Türkiye siyasetinde bugünlerde yaşanmakta olan dalgalanmayı herkes Amerika’da demokratların adayı olan Joe Biden’ın seçilmesine bağlıyor; fakat bize kalırsa bundan daha önemlisi, Joe Biden da dâhil olmak üzere Batılı ve Batıcı kesimlerin şuuruna alternatif veren, 15 Temmuz’dan sonra bir kez daha harekete geçmelerini sağlayan esas saik son mahallî seçimlerde Millet İttifakının büyükşehirlerde seçimleri kazanmış olması neticesinde görmüş oldukları ışıktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partisi memleket geneline bakıldığında çoğunluğun reyini almış olsa bile bunu seçmene hissettiremedi, büyükşehirlerin belediye başkanlığını kazanan Millet İttifakı ise elde etmiş olduğu kazanımı öylesine başarıyla sattı ki, bu rüzgârı da arkasına alarak seneler sonra psikolojik üstünlük CHP’nin başı çektiği küfür yobazlarının eline geçmiş oldu.

Senelerdir girdiği her seçimden ezici üstünlükle kazanarak çıkan Erdoğan’ın bu seçimde büyükşehirleri kaybetmesi, onun da kaybedebileceğinin görülmesi açısından, karşı cenahta psikolojik mânâda büyük bir tesir meydana getirdi. Bu da yalnız muhalefet için değil, aynı zamanda onları oynatan kuklacılar için de büyük bir moral, motivasyon kaynağı hâline dönüştü. Tam da bu süreçte, demokratların yeniden iktidara gelmesi ise batılıların da batıcıların da arayıp bulamayacakları karşılıklı bir denklemin kurulmasına vesile teşkil etti.

Mahallî Seçimler ve Ak Parti

Mahallî seçimlerde Millet İttifakı’nın büyükşehirlerde kazanmasıyla beraber Ak Parti cenahında neler yaşandığına bir bakalım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan kazanırken gösterdiği liderlik maharetini kaybederken gösteremedi ve büyükşehirlerin kaybedilmesinden sonra senelerdir Ak Parti’yi destekleyenleri yenilmişlik psikolojisinden çıkartmak üzere ortaya yeni bir hedef koyup, bu istikamette heyecanı tazelemek suretiyle seçmeni pekiştirmek yoluna gideceği yerde, süreci seyretmeyi ve bu esnada da eski icraatları artık herkesi irrite edene kadar defalarca ve defalarca tekrar etmeyi seçti ve toplumun kendisinden beklediği liderliği sergileyemedi.

Büyükşehirlerin kaybedilmesinden sonraki süreçte, Ak Parti içinde nefret objesi hâline gelmiş ve milleti irrite eden tip ve grublar ayıklanarak, beklenen millîleşme hamlesine gidileceği yerde inatla aynı isimlerde ısrar edilmesi milletin hayal kırıklıklarının derinleşmesine sebeb oldu.

Seçim döneminde hâlihazırda süren iktisadî kriz ve buna ilâveten son iki senedir yaşanan salgın hastalık döneminde, milletle alay edercesine yapılan açıklamalar ve bando mızıkayla duyurulan komik yardım paketleri, Erdoğan’ın milletin gerçeklerinden kopuk olduğu algısının seçmenin şuurunda yerleşmesine vesile teşkil etti.

Sistem çapında gaye ve vasıta hükmünde mihrak bir fikir çerçevesinde hareket edilmediği için iç ve dış politikada sergilenen tutarsızlıklar karşısında milletin senelerdir muhafaza ettiği “taktik manevra yapılıyor” görüşü, bu “manevraların” müntehasında memleketi bir odağa doğru sevk etmediğinin görülmesi neticesinde yerini “stratejik beceriksizlik” algısına bıraktı.

Ak Parti ve Cumhurbaşkanlığı’nın iletişim stratejinin ana omurgasını meydana getiren, “çocuk düştüyse tek kabahatli onun üzerine düştüğü yerdir” taktiği millet tarafından artık yenmediği gibi, sosyal medya ve ekran trollü siyasetçi, gazeteci ve herbokologlar başta olmak üzere, kendisine güvenilmediği için mahallesindeki esnaftan veresiye ekmek istese alamayacak tipler üzerinden ısrarla sürdürülünce ters tepti, tiksinti uyandırmaya başladı.

Yine bu taife tarafından, kaybedilen büyükşehirlerde seçilen Millet İttifakı’nın belediye başkanlarını sırf kötülemek için yapılan çocuktan da öte delilik denebilecek seviyede yapılan saçma sapan yayınlar, Erdoğan ve Ak Parti’nin kalibresini ve kalitesini hiç olmadığı kadar ayağa düşürdü. Oysa ki bunlar zırvalamak yerine yalnız gazetecilik yapsa, yeter de artardı.

Ak Parti çevresinde öne çıkan siyasetçi ve bürokratlar “Erdoğan sonrası” için kendilerine yatırım yapmaya başlamışlardı ve mahallî seçimlerin kaybedilmesiyle bir taraftan bu işe hız verip, diğer taraftan büyük bir gürültüyle parti içinde kendilerine rakip gördükleriyle çatışmaya girmek suretiyle, senelerdir bütünlüğünü muhafaza edebilmiş parti imajını da altüst ettiler.

FETÖ’nün temizlenmesiyle beraber ondan boşalan bürokrasiyi dolduran, birbirine taban tabana zıt kesimlerin dört bir koldan birbirlerine yüksek sesle hırlayıp tıslayarak aç hayvanlar gibi yemeye girişmesinin faturası da tabiî olarak bunlara görev tevdi eden iktidardaki partiye kesildi.

Mahallî seçimlerin kaybedilmesiyle beraber Erdoğan’ın kaybedebileceğinin görülmesi üzerine, düne kadar sesini çıkartamayan pek çok kesim hep birden muhalefet tarafında hızla bir hizaya geldi.

Ak Parti içinde ve çevresinde teşekkül etmiş, yozlaşma kelimesinin bile kendilerinden utanacağı bir kesim, mahallî seçimlerin kaybedilmesiyle beraber devlet idaresi noktasındaki işi gücü bırakıp, “nasılsa bir daha seçilemeyeceğiz” diyerek adeta domuzlar gibi devletin ve dolayısıyla milletin olanı talana girişti. Bırakın devletin ticarî faaliyetlerini, yargı kararlarının bile bu süreçte tarifeye bağlandığını, yargının bir şantaj vasıtasına dönüştüğünü yine bu süreçte gördük.

Yine mahallî seçimlerin kaybedilmesiyle beraber “ya iktidar da giderse” endişesine kapılan Ak Parti’ye yakın sermaye odaklarının, ellerindeki gayr-ı menkul ve şirketleri satıp savdıktan sonra milletin sırtından kazanarak elde ettikleri servet ile yabancı ülkelerde başlattıkları yatırım hamlesini de hep beraber izliyoruz.

Tüm bunlarla beraber, başta da dikkat çektiğimiz üzere bu sürecin en mühim neticesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti’nin 2002 seçimlerinden beri sahib olduğu psikolojik üstünlüğü ilk kez elinden kaçırmış olmasıdır.

Mahallî Seçimler ve CHP

Gelelim mahallî seçimler sürecinde ve Millet İttifakı’nın büyükşehirlerde seçimleri kazanması sonrasında CHP’nin başı çektiği cenaha.

Senelerdir küfür yobazlığı yapan ve bunun neticesinde de Müslüman Anadolu’da girdiği hiçbir seçimi kazanamayan CHP, bu süreçte hem ABD, hem de Avrupa istihbaratının unsurlarından biri olan FETÖ’den aldığı strateji ve taktik destek sayesinde asıl hüviyetinden çok farklı bir imaja bürünmesini bildi. Çevresinde teşekkül ettirdiği Millet İttifakı’nın paydalarını Türk ve Kürt kafatasçısı, solcu, liboş, sosyalist, komünist, FETÖ’cü, Kemalist, Millî Görüş gibi toplumun her kesiminin kendisini bulabileceği şekilde tertib eden CHP, bu sayede hem seçimlerde büyükşehirleri kazandı ve hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru hangi yoldan gitmesi gerektiğini de öğrenmiş oldu.

Hedefe giden yol bunlar açısından ufukta belirdikten sonra geriye yapılması gereken tek bir şey kalmıştı, o da Millet İttifakı’nın paydaşlarından Saadetçisinin İslâm, milliyetçisinin millî değerler, kafatasçısının faşizm, liboşunun özgürlük, komünistinin emek sömürüsü, sosyalistinin eşitlik, FETÖ’cüsünün hukuksuzluk, Kemalistinin batıcılık, sermayenin güvensizlik, çetelerin adaletsizlik diye diye Erdoğan’ı, Güney Amerika’daki nehre düşmüş bir boğayı piranalar nasıl parçalıyorlarsa tıpkı öyle küçük lokmalar hâlinde koparta koparta bitirmeye… Senelerdir ezildikleri Erdoğan karşısında ellerine fırsat geçince, bu işi büyük bir iştahla yapmakta tereddüt etmediler.

İktidarın iletişim beceriksizliğini fırsata çevirip, yalanları gerçek, gerçekleri yalan yapıp satmakta büyük bir maharet sergilediler.

Ve şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta Sakarya’da Ak Partililere hitaben yapmış olduğu konuşmada dikkat çektiği üzere, “2023’e giden süreçte CHP tıpkı 27 Mayıs’a giden süreçteki gibi Türk siyasetini zehirlemeye çalışıyor.”

Kusura bakmayın ama ellerine fırsat verdikten sonra, neden yapmasınlar ki?

Tekerrür Vesikası ve Hüküm

- “Yeni seçimleri 1950’ye taş çıkartacak bir çoğunlukla kazanan Demokrat Parti, artık zehirli bir nefs emniyeti çığırına girmiş ve bu çığırın (nikotin) gibi gittikçe artıcı tesiri altında yavaş yavaş eski saffetinden de sıyrılarak bir nevi boşuna zahmet plânında işi madde imarına dökmekte devam etmiştir.

Eski fasıllarda izah ettiğimiz nefs muhasebesinden ve kendi vücut hikmetini arama cehdinden ortada iz yoktur.

Samed’i okuyalım:

‘1954-1957 yılları! Hızla yürüyen kalkınma hareketi vatanın manzarasını baştan aşağı değiştiriyor. Geri kalmış bir ülke olmaktan çıkarak gelişen memleketler arasına giriyoruz. Karayolları 24 saatte gidilmiyecek sınır noktaları bırakmamış… Ortada da kocaman bir şeker, mensucat, çimento sanayi var…Enerji istihsali 1950’den dört defa daha ileride… Büyük şehirler yeniden yapılıyor. Biten büyük barajların hizmete açılması ve yenilerinin temel atmaları birbiri arkasına geliyor. Ziraat, sanayi ve maden üretimi yüzde yüze yakın artmış, yeni üniversiteler kurulmuş, büyük bir rafineri çalışmağa başlamış…’

Böyle ama, bütün bunların bağlı olduğu ruhî müeyyideden eser yok… Bu yüzdendir ki, yapılanları gören ve gösteren olmadığı gibi, aynı fikirsizlikten ötürü, muhalefet de, basın da hükûmete veryansın etmektedir. Adetâ iktidar, azgın bir köpek sürüsüne, ağzında kocaman bir kemikle kaçan başka köpek şeklinde görünmekte… Bir havlama, bir hırlamadır gitmekte…”

Ardından, Adnan Menderes’in tıpkı bugünkülere benzer konuşmalarındaki belli bölümlere yer verdikten sonra hükmü şöyle veriyor:

“Bu kadar lâf kalabalığından süzülecek hakikat şudur ki, dört senelik hedefsiz gayretlerine rağmen Demokrat Parti iktidarı bu defa daha kahir bir ekseriyetle yerine oturtulurken, mazhariyetinin sırf Halk Partisi ve onun kurduğu ruh iklimine duyulan nefretten geldiği anlayamamakta, bu nefret mâdenini işletememekte, onu bir takım ana fikirlere bağlayamamakta, fikirlerin getireceği sert, ezici ve inandırıcı davranışlara kalkamamakta, böylece büsbütün hedefsiz kalmakta ve dâvâyı küçük (polemik) ve kadınlar hamamı şamatasından yukarıya çıkaramamaktadır.

Demokrat Parti’nin hayat sebebi Halk Partisine duyulan millî kin ve nefret olmuşsa, ölüm sebebi de bu kin ve nefretin fikirleşememesi, hedeflendirilemesi ve bu kin ve nefretten yeni bir ruh yapısına yol açılamaması, topyekûn bir aksiyona girişilememesi olmuştur.

Demokrat Parti’nin öldürücü zaaf noktası budur.” diyor Üstad Necib Fazıl, 1970 senesinde yayımlanan “Benim Gözümde Menderes” isimli eserinde...

Bundan tam 60 sene evvel Üstad Necib Fazıl’ın bir benzeri daha yaşanmaması için, hazır tecrübe olması için kaleme aldığı satırlar 60 sene sonra tekerrür ediyor, hem de daha önce tüm bunlar sanki hiç yaşanmamışcasına.

CHP Meşruiyetini Ak Parti’den Buluyor

İşin bize kalırsa daha da vahim tarafı şu, Erdoğan ve Ak Parti, Halk Partisine duyulan millî kin ve nefreti fikirleştiremediği, hedeflendiremediği ve bu kin ve nefretten yeni bir ruh yapısına yol açamadığı, topyekûn bir aksiyona girişemediği gibi, tek parti döneminden sonra önce 28, ardından bir senelik iktidar ve sonrasında fasılasız 43 senedir seçim kazanamamış olan CHP’ye, izlediği kaypak muvazaa siyaseti ve kendi iktidarı döneminde yetiştirdiği nesiller üzerinden kendi eliyle meşruiyet sağlamış bulunuyor.

Bundan sonra…

Cumhurbaşkanı Erdoğan mezkûr konuşmasında devam ile şöyle diyor; “Ağızlarını her açtıklarında tüccarı, bürokratı, hâkimi, savcıyı, iş adamını, yatırımcıyı tehdit etmeye başladılar. Türkiye kalkınmasın, ekonomi büyümesin, uluslararası yatırımcı gelmesin diye her gün tehditlerin dozunu biraz daha arttırıyorlar. Bilinçaltlarına işlemiş ne kadar pislik varsa bizde de görmek istiyorlar. 2023'e giden süreçte CHP tıpkı 27 Mayıs'a giden süreçteki gibi Türk siyasetini zehirlemeye çalışıyorlar. Kuklayı da, kuklacıyı da görüyoruz. CHP genel başkanın son dönemde pervasızlıkların sebebini gayet iyi biliyoruz.”

Bu şekilde vaziyeti teşhis ettikten sonra da diyor ki; “Milletimiz bu yalancıları 2023 seçimlerinde bir kez daha sandığa gömerek hak ettikleri cezayı verecek.”

Biz bunu artık hakikaten anlamakta güçlük çekiyoruz. Bir kez daha tekrar ediyoruz, bu millet, CHP’ye karşı olan kin ve nefretin fikirleşmesi, hedeflendirilmesi ve bu kin ve nefretten yeni bir ruh yapısına yol açılması, topyekûn bir aksiyona girişilmesi için 2002 senesinden beri her seçimde size, yâni Erdoğan’a oy veriyor. Arada muhtıralara pabuç bırakmıyor, kalkışma girişimlerine boyun eğmiyor, darbeye müsaade etmiyor, sonra yine dönüp dolaşıp iş milletin cezalandırmasına geliyor.

Sayın Erdoğan, madem siz de vaziyeti teşhis ettiniz, kuklayı da kuklacıyı da gördünüz, e o zaman gereğini yapın, elinizi tutan mı var?

Aradan neredeyse 20 sene geçmiş, bu istikamette hiçbir adım atılmadığı gibi, iktidar şikâyet makamıymış gibi CHP yine vatandaşa şikâyet ediliyor, cezalandırmak da yine iktidarın değil de milletin işiymiş gibi, vazife bir kez daha diğer bütün yüklerde olduğu şekilde vatandaşa tevdi ediliyor ve bunun yolu olarak da seçimler işaret ediliyor. E ama yâni…

İşte Reçete, İşte İp

Üstad bundan 60 sene önce yaşananlara bakmış ve istikbâlin reçetesini yazmış. Siz şimdi burada bir tercih yapacaksınız; ya Üstad’ın işaret ettiği yoldan gidip Türkiye’yi küfür sıçanları ile onların zihniyetlerinden arındıracak, maddeten ve manen hakikaten bağımsız bir ülke hâline gelmesinde büyük bir rol üstleneceksiniz yahut Menderes’in yolundan gidecek, onun zaaflarını sergileyecek ve onunla aynı akıbeti paylaşacaksınız.

Çünkü, ola ki reçeteyi tatbik etmezsiniz ve bu küfür sıçanları binbir surat arkasına gizledikleri niyetleriyle iktidara gelecek olurlarsa, sizin 20 senedir gösterdiğiniz tereddütü bir lahza olsun göstermeyecek