Prof.Dr. Anıl Çeçen’le gündemdeki meselelerin arkaplânını konuştuk.
 
-Gündemdeki bir konuyu sorarak başlayalım hocam; 6-7 Ekim olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anıl Çeçen: -6-7 Ekim olaylarını, “Çözüm süreci”nin uzaması neticesinde, Ortadoğu’daki sıcak gelişmelerin Türkiye’ye yansıması olarak değerlendiriyorum. Türkiye birkaç senedir angaje olduğu bu “çözüm süreci” meselesinde, tarafların kabul edebileceği bir noktaya gelemedi. Belirli kesimlerde rahatsızlık devam ediyor. Öbür tarafta Kuzey Irak’tan sonra Kuzey Suriye’de yeni bir yapılanmanın oluştuğunu görüyoruz. Bunu isteyen güçlerin Kuzey Suriye üzerinden sıcak olayları Türkiye’ye yansıtmaları ve özellikle giderek artan göçmenlerin Türkiye’de öne çıkması noktasında, hem Türkiye’deki sürecin uzaması hem Ortadoğu’daki sürecin giderek sıcak çatışmaya dönüşmesinin birlikteliğinin bir patlama noktası olarak görüyorum…
-Tüm bu olayların planlı olduğunu düşünüyor musunuz?
Anıl Çeçen: -Aslında plan konusu tek boyutlu değerlendirilemeyecek bir konudur. Yaşanan sıcak olaylar çerçevesinde, bütün merkezler kendi açılarından konuları izleyip, inceleyip, değerlendirip, ona göre kararlar aldıkları içindir ki, bu yaşanan süreçten yani Türkiye’de sürecin uzamasından, Ortadoğu’daki olayların, sıcak çatışmaların tırmanmasından yararlanmak isteyen güç merkezlerinin, geleceğe dönük planları doğrultusunda bu olayları kullandıklarını da söyleyebiliriz…
-Son yaşanan hadiselerin Amerika’da yapılan “Kürt konferansı”yla bir ilgisi olabilir mi?.. Konferansla ilgili Türkiye’nin ve Kürt sorununun geleceğini belirleyecek kararlar alındı yorumları  yapıldı…?
Anıl Çeçen: -Ben bu konudan daha çok Ortadoğu’da, Mescid-i Aksa ile başlayan sürecin ön planda olduğu kanaatindeyim. Çünkü Kuzey Irak sorunu, Kürt meselesi geçmişten beri devam eden meseleler. Ama Mescid-i Aksa meselesi yıllardır üzerinde durulan, yorumlanan, fakat çok açık hareket edilmeyen bir konuydu. Mescid-i Aksa meselesinin öne çıkmasıyla beraber Ortadoğu’da karışıklık isteyen güçlerin Irak’ı ve Suriye’yi karıştırdıkları gibi, aynı doğrultuda Türkiye’ye yönelik bir karışıklık senaryosunu gündeme getirdiklerini söyleyebilirim.
- Çözüm süreci konusunda tarafların birbirlerini kandırmaya çalıştıkları, veya PKK’nın çözüm sürecinde masaya Amerika ve İsrail’i oturtmaya çalışan bir yaklaşımı var. En son Cemil Bayık’ın açıklamalarına dayanarak söylüyorum.  “Masada Amerika’nın da olmasını istiyoruz” diye bir açıklaması vardı bu konu hakkında?...
Anıl Çeçen: -Sorularınız günlük olaylara dayanıyor, ama ben bir kamu hukukçusu olarak genel Kamu hukuku açısından konuya baktığım zaman, gördüğüm başka bir olay var. O da ABD ile “Küresel sermaye”nin yollarının ayrıldığıdır. Küresel sermaye Ortadoğu’ya hakim olmak, İsrail’in kontrolünde bölgede silah satışını arttırmak istiyor. Petrol şirketleri Ortadoğu’dan sonra bu bölgelerde de sıcak çatışmalardan yararlanmak ve savaş konjonktürünütırmandırmak istiyorlar. 
Ben bu süreç içerisinde ABD’nin zorlandığı kanaatindeyim. Nitekim geçen sene İran’a yönelik bir süreç yaşanmıştı.  Bu süreç içerisinde de, bölge, giderek Şii-Sünnî  çatışmasına sahne olacakken, Obama’nın devreye girerek, Putin’le diyalog kurduğunu, yeni ABD dışişleri bakanının üç kere Türkiye’ye3 kere Rusya’ya gittiğini ve daha sonraki süreçte de, İran’da Ahmedinejat rejimine son verilerek Londra’da doktora yapmış, Batı’yı tanıyan, çağdaş dünya ile daha uyumlu hareket eden birinin İran’da devlet başkanlığına seçildiğini gördük. 
Bununla ilgili olarak, başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri İran’a yönelik ambargoyu kaldırdılar ve İran’ı hedef tahtasından çıkardılar. Şimdi İran hedef tahtasından çıkartılıp, ambargo kaldırılıp, İran’a yönelik yatırımların başladığı noktada, burada Rusya ve ABD’nin işbirliği yaptığını, ama İran’ı hedefe oturtan İsrail’in, küresel sermayenin, silah ve petrol şirketlerinin, yani savaş isteyen büyük tekellerin oyunlarının bozulduğunu gördük o dönemde. Şimdi, aradan bir yıl geçtikten sonra gelinen aşamada gene savaş lobilerinin savaş konjonktürünü tırmandırma noktasına geldiklerini de. Biliyorsunuz savaş tek yönlü olmaz. Mutlaka karşılıklı tarafların bulunması gerekir. Burada İran’ın yarattığı boşluğu doldurmak üzere yeni bir aktörün gündeme getirildiğini gördük. O da IŞİD olarak gündeme geldi. Şimdi IŞİD’i hedefe oturttular. 24 Batı ülkesi IŞİD’e yönelik ortak bir koalisyon kurdular. Türkiye’yi de NATO ülkesi olarak bu koalisyonun içine aldılar. Ama Türkiye’nin bölge ülkesi olduğunu unutarak hareket ettiler. Türkiye hem bölge ülkesi hem batılı ülke olarak iki arada bir derede kaldı. Bölge ülkesi olarak sıcak çatışmaların tehdidi altında iken, Batı ittifakı ülkesi olarak Batı’nın bölgeye yönelik hegamonik saldırıları noktasında Türkiye’nin bu doğrultuda zorlandığı ve kullanılmaya çalışıldığını gördük. 
Şimdi, ben bir Kamu Hukukçusu ve Jeopolitik çalışan bir bilim adamı olarak, Türkiye’ye yönelik bütün gelişmelerin bu çerçevede ikili değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bir; Türkiye bölge ülkesidir. İki, Türkiye Batı ittifakı ülkesidir. Şimdi bölgedeki çatışmalar giderek büyür, Türkiye Batı’yla karşı karşıya gelirse, o zaman Türkiye’nin karışması gündeme gelir. Ki, sizin o biraz önce belirttiğiniz sıcak çatışmalar ortaya çıkar. Batılı ülkeler, Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’da kullanamadıkları zaman, Türkiye’nin iç meselelerinin tırmandırılmasının gündeme geldiğini görüyoruz.
-Türkiye’nin, özellikle  17 Aralık’tan sonra, Batı ve ABD merkezli dayatmalara karşı bir “Millileşme” çabası içerisinde olduğunu, veya bir karşı durma çabası içinde olduğunu düşünüyor musunuz?...
Anıl Çeçen: -Şimdi, bugünkü “Küresel sermaye” dediğimiz yapılanma, bir yönüyle Kapitalist Dünya devletidir. Bu, 1871'de ABD’de, Chicago’da “yuvarlak masa” toplantısıyla kurulan bir yapıdır. 1871 çok kritik bir tarihtir. Çünkü 1871’de Almanya-Fransa çatışması sonrasında Paris’te Komünist bir yönetim kurulmuştur; Paris Komünü… Kapitalizmin beşiğinde, Komünist bir yönetim kurulunca, Kapitalistler paniğe kapılmışlar ve bir dayanışma içerine girmişlerdir. O noktadan sonra, Kapitalistlerin “Yuvarlak Masa” adı verilen ilk “Dünya devleti” yapılanmasına yöneldiklerini görüyoruz. Bu noktadan sonra, Kapitalist blok, yani sermaye güçleri, mevcut devletlerin dışında hareket ederek, daha farklı davranmışlardır.
 Bunun uzantısı, 1. Dünya Savaşı süreci içerisinde, Mesela İngiltere ve Fransa Osmanlı’yı işgal edip, Ortadoğu’yu paylaşmıştır. Rusya’ya karşı. Ama Rusya çökertilmiştir, Japon savaşıyla beraber. Ama o arada da, Rusya’da bir devrim olmuştur. Eğer o Komünist devrim olmasaydı, İngiltere ve Fransa Dünya’yı paylaşacaktı. Komünist devrim onu önlemiştir, bu boyutta görmek lazım. Çünkü Osmanlı çökmüş, her yer işgal edilmiştir. Ama Sovyetler Birliği’nde bir Komünist devrim meydana geldikten sonra Atatürk bundan yararlanmıştır. Anadolu’daki Kuvay-ı Milliye hareketi bundan yararlanarak, Sivas Kongresi kararlarıyla devleti kurmuşlardır. Ama yeni Anayasa’yı çıkarmak için, 6 ay beklemişlerdir. Bakü Kurultayı’nı. Yani, bu coğrafyada Türkiye tek başına hareket edemez, bölge devletidir. Merkezî konuma sahiptir. Ama bu bölge, dünya’nın jeopolitik merkezi olduğu için dünya dengeleri doğrultusunda gelişmeler olur bu bölgede. Benim az önce belirttiğim, ana nokta, gelinen nokta şudur; ABD ile küresel sermayenin yolları ayrılmıştır. Çünkü, küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda, ABD Ortadoğu’da savaşmış ve zayıflamıştır. Misal; Latin Amerika’yı kontrol edemiyor ABD. Afrika’yı kaybetti… Kuzey Buz denizini Ruslar ele geçirdi. ABD Avrupa’yı eskisi gibi yönlendiremiyor artık. Küresel sermayenin, İsrail’le ortak, Ortadoğu’da istediği savaş çerçevesinde, Amerika Ortadoğu’da 10 yıl savaşmak zorunda kalmış, Ortadoğu’ya kafasını gömdüğü için de diğer kıtalardaki gücünü kaybetmiştir. Şimdi Obama çok zor durumda aslında. Ondan dolayı Putin’le paslaşıyor. Ama İsrail’i ve küresel sermayeyi kontrol edemediği noktada, Obama Almanya’yı devreye sokmaya başladı. Böylece Ortadoğu’da yeni dengeler oluşuyor…
- Peki, bu büyük denge değişmeleri arasında Türkiye’nin durumu ne olacak sizce?...
Anıl Çeçen: -Sayın Cumhurbaşkanımız, Ortadoğu’da değerlendirmeler yaparken bir “üst akıl” dan bahsediyor. Demek ki artık meseleler, olaylar görüldüğü gibi değil. O olayların arkasında güç merkezlerinin izlediği plan ve projeler var. Nasıl Büyük Ortadoğu bir projeyse, Büyük İsrail bir projeyse, Türkiye Cumhuriyeti de bir projeydi. Küreselleşme nasıl bir projeyse, Avrupa Birliği de bir projeydi. Şimdi projeler çarpışıyor aslında. Burada tabii güç merkezleri kendi çıkarları doğrultusunda, yol almak için de etnik meselelerle dinî meseleleri, cemaatlerle etnik grupları birbirine karıştırarak, sıcak çatışmalarla yerleşik devlet düzenlerini yıkarak, parçalayarak yola devam etmek istiyorlar ve bir “Küresel dünya imparatorluğu”nu bu doğrultuda oluşturmaya çalışıyorlar.
-Küresel sermayenin çıkarları Türkiye’yi, bir Irak veya Suriye’ye çevirmeye yönelik mi?..
Anıl Çeçen: -Küresel sermayenin ana hedefi şudur; “Şirketler büyüyecek, devletler küçülecek…” Bakın 20. Yüzyıla girerken 20 devlet var, çıkarken 200 devlet var. 21. Yüzyıla girerken 200 devletle girdik, çıkarken 2000 devlet olmasını istiyorlar… Yani bütün ulus-devletlerin parçalanmasını, eyaletlere bölünmesini istiyorlar. İşte o nedenle yerelleşmeyi, özerkleşmeyi, eyaletleşmeyi, bölgesel federasyon yapılanmalarını gündeme getiriyorlar. Ama bunu durduk yere yapamayacakları için, etnik ve dini çatışmalarını tırmandırıyorlar. El altından da silah şirketlerinin çıkarları doğrultusunda, hepsine silah dağıtıyorlar. Bu amaç için, devletleri iç kavgalara sürükleyerek, toparlanmasını ve güçlenmesini önlüyorlar. 
Şimdi, bunu yapan “Küresel sermaye”dir. Çünkü küreselleşme tamamen tekelci sermayenin kontrolündedir. Karl Marks’ın deyimiyle, “Finans Kapitalin kontrolündedir…” Bu çerçevede baktığımız zaman Dünya’nın geleceğinde, artık mevcut devletlerin ötesinde, ulus-devletlerin geride kaldığı, eyalet yapılanmalarının öne çıktığı bir süreç istiyorlar. Bu doğrultuda devletleri küçültecekler, şirketleri büyütecekler… Şirketlerin patronlarına da baktığımız zaman, patronlar genelde Musevi-Yahudi asıllı olduğu için “Siyonizm” ön plana çıkmaktadır. Kapitalizm bir anlamda “Siyona- Kapitalizm” haline gelmektedir. Siyonistlerin kontrolündeki kapitalizm halini almaktadır. O bütün devletleri dağıtmaktadır. Mesela bugün, ABD’de Teksas’da çay hareketi başlamıştır, Teksas’ın kopmasını istiyorlar… Kaliforniya kendini Dünya’nın 4. Büyük ekonomik gücü ilan ettiBir ABD eyaleti  bağımsız devlet olmak istiyor. Böylece ABD’de eyaletler kopmaya doğru gidiyor. Ya da ABD’de Mormonlar bir cemaat olarak toplanıyorlar, Utah eyaletinde birleşip, orayı bir Mormon devleti haline dönüştürmeye çalışıyorlar. Demek ki, burada küresel sermaye, ulusları tasfiye etmek için dini kullanıyor. Bir tarafta şirketler ve cemaatler, diğer tarafta devletler ve milletler var. Geçmişten gelen yapı, devletler ve milletler, geleceğe dönük yapıyı sermaye ve şirketler yönlendirdiğinde, devletlerin parçalanmasında hem cemaatleri, hem etnik grupları kullanıyorlar, destekliyorlar, finanse ediyorlar, silah dağıtıyorlar ve çatıştırıyorlar.
-Bu dayatmalara nasıl karşı duracağız sizce?..
Anıl Çeçen: -Bu mesele sadece Türkiye’nin meselesi değil, sadece Ortadoğu’nun meselesi değil… Bakın Afrika’da da çatışmalar devam ediyor, Asya’da da çok büyük çatışmaların olduğu yerler var. Ama Avrupa ve ABD’de bu olmuyor. Batı yüzyıllarca süren, emperyalizm sonrasında bir blok halinde kendi güvenliğini bir dayanışma ittifakına bağlamış noktada… Türkiye burada ortada kalıyor. Hem Batı ittifakı içerisindeyiz, hem Avrupa birliğine üye olmadığımız için dışarıda kalıp, Ortadoğu ülkesi olarak Batı’nın çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’ya sürüklüyor. Ki bu Osmanlı’nın son döneminde, Osmanlı ordusunun Hicaz çöllerinde dağılması gibi bir süreçti…  Şimdi Türkiye’yi yine aynı role sürüklüyorlar… Bütün Ortadoğu’da çatışmaları tırmandırıyorlar. Önümüzdeki dönemde, Türkiye’yi de bu işin içine katarak, Türkiye’nin gücünden, devlet yapısından, jeopolitik konumundan ve askeri gücünden yararlanarak, bu bölgede kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılanmayı sağlamak  istiyorlar.
Burada iki şey var, çok önemli; bunlardan birincisi, bugünkü haritayı İngiltere ve Fransa’nın çizmesidir ki, onlar uzaktan Ortadoğu’ya, bir “Merkezî imparatorluğu” parçalamak doğrultusunda baktıkları için, bugünkü haritayı çizmişlerdir… Ama arkadan 2. Dünya savaşıyla Amerika, Ortadoğu’ya gelmiş, yerleşmiş, artı bir de İsrail kurulmuş.  
İsrail açısından bakarsan bölge devletleri çok büyük; bir ân önce hepsinin parçalanması lazım… ABD açısından bakarsak, Batı ittifakının egemen olması için Türkiye’nin bu coğrafyada bir askerî üs olarak kullanılması gerekiyor… Bunun her ikisi de bizim aleyhimize… Hem İsrail’in hem ABD’nin planı bizim aleyhimize… O zaman birilerinin bunu çıkıp söylemesi lazım, Türkiye’de. Çünkü Türkiye hem bölge ülkesi olacak, hem Batı ittifakının ülkesi olacak. Batı ittifakı bölgeye saldırı planları hazırladığı noktada, Türkiye’yi kullanmaya kalkınca, biz bütün komşularımızla, bütün İslam dünyasıyla, bütün Arap dünyasıyla karşı karşıya, düşman haline geliyoruz ve bunun faturası bize büyük oluyor. Çok büyük oluyor!.. Ki aynı süreci yarın İran’la yaşatmaya çalışacaklar. Farslarla Türkleri karşı karşıya getirmek isteyecekler. O noktada Kuzey Irak’ta yaşayan, Kürt asıllı toplulukların da kullanılmaya çalışıldıklarını görüyoruz ki, nereden bakarsanız bakın topyekûn bir saldırıyla karşı karşıyayız…
-Nasıl çıkacağız bu kaostan?
Anıl Çeçen: - Ben bu konularda epey yazdım; makalelerim var, kitaplarım var biliyorsunuz. “Türkiye’nin B Plânı”nı ben 10 yıl önce yayınladım. “Milli Programı” şimdi sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakan sahip çıkıyorlar, “2023 Programı” olarak. Bunu 2007’den önce biz yayınladık. Onlar “Demokratik Türkiye” diyordu, biz “Güçlü Türkiye” diyorduk. Demokrasiye karşı değiliz. Sonuna kadar demokrasiden yanayız ama, “Avrupa barışı” yok burada. Savaş içinde demokrasinin olamayacağını görüyoruz ve giderek “güvenlik” meseleleri gündeme gelince; demokrasi adına “cumhuriyetin” tasfiyesi ile karşılaşıyoruz. Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesi ile de gücünü kaybetme noktasına geldiğinde de, işte bugün yaşadığımız çekişmeli ve kritik bir noktaya doğru sürüklenmiş hale geliyoruz.
-Nasıl bir yol öneriyorsunuz?...
 Anıl Çeçen: -Önümüzdeki dönemde, ben burada gayet somut olarak şunu öneriyorum; 
Bir an önce Türkiye’deki iktidar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti komşu devletlerle bir araya gelmeli. Bakın hâla Kuzey Irak ve Kuzey Suriye ile uğraşıyoruz. Ama Türkiye’nin muhatabı bunlar değil. Atatürk döneminde olduğu gibi nasıl bu coğrafyada Sovyetler Birliği’ne karşı, Hitler’e ve Mussolini’ye karşı bir “bölge güvenlik sistemi” Sadabat Paktı’yla kurulduysa aynı şekilde bugün Türkiye, Şam’la, Bağdat’la Tahran’la, Bakü’yle, Tiflis’le bir araya gelerek bir bölgesel dayanışma ittifakına girebilir. Ben buna “yeni Cento” diyorum. Çünkü bir dönemde, soğuk savaş döneminde Sento’yu biz burada yaşadık. Bu NATO düşmanlığı değildir. NATO’nun bu coğrafyada bir anlamda yabancı kalması noktasında Sento eskiden olduğu gibi, bir de senato vardı… Uzakdoğu ülkelerini bir araya getiren CENTO, NATO’yla ittifak halinde dünya barışını sağlayabilir. Ama bunun için mutlaka Irak’ı, Suriye’yi, İran’ın, Azerbaycan’ın, Gürcistan’ın da içinde yer alacağı bir yapılanmaya gitmek lazım. 
Bunun başlangıcı, Irak’a komşu olan ülkelerle başlamıştı. Bakın Amerikan ordusu Irak’tan çekilince, Irak’a komşu olan ülkeler Irak’ta bayağı ciddi destekler sağladılar. Şimdi Suriye aynı durumda. O zaman Türkiye İran ile bir araya gelecek Irak’ın toparlanmasına, Suriye’nin toparlanmasına yardımcı olacak. Azerbaycan’ı, Gürcistan’ı yanına alacak ve bu noktada ikinci bir “Bakü Kurultayı”yla bu bölgede bir merkezi devletler birliği kurulacak. 
Benim bu konudaki önerim; “Merkezi Devletler Birliği”nin Bakü merkezli İran-Türkiye ortaklığına dayanan, Irak, Suriye, Gürcistan ve Azerbaycan’ı içine alan bir yapılanma, bölgede barışı sağlayacak bir yeni alternatif olarak gündeme getirilmesidir. Fakat maalesef  şimdiye kadar Türkiye’deki partiler, iktidar ya da muhalefet partileri olsun, hiç birisi böylesine somut bir öneriyi gündeme getirmediler.
Ama bu bölgenin içerisine bakın; şimdi bile hâla bizim İran’la ortaklığımız var. D-8’de Erbakan’ın başlattığı işbirliğinde ortağız, EKO denilen, Karadeniz Ekonomik işbirliğinde ortağız… Daha önce Bağdat Paktı’nda, Sadabat Paktı’nda, RCD’de ortak olmuşuz. Şimdi biz İran’la yüz sene içerisinde 5 tane ortaklık yaşamışız ve bugün bir etnik kavga ya da bir cemaat kavgası ya da mezhep kavgasıyla savaşa sürüklenmesinin, ben iki devletin de aleyhine olacağı kanaatindeyim.  
Bölge barışını da ciddi boyutlarda tehdit ederek 3. Dünya savaşı potansiyeli yaratabilecek durumdadır. O zaman bizi Batılı devletler, komşularımıza yönelik savaşa doğru sürüklemesin. Bıraksınlar biz komşularımızla bir araya gelelim, bölge barışını Batılı ülkeler karışmadan sağlayalım. Ama bunu İsrail kabul etmiyor, bunu küresel şirketler kabul etmiyor, bunu bu coğrafyada silah satmak isteyen, bu coğrafyanın petrolüne el koymak isteyen küresel şirketler önlemeye çalışıyorlar. Mesele budur.
-Ortaya koymuş olduğunuz bu perspektifle alakalı, Türkiye’nin bunları yapabilmesi için içeride ayağını sağlam basması gerekmiyor mu ? Mesela orada bir etnik tehlike, burada paralel yapı?. Bunu sadece bir iç mesele olarak düşünmüyoruz herhalde? Bu söylediklerinizi gerçekleştirebilmek için Türkiye’nin içeride çok ciddi bir “birlik” oluşturması gerekmiyor mu?..
Anıl Çeçen: -Ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geçmişten gelen 1000 yıllık Türk ve Müslüman devlet geleneğine sahip olduğu kanaatindeyim. Ayrıca Cumhuriyet döneminde de, kurucu kadrosunun ve kurucu önderliğinin Türkiye’ye çok önemli bir siyasi birikim bıraktığını da görüyorum, Cumhuriyet kuşağının bir temsilcisi olarak.
Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin bu doğrultuda toparlanması için bir “Milli idari reforma” ihtiyacı var. 
Bakın, ben 10 yıl önce “B Planı” kitabımı yayınladığım zaman şunu dediler; -ki bir çok kesim tartışmıştı bunu- Dediler ki; “Doğru söylüyorsun, ama sen bu kitabı erken yazdın. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ve bölgenin toparlanması noktasında böyle bir plana gerek var. Bir bölgesel oluşuma… Avrupa Birliği gibi bir merkez birliğine ihtiyaç var. Ama bunu yapabilecek bir Türkiye’ye ihtiyaç var önce. Bunu yapacak güçte bir Türkiye olmazsa B planı uygulanamaz” dediler ve doğruydu. 
İşte bunun üzerine ben 2023 Güçlü Türkiye programını platform çatısı altında arkadaşlarımızla hazırladık ve kamuoyuna ilan ettik. Bizim orada önerimiz şudur; Türkiye acilen toparlanacaktır. Bu noktada Cumhurbaşkanına, meclisteki partilere büyük iş düşmektedir. Hem meclisteki partileri, hem meclis dışındaki partileri Cumhurbaşkanı ve hükümet bir ortak toplantıya çağırmalıdır ve onun içerisinden çıkacak bir uzlaşma ortamı içerisinde de Türkiye siyasi gündemini belirlemelidir. Seçimler erkene alınabilir. Ortadoğu’daki çekişmeler nedeniyle seçimler sonrasında da, gerek bugünkü iktidar, gerekse gelecek iktidarların paylaşılabileceği bir “Milli program”ın gündeme getirilmesi gerekmektedir. Fakat bu konuda Avrupa merkezli, Amerika merkezli, İsrail merkezli bakan Türk aydınlar olduğu için ve Türkiye’deki siyasi kadrolar maalesef, Avrupa, ABD ve İsrail merkezli yapılanmaların içinden geldiği içindir ki, Türkiye’yi böylesine bir yapıda toparlayabilecek bir potansiyel, siyasi olarak harekete geçememektedir.
Önümüzdeki dönemde, bugünkü hükümet yoluna devam etsin veya etmesin; bir koalisyon gündeme gelebilir… Bir milli hükümet gündeme gelebilir ya da yeni bir siyasi hareket hızlı bir şekilde ortaya çıkıp toparlanabilir. Veya, mevcut partiler bir koalisyon kurabilirler. Bütün bunların ana hedefi, Türkiye Cumhuriyeti Devletini toparlayacak, gücünü yeniden arttıracak, şimdiye kadar küreselleşme süreci içinde tasfiye edilmiş olan gücünü yeniden toparlayacak bir milli idari reformun acilen Türkiye’nin gündemine getirilmesi gerekmektedir. Bu millî idarî reformla, Türkiye’de gerek askerî kesim, gerek sivil kesim, gerek siyasî kesimler bir araya gelip Türkiye’nin toparlanmasında, bir iç savaşa sürüklenmeyi önleme noktasında, bir ekonomik çöküşe sürüklenmeyi önleme noktasında, Türkiye’nin emperyal güçlerin bazı oyunlarına alet olarak bir savaş senaryosuna sürüklenmesini engellemek için, bütün bunları dikkate alan bir millî program, Türkiye’nin gücünü arttıracaktır. Toparlayacaktır. Böylece içeride toparlanan Türkiye, hızlı bir şekilde bölgesine daha bağımsız bakarak, komşularıyla bir araya gelmenin yollarını arayacaktır. Tıpkı ulusal kurtuluş savaşı günlerinde olduğu gibi.
-Bu, hükümetin, “2023 Vizyonu” olarak bahsettiği, sizin programa?..
Anıl Çeçen: -Gördüler ki, kendilerinin gündeme getirmediği bazı düşünceler, bazı öneriler Türk toplumunun içinden çıkıyor. Meclis'te şu an üç parti var, üçü de pasifize edilmiş. Bir tanesi bölgesel bir parti niteliği gösteriyor, bir tanesi milliyetçi, bir tanesi Atatürkçü olduğunu söylüyor ama, hiçbir muhalefet partisi Türkiye’nin geleceği için bir milli idari reform planı-projesi ortaya koymadı. Biz bu konuda Ankara’daki Ulusal Güç Birliği Platformu olarak, 2007 seçimlerinden önce böyle bir çalışmayı ortaya koyduk. Ve ondan sonra bu tartışma başladı. 
Şimdi bu tartışmanın yapılması ve kamuoyunda yansıması noktasında; iktidarın da tavır değişikliğine gidip, “Demokratik Türkiye” kavramıyla, Avrupa Birliği, Amerika, İsrail üçgeni içerisinde bir yerlerde sürüklenmektense, giderek bölgede artan sıcak olaylar ve güvenlik sorunları çerçevesinde, hükümetinde 2023’e dönük, yani Cumhuriyetin 100. yılında daha güçlü bir Türkiye’nin gündeme gelmesi noktasında bir arayışa girdiğinigörüyoruz…
- Peki böyle bir dönüşümün “17 Aralık”tan sonra mı başladığını düşünüyorsunuz? Çünkü önceden çok düz bir gidiş vardı, “17 Aralık”tan sonra ciddi bir çatlak doğdu. Özellikle küresel güçlerin, küresel sermayenin hedefleri doğrultusunda hareket eden, “ devlete sızmış” yapının?..
Anıl Çeçen: - Paralel Devlet yapılanmasını mı diyorsunuz ?
- Evet. Paralel Devlet yapılanmasını diyorum?
Anıl Çeçen: -Türkiye’de tek bir paralel devlet yapılanması yok. Ben birkaç tane paralel devlet yapılanması olduğu kanaatindeyim. Zaten bu da kamuoyuna yansımış vaziyette. Ülkenin bir yerinde devlet kurmak isteyenler de kadrolaşıyorlar, bazı cemaatler de farklı bir yapılanma çerçevesinde kadrolaşıyorlar. Ama kapitalist kesimler esas paralel devlet. Ben Türkiye’de, asıl “paralel devletin” sermaye olduğu kanaatindeyim. Çünkü dikkat edin, küresel sermaye ulus devletlere karşı savaş açmış vaziyette. Amerika kendisindeki sermayeyi kontrol edemiyor. O sermaye Amerika’yı kendi çıkarları doğrultusunda, Amerikan devletini kullanıyor. Şimdi aynı süreç Türkiye’de de var. Türkiye’de siyasi partiler geliyorlar geçiyorlar ama, Türkiye’deki kapitalist patronların, finans kapitalin yerli ortaklarının gücü değişmiyorHep onların istediği oluyor. Hep onların alternatif parti olayları gündeme geliyor, hemen müdahale ediyorlar; ‘’Cumhuriyetçi partiyi engelliyorlar, laik parti istiyorlar’’. Çünkü o kesimlerin içinde gayr-i Müslim lobiler de etkin. Bunları da görmemiz lazım. 
-“Türkiye’yi yöneten 3 bin aile” mevzuu…
Anıl Çeçen: -Bir yönüyle öyle tâbii... Bu konuda “Boğazdaki Aşiret” diye bir kitap da yayınlandı biliyorsunuz zamanında. “Boğazdaki Aşiret” meselesi, ki, 1848 ihtilallerinde Polonya’dan kaçanlar önce gelip Polonezköy’ü kurdular. Daha sonra işte Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden kaçanlar, gelip boğazın iki yakasına yerleştiler ve Boğazdaki Aşiret ortaya çıktı. Şimdi “Boğazdaki Aşiret”in uzantısı olan kesimler, küresel sermaye ile ortaklık içerisine girdikleri noktada, ciddi bir milliyetçi, ulusalcı, Türkiyeci, ya da antiemperyalist yapılanmayı önlüyorlar. Çünkü basın medya onların kontrolünde olduğu gibi, siyaseti yöneten kadroları da onlar finanse ediyorlar, onlar adına hareket eden politikacılar. Bakın uzun süre Türkiye’de etkin olan politikacıların geçmişine ilişkilerine bakın, hepsinin arkasında bir holdingi görürsünüz.
-Sizce Ak Parti gitgide daha bir millileşiyor mu?..
Anıl Çeçen: -Bugünkü hükümet 12 yıldır Türkiye’yi yönetiyor. Artık belli bir birikime sahipler. Belli bir tecrübe edindiler. Ama bazı ittifaklar da çatladı. “17 Aralık” meselesi orada gündeme geldi. Orada yolların ayrıldığını görüyoruz. 
Bugünkü hükümetin yola devam etme noktasında bir şansı var. Çünkü alternatifi yok. Bugün, meclisteki partilerin hiç birisi iktidara gelebilecek durumda değil. Üç parti bir araya gelip koalisyon kurar mı? O da mümkün görünmüyor. O zaman seçimlere gittiğiniz zaman yine bugünkü hükümetin gündeme gelmesi söz konusu. O zaman hükümette, hem kendini yenileme noktasında, hem de devletle karşı karşıya gelmeme noktasında, devletle beraber ortak hareket etmek zorunluluğunu artık görmeye başladı. Kanaatim odur. 
Bu çerçevede tabii ki ister istemez önümüzdeki dönemde küresel sermayenin bu saldırganlığı ulus devletleri parçalamaya yöneldiği noktada, artık hiçbir siyasi iktidar bu oyunlara alet olmayacaktır-olamayacaktır. Çünkü her hükümet kendini belli bir noktada kurtarmak isteyecektir. Bu noktada hiçbir hükümet bindiği dalı kesmeyecektir. 
O zaman buradan şu sonuç çıkıyor: Önümüzdeki dönemde Türkiye eğer yoluna bugünkü haliyle devam edecekse, bir millileşme, milli çıkarlar doğrultusunda ortak hareket etme konusunda devlet ve hükümet işbirliği yapacaktır. Yeni ittifaklar gündeme gelecektir!. Aksi takdirde Türkiye devlet olarak da, millet olarak da, ülke olarak da toparlanamaz ve dağılma riski giderek tırmanır. Ve bu durum Türkiye’yi, hem iç karışıklığa, hem bölgesel savaşa çeker ki, bunları önlemenin yolu da çok hızlı bir şekilde toparlanmadır. Zaten dikkat edin “B Planı” ile önerdiğim milli program, Milli İdari Reform diyorum, yani demek ki Türkiye’de milli devletin güçlendirilmesi gerekiyor artık.Bununla birlikte Türk milletinin de toparlanması gerekiyor. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde Türkiye’yi yönetecek iktidarlara, Devleti yönetecek kadrolara, Türkiye’nin toparlanması konusunda bir milli tutum, bir milli politika zorunluluğu açıkça ortaya çıkmıştır.