İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun iktisad mevzuunda yazdığı iki müstakil eser var: Biri “İktisat ve Ahlâk”, diğeri “Parakuta’-Paranın Romanı”. 

Öncelikle şunun altını çizmek isterim: Salih Mirzabeyoğlu, bütün eserlerinde, üzerinde durduğu mevzuun “derinliğini” gösteren bir ufuk çizer. Fikir mimarisinin bir tuğlasını “daha” örerken, o tuğlanın diğer tuğlalarla ilişkisini –derinliğine ve genişliğine- işaretlerken, o mevzuda çalışacaklara da bu bütünlük içinde hazır bir “fikir”, (belki yanlış olabilir benzetme ama) peşin bir fikir vermiş olur. Bir nevi “okurundan”,  peşin olarak verdiği fikirle, yeni fikirlere açılmalarını bekler. Böylece, mesela Salih Mirzabeyoğlu, İktisat’tan bahsettiği zaman sadece iktisattan bahsetmiş olmaz. Onun, hukukla, ahlakla, felsefeyle, sosyoloji ile alakası yanında, asıl hikemiyatla ilgisini işaretler. İslam hikemiyat binasını böylece dünya görüşünün temeli üzerinde inşa eder. O dünya görüşü de malûm; Büyük Doğu-İbda. (Bir tüccarın tabiriyle takısız değil, süsüyle, görkemiyle, pırıltısıyla bir bütün olarak Büyük Doğu-İbda.)

“İktisat ve Ahlâk”, sanıyorum 1987 yılında yayınlandı. Hemen ardından taklitleri arzı endam etmeye başladı. “İktisat ve Maneviyat”, “İktisat ve Tinsellik” gibi kötü kopyalar. İslam’da İktisat gibi, dünya görüşü içinde yerine konulması gereken bir meseleyi, körün fil tarifine benzer şekilde ele alan çapsızlıklar. Parakuta ise 1997 yılında yayınlandı. Bu iki kitapta bahsedilen meselelerden biri de, yaşadığımız ekonomik buhranların kaynağı olarak işaretlenebilir: Bugün mesele siyasî ve iktisadî olmakla beraber aynı zamanda fikrî ve ahlâkîdir. 

Artık ilimlerin “uzmanlık” adı altında kendi içinde parçalana parçalana, bütünden uzaklaşması, ve bütünlük şuurunu kaybetmesi malum. İktisatta da, “Bütün Fikrin Gerekliliği” meselesinin kendini dayattığı malûm. Bugünkü iktisadi yapının çözümlenebilmesi ve çözülmesi için gerekli ilk adım fikir, yani ahlâk, yani dünya görüşüdür. Dolayısıyla “Para” bir fikir midir sorusuna, evet cevabını rahatlıkla verebiliriz.
İbda Mimarı, “Parakuta’” isimli eserinde “Para Siyaseti” başlığı altında şöyle yazıyor:

- “Paranın kelâmı andıran bir yanı var… Hâle nisbetle mevcut olmayan mâzinin kelâm mahfazasında saklanması ve henüz gerçekleşmemiş istikbâlin onda hayâl kaydıyla varolması gibi… Geçmiş emek ve geçmiş veya geçmeye mahkûm mal izafî bir değer olarak paraya yüklenirken, süren veya hayalî mal ve hizmet  de onun izafetine mevzu oluyor… Paranın iktisadî unsurlar arasındaki nazım rolü, “para siyaseti”nin ehemmiyetini tabiî olarak gösteriyor. Biz, “para siyaseti” yanında, bu meselenin “siyaset ve para” şeklinde bir nevi “siyaset parası” yönüne de değinmek istiyoruz. Kolayından görünmeyen ve doğrudan ele alınmayan bir mevzu, aslında bir “dünya görüşü” ile ona bağlı iktisat anlayışının en temel birkaç hayatî unsurundan biridir; ve para davasını temellendirememiş ve sağlama alamamış radikal bir “dünya görüşü” nün rejim planında tutunması mümkün değildir.” 

Yine aynı eserden “Cihat ve Ticaret” başlıklı bölümde şöyle yazıyor Mütefekkir:

“Sâf Sûresi’nden bir âyet meâli:

- “Ey imân edenler, elem verici bir azabtan sizi kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size?”
Allah, cihada ticaret ismini vermiştir.” 

Parakuta’: Salih Mirzabeyoğlu’nun icad ettiği bir kelime. Para, malum “pare”, yani “parça” anlamında. “Kuta’’” ise “rüya tabir etmek” anlamında. Elbette alelade yakıştırılmış bir isim değil bu, eser boyunca bu “kelimenin” nasıl ortaya çıktığını görüyorsunuz. 

Yine bu eserin takdiminden günümüze ışık tutan bir bölüm:

- “Yeni Dünya Düzeni” diye Amerika’nın patronluğundan başlayarak ülkeler bir nevi siyasî ve iktisadî kast sistemi içinde sıralama ve meşru (!) yoldan hizâda tutma tezgâhı malûm… Aşağı yukarı Türkiye’ye de uyan bir nisbetle, dünyadaki kaynakların yüzde 80’inin dünya nüfusunun yüzde 20’sini teşkil eden ülkeler tarafından tüketildiği de malûm… Yüzde 80’i teşkil eden ülkelerin yüzde 20 gibi olmayı hayâl etmeleri, işin tuhaf tarafı da herkes kendileri gibi olmaya kalkınca bizzat kendileri öyle olamayacak olanların, bu hayâli beslemesi de malûm… Maymunca taklidin, insanı taklid ettiği şeyin hakikatinden büsbütün uzaklaştırması da malûm… Bütün bu malûmlar çerçevesinde, kültür, siyasî yapı, iktisadî yapı vesaire gibi hususlarda Batı dünyasını örnek alanların hâli şu misâlde topludur: Üstüne bindiği beygiri kendi keyfi istikametine gitmesi için heveslendirmek üzere, bir sopanın ucuna iple asılı ot demetini onun önünde tutan adamın, ha eriştim ha erişeceğim hayâlindeki beygiri, bizzat onun muradı olarak koşturmak… Bir Müslümanın muradı sözkonusu beygir gibi olamaz… Demek ki, “Parakuta’”, mevzuu çerçevesinde, “İslâma muhatab anlayış” davasına âit birtakım çizgileri hissettirmek emelindedir!”
Günümüze de işaret eden bu takdim çerçevesinde soralım: Türkiye hangi fikrin, hangi dünya görüşünün iktisadi sistemine tâbidir? Cevap basit, Kapitalizm. Demek ki problem, “bozuk” bir iktisadi sisteme eklemlenmeye çalışmak, kendi dünya görüşüne bağlı bir sistemle sahneye çıkamamak, tüm dünyaya “model” olacak bir sistem elinin altında dururken, açlıktan ölmek… Yani “beygir” rolünden kurtulamamak…

Üstad’ın dediği gibi “para bir Yahudi icadıdır. Paranın teşkil ettiği zulme karşı anti-kapitalizm de bir Yahudi icadıdır.” Buradan alınacak hisse de, herhalde suçu Yahudi’ye yükleyip kenara geçmek değildir. Salih Mirzabeyoğlu bu sözlerden yola çıkarak İktisad’ın peşine düşmüş, bu iki eseri kaleme almış ve mevcut sistemi çözecek “sistemli fikir”le, Büyük Doğu’nun “İktisat Anlayışı”nı ortaya koymuştur. 

Demek ki, cürmü kadar yer yakacak halkı, üç beş kuruşlarını dolara yatırmamaları için uyarmak bir çözüm değildir. Bu kriz geçtiğinde üç beş kuruşları sıfırlanacak olan halkı önlem anlamaya davet etmek çözüm değildir. Çözüm, canhıraş bir çığlık şeklinde ortadadır.
 
Baran Dergisi 605. Sayı