Propaganda karayı ak, akı kara, iyiyi kötü kötüyü iyi gösterir; zalimi mazlum, mazlumu zalim yapar.
Propagandanın öyle bir sirayet gücü var ki, insanlar hayatlarından memnun yaşarken, hayatın çekilmez olduğuna ve birçok haksızlıklar yapıldığına dair bir propaganda dalgasına kapılırlar ve birbirlerinden görerek isyana kalkışırlar. Hiçbir şey değişmemiştir ama algılar birden değişmiş, dün şikâyet edilmeyen şeyler birden çekilmez hal almıştır. İktidarları yıkan halkın kör gücü bu olsa gerek.
Propaganda ile olumsuzlukları istismar eden veya olumsuzluk havası yayan iş bilir örgütler, halkın başına geçerek ve halkın yıkıcı gücünü manipüle ederek kendi amaçlarını gerçekleştirirler. Örgütün amacı haksa ve ehliyetli kadroları varsa eyvallah. Yoksa bir iktidar yıkılırken belki daha zalim bir iktidar kurulur.
Rejim muhalifi hareketler için iktidara isyan eden her hareket müsbet karşılanır ama her isyan örgüt lehine sonuç vermez. Mücadele edeceği zemin açısından bazı örgütlerin aleyhinde sonuçlar çıkabilir. Örgütler, mücadele edeceği ortamı arzu eder ve nihaî darbeyi hedefler.
Propagandanın etkili aracı enformasyon ağını ise emperyalist güçler olan ABD ve Batı kontrol etmektedir.
ABD Irak’a saldıracağı zaman, 1991 yılında bir “zalim Saddam” edebiyatı başlamıştı. İçimizdeki İrancılar da içlerindeki Şiilik gereği bu propagandaya hemen katılmışlardı. Elinde kitle imha silahı olduğu kara propagandasıyla “zalim Saddam”(!)a saldırdı ABD ve Batı. Petrole bulanmış karabatak görüntüleri ile Saddam’ın ne kadar kötü olduğuna inandırıldı dünya. Sonra bu karabatak görüntüsünün Norveç sahillerinde çekildiği ortaya çıktı ama propaganda hedefine ulaşmıştı. “Bir koyup üç almak” heveslisi ve ABD işbirlikçisi Özal da neredeyse savaşa sokuyordu Türkiye’yi. 25 Ocak 1991 meşhur Beyazıt’taki Cuma gösterisinde silah da kullanan İBDA-C’ciler hükümete sert uyarı verdiler. Akabinde 1 Şubat 1991’de Salih Mirzabeyoğlu ve 50’ye yakın gönüldaş gözaltına alındı. Fakat Türkiye ABD yanında Irak’ta savaşa giremedi.
2011 yılında Libya’da Batılı güçlerin dürtüklemesiyle isyan başlatıldı. İsyancılar birçok katliama imza atarken onları bastıran meşru Libya devlet Başkanı Kaddafî katliamcı ve gayrı meşru ilan edildi. NATO bombardımanında ise birçok sivil öldürüldü. Fakat propaganda ve dezenformasyonun gücü ile Kaddafî’nin ne kadar kötü ve katliamcı olduğu anlatıldı durdu. NATO ise barışçı(!) idi. Sonunda Kaddafî’yi düşürdüler ve Libya’yı yağmalamaya başladılar.
Keza Afganistan’da olanlar; hatta Pakistan’da insansız hava araçlarıyla ABD bir çok masum insanı öldürdü ve öldürmeye devam ediyor.
Derken Suriye’nin ipini çekmeye karar verdiler. Bir yerden düğmeye basılmışçasına isyan başlatıldı.
Ne için? Batı ve Amerika istiyor ve İsrail’in güvenliği için mi?
Amerika Ortadoğu’da ne yaparsa, öncelikle İsrail’in güvenliği için yapar. Bunu hiçbir zaman unutmayalım.
Beşar Esad rejimini desteklemiyoruz. Biz Sünnî İslâm devriminden yanayız. ABD yanlısı bir Suriye’den yana hiç değiliz.
Beşar Esad ve grubunun Nusayrî-Şiî inadını bırakıp Sünnîlerle iktidarı paylaşması gerekiyor. Yoksa ülke Batıya peşkeş çekilecek. İran’ın Şiî inadıyla da Ortadoğu’da huzur olmaz. Fakat bu ABD İran’ı vursun demek değil.
Suriye’de isyancılar muvaffak olursa Batı yanlısı bir rejim mi kuracaklar yoksa İslâmî bir rejim mi?
ABD ve Batı herhalde Suriye’de İslâmî rejim kurmak için uğraşmıyor. Şunu da soralım: Şu an Suriye’de ABD üssü var mı? Yok. Peki isyancılar iktidara gelirse ABD üssü kurulacak mı? Libya’da olanlara bakılırsa, evet, denilebilir.
Şu hususu da belirtelim: Öldürme zatıyla iyi veya kötü değildir. Hak dava için ve nefsi müdafaa için öldürmek caizdir ve hatta yerine göre cihad olur. Haksız yere öldürmek ise cinayet olur.
Suriye’de katliam olduğunu iddia eden Batı neden İsrail’in katliamına seyirci… Aynı Batı ve Amerika Irak’ta 2 milyonun üzerinde Müslüman öldürmüş ve katliam yapmışken Suriye’de öldürülenlerin davasını gütmesi ne derece samimi?
Katliam falan hikaye… Herkes işine geldiğine göre ve siyasî menfaatine göre davranıyor. Herkes kendi katliamını meşru, karşıtlarının yaptığını ise gayrı meşru görüyor ve gösteriyor.
Geçen Mevlid kandilinde Obama açıklama yaptı, Hilary Clinton duygulandı(!), güya Suriye’de o gece 500 kişi öldürülmüş. Müslümanları düşünmek ne zaman gâvurlara düştü? Obama’nın açıklamalarından facebook ortamında gaza gelen bazı gönüldaşlar (!) da oldu. Sonra işin dezenformasyon olduğu ortaya çıktı, ölü sayısı 500 den 33’e kadar indi. Propagandanın gücü!
Suriye’de bir iç savaş var ve her iki taraf birbirini öldürüyor. Birçoğu Batı medyasının şişirmesi olsa da katliam ve zulüm de yapılıyor. Savaşta her iki taraf birbirini imha etmeye bakıyor. Eşyanın kuralı bu… Fakat, savaş kuralına uymayan ve sivillere, kadınlara ve çocuklara zarar veren eleştirilmek zorundadır. Kim olursa olsun, masumların öldürülmesi tasvip edilemez.
Bizim tarafımız nerede mi?
İslâm’ın menfaati nerede ise biz oradayız!
Biz sünnî bir İslâm devriminden yanayız. Bu olmuyorsa antiemperyalist tavrımız gereği tavır alırız. Amerika ve İsrail’in karşısında dururuz. Kimsenin gazına gelmeyiz, ideolojimize ve İslâmın faydasına göre bölgeyi ve hadiseyi değerlendiririz. Bölge, ülke ve şartlara göre İslâmî harekete hangisi uygunsa onu tercih ederiz.
Türkiye’nin Suriye politikasına ABD güdümünde olduğu kadarıyla biz karşısındayız. Türkiye’nin Suriye’ye askerî seçeneğe girmemesi ise doğru bir tavırdır. Tayyip Erdoğan’a bir çift sözümüz var: Hama’nın hesabını bugün mü soruyorsun? ABD menfaati için mi Hama’dan bahsediyorsun? Daha dün kızının nişanına Esad’ı çağırırken Hama aklında değil miydi?
Kimden gelirse gelsin haksızlık ve zulme karşı durmalıyız. Fakat El-Cezirenin Batı ile işbirliği halinde yönlendirmelerine de dikkat etmeliyiz. Tek yanlı katliam propagandalarına dikkat etmeliyiz.
Şiî-Nusayrî Esedi devirip Sünnî bir İslâm devrimi kurulacakmış gibi hava oluşturmaya kalkıyorlar, Irak’ta Sünnîleri katleden Amerika ve Batı tarafından yapılıyor bu propaganda, Türkiye’yi gaza getirmek amacı da var. Hem Türkiye’yi İran’a karşı kullanacaklar. Tamam, Şiîliğe karşı olalım ama bu Sünnîlik adına yapılmıyor ki. ABD çıkarları adına yapılıyor.
İlla bir tarafın kuyrukçusu olmak zorunda değiliz. ABD’yi tutmasak Şiî mi olacağız?
Dün Ehli Sünnet hassasiyetimizi eleştirenler bugün Suriye mevzuunda Şiî düşmanı kesildiler.
Hem Esed’in karşısında olalım, hem Amerika ve Rusya’nın. İslâm gayesi taşıyorsak ve başkalarına yem olmayacaksak Abdulhamid Han’ın İngiliz veya Almanlarla ittifakı gibi ittifaklar da olabilir. Gelin bunu tartışalım, sistem ve siyaset içinde kendi tarafımıza oynayalım.
Suriye’deki Sünnî direnişçileri ve Müslüman Kardeşler örgütünü dikkatle takip etmeliyiz. Onların mücadelelerine destek vermeliyiz. Onların aldığı pozisyonu nazarı dikkate almalıyız. Bizim arzumuz, Suriye’nin emperyalizme yem olmaması ve Şam-ı Şerif’in mânâsına doğru yol almasıdır. Suriye’nin Amerika’ya yem olmasına da karşı durmalıyız.
Bizim kendimize özgü, İslâm’ın iktidarına yönelik bir siyasetimiz yok mu? Olamaz mı, olmayacak mı? Olmalı ve var. Biz böyle bir bakış açısına yani BD-İBDA dünya görüşüne mensubuz.
İslâmî bir dünya görüşü ve bunun sistemine bağlı siyasetle adım adım gerçekleştirilecek İslâm siyasetimiz olmalı.
Ve hadiseleri buna göre değerlendirmeliyiz.
Muhakeme usulümüz doğru olduktan sonra yanlış yapma ihtimalimiz aza iner veya hadiseler içersinde düzeltilir.
Fakat bir tarafa angaje olanlar ve hadiseleri ideolojisinin müstakil bakışına göre değerlendirmeyenler, rüzgâra göre gider ve hâkim güçlere alet olur.
Geçen haftalarda, bir grup İslâmcı İstiklal Caddesinde İran’a destek ve ABD’yi protesto ederken başka bir grup İslâmcı ise, bu tavra zıt bir konumda Suriye rejimini Nişantaşı’nda konsolosluk önünde protesto ediyordu. Daha önce birçok eylemde bir araya gelmiş İslâmcı gruplar arasında tamamen birbirine zıt iki tavır. Çünkü Suriye üzerinde ABD-İsrail ile Rusya-İran arasında bir güç gösterisi var.
Biz ise ABD’nin İran’a müdahalesine karşı dururken, yine ABD’nin Suriye’de yeni bir rejim kurmasına karşı dururuz. Bütün bunların yanında Şiî yayılmacılığına da dikkat ederiz. Başkalarının argümanı değil, İslâm siyasetinin aktörü olmak isteriz. Başkalarının propaganda ve yönlendirmelerine de dikkat ederiz. Bu siyasete uygun ittifaklar ve destekler söz konusu olabilir, olmalı da.
Bizim pusulamız, BD-İBDA dünya görüşünün siyaset ve stratejisidir.
        


Baran Dergisi, 266. Sayı