Savaşın ticarete benzetilmesi mâlum, Kur’an-ı Kerim’de cihad, ticarete benzetilirken, savaş mütefekkiri Clausewitz ise meşhur eserinde aynı benzetmeyi yapıyor.
Günseli Özen Ocakoğlu’nun “iş dünyasına yön verenler” mülâkatını okuyorum Zaman Gazetesi’nde. Daha önceki bir mülâkatını (Ziylan Grubu ile) bir yazımda mevzu etmiştim. Bu haftaki misafiri, su geçirmeyen ayakkabı Scooter’in mimarı Macro A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Fikret Şerafettinoğlu.
18 yaşında Gaziantep’ten İstanbul’a gelip, hem üniversite okuyan hem de Ziylan Grubu’nun başkanı dayısı Ahmet Ziylan’ın yanında tecrübe kazanan Şerafettinoğlu, pazarlamanın işin omurgasını oluşturduğunu söylüyor.
Ayakkabı üreticisi bir aileden gelmesi yanında gözlemci olup iş içinde eğitim süreci geçirir. Bugün dünya ayakkabı pazarında tanınan ve saygın bir marka olarak duruş sergileyen Scooter, Macro A.Ş.’nin ‘lokomotif markası’ olur. İşi ve eseriyle tanınmanın, yani marka tescilinin çok önemli olduğunu vurgular Şerafettinoğlu. Amerika, Rusya, Hollanda, İsrail gibi ülkelerin yanı sıra dünya ayakkabı devi İtalya’ya bile ihracat yapar.
“Şerafettinoğlu’nun bugünkü konumuna geliş sürecinde de epey emek ve zahmet ama daha çok bitip tükenmeyen girişimcilik ruhu”nun varolduğu ifâde edilen mülâkatta; “Yenilikçi ve bir o kadar da araştırmacı kimliği” ne de dikkat çekiliyor.
Güzel bir tevafuk olarak pazarlama ile aksiyonu aynı manada kullanıyor Şerafettinoğlu. Mülâkattan verelim:
“Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okurken o dönemin gereği olarak üretimin en önemli konu olduğunu, pazarlama derslerine önem vermediklerini ama bugün konunun her zamankinden çok önemli olduğunu gördüklerini söyleyen Macro A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı şunları aktarıyor:
“Biz her şeyi el yordamıyla süreçte öğrendik. Bu hem kolay hem de zordu. Pazarlama iletişiminde mutlaka yapılması gereken temel şeyler varsa da bir ürünü diğerlerinden ayıran farklılığı bulup ortaya koymak gerekiyor. Bu anlamda pazarlama işin omurgasını oluşturuyor Üretim nasıl yapılır konusu 30 yıl öncenin konusuydu. Şimdi mal nasıl kârlı soruları soruluyor. İşte bu noktada da markalaşma devreye giriyor. Yapılabilecekleri bilmek önemli bir konuysa da, işi hayata geçirmek için aksiyon almak daha önemli.”
Yenilikçi bir ruha sahip İBDA Diyalektiği mensuplarının “kesintisiz devrim”e inanmaları… Kesintisiz devrim, köy kahvesi seviyesinden siyasî ve ideolojik yorumlarla (!) değil, eşya ve hadiseler içinden tütecek aksiyonlarla her dâim gerçekleşebilir.
Pazarlama, yani propaganda ve aksiyon. Malını veya fikrini satmak. Zaten İBDA’nın mânâlarından biri de, “kârı kendinde olmak üzere sermaye vermek” demek. Kârı bize ait olmak üzere İBDA sermayesi bize verilmiş, biz bunu işletip pazarlayıp, topluma yayıp, ahiretimize kazanç elde edeceğiz. Allah’ın Kur’an’da, “kârlı kazanç” dediği cihad da bu!
Pazarlama deyince, pazarlama teknikleri devreye giriyor, markalaşmak devreye giriyor. Çünkü marka olan mala itibar vardır her zaman. Markalaşmak, yani branşlaşmak. İBDA Mimarı 30 yıl önce “branşlaşın, uzmanlaşın, mevzuunuzda otorite olun” diyordu. Bu da, taş üstüne taş, tuğla üstüne tuğla koyarak olacak. Tıpkı Şerafettinoğlu’nun bugünkü konumuna geliş sürecinde tükenmeyen girişimcilik ruhunda olduğu gibi.
Marka olmak için uzun yıllar didinmiş, ekonomik krizlere göğüs germiş, birçok ülkeye ihracat yapmış, dışarıda işler bazen ters gitmiş ama gözlemci ve girişimci ruhuyla ve iç pazarın da ihmal edilmemesi şuuruyla engelleri aşabilmiş Şerafettinoğlu.
Pazarlama demişken, bu işin de ustası olan Necip Fazıl’ın “inandırma gücünden ve avlama dehasından” şeklindeki tesbitini de hatırlayalım.
Macro A.Ş. Y. K. Başkanı Şerafettinoğlu, sakin bir mizaca sahip olduğunu söylüyor. Kriz dönemlerinde çözüm odaklı olup sûkûnetini koruduğunu, telaşlanınca çözüme odaklanmanın mümkün olmadığını ifâde ediyor.
“Türkiye’de marka çıkarmak için uzun yıllar yaşayan şirketlerimiz olmalı” sözündeki “şirket” kelimesi yerine “cephelerimiz” kelimesini koyup aynen okuyabiliriz. Ticaretle cihadın benzerliğine bir misâl olarak.
Ondan sonra ne mi olmuş? Daha önce, “peşin ödemezsen göndermem!” diyenlere, “eğer açık hesap göndermezsen hiç gönderme!” demek konumuna yükselmiş Macro A.Ş.
En başta ruhun derinliklerinden estetik bir zevk hâlinde gelen disiplinli çalışmaya uyulması hâlinde ve avlama teknikleriyle kof fikirlerin bile tutunabileceğine işaret ediliyor İBDA Mimarının “Kültür Davamız” isimli eserinde. (Vurgular bana ait)
“Her şeyden önce kabul etmek gerekir ki, dava önce yetiştiricileri yetiştirme ve yetiştiricilerin yetişmesi davası olduğuna göre, RUHUN DERİNLİKLERİNDEN KAYNAKLANAN ESTETİK BİR ZEVK HÂLİNDE DİSİPLİNE GİRMEDİKÇE, ne yetişmek ve ne de yetiştirmekten bahsedemeyiz… Hem teoride ve hem de pratikteki verilerle yanlışlığı ve uygulanamaz oluşu ortaya çıkmış olan Marksizm’in yaygınlaşma sebeplerinden biri de, bu yolla öğretilebiliyor olmasındandır; hakikatiyle kof, teferruatçılığıyla avlayıcı… UYGULANMIYOR, ÇÜNKÜ UYGULANAMIYOR; AMA ÖĞRETEBİLİYOR, BUNUN METODUNA ERMİŞLER”.
İktibasın devamındaki uyarıları da, dikkate almak (üzerimize almak) zorundayız: (Vurgular bana ait)
“Oysa biz, uzun seneler boyunca öğrenme ve öğretmenin ne olduğunu bile tartışmamışız; TARTIŞMAYI ÖĞRENMEMİŞİZ. “İç”e doğru sonsuz “tek” ve “dış”a doğru sonsuz “çok”a açılı bir sisteme mensup oluşumuzun idrakıyla, derinleştikçe genişliğine ve genişledikçe derinliğine yol alarak, teferruatçılığın gereğini yerine getirelim. “hiçbir şey yoktur ki, ilmi cehlinden iyi olmasın” şiarından pay almaya bakalım… Bu bakımdan kendimizi başlangıç sayabiliriz.”
Son cümlede geçen tesbit İBDA içindir, bizim için yani İBDA’cılar için değildir. İBDA’nın fikir seviyesinin arkasına sığınmak ve oradan ahkâm kesmek değildir bizden istenen. İBDA’dan aldığımızı kendimizde tezahür ettirmek zorundayız; çile ve doğum…  
Kısaca, “iş bilenin kılıç kuşananın” deniyor.



Baran Dergisi 160. Sayı