Sahici bir ruh ve fikrin “Paralel/sahte”si olmanın dayanılmaz hafifliği!.. Sahibi olmadığı mânânın sahibi olduğunu ilan etmenin maskara çarpılmışlığı!..

Hakikaten Fettoş, Kim’in paraleli veya sahtesi? Bu soruyu, cevabı içinde bir istifham olarak kabul ediniz… Osmanlı Devleti’nin çöküşü ile birlikte kurulan Cumhuriyette iktidar, çoğunluğu Mason olan İttihad ve Terakki kadrosuna havale edildi ve lider olarak da malum kişi İngilizlerin himayesinde küfrün maskesi olarak devletin başına bir çuval gibi geçirildi!.. Dönemin İslâm büyükleri, olup bitene karşı mukadderat gereği suskun kalmışlar, daha doğrusu küfre rıza göstermeden sadece katlanmışlardır. Bu katlanışın ta ki Müslümanların ihtiyaç duyduğu sahici insan soyunun yetişmesini sağlayacak Mütefekkirin doğuşuna kadar süreceği ehlince bilinen bir şeydi. Esseyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleri’nin cemiyetin içinden toplumun en üst zekâsını çekip aldığı ve yetiştirdiği Üstad Necip Fazıl’ı tekrar cemiyet meydanına atıverdikten sonra sahici insan soyunun yetiştirilmesi çığırı da açılmış oldu… Üstad Necip Fazıl’ın, İslâm dünyasının tam 500 yıldır bir mütefekkir beklediğini, bunun da bu toplumun içinden neşet edeceğini haber verdiğini hepimiz biliyoruz. Esseyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleri’nin tasarrufunda oluşturduğu Büyük Doğu idealinin bu mütefekkire yataklık edeceğine olan inancı onu bu toplumun en üstün zekâsını arayıp bulmaya sevk etmiştir. Neticede “Evreka, buldum deme saadetine erdim!” dediğini, bulduğu kişinin de İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu olduğu da biliyoruz. Bütün bunlar bilinen şeyler olmasına rağmen niçin tekrar ettiğimize gelince, o da şu: İngilizlerin himayesinde kurulan Cumhuriyet, 2. dünya savaşından sonra merkezinde Yahudi olan Amerika’nın himayesine geçirilmiştir. Hemen şunu da söyleyelim ki, Cumhuriyet İngilizlerin himayesindeyken de Yahudi bu işin ta merkezinde idi. Yani malum kişi, merkezinde Yahudi olan İngilizlerin himayesinde bu ülkenin başına musallat edilmiştir. Malum kişinin inanmadığı âleme göçmesi ile birlikte, dünyanın seyrindeki gelişmeler yeni politik duruşları da beraberinde getirmiştir. “Düşman göz”, kendi bekası için yüzyıllık planlar yapmaktan geri durmamıştır. Malum kişinin ölümünden sonra bu topraklarda nasıl varlık gösterebiliriz suali en çok da merkezinde Yahudi olan malum işgal güçlerini meşgul etmiştir. Dedik ya, “göz düşmanını tanır.” “Düşman göz”, Büyük Doğu idealinin görünüre çıkmasından bu hemen sonra, yani 1940’lı yıllardan beri Üstad Necip Fazıl’ı cemiyet meydanında takibe almış ve onun davasının önüne geçebilmek için var gücüyle çalışmıştır, halen de çalışmaya devam etmektedir. Üstad Necip Fazıl ve Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun çile dolu hayatlarını “Düşman göz”ün yakın takibi ile ilişkilendirmek sanırım yanlış olmaz. Özellikle Üstad Necip Fazıl’ın irtihallerinden sonra “Düşman göz”ün bütün gücüyle Kim’in üzerinde yoğunlaştığı ayan beyan ortadadır.

Evet; Büyük Doğu ideali İBDA pratiği ile hayata tatbik edilmeye başlayınca, “Düşman göz” gözünü dört açtı!.. Bu işin önünü nasıl alırım endişesine kapıldı… Endişesinde yerden göğe haklı olan “Düşman göz”, çareyi “paralel yapılanma”da buldu… Yani Büyük Doğu-İBDA’nın temsil ettiği misyonun “Paralel/sahte”sini üretmekte buldu. Bugün insanımızın başına musallat olan “Paralel Devlet Yapılanması” ve onun “çakma” mehdisi Fettoş, aslında hâlihazırda var olan devlete karşı değil, istikbâlde zuhurunun önüne geçemeyeceklerini bildikleri “beklenen ve özlenen İslâm İhtilâl ve İnkılabı”na karşı oluşturulmuş bir “paralel/sahte” yapılanmadır. İstikbâlde kurulması mukadder olan Başyücelik Devleti’nin bir tür “paralel/sahte”sini oluşturmak ve bunu kendi tasarruflarında hayata geçirmek istedikleri gün gibi aşikâr olmuştur. Bunu başaramadıkları yerde en azından onun içerisinde kendi etkinliklerini, çıkarlarını koruyacak bir “örgütlenme/yapılanma”nın varlığını sağlamlaştırmak…

“Düşman göz” niçin Fettoş’u tercih etmiştir? Bu soruya cevap vermeden önce birkaç şey söyleyelim. Her şeyden evvel, Cumhuriyetin derin devleti (biz buna Kemalizm diyelim) ile merkezinde Yahudi olan Amerika ve İngiltere’nin derin devleti arasında çok kuvvetli bir göbek bağı vardır. Diğer taraftan, bu derin yapıların Türkiye şarlarında kendisine düşman olarak bellediği iki büyük hareketten birinin merkezinde Said-i Nursî Hazretleri’nin bulunduğu Nurculuk hareketi, diğeri ise merkezinde Nakşi kökenli Esseyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleri olan Büyük Doğu-İBDA hareketidir. Hemen belirtelim ki, “devleti gözleyen” Nakşiliğin aksine Nurculuk, siyasî bir hareket olarak ortaya çıkmamıştır. Bütün mücadelesinin “imanî hakikatler”in tahkimine yönelik olduğu bilinen bir gerçektir. Derin yapılar açısından bakıldığında, bu iki hareketten hangisine nüfuz edilebilirse, onun diğerine karşı kullanılabilmesinin yolu açılacak ve bir taşla birkaç kuş vurulabilecekti. Bugün böyle bir seçim yapmayı akıl eden bir yapının nasıl bir “Düşman göz”le karşı karşıya olduğumuzu göstermesi açısından bu husus önemli. Bunu kabul etmemiz gerekiyor.

“Düşman göz”ün en az 50 yıl sonrasına yatırım yapan bir akılla iş kotardığını görmemiz gerekiyor.

“Düşman göz”, merkezinde Nakşiliğin olduğu Büyük Doğu-İBDA hareketine nüfuz edemeyeceğini Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koyduğu İBDA fikriyatının muhtevasından hareketle çok kısa bir zamanda gördü. Öyle ki, sanırım, İBDA fikriyatına nüfuz ettikçe büsbütün moralinin bozulduğunu ve kendisine hayat hakkı kalmayacağını anladı ve bunun önünü nasıl alabilirim endişesine kapılarak tek seçenek üzerinde yoğunlaştı. “Düşman göz”ün arayıp da bulamayacağı bir potansiyeli barındırdığından, Nurculuk hareketi sürülmesi gereken bir tarla olarak görüldü ve bütün hesaplar bu çerçevede değerlendirildi.

Fettoş, ta başından beri, düşman taifesinden biri olarak Nurcuların içerisinde konuşlanmış/konuşlandırılmış olabilir mi? Ben şahsen bu kanaatteyim. Cennet mekân 2. Abdülhamid Hazretleri’nin düşman yurdunda birçok “Papaz”ının olduğu rivayet edilir. Hatta bazılarının yaşlılıklarını öne sürerek, “ne olur, son nefesimizde Müslüman kisvesiyle ölmemize müsaade ediniz” ricasında bulundukları, 2. Abdülhamid Han Hazretleri’nin de, “sizin orada o şekilde ölmeniz daha hayırlıdır” deyip isteklerini geri çevirdiği rivayet edilir. Şimdi bu durumun tam tersini düşününüz. Bir zamanlar bizim onların içerisinde “Papaz”larımız vardı, şimdi de onların bizim içimizde “İmam”ları var!

Fettoş, onlardan biri olarak içimizde konuşlanmış/konuşlandırılmış bir ajandır. Özellikle ne yapacağı, nasıl yapacağı, niçin yapacağı çok daha önceden hesap edilerek içimizde konuşlandırılmıştır. Türkiye’nin siyasî atmosferinden istifade edilerek iyice palazlanan Fettoş, “üst akıl” diye tarif edilen ve merkezinde Yahudi olan iradenin bir beslemesidir. Malum kişiden sonra ülkenin kurucu iradesi olma şerefi, bize göre şerefsizliği kendilerine teslim edilecekti… Ama olmadı, yanlış hesap eskiden Bağdat’tan dönerdi, şimdilerde İBDA’dan dönüyor…

Nurcuların içerisinde konuşlandırıldıktan sonra Fettoş, bütün ipleri tek elde toplayabilmek için çok hızlı ve acele bir şekilde samimi ve ihlâslı Müslümanların tasfiyesine yöneldi. Böylelikle derin yapı/devlet eliyle Fettoş, tek adam olma yolunda hızla yükseldi/yükseltildi. Nur talebelerinin adab-ı muaşeretine mugayir bir şekilde, ikinci bir ajandanın sahibi olarak Masonik yapılanmayı andıran kendi teşkilatlanmasını kurdu. Müslüman halka bakan yönüyle bu teşkilatlanmanın, Büyük İslâm ve İhtilâl ve İnkılâbını gözleyen Büyük Doğu-İBDA hareketinin “paralel/sahte”si olmaya dönük bir yapılanma olduğu pekâlâ söylenebilir.

Fettoş, siyasî herhangi bir hedefi olmayan ve sade bir Müslüman olma tutum ve davranışa sahib pek çok Risale-i Nur talebesinin aklını bulandırmış ve onları öz yolundan saptırarak önce içerideki derin yapıya, daha sonra da kökü dışarıda olan derin yapıların hizmetine sunmuştur. “Hizmet Hareketi” dediği şey, Nurculuk Hareketi’nden başka bir şeydir. Said-i Nursî Hazretleri’nin, siyasetten şeytandan kaçar gibi kaçınarak Allah’a sığınmak lazım geldiğine dair sözleri malumdur.

Evet; Fettoş, ilkin akıllarında siyaset olmayan samimi ve ihlâslı Nurcuların aklını bulandırmakla işe başlamıştır. Onları kökü dışarıda olan derin yapıların pis emellerine alet edecek şekilde örgütlemiştir. Burada Fettoş’un kendine has ve hususi bir örgütleyici aklının ve fikrinin var olduğunu ima etmiyoruz elbette. Örgütleme dediğimiz şey, NATO bünyesindeki Gladyo örgütlenmesine benzer bir örgütlenmedir. Elemanları ise, kendilerini aslında “başı ve sonu hezimet” olan “hizmet hareketi”ne adayan safoşlar.  

Fettoş, Cumhuriyetin kazanımlarına karşı hiçbir zaman karşı bir hamle yapmamıştır. Mümkün olsa idi, Cumhuriyetin bekası istikametinde yoluna devam edecekti. Ama şartlar, onun farklı zamanlarda farklı şekillerde kullanılmasını zorladı. Mesela 1960’lı yıllarda Nurcuların rejim muhalifi görüntüsü vermesinin önüne Fettoş ile geçildi. Nurcuların rejim muhalifi görüntüsü vermesini kasıtlı bir ifade olarak kullanıyoruz çünkü, dönemin Türkiye şartlarında ben Müslümanım diyen tüm samimi ve ihlâslı Müslümanlar rejimin tabii muhalifi olarak damgalanmışlardı...

Fettoş, Said-i Nursî Hazretleri’nin en çok da demokrasi ile ilgili düşüncelerini istismar ederek kendisine kuvvet bulmuştur. Şartların üstesinden gelebilmek için mücadele alanında kullanılması işe yarar düşüncesiyle dillendirilen demokrasi kavramı, özellikle Fettoş’un tasarrufunda demokrasi ne cici bir şey denilerek, tam da İslâm’ın aradığı şey kabul edilerek Nurculuğun kutsallarından sayıldı. Daha sonraki yıllarda Fettoş’un tutum ve davranışları özellikle de 80’li yıllardan sonra diğer Müslüman grup veya cemaatlerin rejim muhalifi olmasının önünde en büyük engel olarak kullanıldı. Denilebilir ki Kemalist rejim, Müslümanları kendi içinden çökertmek için büyük bir titizlikle besleyip büyüttüğü Fettoş’u etkin bir tetikçi olarak kullanmıştır. Uzun bir süre Fettoş, Kemalistlerin en büyük destekçisi olarak iş kotarmıştır. Kemalistler de uzun bir süre onu örnek Müslüman olarak sahici Müslümanlara dayatmanın politik hamlelerine tevessül etmişlerdir. 28 Şubat bu mevzuda mühim bir yer işgal eder.

Fettoş’un palazlanmasında ve Nurcuların gözünde bir kahraman edasına büründürülmesinde Komünizmle Mücadele Derneklerinin epey bir katkısının olduğunu söylemek lazımdır. 1980 İhtilâli aslında radikal İslam’ın karşısında “Ilımlı İslâm” veya “Yeşil Kuşak Projesi”nin Türkiye merkezli hayata geçirilmesinin bir adımıdır. Bir yanda Radikal İslâm olarak gördükleri sahici Müslümanları İran Devrimine aplike etmek (1979), diğer yanda ise, İran Devrimine Şii olması hasebiyle karşı duracakları Ilımlı İslâm ayağına Fettoş’un kucağında istihdam etmek. Burada önemli bir noktanın altını çizmek gerekiyor: Gerek “Radikal İslâm” olarak tavsif edilen başta İran merkezli Şiilik olmak üzere, diğer Ehl-i Sünnet karşıtı mezhepsiz taifenin palazlandırılması ve gerekse Fettoş üzerinden Ehl-i Sünnet Müslümanların “Ilımlı İslâm” ve “Yeşil Kuşak” projesinde istihdam edilmesi çabaları, kısacası, gerek 1979 İran Devrimi ve gerekse 1980 sonrası Fettoş’un “Paralel Devlet Yapılanması” örgütlenmesi, aslında “düşman göz” tarafından esas tehlike olarak görülen “Büyük İslâm İhtilâl ve İnkılabı”nı gözetleyen Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemine karşı devreye sokulmuşlardır. Ben şahsen “düşman göz”ün böyle bir hesap üzere olduğunu düşünüyorum. Çünkü “göz, hasmını tanır” ve tedbirini ona göre alır. Dünden bugüne bütün olup bitenler, “İstikbal İslam’ındır” manası etrafında cereyan etmektedir. 2000 yılların başından itibaren “Büyük Ortadoğu Projesi”ni de bu çerçevede değerlendirmek lazım gelir. “Düşman göz”ün bütün yaptığı şey, “beklenen ve özlenen büyük İslâm İhtilâl ve İnkılabı”nın dünya çapında zuhurunu engellemek, engelleyemediği yerde hedefinden saptırmak, onu da başaramazsa en azından ötelemektir.

Fettoş’a verilen görevin bir tür taşeronluk olduğuna hiç şüphe yok. Ancak, merkezinde Yahudi olan ve Kristal Krallık hayali kuran bir uluslararası güç tarafından, Türkiye merkezli İslâm coğrafyasının sevk ve idaresinin Hilafet müessesi de kullanılarak Fettoş’a havale edildiğini ve bunun Büyük Doğu idealine karşı bir hamle olduğunu görmemiz gerekiyor. Çünkü Büyük Doğu ideali, Türkiye merkezi İslâmî Birleşik Devletler Topluluğu kurmayı hedefleyen bir yapıdır ve Başyücelik Devleti’nde Başyüce olarak önerdiği makam da sahici Halifelik makamına bir atıftır.

Fettoş’un sık sık Üstad Necip Fazıl’ı referans alan açıklamaları ve hassaten İBDA Mimarı’na karşı olan amansız düşmanlığının temelinde de Büyük Doğu idealinin istikbali gözleyen bu duruşu yatmaktadır. Hâlihazırda “devlet aklı” nasıl bir çerçevede şekilleniyor bilemiyoruz ama bilinmesi gereken şey, “istiklalimiz ve istikbalimizin yegâne kurtarıcı fikri-İBDA” penceresinden görülen Büyük Doğu idealinin Başyücelik Devleti modelidir. Tez elden istidatlıların sahici fikrin emrinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Fikrin sahibi hayatta iken bunun gerçekleştirilmesi bütün dünya Müslümanları ve tüm insanlık için büyük bir kazanım olacaktır. Yarın çok geç olabilir. Her şeyi hakkıyla bilen sadece Allah Azze ve Celle!

Baran Dergisi 505. Sayı