George Carlin, 5 Grammy ödülü kazanmış komedyen, aktör ve yazar. Hayat arkadaşı, can yoldaşı sevgili eşi Brenda’nın elim bir hastalık sonucu ölmesinden sonra “Zamanın Paradoksu” başlığı ile yüzyılın mahrem noktalarını, insanı nereden nereye getirdiğini ifşa edici şu yazıyı yazar.

“Daha yüksek binalarımız ama daha kısa sabrımız var. Daha geniş yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz ama daha az şeye sahibiz, daha fazla satın alıyoruz ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz ama daha küçük ailelerimiz, daha çok ev gereçleri ama daha az zamanımız var.
Daha çok eğitimimiz ama daha az sağduyumuz daha fazla bilgimiz ama daha az bilgeliğimiz var.
Daha çok uzmanımız ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz, çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz, çok az okuyor, çok fazla TV izliyor ve çok ender şükrediyoruz.
Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz.
Geçimimizi sağlamayı öğrendik ama hayat kurmayı öğrenemedik. Hayatımıza yıllar kattık ama yıllara hayat katamadık.
Aya gidip gelmeyi öğrendik ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekle sorunumuz var”

Evet insanız; kalp hakikatine bitişik ruh ve nefs kutuplarıyla mürekkep bir varlığız. Doğru, güzel ve iyinin kaynağı ruh ve buna mukabil yanlış, çirkin ve kötünün kaynağı nefs ile iç içe hayatımızı idame ettirme çabasındayız. Endişelerin daha çok, ümitlerin ise daha az yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Evet insanız; fazilete göre yaşamak ile hazza göre yaşamanın arasında gidip geliyoruz. Allah’a kulluk için gelmişiz. Elbette fazilete göre yaşamamız gerek. Fikrimizin coğrafyasına malik olamadığımızdan hazza giden yollar sayısız Bu yüzden nefsimizi ayartıcı bir sürü şeyle karşılaşıyoruz. Buna mukabil fazilete göre yaşamanın yolları dar ve zor. Bu ortamda din, nesil, can ve mal emniyetini sağlamak kolay değil.

 Evlatlarımız var; onlardan mesulüz. Onların yetişmesi telaşındayız. Nasıl olacaklar, arkadaşları kim, ne konuşurlar, neye meyilliler... Onlarda başarı görmek ve düzene mahkum olmamaları için dua ediyoruz. Bazen onlara ulaşamıyoruz. Arzu ettiğimiz hal ve başarıları göremiyoruz. Bu da bizi üzüyor. Sık sık izzetli ve şerefli olunması gerektiği üzerinde duruyoruz. Biz ne kadar buna riayet ediyoruz, o da ayrı bir bahis. Onlardan güzel bir tavır ve söz duyunca alabildiğince mutlu oluyoruz. Ramazandan önce evladımdan şu sözü duymak beni çok mutlu etti. Ramazanı “özlemiştim”. Rabbime şükürler olsun evladıma böyle bir sözü söylettiği için. Ne özlenir ne beklenir elbette sevgili. Demek ki Rabbim kendisi için yapılmasını istediği bu ibadette oğluma ne güzellikler yaşatmış ki, Ramazanı özletmiş. Evet hüzünle giden, özlemle yine geldi kapımıza. Ramazanı özleyelim ve ona bir daha gelmesi için hüzünle veda edelim. Hüzünlü olsun ne çabuk gittin ne geç geleceksin dercesine. Hüzünlü olsun çünkü hüzünlü kalpler yeşerir. Kendimizi ve diğer varlıklarla insani bir münasebet kurmamızı sağlar. Büyükler şöyle der; nefsin ağladığı yerde ruh güler, ruhun ağladığı yerde ise nefs güler. İşte Ramazan nefsin yularının olabildiğince bağlandığı ruh hakikatine temel olabilecek imkanların bahşedildiği bir zemin sağlar. Kendimizle bol bol konuşma yapabildiğimiz dışımızdaki varlıklara bakışımızı farklı veçhelerden gösterici pencerelerin açıldığı bir zaman algısı oluşur.

Evet Ramazan geldi. Hoş geldi, sefa geldi. Özlenen ve beklenen geldi. Nice fırsatlar, nice güzellikler sunmak için... Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azabından kurtuluş olan ramazandan olabildiğince istifade yolları arayalım. Yarına kalacağımıza bir güvencemiz var mı? Yarın olsa da bir iyi iş yapsam diyen gafillerden olmayalım. Büyüklerin sözünü can kulağıyla dinleyelim. Onlara göre bugün de dünün yarınıydı. Bu sözler nefs ve şeytanın iyi niyet kılığında birer aldatmacasıdır. Erteleyenler helak oldu; erteleyenlerden olmayalım. Ramazan bir ay boyunca nefse gem vurma zamanı. Sakın Ramazanı kendimize eziyet ve işkence ayı olarak görmeyelim. Bizi ve her şeyi yaratan Rabbimize isyan etmiş oluruz. Onun hakikatinden uzaklara düşeriz. Öyle düşeriz ki maazallah bir daha ayağa kalkmakta çok zorlanırız. Yoksa bu ayda yaşanması gereken güzelliklere nail olamayız. Akşama kadar aç kalmaktan başka bir iş yapmış olmayız. İbadetler bizim için  kemale ermemiz, insani hakikati yaşayabilmemiz için ne büyük bulunmaz vesileler. Böyle görmeli, böyle bakmalı Ramazana. Anneyi, babayı ve daha nice varlıkları yaratan Rabbim hiç kuluna sadece eziyet olsun diye ibadet kor mu? Asla bizi sevdiği için bizim neye muhtaç olduğumuzu en iyi bildiği için bunu koyuyor. Kalbi buna göre ayarlamak gerek, bu şuurla ibadeti yapmak gerek. İşte o zaman ruh bir kuş gibi kanatlanıp zorlar kolay oluyor. Sabır imanın yarısı, oruç da sabrın ta kendisi. Bütün insanlık hususi olarak da çocuklarımız oldukça sabırsız. Dersin başına oturtamıyoruz. Bir kitap okuyacak ve okutturacak gücümüz yok. Teknolojik aletlerle boğuyoruz. Rahat etmek için önlerine oyuncaklar dizip nice cinayetlere vesile olduğumuz haller. Ramazan bizi sabırla bileyecek, geleceğe çok daha güçlü bir varlık haline döndürecek. Çocuklarımıza oruç tutturalım, onlarla birlikte tutalım. Sofralarımızda bol bol sohbet edelim. Nakşilik yolunun en büyük ibadeti olan sohbet adabını yaşayalım yaşattıralım. Gelecek neslimize en büyük düstur olarak aktaralım. Soframızda lisanımızı rahmet pınarı gibi akıtalım. Değişelim değiştirelim. Kalbten gelen kalbe tesir eder. Kalbî, hasbî ve harbî olalım. Evlerimizi fikir ve zikir meclislerine döndürelim Melekler kanatlarını gersin yuvalarımıza. Ramazan bizi yavaşlatacak. Hız hız hız… Hızlı olmazsan yaşayamazsın diyen zırvaları bırakalım. Afrika’da bir ceylan hızlı olmazsa aslana av olur realitesine kendimizi fazla kaptırmayalım. Evet hayırlı işlerde hızlı oluruz, lakin acele eden, ecele gider lafında da haklılık payı var. Hız hız diye nice güzellikleri kaçırıyoruz, insan olmaktan çıkıyoruz. Kendi kendimize inemiyoruz. Ramazan, gökyüzünde süzülen bir kartal gibi bizi durultacak, eşya ve hadiseleri bambaşka görmemizi temin edecek. Rabbimizin vaadi var yeter ki O’na layık olacak bir ibadet gerçekleştirelim. Her yaptığımız ibadette “O’na layık olabildim mi?” kaygısında olalım. İbadetleri yapmayan kardeşlerimize dua edelim. Allah onlara da bu güzellikleri yaşatsın diye en güzel temennilerde bulunalım. Yaptığımız ibadetler sonucunda ibadet yapmayanlardan kendimizi  üstün görmeyelim. Her şeyin bir ucunda rahmet, bir ucunda şeytanın yolu vardır. Başkalarını küçük görmeye iten ibadet gerçek bir ibadet olamaz. İfa ettiğimiz ibadetler bizim her an kulağımıza ve gönül dünyamıza acizliğimizi fısıldasın. Elden fırsatları kaçırmayalım; kendimize olduğu kadar başkalarına da yükümlülüklerimiz var. Onlara daha çok zaman ayıralım. İnanın hiçbir şey kaçırmayız. Bilakis daha başarılı oluruz. Her işimizde Rabbimiz bizim yanımızda olur, vesileli-vesilesiz bize yardım eder. Haşmet Babaoğlu’nun ifadesiyle “bu yüzyılda insanın en büyük kaybı, kendini sorgulayacağı inzivadan mahrum olmasıdır.” Ramazan bize en büyük inziva imkanını bahşeder. Tüm ay boyunca bütün tutanlara, itikaf gibi hususi bir durumda olanlara en güzel ve anlamlı inzivalığı yaşatır. Kendimizle barışık olur, ailemizle aşk halinde yaşarız. İş dünyamızda verimsiz oluruz kaygısını atalım. Bilakis daha yapıcı ve üretken oluruz . Ocağımızda en güzel türkü ve masalları tüttürürüz. Komşularımızla, dostlarımızla tebessüm eder zor ve mutlu anlarda beraber olmanın güzelliklerini yaşarız.

Evet, Ramazan geldi, hoş geldi. “Pedala basmazsam düşerim, yol alamam bu benim hayatımın sonu olur”; bu menfi duyguyu yüreğinizden söküp atın. Pedala basmayıp bisikletle söğüt ağacının bulunduğu bir pınar başında durun. Söğüt ağacına yaslanıp suların içli sesinin terennümüne kapılarak, gökyüzüne dalarak dinlenin. Emin olun kalktığınız an daha hızlı olacaksınız. Kaybettiğim dediğiniz zamanın ötesine gideceksiniz. Evet, Ramazan geldi, Rabbimize itaat ederek bir süre yavaşlayalım. Hayatı daha dolu ve anlamlı yaşayalım... Vesselam. 

Baran Dergisi 542. Sayı