İslâm Kültüründe Horoz Metaforu
Horoz, gerek esatir ve mitoloji dünyasında, gerek felsefe ve din dünyasında ve gerekse ilim ve kültür dünyasında değişik yönleriyle mevzu edilmiş, belki de plastisite anlayışının şahikasına tekabül eden çok önemli ve reel-gerçek bir metafordur, denilebilir. Esas mevzuumuza geçmeden evvel şu horoz metaforu üzerinde biraz daha duralım.
Her şeyden evvel horoz, İslâm kültür ve medeniyet dünyasında çok önemli bir yere sahibtir. Nitekim horoz, bizzat hadîs kaynaklarında yer alacak bir mahiyette kendisini göstermiştir. Meselâ;
Zeyd İbni Hâlid el-Cühenî (R.A)’dan rivayet edilen bir hadis meâli:
“Horoza sövmeyiniz. Çünkü o namaz için uyandırır.”
Horoz ile ilgili hadisi açıklarken Hafız Münavî şu görüşlere yer veriyor: “Horoz gece öttüğü için insanları geceleyin uykudan uyandırarak gece namazına kalkmalarına yardımcı olur. Kuşkusuz ibadet ve taata yardımcı olan yaratıklar, sövülmeye değil, övülmeye layıktırlar”… Halimi Tayalisî ise hadisi şu şekil açıklamaktadır: “Bu hadis kendisinden hayır görülen hiçbir şeye sövülemeyeceğine ve onun küçük görülemeyeceğine, bilakis onun ikram ve şükre müstehak olduğuna, ona iyilikle mukabele etmek gerektiğine delalet etmektedir.”
Şafiîler, sabah vaktinin tayininde horozların ötüşünü esas almayı hükme bağlamışlardır. Kadı Hüseyn ve Rafiî gibi bir kısım fukaha, “namaz vakitlerinin tecrübeli horozların sesiyle tayin ve ona itimad edilmesi caizdir”, demişlerdir. Ancak yine de “bir horozun ötüşünün hiç şaşmadan namaz vakitlerine rastladığını iyice tecrübe etmedikçe sadece horozun ötüşüne dayanarak, namaz vakitlerini belirlemek caiz değildir”, demişlerdir.
Doğrusu yukarıdaki hadis hakkında söz söylemek bize düşmez. Yani hadis yorumculuğu bizi aşar. Ancak, üzerinde bulunduğumuz mevzuuyla yakından ilintili olması hasebiyle, söz konusu hadisten idrakimiz nisbetince nasiblenmek de absürt olmaz sanırım.
Bütün zaman ve mekâna şamil Peygamber sözü, “Mutlak Tatbik Fikri” çerçevesinde söylendiğine göre, horoza sövmek, yapılmaması gereken açısından bariz bir emirdir. Namaz mevzuunda “uyarıcı” olduğu hadisle sabit olduğuna göre, demek ki horoz, farz borcunun yerine getirilmesinde önemli bir “misyon” ifa etmekte ve en önemlisi de, “gaflette olmak” mânâsını mündemiç uykuda olanı yine “uyarıcı” misyonuyla uyandırmaktadır. Diğer bir ifadeyle de horoz, “küçük ölüm” üzere olanı tekrardan hayata döndürmektedir. Mesihî bir emare!.. Demek ki, öyle veya böyle, horoz ile söyleyeceklerimiz en nihayetinde namazın ulvî mânâsı ile doğrudan alakalıdır. Namaz hakkında söylenenler horozun görünmeyen mânâsının büyük ölçüde görünmesine vesile olacaktır, diye düşünüyorum. Peki, namaz hakkında söylenenler?
Hadîs meâli: “Namaz mü’minin mi’râcıdır.”
Hadîs meâli: “Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.” (Taberanî)
Hadîs meâli: “Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.” (Beyhakî)
Hadîs meâli: “İman, namaz demektir. Namazı itina ile, vaktine, sünnetine ve diğer şartlarına riayet ederek kılan, mümindir.” (İbni Neccar)
Hadîs meâli: “Cennetin anahtarı namazdır.” (Darimî)
Hadîs meâli: “En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır.” (Ebu Davud)
Hadîs meâli: “Kalk namaz kıl, namaz elbette şifadır.” (İmam Ahmed)
Hadîs meâli: “Bizimle kâfir arasındaki fark namazdır. Namazı terk eden kâfir olur. (Nesaî)
Yukarıda namaz üzerinden horozun temsil ettiği mânâyı sezdirmeye dair alıntıladığımız hadisler, hiç şüphesiz ki her biri ayrı ayrı yoruma tâbidir. Aşağıda sabah namazı ile ilgili rivayet edilen hadisleri de aynı kaygıyla alıntıladığımızı hatırlatmak isterim.
Horozun bariz “misyon”u sabah namazı ile doğrudan ilişkilidir. Çünkü horoz, karanlık ortamdan aydınlığı haber veren olarak, sabahın alaca karanlığından güneşin doğuşunu haber veren olarak bilinir. Bu arada, sabah namazının kerahat vaktinden önce kılınması gereken bir namaz olduğunu da hatırlatalım. Bu çerçeveden olarak;
Hadis meâli: “Düşman süvarisi kovalasa bile sabah namazının iki rekât sünnetini terketmeyin”
Hadis meâli: “Kim sabah namazını kılarsa o, Allah’ın himayesindedir.” (İbni Mace)
Allah Resûlü’nün mübarek kızları Fâtıma Validemiz (R.A)’ın rivayet ettiği bir hadis meâli: “Bir gün sabahleyin (gün doğmadan önce) ben uzanmış idim. (Babam) Resûlullah (S.A.V) bana uğradı ve mübarek ayağı ile bana dokundu. Sonra; “Kızcağızım! Kalk ve Rabbinin rızık taksiminde hazır bulun, gafillerden olma. Çünkü Allah fecir ile güneşin doğması arasındaki vakitte insanların rızkını taksim eder.” buyurdular.”
Hazret-i Aişe Validemiz (R.A)’dan rivayet edilen bir hadis meâli: “Rızık talebinde sabahleyin erken davranınız, çünkü sabahın erken vakitleri berekettir ve muvaffakiyettir.”
Hazret-i Osman (R.A)’dan rivayet edilen bir hadis meâli: “Sabah uykusu rızka manîdir.”
Üzerinde bulunduğumuz mevzuun aydınlatılmasında hadislerin bu denli cesurca kullanılmasının mazur görüleceğini umarım. Yukarıda alıntıladığımız hadislerden mevzuumuzla ilintili ve spesifik olarak ne anlaşılması gerektiği aşağıda yer vereceğimiz hadis ile çok daha net anlaşılmaktadır.
Hazret-i Ebu Hureyre (R.A)’den rivayet edilen bir hadis meâli: “Horoz ötüşünü duyduğunuzda yüce Allah’tan fazlını (bereket ve ihsanını) isteyiniz. Çünkü o (anda) melek görmüştür. Eşek anırması işittiğiniz zaman ise şeytandan Allah’a sığınınız. Çünkü o (o anda) şeytan görmüştür.”
Kâdî İyâz, horoz öterken Allah’tan dilek ve temennide bulunmanın ve dua etmenin sebebi, yapılan duaya meleklerin âmin demesi ve istek sahibi hakkında Allah’ın bağışlamasını dilemelerinin ümit edilmesidir, der.
Not: Horoz ismi, Farsça lûgatte “bağırmak, çağırmak” mânâsına fiil (fail), eşek, yani merkeb ise, Arapça lûgatte “binme, binek” mânâsına münfaildir. Bu çerçeveden bakıldığında, Mutlak hakikatin tebliğ ve davetinde, diğer bir ifadeyle de, dinin emir ve yasaklar sistematiğinde horoz aydınlığın (iyi, doğru ve güzel), eşek veya merkeb ise karanlığın (kötü yanlış ve çirkin) rolünde bir bütünlük arz ediyor gözükmektedir. Horoz ve eşek/merkeb, iyi ve kötünün görülmesinde veya fark edilmesinde, bir ayniyetin iki kanadına tekabül ediyor gözükmektedir. İyi, doğru ve güzelin bilinmesi yetmez, kötü, yanlış ve çirkinin de bilinmesi veya fark edilmesi gerekir. Horoz aydınlığın habercisi iken, eşek/merkeb “karanlığın” habercisi; bu, Allah’ın razı olduğu ve yine Allah’ın razı olmadığı şeylerin bilinmesine de işaret eder. Bunun halife-insandaki görünüşü, “kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutublarından” birinden biri olan “ruh kutbu”nun gerçekleş(tiril)mesi veya kemale er(diril)mesi -nefs terbiyesi- ile doğrudan ilişkili olsa gerektir. Hadis-i kudsî: “Nefsini bilen Rabbini bilir!” Dikkat edildiyse, bizzat karanlığın kendisi ile karanlığın ne olduğunun bilinmesi arasındaki ince bir nüans üzerinden hareket ediyoruz… Diğer taraftan, beden; “yüklenen” demektir. Yani yük taşıyan. Taşıdığı “yük” ise, ruh! Yük taşıyana “eşek” (merkeb veya binek) dendiği malûmdur. Beden “yük taşıyan”, ruh ise “binici”… Her şeyden evvel belirli bir yükün (duygu ve düşünce!) altına girmek, bir iman davasıdır. Allah, hiçbir nefse taşıyamayacağı yükü yüklemez. “Beden” aynı zamanda nefsi de temsil edendir. Nitekim “bedene” kelimesi, “kurbanlık nefs” mânâsınadır. Allah, taşıyabileceğini bildiği için yükü (insanî mesuliyet!) bedene yükler. Yükün taşınabileceğini veya yükü taşıyabileceğini bilen, “bilmeden bilici” konumunda olan “beden”dir. (Gudde-i Sanavberî isimli yazı dizimizde epifiz bezinden doğum, ölüm ve rüya anlarında salgılanan DMT salgısını hatırlatalım). Beden, “suret mânânın aynıdır” esprisine denk bir noktada, “Küllî ruh” dolayısıyla da Allah’tan olması hasebiyle, “ruh, bilmeden bilendir” hakikatinden mülhem, “bilmeden bilen”dir!.. (Deccal’in Kurtarıcı / Mehdîlik iddiasında bulunmasının kökeninde de bu hakikat olsa gerektir)… Ruh sahibi olan insanoğlu, beden veya bedenî olanla imtihan hâlindedir. Nitekim dünya hayatı bir imtihan dünyasıdır… Tasavvuf literatüründe Mürşid, “eşek” (merkeb veya binek) mânâsı ile örtüştürülmektedir. Yukarıdaki hadis’te geçen, “eşek, şeytanı görünce anırır” sözünün bizdeki tedaisi, tehlikenin farkına varmak ve bunun habercisi olmak şeklindedir. Mürşid, tehlikenin farkına varan, diğer bir ifadeyle de bizzat tehlikeyi gören olarak tehlikeyi önceden haber verendir. Nitekim Mürşid’in müride en büyük yardımı son nefeste, ruhun teslim edilmesi veya Azrail Aleyhisselâm tarafından ruhun kabz edilmesi (“yeniden doğuş”un başlangıç noktası) anındadır. Aldatıcı kisvesiyle mürid veya salik’e gözüken şeytan onun imanını çalmak isterken, Mürşid, imdada yetişendir. Dolayısıyla da, mürid veya salik’in son nefeste imanla göçmesine yardımcı olandır… Tedaisi, Üstad Necib Fazıl’ın Gençliğe Hitabe’sinden: “Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik...”
Not: İmam Malik’in kabirdeki sual esnasında bir dostunun yardımına koştuğuna dair bazı kaynaklarda bilgiler vardır. Daha başka misaller de söz konusudur.
Salebî’den rivayet edilen bir hadis meâli: “Üç sese Allah muhabbet eder: Horoz sesi, Kur’ân okuyan mü’minin sesi ve bir de seher vakti Allah’a istiğfar edenlerin sesi.”
Horoz sesine muhabbetin hangi mânâda olduğuna yukarıdaki hadisler eşliğinde bakmak lazım gelir. Mevzuun hasrında bir değerlendirme yapmak gerekirse, Allah ve Resûlü davası ve gayesi uğruna gerek nefs ve gerekse bedene tekabül eden bir “feda kültürü”nü yaşayan ve yaşatan bir Hükümdarın (Başyüce!) yapıp ettikleri, Allah’ın hoşuna giden üç sesten (yankı veya hoş seda, diğer bir ifadeyle de salih amel) biridir demek icab eder. Ses bilim ve ses bilgisinin temel konusu, dil veya konuşma sesidir. İBDA Külliyatında sıkça tekrar edildiği üzere, “her dünya görüşü aynı zamanda bir dildir” hakikati çerçevesinde düşünüldüğünde ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Diğer taraftan, ses’in “titreşim” mânâsı üzerinden bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde ise mevzu daha da derinleşir. Öyle ya; titreşim etkileşimi, etkileşim sirayeti, sirayet imanı, iman ise cenneti davet eder! 
Horozu başka hayvanlardan ayıran en önemli özellik, onun gecenin zaman dilimlerini insanı şaşırtacak derecede hissedip haber vermesidir. Bu o kadar ölçülü bir tarzda olmaktadır ki, mevsimlerin değişmesi, gecelerin uzayıp kısalması esnasında da bu denge aynı şekilde korunmakta, ne önce ne sonra, tam zamanında ötmek suretiyle insanlara âdeta gecenin hangi saatinde olduğunu haber vermektedir. Allah bu özelliği horoza insanların hayrına olmak üzere bahşetmiştir. Çünkü bu, geceleyin teheccüd namazına kalkmak, oruç tutmak için sahur vaktinde uyanmak, sabah namazını vaktinde kılmak veya gecenin bir saatinde yolculuğa çıkmak isteyen insanlar için en büyük nimetlerden biridir. Özellikle Anadolu’nun kasaba ve köylerinde yaşayan insanların en büyük uyarıcısı ve uyandırıcısı horozdur. Bu sebeple her hane sahibi, evinde iyi ve vaktinde öten bir horoz bulundurmayı âdeta vazgeçilmez bir prensip edinmiştir. 
Batı dünyasının öncülüğünde kurulan modern dünyanın insanımıza sunduğu hayat tarzı, büyük ölçüde horozun var olma şartlarını ortadan kaldırmıştır. Nazım planlarında dikey olarak büyümeye endeksli şehirleşme hayatı horozun manevra alanını olabildiğince sınırlandırmıştır. Tez elden horozun tekrardan hayatımızda uyarıcı misyonuyla yer alabilmesinin şartları oluşturulmalı ve insanca yaşama imkânına kavuşmalıyız. Horozumuzu geri verin demiyoruz elbet, sadece ve sadece horoza kulak verin diyoruz!
Not: Japonya’daki Nagoya Üniversitesi'nden Suyoshi Shimmura ve Takashi Yoshimura, gün doğumunda öten horozların zamanı nasıl bilebildiğini araştırdı… Araştırma kapsamında, bir grup horoz, daha önceden içine kamera yerleştirilmiş karanlık bir odaya konuldu. Horozlar günün her saati ötse de büyük bir kısmı gün doğumunda öttü… Hiç güneş ışığı görmeden 2 hafta karanlık odada tutulan horozların, biyolojik saatleri giderek bozuldu ve daha sık zamansız ötmeye başladı… Deneyin diğer 2 haftalık dönemini de karanlık odada geçiren horozlar, 24 saate dayanan biyolojik ritimlerini tamamen kaybederek, gün doğuşunu ayırt edemez hale geldi… Toplamda 4 hafta karanlık odada tutulan horozların, ışık görmedikleri için biyolojik ritimlerinin tamamen bozulduğu ve yeniden harekete geçmesi için ışığa ihtiyaç duydukları belirlendi… Araştırma, Current Biology dergisinde yayımlandı.
Not: Kişinin biyolojik vücut ritimlerini inceleyerek, bu tip durumları açıklayan bilim dalına “kronobiyoloji” denilmektedir. Kronos-zaman; bios-yaşam; logos-bilim anlamına gelmektedir… Canlılarda biyolojik ritim ilk kez 1729’da “Günebakan Çiçeği” ile keşfedilmiştir… Günebakan Çiçeği, gün ışığına/güneşe göre hareket eden bir bitkidir; ancak, karanlık bir dolapta bırakıldığında da yapraklarını sanki gün ışığı varmışçasına, aynı günlük düzende açıp kapadığı gözlenmiştir. Böylece bitkinin sadece ışığa hassasiyeti olmadığı, aynı zamanda bir tür içsel saat ayarı olduğu ortaya çıkmıştır. 1972’de de insan beyninin ilkel bölümünde, vücudun minik merkezi saatini oluşturan hücreler keşfedilmiştir. Bu hücrelerin gözümüzden gelen ışıkla ilgili bilgileri alıp yorumlayarak diğer merkezlere mesaj gönderdiği ve hormonların salgılanma zamanlarını ayarladığı anlaşılmıştır. Bu mevzu Gudde-i Sanavberî isimli yazı dizimizde yer verdiğimiz sirkadiyen ritm ile doğrudan alakalıdır. Sirkadiyen ritm, insan vücudunun biyolojik saatidir. Hormonlarla alakalı olup, düzenleyicisi hipofiz bezidir.
Not: Mevzuumuzun şekillendiği noktanın/bamtelinin hayvanî değil, nebatî olduğunu, daha doğrusu nefsanî değil, ruhî, dolasıyla da fikrî (ledün ilmi!) olduğunu söylemeliyim. Horoz sembolizmi üzerinden gündeme getirmeye azmettiğimiz bizzat horoz nesebinin ledûn ilmine vakıf bir insan olmasından anlaşılmıyor mu?
Şarih Davudî, “horozdan beş şey öğrenilir” der ve ekler: “Güzel ses, seherde uyanma, kıskançlık, sehavet (cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek) ve kesretü’l-cima.”… Kesretü’l cima’nın bizdeki tedaisi, İBDA Diyalektiği’nde, “Başkasının nefsiyle ilgilenmekten rahat bulur!” diye belirtilen sır!”... Muhatap nefslere yönelen ve onları fikirle dölleyen!.. Bunun küllî ifadesi, “Ölüm Odası B- Yedi”nin alt başlığında saklı: “… Böyle daldan dala tedailerle / -ahenk helozonu daralan boynuz / Döllenir kelimeler kelimelerle / Sura üflenmeden önce soyumuz.”
Eski Yunan Kültüründe Horoz Metaforu
Horozun İslâm kültür ve medeniyet dünyasındaki yeri, değeri ve izahından sonra şimdi de diğer kültürlerde, meselâ mitoloji ve felsefe dünyasında nasıl bir metafor-seyir takib ettiğine biraz bakalım. Mitoloji ve felsefe deyince ilk akla gelen eski Yunan kültür ve medeniyet dünyasıdır. Nitekim bu yazının ana temasını teşkil eden “horoz borcu” mevzuu da, yine eski Yunan’ın üç büyük kafa adamından biri olan Sokrat ile doğrudan ilişkilidir. Sokrates, “Sokrates’tan Üstad Necip Fazıl’a” denilmesini hak eden bir portre! “Bir kimsenin genellikle belden yukarısını gösteren fotoğraf ya da yağlıboya, suluboya vb. ile yapılmış resim” için kullanılan portre tabirini biz, “fikir sahibi” mânâsına “büyük kafa” olarak kullanıyoruz.
Eski Yunan’ın mitolojik dünyasında kendisine yer bulan en önemli horoz hikâyesi şu şekil bir anlatıma mevzu olmuştur: Savaş tanrısı olan Ares, aşk ve güzellik tanrıçası olan Afrodit’e (Roma mitolojisindeki ismi Venüs) âşık olmuştur. Ares yakıp yıkan, kan ve barut kokan, saldırgan bir tanrı. Buna karşın Afrodit ise denizdeki dalgaların bembeyaz köpüğünden oluşan aşk ve güzellik tanrıçası olup, insanların birbirlerine sevgi ile yaklaşması için üzerlerine aşk iksirini damlatan, çiçekleri ve ağaçları baharda rengârenk donatarak, doğayı canlandıran, üretken bir tanrıça.
Aşk ve güzellik tanrıçası olan Afrodit, ateş tanrısı olan ve çok sanatkâr, ancak çok çirkin ve aynı zamanda topal olan Hephaistos ile evlidir. Sanat, aşk ve güzelliğin evliliği veya birlikteliği! Ancak sadece kendini düşünen savaş tanrısı Ares, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit ile ateş tanrısı Hephaistos’un birlikteliğini veya evliliğini çok kıskanır ve bu evliliği bozmak için harekete geçer. Neticede Ares türlü hediyeler, vaatler ve övgülerle güzel Afrodit’in kalbini çalar. Hephaistos ise her gece volkanların içindeki demir atölyesinde çalıştıktan sonra yorgun argın eve gelir ve güzel Afrodit’in yüzüne dahi bakamadan dinlenmek üzere hemen yatağına yatar. Afrodit’in gönlünü çalan Ares, Hephaistos’un yokluğundan veya yorgunluğundan istifade ederek Afrodit ile birlikte olmaya başlar. Bu gayr-i meşru birlikteliğin fâş olması ise, Ares’in en büyük korkusu. Ares, güneşin sabah tüm olan biteni görüp Hephaistos’a haber vermesinden korkmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Alektryon adında genç bir askere güneşin doğuşunu kendisine haber vermesi için gözcü olarak kapının dışında nöbet tutturuyor. Ancak bir gün genç Alektryon uyanamadı ve güneş doğmadan önce Ares’e haber veremedi. Güneş, Ares ve Afrodit’in birlikteliğini gördü ve derhal Hephaistos’a durumu bildirdi. Alet yapımında çok hünerli olan sanatkâr Hephaistos onları tuzağa düşürecek bir oyun hazırladı. Önce demirden görünmez bir ağ yaptı. Daha sonra bu ağı Ares ve Afrodit’in birlikte olduğu yatağa yerleştirdi. Ares ve Afrodit yatağa girdiklerinde bu ağın içine hapsoldular ve kımıldayamaz hale geldiler. Hephaistos durumu hemen Olympos’taki tanrılara bildirdi. Tanrılar bu duruma kahkahalarla güldüler. Düştükleri bu durum nedeniyle rezil olan Ares dağlara, Afrodit ise Kıbrıs adasına kaçmak zorunda kalır. Alektryon ise horoza dönüştürüldü ve artık o günden beri güneşin doğuşunu haber vermeye başladı.
Bu mitos veya hikâye başka bir şekilde de anlatılmaktadır: Zekâ ve barış tanrıçası olan Athena, Tanrıların Kralı Zeus’a olan yakınlığından dolayı Zeus’un karısı olan Tanrıça Hera tarafından cezalandırılır. Güzelliği ve çekiciliği ile nam salmış olan Athena ceza olarak, çirkinliği ile bilinen ve demircilik zanaatıyla uğraşan ateş tanrısı Hephaistos ile evlendirilir. Hephaistos, sabaha kadar demir dövmekte, sabaha karşı eve döndüğünde ise hemen uykuya dalmaktadır. Bu duruma katlanamayan Athena ise gönlünü yakışıklı ve genç savaş tanrısı Ares’e kaptırır. Ares, Athena’nın gösterdiği yakınlığa karşı koyamaz ve birlikte olmaya başlarlar. Ares, Hephaistos’un yokluğunu fırsat bilerek her gece Athena’nın Knidos (Datça)’daki evine gidip Athena ile birlikte olmaya başlar ve evin kapısında da bir askerini nöbet tutmak üzere görevlendirir. Asker, her sabah güneş doğarken Ares’e haber vermekte ve Ares de Hephaistos gelmeden toparlanıp evden çıkmaktadır. Zamanla, Ares ile Athena’nın birlikteliği tanrılar arasında duyulur ve dedikodular çıkmaya başlar. Bu dedikodular, Hephaistos’un da kulağına gider ve bir plan yaparak onların bu birlikteliğini kanıtlamak ister. Athena’nın yatağına kendi hazırladığı demirden bir ağ serer ve güneşin doğmasıyla bu ağın kapanacağı bir düzenek hazırlar. Hephaistos sabırla beklemeye koyulur. Günlerden bir gün, Ares yine Athena’nın evine gider, o gün ise Ares’in kapıya bıraktığı asker uyuya kalır ve Ares’e güneşin doğduğunu haber veremez. Güneşin doğması ile birlikte Hephaistos’un kurduğu düzenek Ares ve Athena’nın üzerine kapanır. Artık Hephaistos bu birlikteliği kanıtlamıştır ve tanrılar tarafından ceza olarak Ares’in Trakya’ya sürülmesi kararlaştırılır. Bu duruma çok sinirlenen Ares kapıda uyuya kalan askerini horoza çevirir. O günden sonra horoza çevrilen asker, her sabah gün doğduğunda ötmeye başlar ve Ares’in kendisini affetmesini bekler.

Baran Dergisi 557. Sayı