Türk Lirasına sistemli olarak değer kaybettirerek, jeoekonomik ve konjonktürel fırsatları değerlendirmek suretiyle milletlerarası rekabette avantaj sağlamak ve Türkiye’yi tüketici değil de üretici bir memleket hâline getirmek siyaseti aslında basit ve hoş bir teşebbüstü. Teşebbüstü, çünkü evdeki hesap çarşıya uymadı.

Pandemi ve eş zamanlı olarak Batı ile Çin arasında yaşanan gerilim, yeni bir ucuz üretici gereksinimini doğurmuştu. Türkiye ise gerek pazarlara yakın coğrafî konumu gerekse nüfus yapısı dolayısıyla tam da bu iş için biçilmiş kaftan gibi duruyordu. Son yıllarda yaşanan siyasî gerilimler neticesinde Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybını bir fırsata dönüştürmek için de böylesi bir vaziyet bulunmaz nimetti.

Ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymadı. Rusya’nın Batı’nın tazyikiyle Ukrayna’ya müdahalesi ve içeride de bir ihracat kültürünün olmaması dolayısıyla bütün planlar altüst oldu. Milletlerarası piyasada emtiaların fiyatı adeta bir roket hızıyla yükselişe geçerken, ufukta birçok stratejik maden ve gıda ürününde kıtlık ihtimâli belirmeye başladı.

İhracatçı ülke olacağız diye çıkılan yolda, neticede ekmeğimizin fiyatının bile milletlerarası planda fiyatlanmasıyla enflasyonun kontrolden çıktığı bir memlekete dönüşüverdik. İşin acayibi bu süreç öylesine süratle işledi ki, daha öyle mi olacak, böyle mi yapılır falan demeye fırsat kalmadan kendimizi bambaşka bir hadiseler dizisi içinde buluverdik.

Serbest Piyasa Anarşizmi

Bugün Türkiye piyasalarında hâkim olan tek anlayış anarşidir. Temel ihtiyaç maddeleri de dâhil olmak üzere fiyatlandırma Türkiye piyasasından soyutlanmış ve başta Avrupa olmak üzere dış piyasalar belirleyici faktör hâlini almıştır. Bunun üzerine bir de milletimiz Türk Lirası cinsinden kazanırken, alışverişte satın aldığı malın bedelini Dolar ve Euro cinsinden harcamak zorunda bırakılmıştır. Devlet ise burada devlet müessesesinin varlık sebebini teşkil eden fert ile cemiyet arasında muvazene kurmak üzere müdahalecilik prensibini işletmek yerine seyirci prensibini işletmiş ve milleti gözünü para bürümüş, yarasa vicdanlı belli başlı sermaye ve çıkar odaklarının insafına terk etmiştir.

İhracat da bir jeni meselesidir

Üstad Necib Fazıl, sanayileşme bir jeni meselesidir diyordu ya, bu da tıpkı onun gibi, ihracat da bir jeni, öz meselesi. Devlet ihracatçı olacağız diyor, sanki lâfla oluyormuş gibi, “ihracatçılarımız” da bu istikamette devletin verdiği teşvikleri toplayıp katma değeri yüksek ürünler üreterek ihracat yapacakları yerde, benim masamdaki salatalığı, patatesi, domatesi tutup dışarı satmaya kalkıyor. Döviz gelir gider dengesi bozuk olan devlet de, gelen bir avuç döviz uğruna bu vaziyete seyirci kalıyor. Sorun kesifleşip, göz gözü görmez hâle gelince de sorunu kökünden çözmek yerine zaten hâkim olan enflasyonu köpürtmekten başka bir işe yaramayan “tedbir”ler dizisi.

Sürdürülemez

Türkiye ekonomisinde yaşanan piyasa anarşisinin milletimize olan maliyeti sürdürülebilir olmaktan çıkmış vaziyettedir. Artık devletin “müdahalecilik” prensibini işletmek suretiyle iktidar partisine yakın yahut uzak bakmaksızın bu olağanüstü koşulların meydana gelmesinde parmağı olan fert ve zümrelerin üzerine olağanüstü tedbirler alıp gitmesinin vakti gelmişte geçmektedir.