dengeler tam tersine döndü. Saddam'ın devrilmesiyle büyük bir yalnızlık ve sahipsizlik hisseden Sünniler belki de bu işgalin en büyük faturasını ödedi. Şiilerin sert muamelelerine ve zulmüne muhatap kaldılar.

Irak'ta üçüncü unsur olan Kürtler ise ABD öncülüğünde 2005'te hazırlanan anayasa sayesinde Erbil, Süleymaniye ve Duhok vilayetlerinden oluşan bölgede Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'ni (IKBY) ilan ettiler. IKBY'deki siyasi ve güvenlik istikrarından dolayı Kürtler, uzun yıllar boyunca Irak'ın en çok gelişen ve yıldızı parlayan tarafı olarak gösterildi. Fakat bilhassa bağımsızlık referandumunun ardından burada da işler tersine döndü.

ABD'nin 3 yıl öncesinde terk ettiği Irak'ta büyük yıkımlara yol açan DEAŞ, ülkenin üçte birine tekabül eden Musul, Enbar ve Salahaddin vilayetleriyle Diyala ve Kerkük'ün bir kısmında hakimiyet sağladı.

Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, 18 Aralık 2017'de bilançosu çok ağır olan askeri operasyonlar sonucu DEAŞ'ın ülkedeki varlığının ortadan kaldırıldığını duyurdu. Örgütün varlığından dolayı çoğunluğu Sünnilerden oluşan 5 milyonluk bir iç göçmen dalgası yaşandı. Musul, Enbar ve Salahaddin vilayetlerinde bedeli 80 milyar doları bulan büyük yıkımlar meydana geldi. Bunun yanında on binlerce sivil hayatını kaybetti.

Ekim 2019'da ise işsizlik, yolsuzluklar ve kamu hizmeti yetersizliği nedeniyle Bağdat ve güney vilayetlerde geniş çaplı halk gösterileri patlak verdi. Protestolar, dönemin Başbakanı Adil Abdulmehdi hükümetinin istifa etmesine neden oldu. Abdulmehdi yerine Irak İstihbarat Servisi Başkanı Mustafa el-Kazımi başkanlığında hükümet kuruldu. Bu hükümet göstericilerin taleplerine karşı 10 Ekim 2021'i erken seçim tarihi olarak belirledi.

Bir Hatırlatma

I. Körfez Savaşı sırasında tüm dünya “zalim Saddam” edebiyatı yaparken “Saddam sen oradan biz buradan” diyen Taraf dergisinde yayınlanan Kâzım Albayrak imzalı bir yazıda “Eğer Saddam yenilirse Ameri­ka ve Batı, dünyada ve İslam ülke­lerinde rahatça at oynatabilecekler, yok Saddam Amerika ve müttefik­lerine kafa tutmayı becerebilirse Amerika ve Batı'nın üstünlük imajla­rı silinecektir.” deniliyordu. II. Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ın işgaliyle birlikte ortaya çıkan manzara ise ortada…