Geçtiğimiz günlerde yine İsrail, Filistin’de Mescid-i Aksa'ya saldırdı, kutsal mekânlara saygısızlık yaptı ve bunun ardından Türkiye’de ve dünyada çeşitli protesto eylemleri yapıldı. Elbette protesto edilmesin demiyoruz ama bu mesele bir kısır döngüye döndü, sadece katil İsrail’in yaptıklarına karşı protesto edip başka bir şey yapmayan insanlara döndük. Kimseyi ayırmadan ve kendimizi de bunun içine katarak soruyoruz; daha neler yapılması lazım?
Filistin konusunda biz İHH olarak yaptıklarımız malum. Özellikle birinci derecedeki sorunumuz Gazze ablukasının devam etmesi, Gazze’de insani yaşam koşullarını rahatlaştırılması. Ablukanın kalkması için hem maddi projeleri desteklemeye çalışıyoruz, diğer yandan da kamuoyunu oluşturmaya çalışıyoruz. Konferanslar oluyor hem yurtiçinde hem yurtdışında, körfez ülkelerinde Gazze ablukasının kalkmasıyla ilgili. Amacımız duyarlılık oluşturmak. Diğer yandan ikici mesele tabii Filistin dediğimizde sadece Gazze’yi algılamamamız gerekiyor. Çünkü hemen hemen bütün şehirleri, bütün toprakları işgal altında. 1967’den beri kronikleşmiş bir problem var. En önemlisi Mescid-i Aksa. Özellikle son beş yıldır biz Gazze’ye yoğunlaşırken, aslında Mescid-i Aksa’yı göz ardı ediyoruz. Harem-i Şerif’in içerisinde bulunan mukaddes Kubbet'us-Sahra, Hazreti Ömer Mescidi ve Mescid-i Aksa’ya yapılan çok ciddi bir şekilde saldırılar var. Nedir? Bu mescitlere kırk yaşının üzerinde olan Filistin’in diğer şehirlerindeki hiçbir Müslümanın girmesine izin verilmemesi ki; dünyanın hiçbir yerinde bu tür engellerin eşi ve benzerlerine rastlanmıyor. Böyle bir yasak var.
Uluslararası açıdan bir yaptırımı yok mudur?
Dünyanın herhangi bir ülkesinde bir Müslüman’ın bir katedrale ya da kiliseye saldırı yaptığını düşünsenize, acaba “Dünya Ülkeleri” bu kadar sessiz kalabilir miydi? Hepsi ayağa kalkarlardı ya da dünyayı ayağa kaldırırlardı. Ama maalesef Müslümanlar için en kutsal aylarda, günlerde, Miraç gecelerinde ve Kadir gecelerinde, Peygamberimizin miraca yükseldiği Kubbet'üs-Sahra’da, Mescid-i Aksa’da Müslümanların namaz kılmasına müsaade edilmiyor. Diğer şehirlerden Mescid-i Aksa’ya girişe izin verilmiyor.
Mescid-i Aksa insanların özgürce ibadet etme hakkının engellendiği bir yerdir… Ayrıca yerleşim mevzusunda Kudüs’teki Müslümanlar sürekli göçe zorlanıyor, işgal ediliyor ve yeni Yahudi yerleşimcilere açılıyor buralar. İnsan hakları açısından dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yoktur. Maalesef ne Birleşmiş Milletlerde ne de insan hakları kuruluşlarında Kudüs’teki Müslümanların Mescid-i Aksa’da ibadet etme hakları ve Gazze’deki Müslümanların insan hakları ihlalleri ve en temel ihtiyaçları olan; gıda, su ve ilaç gibi şeylere sahip olmaları engellenmektedir. Geçtiğimiz hafta Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırıya baktığımızda, buraya ilk kez 1969’ta Avustralyalı bir fanatik tarafından bir saldırı gerçekleştirildi, tabii sonrasında bu şahsı deli raporu vererek sınır dışı ettiler. Bunu takiben yani, Mescid-i Aksa’nın kundaklanması ve yakılmasının hemen ardından İslâm ülkeleri bir araya gelerek, Mescid-i Aksa’yı koruma adına İslâm Konferans Örgütü’nü kurdular. Şunu belirtmek gerekiyor ki, İslâm Konferans Örgütü’nün ana kuruluş gayesi, Mescid-i Aksa’yı, aynı zamanda Mescid-i Aksa’nın hemen 50 Mt. Gerisinde bulunan Kubbetüs Sahra’yı da korumaya yöneliktir. Fakat tüm bunlara rağmen maalesef, 1967 işgali, bunu takiben yaklaşık 1-2 sene sonra Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılar var. Dahası o günden bu güne, maalesef 1980, 82, 83, 84 ve 1990’da defalarca Mescid-i Aksa’ya direk saldırılar yapıldı, ibadetler engellendi, buna rağmen ana kuruluş gayesi Mescid-i Aksa’yı korumak olan İslâm Konferans Örgütü yeni adıyla İslâm İşbirliği Teşkilatının elinden hiç bir şey gelmiyor. Yani 53-54 tane İslâm ülkesi İslâm İşbirliği Teşkilatı adı altında senede birkaç defa toplantı düzenler, fakat ortada var olan hiçbir somut irade yok. Eskiden İslâm Konferansı Örgütü olarak adlandırılan teşkilatın “İslâm İşbirliği Teşkilatı” adını almasına rağmen ortada hiç bir şey yok. Teşkilatın yapısına baktığımızda ortada hiçbir işbirliği yok. Yani genelde Filistin topraklarında yaşayan mağdur ve mazlum Müslümanların problemleriyle ilgili herhangi bir işbirliği olmadığı gibi, Gazze’de son 5 yıldır abluka altında yaşam mücadelesi veren Gazzeli Müslümanlar için de İslâm İşbirliği Teşkilatının hiçbir yaptırım gücü olmadığını görüyoruz..
Şunu da belirtmek gerekiyor ki, her şeyi hükümetlerden, devletlerden beklememek lazım. Burada asıl önemli olan şey, sivil bilinci, sivil inisiyatifi, sivil algıları, sivil eylemleri oluşturmak ve harekete geçirmek. Çünkü özellikle günümüzde, İslâm ülkelerinin Batı karşısında geldiği noktayı görüyoruz, ve şu da bir gerçek ki, İslâm dünyasının dinamik bir potansiyeli var ve bu potansiyeli devletlerin, hükümetlerin, çeşitli grupların hegemonyasından arınmış olarak sivil ve özgür irade ile harekete geçirmemiz gerekiyor.
Bu büyük bir trajedi, inşâallah yaşanılan onca şey, yeni duyarlılıklar oluşmasına vesile olur.