Eflâtun, Batı felsefesi tarihinde Platon olarak bilinir. Zeus adına yapılan olimpiyatlarda güreş müsabakalarına katılmış olup, hatırı sayılır bir üne de sahiptir. “Geniş omuzlu” olduğundan dolayıdır ki, kendisine, “geniş” mânâsına “Platon” denmiştir. Asıl adı Aristokles’tir.

Eflâtun denilince “ideler âlemi”nden sonra ilk akla gelen Akademi’dir. Bir isim olarak Akademi, eski Yunanlı Hekademos adında bir kahramandan mülhemdir. Kelimenin içinde saklı “Adem” kelimesine dikkat! Kelimenin başlangıcında yer alan Hek kelimesi “Ak” olarak okunsa da, “Yek”, dolayısıyla da “Bir” olarak okunabileceği gibi, “Hak” olarak da okunabilir gözükmektedir.

Not: Spekülatif bir çerçevede düşünürsek; Hekademos veya Akademus… Hak Adem Os… Ak Adem Us… Hak ehli… Akıl ehli… Hakikat ehli… Hak ve hakikatin araştırılması mânâsına felsefe ve felsefenin yapıldığı yer mânâsına akademi!

Akademus… Ak Adem Us… Ak veya beyaz, her şeyden evvel “mücerredin rengi”dir. Mücerred, “alakalardan soyunmuş”, “soyutlanmış” veya “tecrit edilmiş” olarak da okunabilir. İBDA külliyatına aşina olanlar, “fikirde tecrit” ifadesini hatırlayacaklardır… Us, Türkçe lügatte akıl mânâsınadır… Akademus, “aklî tecrit” veya “fikrî tecrit” ile ilgili olabilir mi? Aklın tecrit ufku!.. Âdem ve Adem kelimeleri, lûgatta varlık ve yokluk mânâsınadır. Tedaisi, ebced tevafukları üzerinden, Salih Mirzabeyoğlu, “Var-yok 126 tamam!” [1] terkibi… Toplamı Üstad Necip Fazıl’ın en çok sevdiği rakam hâlinde 9 olan 126 rakamı, Salih kelimesinin ebced değerine denk gelir ki, bu da bize “Salihlerle birlikte olmak” esprisini de hatırlatmaktadır. Bizzat “Salih” ile birlikte olmak isteyenlerin uğrak adresi, bizce İBDA külliyâtıdır, denilebilir. Varlıkta ve yoklukta Allah’ı hatırlamanın ne kadar mühim olduğunu hatırlatmaya gerek yok. “Yokluk da yaratılmış bir vardır!” esprisini de hatırlatarak söylemek isterim ki, varlık ve yokluk, her ikisi de Allah’ın varlıklarıdır ve her ikisinin varlığı Allah ile mümkündür… “Ölüm Odası”ndan, “Âyet meâli: “Herşey Allah’ın vechine karşı helâk hâlindedir!”; bekamız O’ndan… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nden iki beyit: “Seni salih diye övdüğüme bakma / Sen bizim övdüğümüzden yükseksin!” [2] …  “Her şey Allah’ın vechine karşı helak hâlindedir.” Varlık ve yokluk, -“iki zıt mânâ”-, “Salih” kelimesinde “tamam” olmuştur. Bu, “zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamı”na taalluk eden veçhesiyle, İslâm olmakla da eş bir mânâdadır… Kalb hakikatinde bitişik olan ruh ve nefs!.. Cem-i ezdad!.. Cevn!.. Varlıkta ve yoklukta, diğer bir ifadeyle de Bir’likte veya Küllî ruh’ta, “aklın tecrit ufku”, “fikirler âlemi” veya “ideler âlemi”, dolayısıyla da Akademi!

Not: Akademi adı, Atina yakınlarındaki Akademeia adlı bir Zeytinlikten gelir. En geniş tanımıyla yükseköğrenim kurumu mânâsınadır. Günümüzde bilim, edebiyat ve sanat konularını tartışmak için bir araya gelen üyelerin oluşturduğu kurumlara da akademi denir… Akademus veya Hekademos bir efsane kahramanıdır. Hükümdar Theseus güzel Helena’yı kaçırınca kardeşleri bir ordu toplayıp peşine düşmüşler, ama Helena’yı ara ki bulasın. Akademos, Helena’nın kardeşlerine, kızın saklandığı yeri haber vermiş ve böylece Atina’yı yıkılmaktan kurtarmıştır. Demek ki Hekademos, Atina’yı kurtaran büyük bir kahramandır. Daha ne olsun denilecek cinsten ama bilinen tek marifeti bu. Akademos adını ölümsüzleştiren ise belirli bir kara toprak parçası veya arazinin adıdır. Hekademos, Atina’dan iki fersah uzaklıkta; tarlaları var ve içinde birçok tapınağı barındırıyor. Söz konusu arazide çok sayıda çınar ve zeytin ağacı da bulunmaktadır. Hekademos’un ölümünden sonra Akademos adıyla yad edilen malikânesi bir gezinti yeri olarak kullanılmaya başlanmış ve Eflâtun da, şakirtlerini orada toplar ve çınarların ve zeytinliklerin gölgesinde onlara felsefe dersleri verirmiş. Daha sonra, zamana ve mekânâ o denli bir pençe geçirmiş olmalı ki, Eflâtun’un felsefesi Akademya adı ile anılır olmuştur.

Günümüzde Akademya belirli bir felsefe mektebi ismi olmaktan çıkmış, yüksek okul anlamını almıştır. Bugün denizcilik, askerlik, tarım, ticaret, güzel sanatlar ve spor gibi birçok alanda öğretim yapan okulların adı, Akademi olarak isimlendirilmektedir. Kelime, bilginler, şairler toplulukları için de kullanılmaktadır.

Batı dünyasının, diğer bir ifadeyle de modern dünyanın doğuşunu hazırlayan Rönesans (14. Yüzyıl), yalnız klasik edebiyatların değil, millî dillerin ve edebiyatların da canlandığı bir dönem olmuştur. Meselâ 16. yüzyılda Batı dünyasının fikri konseptini belirleyen Kalyan Akademilerinin sayısı yediyüze kadar ulaşmıştır. En meşhurları 1582’de Floransa’da (İtalya) kurulmuştur: Academia Della Crusca… Akademiler çok geçmeden bütün Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Avrupa’daki tüm Akademilerin ilk örneği Kalyan Akademileri olarak bilinir.

Demişlerdir ki, Akademi Platon ile başlamış, Fransız Akademisi ile kemâle ermiştir. Fransız Akademisi, 1620’lerde üç beş aydının, haftada bir iki gün, Kralın sekreteri Conrard’ın evinde toplanmasıyla başladı. İşten güçten, politikadan, edebiyattan söz ediliyor, içlerinden biri herhangi bir eser kaleme almışsa birlikte okunuyor, herkes fikrini söylüyordu. Başvekil bu toplantıları haber aldı (1634) ve üyelere toplantılarını devletin himayesi altında yapmalarını teklif etti. Önceleri tereddüt, sonraları kabul ettiler. Richelieu, sayılarını çoğaltmalarını ve kurulacak cemiyet için bir nizâmnâme hazırlamalarını istedi. Ama önce bir ad bulmak lâzımdı cemiyete; Edebiyatçılar Akademisi, Belagat Akademisi, Yüce Akademi adları düşünüldü, sonra birden Fransız Akademisi geldi akla ve bu isim kabul edildi. İlk toplantı 1634’te yapıldı, üye sayısı kırk kişi idi. Akademi, edebî kabiliyetleri sivriltecek bir müessese olmaktan çok, güzel konuşmaya ve güzel eserlere tutkun bir aydınlar topluluğu olarak kurulmuştur.[3]

Daha evvel ki yazılarımızda söylendiği üzere, Sokrates’in horoz borcu, Eflâtun’dan bir hayli zaman sonra, -ki ilerleyen bölümlerde bu mevzu müstakil olarak ele alınacaktır-, Descartes tarafından kemale erdirilmek istenmiştir. Bu mevzuda Fransa önemli bir yer tutar. Fransızlar olmasaydı bugünkü Batı medeniyeti / modern dünya şimdiki konumuna ulaşamayabilirdi. Fransızlara “Beşer zekâsının sekreteri” yakıştırması yapılması boşuna değildir. Aynı zamanda kendisine sembol olarak horozu seçmiş olması da hiç mi hiç boşuna değildir. Fransız akademisinin varlığı ise, hakeza! İslâm tasavvufu karşısında Batı tefekkürünü hesaba çeken Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi, bütün bir Batı medeniyetinin üzerine bina edildiği Sokrates ve Eflâtun’u Fransa üzerinden kendisine bağlamakla kalmadı, Sokrates ve Eflâtun üzerinden Batı’nın bütün kazanımlarını da kendi fikri konseptine terbiye ederek dahil etti. “Dünya Çapında Bir Hadise: Kaptan Kusto Müslüman” takdimi bu mevzuda kilit bir noktadır. Bu çerçeveden olarak, Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sisteminin “Beşer zekâsının sekreteri” olarak belirmesi daha bir anlaşılır olmaktadır. İBDA Mimarı’nın, Hazret-i Halid bin Velid (r.a) ve onun “Ebu Süleyman: Horoz” terkibine sıkça atıf yapmış olmasını da bu çerçevede değerlendirmek icab eder.

Eflâtun ve Akademi… Zeytinlikte kurulan Akademi!.. Zeytin, cennet nimetlerindendir… Allah’ın üzerine yemin ettiği nimetlerinden biri incir, diğeri ise zeytindir… İçinde yaşadığımız yeni zaman ve mekânda, Allah’ın bir vaadi olan “İstikbâl İslâmındır” mânâsının tecellisine şahidlik etmeyi beklediğimiz yeni zaman ve mekânda, Kıyamet öncesi büyük hadiselerin vuku bulacağı, özellikle de “Melheme-i Kübra” olarak haber verilen “Büyük Savaş”ın vuku bulacağı bir zaman ve mekânda, gönüllere ferahlık veren “Afrin Zaferi”nin gerçekleştiği bir zaman ve mekânda, İBDA Mimarı’nın Baran Dergisi’nde tefrika edilen “Ölüm Odası”nda, “Bir Kıvılcım (Muhasebe: 1947…)” isimli yazısında “Zeytin Dalı (Anadolu Dalı)’na müstakil olarak yer vermesi, bizce, tevafuktan öte, mukadderattan izler taşımaktadır.[4]

Not: Melheme-i Kübra veya Büyük Savaş, diğer bir ifadeyle de Kıyamet Savaşı!.. Tedaisi, “ilim mi, din mi?” sorusu ekseninde mümin ve kâfir arasındaki savaş veya ruh ve nefs arasındaki savaş!.. Kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs arasındaki savaşa “nefs terbiyesi” ekseninde “büyük cihad” denildiğini biliyoruz… Tedaisi, “Berzah” keyfiyeti çerçevesinde “Ben Kimim?” sorusu ekseninde “bulamamacasına arama” cehdi gösteren İBDA Mimarı ve Telegram!.. Mehdiyyet ve Deccaliyyet!.. Telegram’ın kıyamet silahı olarak adlandırılmasına da dikkat!.. Kıyametin kıyam ile olan ilgisi, kıyamın dik durma ile olan ilgisi, dik durmanın horoz ile olan ilgisi, horozun arş horozu ile olan ilgisi, arş horozunun ise büyük kıyamet ile olan ilgisine ayrıca dikkat!.. Küçük kıyametin “ölüm” olduğunu hatırlatmaya gerek yok... Tüm bunların “bekleme müddeti” ile olan ilgisine ise hassaten dikkat!.. İBDA Mimarı’nın “Ölüm Odası”nda, “11 Eylül 2018” tarihine dikkat çekmesinin sebeb-i hikmeti, üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir noktadır.
Not: Bilindiği üzere İsrail, 1948 yılında bir “işgal devleti” olarak katıksız İslâm düşmanı İngilizler eliyle kurdurulmuştur. O gün bugündür Ortadoğu gergin mi gergin!.. Yukarıda, “Bir Kıvılcım (Muhasebe: 1947…)” isimli yazı başlığı ile ne anlatılmak istenmiş olabilir sorusunun cevabı, elbette söz konusu yazının muhtevasında mündemiçtir. Lâkin söz konusu tarihin İsrail’in kuruluşundan hemen önceki yıla denk gelmiş olması dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta olsa gerektir. 1948’de “Arz-ı Mev’ud” hayali üzerinden bir Yahudi devletinin kurulması, “İstikbal İslâmındır” mânâsından bağımsız değildir. Yahudilere verilen mühletin son aşamasına gelindiğini gösteren bir sürecin içerisinde olduğumuz pekâlâ söylenebilir. Bu çerçeveden olarak;

“Tîn Sûresi’nin 1. âyeti meâli: “Yemin olsun o incire ve o zeytine”

“ZEYT-Zeytinyağı. “Zeytin”: 1417: NECİB Fazıl Kısakürek… Arnavutça, ATHDE-Anavatan. “Anadolu”. (Anadolu: 98: Namaz-Duâ. Zikir. Kur’ân. Kunut. Rüku. Şükür. Tesbih. Secde. Hamd… Kürtçe, Ezman-Gök: 98: Ez-men-“Benden”… Sırp dilinde, Sezgie-Ay ve yıldızın, güneşle kavuşma durumunda olması: 98: Resultat-Fransızca, “Maksud, netice”… İbranice, Hil’im-Devletleştirme: 98: Sable-İspanyolca, “Kılıç”… Zeytin Dalı: 477 + 45= 522: Munitio-Lâtince, “Köprü”… Süryanice, Macbdonoit-Gerçekten: 522: Etsiin-Yakut dilinde, Beden): 417: ŞALMUM-Akad dilinde, “Siyah”; istikbâl… Süryanice, TBOCO-Arzu: 1417: HODUSO ROMO UHDONO-Süryanice, “Başyücelik Devleti”.(5)

Tedaisi, Eflâtun ve Sokrates, dolayısıyla da Üstad Necip Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu… Zeytinlikte kurulan Akademi ve yine “zeytin” ile doğrudan ilişkili olarak kurulması gündemde olan Başyücelik Devleti!
Eflâtun’un zeytinlikte kurduğu Akademi, kendinden sonra gelen tüm felsefi akımlara “köprü” olmuştur. “Afrin Zaferi” suretinde görünen “Zeytin Dalı”nın, “İstikbâl İslâmındır” mânâsına “köprü” vazifesi görüyor veya görecek olmasını can-ı gönülden ümid ediyoruz.

Not: Allah’ın üzerine yemin ettiği zeytin ve yine Allah’ın bir vaadi olarak gerçekleşecek olan “İstikbal İslâmındır” müjdesi!.. Burada şöyle bir tespitte bulunmakta yarar var, sanırım. Her şeyden evvel, Büyük Doğu ve İBDA Mimarları, Allah’ın bir vaadi olan “İstikbâl İslâmındır” müjdesine talib iki büyük kahramandır. Nitekim örgüleştirdikleri Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi Allah’ın vaadine vesile olmak gayesine matuf olarak kurgulanmıştır. Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi sırf bu yüzden el üstünde tutulması gereken aziz ve büyük bir davadır.

“Ölüm Odası”ndan; “Zeytinlik Dağı: Kudüs’ün doğusunda, kireç taşı tepesi. Kitab-ı Mukaddes’te adı sık sık geçer. Yahudi inancında Mesih Çağı’nın bu dağda başlayacağı, Hristiyan inancında ise, Hazret-i İsa’nın ölmeden önce bu dağ üzerinden Kudüs’e girdiği, bu dağın eteklerinde Getsemani Bahçesi’nde dua ettiği bilinmekte, bu yüzden her iki dinde de kutsal kabul edilmektedir. Arabça “Cebelüt-Tur”, İbranice “Har Ha Zetim” adıyla anılmakta olan “Zeytin Dağı”, 1967’de “6 gün Savaşları” sırasında İsrail’in eline geçmiştir…”(6)

“Zeytin Dağı” gerçek sahiblerine kavuşmak için gün sayıyor, denilebilir. Bu çerçeveden olarak, İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun şu sözleri: “Gerçek bir büyük Doğu Projesi içinde, İSRAİL diye bir devlete yer yoktur.”(7)

Bu söz, bizzat Deccalin öldürülmesi ve Deccaliyetin son bulmasıyla da doğrudan ilişkili olsa gerektir.
Özetlersek; Fransız Akademyası miadını doldurmuş olup, Başyücelik Devleti Akademyası süreci ise başlamış gözükmektedir. Başyücelik Devleti ve Aydınlar Aristokrasisine doğru!

Eflâtun: “Devleti sevk ve idare edenler ya filozof olmalı veyahut da filozoflar devleti sevk ve idare etmeli.”

 
Dipnotlar
1*Ölüm Odası”ndan: “TAMAM-Bitme, bitirme. Sona erdiren. Tam, eksiksiz. Münasib. Uygun. (Rüyada gelen mânâ: Üstadım bana, hışımlı bir sesle, “var yok, 126 tamam!” diyor… Salih: 126: Fahim-Akıllı ve anlayışlı… Asale-Zehiri çok ve tesirli yılan: 126: Kabadayı… “Levha: 16 Aralık 1985. Zeyn-ab’ın söylediğine göre bir kitab hazırlanıyormuş. Tekel’e kabadayılığı ilk getiren benmişim. Kitaba göre”… Zeyn-ab - Hoş su: 71: Küna-Kuşatan): 480: SALİH İzzet Mirzabeyoğlu.” (http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-hatt-sirri-133-h606.html)
2*http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-mehd-allah-in-buyusu-313-h3168.html
3*http://www.dunyasozluk.com/akademi.html/50910?sort=likedcount&order=desc
4*http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-bir-kivilcim-muhasebe-1947-h4351.html
5*http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-bir-kivilcim-muhasebe-1947-h4351.html
6*http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-mesih-el-dil-kalb-h4361.html
7*Salih Mirzabeyoğlu, Ölüm Odası “B-Yedi” / Giriş, İBDA Yayınları, İstanbul, 2012, sh. 73.

 
Baran Dergisi 593. Sayı