Başka şehirlerde nasıldır pek bilemem ama doğup büyüdüğüm şehir olduğu için İstanbul'un umûmî manzarası hakkında kendimce bazı kanaâtlerim, bu kanaâtlerim etrafında çoğu vakit düşünmüşlüğüm vardır. Bir insanda olduğu gibi bir şehrin de manzarası vardır; nasıl ki bir insana ait bazı hususiyetleri üzerindeki kıyafetinden “üç aşağı beş yukarı” çıkarabildiğimiz gibi, bir şehrin mimârisine bakıp o şehre ait bazı hususiyetleri de keşfedebiliriz. Elbette bunun için mimâriye ait bazı hususları bilmek ve hepsinden önce belli başlı bir estetik anlayışına da sahip olmak gerekir. Fakat sadece kıyafetler üzerinden yapacağımız tahlil, elde etmek istediğimiz neticenin bir kısmını bize verirken adeta bir (Aysberg) misâli, geriye kalan bütün aradıklarımızın esasında gömülü olduğunu da bize ihtar eder. (Holms) gibi teferruat aşıklarıdır ki, bütün o gömülü olanların ipuçlarına görünmez ağlar atarak yakalamak suretiyle (İndiana Cons) gibi her vakit istedikleri hazineye varırlar.
 
İstanbul'un değişen mimârî yapısı ayrı bahis ve Sait Fâik kadar olmasa da tecessüse vardırmadan benim de bahsettiğim manzara içinde dikkatim insanların davranışları üzerindedir. Memleketimizin umûmî manzarasını bir çok vechesiyle yansıtan bir prototip-baş örnek olarak İstanbul, insanımızın davranış şekillerinin ve toplum yapımızın nasıl olduğunu öğrenmemiz bakımından da tabiri caizse bir (Ombudsman), bir (Gurme) bir (Üstad)tır...
 
Kapalı Çarşı'dan Tahtakale piyasasına, Borsa İstanbul'dan Sahaflar'a kadar onlarcasını sayabileceğimiz bu mevzudaki (stratejik) noktaları ayrı bahis, bana kalırsa, hatırımıza gelen ve gelmeyen saydığım yerlerin tüm benzerlerinin içinde bahsettiğim “hava”yı görebileceğiniz tek yer “Toplu Taşıma Araçları” diye de nitelediğimiz Belediye Otobüsleri, Metro ve Metrobüslerdir...
 
Buralarda borsacı adamı, Allahsız'ı, kumarbazı, “dinci”leri, dinsizleri, alakasızları, iddia oynayıp ev geçindirenleri, at yarışı hastalarını, lokantacıları, öğretmenleri, giyabisi olanları, abisi olanları, amca olanları, beşik kertmesi olanları, kellik sorunu olanları, (feysbuk) profilinde yaşayanları, hamalları, kuyumcuları, kuruntulu olanları, “kurumsal” olanları, bacağı ağrıyanları, diş ağrısının geçmesi için rakı tavsiye edenleri, görgülüleri, görgüsüz olduğunu bilmeyenleri, ev hanımlarını, aşüfteleri, Cuma'dan Cumayacı'lar ve Bayramdan Bayramacılar'ı, ütücüleri, ütüsüz pantolon giyenleri, soyunmak için giyinenleri, ayakkabısı yırtık olanları, hayası yırtık olanları, halası olmayanları, helal gıdacılar'ı, ilmihâlcileri, ilmihâlsizleri, meâlcileri, selefileri, selefi olduğunu zannedenleri, ilmî (kopi pasteciler)i, futbol oynayanları, futbol oynayanlardan daha çok futbola vakit ayıranları, dergicileri, sergicileri, sevgilileri, yılışıkları, gömleği kırışıkları, aşıkları, kaşıkçıları, kıskançları, gıpta edenleri, kılı kıpırdamayanları, iştahlıları, şişkoları, zayıfları, anneleri, babaları, çocukları; hülâsa, içinde bulunduğumuz toplumun binbir çeşidini, rengini, biçim ve tipini bulabilirsiniz.
 
(Balzak)ın (balo)ları “kestirmeden” bu dünyaya benzetmesi gibi, ben de bu “toplu taşıma araçları”nı içtimâî manzaramızın bir nevi müşahhaslaşması olarak seyrederim. (Monteskiyö) Kanunların Ruhu'nu yazmazdan evvel Söğütlüçeşme ile Beylikdüzü arasında sadece bir seferliğine yolculuk yapabilmiş olsaydı, eserinde bazı eklemeler ve çıkarmalar yapmak zorunda kalacaktı belki de?
 
Tepemizde (Demokles)in Kılıcı gibi sallandırılan kanunların birçoğunun esasında pratik mânâ da bizimle alakası olmadığını, toplumumuzu yönlendiren esas kanunların hiçbir yazılı nüshası bulunmasa da bunların geyet net şıkları olduğunu herhangi bir belediye otobüsünde görebilirsiniz. Metro'ların düzenli yolcularındansanız eğer, az biraz gayretle (Monteskiyö)nün dediği “Onlar (kanunlar) ülkenin büyüklüğüne, coğrafî konumuna, iklimine, toprağının kalitesine, halkın çiftçi, avcı ya da çobanlık gibi belli başlı uğraş tipine, anayasasının dayanabileceği hürriyet derecesine; halkın dinine, eğilimlerine, zenginliğine, sayısına, ticari yaşamına, eğitim ve terbiyesine ve örf ve âdetine uygun olmalıdır. Son olarak kânunların kendi kökenleri, kanun koyucunun niyeti, düzenleyecekleri alanların düzeni ile ve birbirleri ile de ilişkileri vardır; bunların hepsi ayrı ayrı incelenmelidir.” fikrine olmasa da, bu memlekette bazı şeylerin değil neredeyse her şeyin tamamen yanlış yöne doğru gittiğini fark edebilirsiniz. Çünkü herkese umûmî bir çağrı yapılsa ve gelecek olan herkesi bir kazan içine atma şansınız olsa, bu kadar çeşitliliğe, içtimâî yapımızın rengine bir o isli kazan içinde bir de ancak Metrobüs'lerde ulaşabiliriz bana kalırsa!
 
Sırtını kaşıyan adamdan, iddia bayiilerinin yolunu bilmeyen adama, evlat sevgisiyle iç çekişini azıcık eğilseniz duyabileceğiniz annelerden “İngilizler abi İngilizler, hiç sesi çıkmayan ama bütün dümeni döndüren onlar!” diyen adama kadar mahşerdeki kalabalığı andıran Belediye Otobüslerinin birçoğu, aynı zamanda bahsettiğim hüviyeti bakımından içtimâi yapımızın net bir (oto-portre)sidir.
 
Ve bu (portre)ye baktığımda bugün gördüğüm manzara, Metrobüs'te ayakta kalan ve yer istediği hâlde kimsenin dönüp bakmadığı Batıcı-Lâik Teyze'nin pışpışlayarak büyüttüğü neslinin “şen sıpa” yüzüdür.
 
-Batıcı-Lâik Teyze! Şimdi o konken kartlarından birisini çıkar, bir yüzüne “bu kartın diğer tarafında yazan cümle doğrudur” diğer yüzüne ise “bu kartın diğer tarafında yazan cümle yanlıştır” yaz. Tamam! Şimdi sen bunu çözmeye başla, daha ne olduğunu anlamadan Mecidiyeköy Metrobüs Durağı'ndasın...
 
İBB'ye Not: Azapkapı ile Unkapanı arasında Haliç Metro Geçiş Köprüsü yaptınız; bunu da Unkapanı Köprüsü’nün ortalama 200 metre güneyine çaktınız. Trafik bakımından ne katkısı oldu anlamam ama Süleymaniye, Ayasofya ve Sultanahmet Camileri ve Topkapı Sarayı'nın manzarasını darma duman ettiniz. Hayır bütün toplu taşıma araçları, Ahmet Kaya'nın “içi tıka-basa dolu pastırma” dediği gibi hâlâ; madem aynı eziyeti görmeye devam edecektik, hiç olmazsa o güzelim silüeti parçalamasaydınız!   
 
Baran Dergisi 428. Sayı