Esselâmü aleyküm.
Sizi bu kadar geç aradığım için kusuruma bakmayın; meşguldüm çünkü.
(Av. Güven Yılmaz, mesele teşkil etmediğini söylüyor.)
Hayat nasıl gidiyor?
(Av. Yılmaz, herkesin iyi olduğunu söylüyor ve Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim ama bir süredir oldukça hastaydım; hâlâ da devam ediyor gerçi. Burada bir salgın hâlinde boğaz rahatsızlığı yaşıyoruz. Sadece ben değil, herkes böyle. Geçecektir ama. Dün daha kötüydüm, hattâ konuşamıyordum, fakat bugün iyiceyim.
Her neyse... Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Hakkında konuşulabilecek çok mesele var ama Porto Riko’da iki gün önce gerçekleşen bir hâdise vesilesiyle birşeyler konuşmak istiyorum bugün.
Venezüella devlet başkanı [Nicolas Maduro], resmî bir ziyaret için, bir devlet ziyareti için Çin’e gidecekti. Ancak uçağının Porto Riko hava sahasından geçmesi engellendi. Oysa sözkonusu olan kişi, Venezüella’nın devlet başkanı!
Sebebi de şu ki, Porto Riko’nun hava sahası, Amerika Birleşik Devletleri tarafından kontrol ediliyor. Porto Riko, bir ABD sömürgesi çünkü. ABD ordusunca 1898’de işgal edilmiş bir ülke.
Sömürge statüsü bugüne kadar devam etti, bugün de ediyor. 1952’de yapılan düzenlemeyle, yine ABD’ye bağlı ama “içişlerinde bağımsız özerk bölge” statüsü kazandı gerçi Porto Riko. Buna rağmen, Porto Riko halkının Amerikan seçimleri için oy kullanma hakkı falan yoktur. Hayâl edebiliyor musunuz bunu?..
Ancak, ABD pasaportu edinebilir, ABD’ye seyahat edebilir ve herhangi bir çalışma iznine gerek duymaksızın orada çalışabilirler.
ABD’nin stratejik üsleri vardır Porto Riko’da. Hattâ Porto Riko’ya ait küçük adalardan birinde, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana kimyevî silâh denemeleri yapar ABD ordusu. Fakat bugün, “Suriye halkına karşı kimyevî silâh saldırıları yapılıyor” diye manipülasyon ve propaganda yapanlar da yine bunlardır. Aynı şekilde, ABD hükümetinin Porto Riko’da tüm bu yaptıklarının kanun dışı olduğunu da unutmamalıyız. Çünkü kimyevi silâh üretmeyeceğine ve kullanmayacağına dair, uluslararası bir anlaşmaya imza atmış bir ülkedir aynı ABD. İşte bu silâh denemeleri yüzünden, Porto Riko halkı fiziken de etkilenmektedir.
ABD’nin işlediği suçlar daima hatırlatılmalıdır dünyaya. Hiçbir yere insanların iyiliği için müdahale etmemiştir bunlar. Her nereye müdahale ederlerse etsinler, durum budur. II. Dünya Savaşı’nda bile böyleydi. Avrupa’ya “demokrasi” getirmek için değil –ki Almanya’ya sempati bile duyuyorlardı-, savaşa girmekte, Almanya’nın işini bitirmekte ve Batı Avrupa’yı işgal etmekte emperyalist bir takım çıkarları olduğu için müdahale ettiler. Böylece ABD ve Sovyetler Birliği tarafından ikiye bölündü Avrupa.
Ama sonra ne oldu? Sovyetler, Avrupa’da işgal ettiği her yerden geri çekilirken; ABD, şimdi bile askerî üsleri vasıtasıyla devam ediyor işgaline. Almanya’da, Belçika’da, 1940’lardan beri aktif olarak faaliyetlerine devam eden 100’den fazla askerî üsle İtalya’da hâlâ devam eden bir işgal...
Şimdi yine Suriye meselesine geleceğim... Daha önce de hakkında konuştum ama devam edeceğim...
Suriye’deki rejimi, bu ülkeyi ve halkını tanıyorum. Orada yoldaşlarım, üstelik savaşan yoldaşlarım var. Ancak onlar, Katar için, Suudî Arabistan için savaşmıyor; etnik kökeni ne olursa olsun, Suriye halkı için savaşıyorlar.
Unutmamalıyız ki, Türkler de vardır Suriye’de. Çok fazla değiller ama şu ânda bile Türkçe konuşan küçük bir Türk nüfusu var Şam’da. İnsanların unuttuğu birşeydir bu. Osmanlı zamanından kalma bir Türk mirası mevcut orada. Zaten Osmanlı da her bakımdan kötüdür denemez bu bakımdan. Mahallî nüfusu oluşturan kesimlere saygı göstermişlerdir. İyi şeyler de getirmişlerdir aynı şekilde oraya. Osmanlılar tarafından inşâ edilmiş binalar, camiler falan vardır bugün Suriye’de.
Şimdi insanları şoke edecek birşey söyleyeceğim: Farzımuhal, Ortadoğu’da bize, Filistin davası bakımından Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi’ne (FHKC) düşman rejimlerin içinde bulunduğu bir liste verseler bana; sonra, aralarından bir tanesini mutlaka desteklemek zorunda bıraksalar beni; yine, bu liste içerisinde Suudî Arabistan, Katar, Birleşik Arab Emirlikleri, Kuveyt, İsrail olsa ve bana “aralarından birini mutlaka desteklemek zorundasın” deseler, seçeceğim ülke İsrail olurdu!
Çünkü bunların arasında en az suçlu olanıdır İsrail. O kokuşmuş ideolojisi nasıl olursa olsun, öbürlerine göre daha az ikiyüzlü ve daha çok medenîdir.
Size bu örneği veriyorum ama, biliyorsunuz, tüm bir hayatını siyonizme karşı savaşa vakfetmiş bir insanım ben. Siyonizm, sadece Filistin’den ibaret değildir ayrıca; tüm dünyayı sarmış bir kanserdir o. Buna rağmen, sözkonusu düşman rejimler arasından birini desteklemek zorunda bırakılsaydım, seçeceğim ülke İsrail olurdu. Diğerlerinden daha medenî, daha ileridir çünkü İsrail.
İsrail’in o feci siyonist işgal baskısı altında yaşayan Filistinli Arablar, Britanya İmparatorluğu tarafından kurulan ve bugünkü düşman ABD tarafından kollanan öbür Arab krallıklarında olduğundan çok daha fazla hakka sahibtir ve öbürlerinden gördüklerinden daha fazla saygı görürler İsrail’de.
Bu anlamda, söylemek istediğim şey şudur:
Suriye meselesi, sadece Suriye’den ibaret değildir. Mesele, oradaki Alevilerin, Dürzilerin, Hıristiyanların, İsmaililerin, Şiilerin, o büyük Sünni ve Sufi  kardeşlik cemiyetlerinin –ki tarihî olarak müslüman dünyada çoğunluğu teşkil eden Nakşibendîlerden başka, benim de bir kısmıyla tanıştığım diğerleri de sözkonusu- savunulmasından ibaret değildir yalnızca. Bu insanların hepsi, insanlık düşmanları tarafından manipüle edilen fanatikler yüzünden, Suudî Arabistan krallığı ve diğer bücür emirliklerin manipülasyonu yüzünden, hayatlarını kaybediyor, hayatlarını tehlikeye atıyor, tam bir baskı altında yaşıyorlar.
Suriye’deki kadınların, sadece anne olmaktan öte, Suriye’nin müslüman toplumu bünyesinde, bir işte çalışma, oy atma ve öğrenim görme hakkı vardı eskiden. Bu bakımdan unutulmaması gereken bir husus da, Hafız el-Esad zamanında, hükümette enformasyon bakanı olarak bir akademisyenin, bir profesörün görev yaptığıdır. Hükümetin on yıldan fazla sözcülüğünü yapan bu hanım, Baas Partisi’nin bir mensubu falan da değildi. Aksine, Müslüman Kardeşler teşkilâtının tarihî liderlerinden birinin –ismini şu ân unuttum- kızkardeşiydi. Müslüman Kardeşler’in liderlerinden olan erkek kardeşi ise, Suriye hükümetine ve azınlık nüfusa karşı berbat bir terörist savaş yürütüyordu o sıralar. Almanya’dan siyasî sığınma hakkı almıştı ve Yemen’de saklanıyordu.
Anlatmak istediğim şey, yalanlardan ve manipülasyonlardan örülü bir savaşın ortasında bulunduğumuzdur. Bu manipülasyonlara liderlik eden, bu manipülasyonları kabul eden, bu manipülasyonlara katkı yapan herkes bizim düşmanımızdır. Düşmanımız derken, insanlığın da, dünya milletlerinin de düşmanıdır bunlar. Milliyetlerimiz ne olursa olsun, etnik kökenlerimiz ne olursa olsun, tek veya yüz tanrılı hangi dinden olursak olalım, karşısında herkesin, hepimizin asgari müştereklerde birleşmesi gereken düşmanlardır bunlar.
Bu çerçevede, birbirimize ve inançlarımıza yahut inançsızlıklarımıza karşılıklı saygı göstermek; Fransa’daki veya diğer ülkelerdeki gibi “kanunî” bir adaleti tatbik etmek değil de, “hakiki” sosyal adaleti birbirimiz arasında tesis etmek zorundayız.
İnsanlar, Türkiye’de ve dünyanın her yerinde, cehalet yahut fırsatçılık yüzünden bu emperyalist oyuna katılanlar ve buna muhalif olanlar diye ikiye bölünüyor bugün. Türkiye halkını da biliyorum, -bundan haberim var, çünkü açık bir bilgi- Suriye’deki savaşa katılmak istemiyor çoğunlukla. Suriye halkını yakından tanıdıkları için, özellikle sınır bölgesinde yaşayan Türkler istemiyor bunu. Antakya’dakiler gibi bazıları ise, zaten 1930’ların sonuna kadar “Suriye topraklarında” yaşıyorlardı; hem de binlerce yıldır.
Sözüme, “uluslararası hukuk”a karşı gösterilen iğrenç bir saygısızlıkla başlamıştım. ABD, Fransa ve Venezüella arasında, Venezüella’nın bağımsızlığını kazanmasından hemen sonra başlamak üzere, 1800’lerin başından bu yana diplomatik münasebetler mevcut. Belki de artık çok uzun sürmeyecek bunlar.
Oysa Venezüella, petrol ve doğalgaz bakımından ABD’nin esas “dış” enerji kaynağıdır. Kendilerinin de bu alanda büyük bir üretimi olmasına rağmen, ithalatlarının çoğu Venezüella’dandır; öyle Körfez ülkelerinden falan değildir. Venezüella’yı da, Körfez ülkelerine yaptıkları gibi, kendilerinin bir parçası kılmak istiyorlar ama bağımsız bir ülkedir Venezüella. Diğer çevre ülkeleri de kazanıyorlar bağımsızlıklarını. Sadece Küba değil, Nikaragua, Ekvador, Bolivya, Arjantin ve Brezilya meselâ. Farklı ideolojileri olabilir ancak bunların çoğu kendi toplumlarını ve ekonomilerini kalkındırmak; hepsinden öte, yabancı baskısına ve saldırganlığına karşı bağımsızlıklarını yükseltmek istiyorlar bugün. Bolivarcı Devrim’i gerçekleştirmiş Venezüella başta olmak üzere, bu ülkelerdeki siyasî kararlar, halkın hakiki temsilcileri tarafından alınır, emperyalizmin ajanları tarafından değil!..
Allahü Ekber.
21 Eylül 2013
 Baran Dergisi 350. Sayı