Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim, iyiyim. Hava da çok kötü değil; ne sıcak ne soğuk; fazla bir yağmur da yağmıyor; sonuç olarak, her zaman olduğundan daha iyi bir hava var.

Kumandan Mirzabeyoğlu döndü mü İstanbul’a?

(Av. Yılmaz, döndüğünü, ancak kendisiyle henüz görüşmediğini söylüyor.)

Anlıyorum. Peki, yeniden yargılanması hangi tarihte, biliyor musunuz? Bu sene mi, yoksa gelecek sene mi?

(Av. Yılmaz, hâlen netleşmediği için duruşma tarihini bilmediğini, fakat davanın adlî tatilden sonra görüleceğini ve bunun da muhtemelen Ekim veya Kasım’da gerçekleşeceğini söylüyor.)

Bu yıl yâni; hayırlısıyla öyle umalım.

(Av. Yılmaz, Carlos’un epey bir zaman önce şahsına gönderdiği mektubun kendisine ulaştığını; içinde ikisi büyük, ikisi orta, ikisi de küçük boy olmak üzere toplam altı fotoğraf bulunduğunu haber veriyor, Carlos’a teşekkür ediyor.)

Rica ederim. Ancak bir tane daha var; size küçük bir başka mektub daha gönderdim.

(Av. Yılmaz, bu son mektubu henüz almadığını belirtiyor.)

Onu da göndereli bir hafta on günden fazla oldu, belki iki hafta. Neyse, inşallah yakında alırsınız. Sizin elinize geçen ise çok eski tarihli bir mektub ve size bu kadar geç ulaşması da doğrusu çok tuhaf. Sabır, sabır...

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, herhangi bir sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Hakkında konuşulması gereken çok şey var, ancak ben bir başka mesele, Arjantin’le ilgili bir mesele üzerinde konuşmak istiyorum.

Dış borçlarla ilgili bir problemi var Arjantin’in. Bir sürü yolsuzluğun yanısıra, bir de kötü yönetim sözkonusu oldu orada. Ayrıca, burjuvazi olsun, feodal beyler olsun, bunlara -başta çiftlik ve ziraat mahsulleri çerçevesinde olmak üzere- ithalat için birçok kolaylık sağlandı ama hemen hiçbir vergi ödemediler bunun için. Üstelik, çok sayıda proje için de tonla para harcandı ve sonuçta tamamen borca saplandı bu ülke.

Derken, ölen eski devlet başkanının [Nestor Kirchner] dul eşi, sol görüşlü, Peroncu yeni bir devlet başkanı [Cristina Fernandez de Kirchner] geldi, üstelik birinci döneminden sonra ikinci bir dönem için daha devlet başkanlığına seçildi. 

İyi bir insan bu devlet başkanı; aldığı oldukça iyi pozisyonlar var; yabancı güçlerin ajanı falan değil. Ne var ki, geçmiş hükümetlerden devasa bir borç miras kaldı kendisine. Kirchner’ler zaten harekete geçmiş ve borçların ödenmesi çerçevesinde hükümetlerle, bankalarla ve bunun gibi merkezlerle yeni bir mutabakata varmayı, borçların yüzde 30 gibi sadece belli bir kısmının ödenmesi şeklinde bir anlaşma yapmayı zaten başarmıştı. 

Yalnız bunun da bir istisnâsı oldu ve sözkonusu devlet borçlarını “yatırım” olarak düşünen bazıları [NML ve Aurelius gibi hedge fonlar] böyle bir anlaşmaya yanaşmayıp, borcun tamamını taleb etti. Kaç milyon dolar olduğunu hatırlamıyorum ama burada gündeme getirmek istediğim mesele de bu paranın miktarı falan değil. Sonuçta bir borç varsa ödenecektir. Lâkin, bu borçlar üzerinden ayrıca bir kâr yapma düşüncesi güdülüyorsa; fiyatının yalnızca yüzde onu ödenerek bu tahviller başkalarından devralınıp, sonra da borcun tamamı taleb ediliyorsa, işte bu kabul edilemez.

Böyle bir istismar, ABD kanunları nezdinde yasaklanmış değil. Yetmiyormuş gibi, ABD’li hâkimler, Arjantin’i bu yüzden cezalandırıcı kararlar alma yoluna gidiyorlar ki, Arjantin bakımından bu bir “hükümranlık” problemidir. Uluslararası bir mahkeme de yok karşınızda; nasıl olur da bir başka devletin yabancı ve mahallî hâkimlerinin sizin ülkeniz hakkınızda böyle kararlar almasına, ABD’den başlamak üzere dış ülkelerdeki banka hesablarınızı bloke etmesine müsaade edersiniz?..

Tabiî, Arjantin’e yardım eden Venezüella gibi ülkeler de oldu ve Arjantin ekonomisinin çökmesini engellemek için, gelecekte ne zaman imkân bulunursa geri ödenmek üzere Arjantin’e birkaç milyar dolar –tam miktarını hatırlamıyorum- borç para verdi meselâ Venezüella. Bir dayanışma ifâdesi olarak, elbette güzel bir şey.

Asıl mesele şu ki, ABD’deki yabancıların, daha doğrusu korsanların kontrolündeki bankaların bu sun’i sömürü sistemi aynen  devam ediyor ve hem ABD halkını hem de dünyadaki tüm insanları sömürmeyi sürdürüyorlar. Hiçbir şey üretmiyor, sadece para üzerinden spekülasyon yapıyorlar. 

Ne yazık ki, milliyetçi olmaları lâzım gelen, aslında milliyetçi de olan Venezüella gibi hükümetler, gerekli devrimci tedbirleri alıp böyle bir oyunu reddetmek yerine, bu oyunu kabul ediyor ve bu oyuna dahil oluyorlar. 

Para mı borç almak istiyorlar, Çin’den veya başka yerlerden de alabilirler bunu. Gidip IMF’den, Dünya Bankası’ndan veya bu tarz yerlerden borç taleb etmek kabul edilemez. 

Bu “sistem”, bu “oyun”, II. Dünya Savaşı’nın sonlarında ABD’nin empoze ettiği çerçevede müttefiklerin vardığı ekonomik bir mutabakat olarak ve başka ülkelerin hükümranlığını hiçe sayarak, 1944’den bugüne devam ediyor. 

Kabul edilemez böyle bir duruma rağmen, maalesef kendi ülkem Venezüella’da bile, ABD hükümeti ve kapitalist finans çevreleriyle münasebetleri normalleştirmeyi düşünen bir eğilim göze çarpıyor.

Ben, ABD’nin endüstrisine karşı değilim; ayrı bir konu bu. Genel olarak kaliteli mallar üreten, çalışkan Amerikan işçilerinin emeği üzerinde yükselen bir sanayi mevcut orada ve benim karşı olduğum da bu değil. Benim asıl karşı olduğum, para üzerinde spekülasyon yapılarak kazanılan gelir, yâni haram olan faiz!..

Unutulan bir şey de şu ki, güya “İslâmî hükümet” olarak adlandırılan birçok ülkede de bu “haram” aynen sürdürülüyor. Gerçi faiz yalnızca fakir insanlara haram (!) buralarda, devletlere haram olmuyor (!). Suudî Arabistan ve diğer hükümetler, işte böyle  bir “sistem”in içinde hâlâ.

Bu konuda değerlendirme yaparken gerekli olabilecek belgeleri -cezaevinde olmam dolayısıyla- temin edip hazırlanma imkânı bulamadım, ancak vurgulamak istediğim nokta şudur:

Kapitalist sistemin kendisinden bahsetmiyorum, zaten bu sisteme tümden karşı bir insanım, ancak böyle bir sistem içerisinde bile yapılabilecekler vardır ve bu sistemi bu şekilde sürdürmek zorunda değilsiniz. ABD’deki birileri, arkasında altun falan gibi hiçbir hakiki karşılığı olmayan “kâğıt”tan ibaret paraları borç veriyor ve bu yolla dünyanın yarısını kontrol ediyor. Ne var ki, içinde Venezüella’nın da bulunduğu hükümetler bunlara yüz veriyor. Oysa, devrimci çizgiyi terketmektir bu ve yapılması gereken de, emperyalist güçlerle işbirliğine girmek değil, göğüs göğüse hesablaşmaktır.

Savaş meydanına inip silâha sarılmayı kasdetmiyorum burada, hayır; esas savaş, “malî” savaş meydanında verilendir bu bakımdan. Zaten bunların kullandığı asıl silâh budur. Aynı şekilde, etkisizleştirilmesi en kolay silâh da bu. Tek yapmanız gereken, bunları boşvermek ve görmezden gelmek!

Rusya, 1917 devriminden sonra bir açıklama yapmış ve I. Dünya Savaşı’ndan kaynaklanan dış borçları ödemeyeceğini ilân etmiştir. Bu şekilde de yapmış, Sovyetler çökene kadar hiçbir geçmiş dış borcunu ödememiştir. Ne var ki, Sovyetler çöküp de o hain Yeltsin iktidara geldiğinde, neredeyse yüz yıl önceki borçları ödemeye başlamış, bu yüzden Rusya tamamen mahvolmuş, Yeltsin hükümetinin politikaları sebebiyle birçok insan intihar etmiş, insanlar -bilhasa emekliler- yeterli yiyecek bulamaz hâle gelmiştir.

İnsanlar her yerde bu durumdadır hâlâ. Bunun da çözümü, işte bu “sistem”den çıkmaktır.

Erdoğan’ın idaresi altındaki Türkiye de bu “sistem”den çıkmalı, iç üretime odaklanmalı, hayat standardını yükseltmeli ve müslümanların idare ettiği bir hükümet olarak, gerçekten müslümanların hükümeti olmak için, İslâm hukukunun o tartışılmaz kanunu gereği haram olan, büyük günahlardan olan, idamlık suç olan para spekülasyonunu, faizi yasaklamalıdır. 

Sömürgeci ve emperyalist düşmana karşı verilmesi gereken başka her türlü savaştan önce ilk yapılması gereken, hiçbir şeyi riske etmeden yüzlerce yıldır insanlığı sömüren bu para spekülasyonu sisteminden uzak durmaktır.

Bu sisteme tamamen karşıyım; sanıyorum her komünist de, her gerçek sosyalist de karşıdır. Müslümanlar ise, İslâmın temel prensiblerinden biri bunu gerektirdiği için, elbette zaten karşıdır.

Allahü Ekber.

(Carlos, mûtad konuşması bittikten sonra da bir süre konuşmaya devam ediyor ve şöyle diyor:

- “Fotoğraflarımı beğendiniz, değil mi? Ümit Yaşar Işıkhan’ın gönderdiği hoş şeyi taşıyorum üstümde... Burada fotoğraf çektirmek zor; ben de fotoğraf çektirebileceğim her fırsatı değerlendirmeye bakıyorum bu yüzden... Kendinize iyi bakın... Kumandan Mirzabeyoğlu’nu sımsıkı kucakladığımı iletin kendisine... Türkiye’ye, Türkiye’deki halklara, aynı şekilde Türkiye dışındaki halklara verecek çok şeyi var O’nun!.. Selâmetle kalın...”)

Baran Dergisi 398. Sayı...