Bu konuşmamda Venezüella’daki endişe verici bir kaç hadiseden bahsetmek istiyorum. Bu hafta memleketim Venezüella ile alakalı bazı gelişmeler yaşandı. Bunlardan birisi Putin’in Venezüella’ya askerî birlik göndermeyeceklerini ve üs kurmayacaklarını söylemesiydi. Bir diğeri ise Oslo’da yapılan görüşmeler.

Hafta içerisinde Venezuela Dışişleri Bakanı Jorge Arreaza’nın liderliğindeki hükümet yetkilileri ile bazı muhalefet temsilcileri Oslo’da bir görüşme gerçekleştirdi. Bazı muhalifler hukuka saygı göstermiyor ve son derece güvenilir bir sistemle yapılan seçimler neticesinde iktidara gelen partinin meşruiyetini kabul etmiyor. Bunu da şiddet eylemleriyle protesto ediyorlar. Bu eylemleri yapanların da büyük çoğunluğunun ABD ile ilişkisi bulunuyor.

Bu görüşmelerin gerçekten enteresan birçok vaziyeti var. İlk olarak; niçin Norveç’te, Oslo’da yapılıyor? İstisnasız tüm Avrupa ülkeleri Juan Guaidó’yu illegal bir şekilde devlet başkanı olarak tanımadı mı? Başkan Maduro Venezüella halkının çoğunluğu tarafından seçilmiş legal bir devlet başkanıdır. Buna rağmen Avrupa ülkeleri niçin Juan Guaidó’nun iktidarını ilan ettiler? Norveç, ABD’ye son derece yakın bir ülkedir. Bu görüşmelerin böyle bir ülkede yapılıyor olması son derece yanlış.

Oslo’nun hatırlattığı bir takım şeyler var. Oslo denildiğinde durup düşünmek gerekiyor. Burada Beşar Esad’ın düşmesi için bir tuzak kurulmuştu. Daha önemlisi ise Yaser Arafat burada tuzağa düşmüş, Filistin’in bölünmesine ve İsrail’in uluslararası tanınmasına sebep olan uzun sürece yayılan bir anlaşmaya imza atmıştı. Bu anlaşmayla Filistin de İsrail hâkimiyetini tanımış oldu. Anlaşmanın Filistin ve Filistinlilere olan zararına rağmen anlaşmayı imzalayan İsrail başbakanı İzak Rabin, Oslo Anlaşması’na karşı çıkan genç bir Siyonist tarafından öldürüldü.

Oslo Anlaşması’nın neticesinde Filistinliler askerî olarak Gazze’ye çekilip orada sıkıştılar, İsrail yapılan anlaşmanın şartlarını her fırsatta çiğnedi. Gazze’de hâkimiyetin sembolü olarak bir havaalanı inşa edildi; fakat ömrü pek uzun olmadı. Bu havaalanı İsrail uçakları tarafından bombalanarak yerle bir edildi. Bu saldırıya son derece sert tepki gösteren Arafat zehirlendi. Yaser Arafat, kesinlikle bir hain değildi. Müslüman Kardeşlere yakın bir çizgisi ve benzer bir dünya görüşü vardı. Direnişin sembollerindendi. Zaman içerisinde çok yıpratıldı ve zayıflatıldı. Onunla beraber Filistin direnişi de zayıflatıldı, direniş bir hayatta kalma mücadelesine dönüştü.

Filistin topraklarına gerçekleştirilen Yahudi göçü, Oslo Anlaşması’nın ardından artmaya başladı. Elbette Yahudilerden bahsederken ilk Musevîleri ve uzun yıllar acı çeken gerçek inananları kastetmiyorum. Bugün Netanyahu’nun da temsil ettiği Siyonist zihniyeti kastediyorum. Netanyahu aile boyu bir Siyonist’tir. Babası Siyonist Revizyonist hareketin kurucusu Jabotinsky’nin yardımcısıdır. Filistin’e göç edenlerin de ekserisi aynı görüşü paylaşır. Bunlar emperyalist, kolonyalist ve ırkçıdır. 

Şimdi Venezüella, Filistin’in düştüğü hataya düşüyor. Böyle bir görüşmeye katılarak Venezüella Guaidó’yu tanımış oluyor. Niçin Oslo? Sadece Oslo adının geçiyor olması dahi, bir takım plânlar yapıldığının kanıtıdır ve bir mesaj içermektedir.

Filistin halkının büyük çoğunluğu Müslüman’dır. Burada, Hıristiyan ve Yahudi azınlık da vardır. Filistin’de bir direniş gösterilmiştir; fakat bu sınırlı kalmıştır. İşgal edilmiş bir ülke olan Filistin’de içten bir çürüme yaşanmıştır.

Venezüella işgal edilmiş bir ülke olmamasına rağmen dışarıdan içeriye nüfuz edildi. Chavez dahi iktidarı ele almasına rağmen bunları temizleyemezken, bu insanlar iktidarı birçok kez sabote etmiştir. Güney Amerika’nın en zengin ülkesi olan Venezüella, gelir dağılımı adaletsizliğinde en üst sıralarda yer alıyor. Chavez’in ekonomik olarak adaletsizliği ortadan kaldırmaya yönelik teşebbüslere başarılı oldu, gelir dağılımı adaletsizliği azaldı; fakat bu zümreler imtiyazlarını kaybetmedi. Düzenin bozulmasını istemediler; ABD de Venezüella’daki statükonun yıkılmasına karşı çıktı.

Şimdi Venezüella’daki çözümsüzlük için Oslo’da bir toplantı organize edildi. Bu zirvenin Oslo’da yapılmasıyla Washington’da yapılması arasında hiç bir fark yoktur. Oslo’da, tıpkı Suriye’ye ve Filistin’e olduğu gibi Venezüella’ya da bir tuzak kuruldu. Görüşmelerin Oslo’da yapılmasını bu söylediklerimle birlikte düşünmek, Venezüella’nın anti-İsrail’ci bir çizgide olduğunu da unutmamak gerekir.

Çin, şu anda dünyanın en güçlü ülkelerinden biri konumunda ve Venezüella’ya verdiği destek malûm. Fakat unutmamak gerekir ki, Çin menfaatleri doğrultusunda hareket etmektedir. Son dönemde ABD ile bir ticaret savaşı veriyorlar. Bu açıdan sorulması gereken sorulardan biri de Çin’in Oslo görüşmesini niçin kabul ettiğidir.

Türkiye’ye gelirsek; Venezüella’da kriz devam ederken Cumhurbaşkanı Erdoğan aniden Venezüella’ya gitmiş ve bu süreçte Venezüella hükümetinin yanında konumlanacağını göstermişti. İdeolojik farklılıklara rağmen Türkiye pozisyonunu aldı. Müslüman Kardeşler ideolojisine yakın bir dünya görüşüne sahip olan Erdoğan, Türkiye halkının çoğunluğunun oyuyla legal olarak iktidarda. Erdoğan’ın ideolojik farklılığa rağmen Venezüella’ya vermiş olduğu sembolik destek dünya siyasetinin geleceğine dair de önemli bir tavırdı. İnsanlığın düşmanı olan Siyonizm’e ve emperyalizme karşı ciddi bir mesajdı.

Ümid ediyorum ki Venezüella hükümeti kurulan bu tuzaktan çıkmasını bilir.

Allahü Ekber!
 08.06.2019


Baran Dergisi 648. Sayı