Geçtiğimiz günlerde Ayasofya’da ilk defa mahya asılacağına dair bir haber çıktı. Habere göre: Ayasofya'nın ilk mahyasını mesleğin son ustası Kahraman Yıldız hazırlamakta. 1971 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü elektrik atölyesinde çalışmaya başlayan Kahraman Yıldız, mahyacılığı, Osmanlı döneminde yağ kandillerinden mahya yapan Hacı Ali Ceyhan'dan öğrendiğini söyledi. Mahya işlerinin Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde yapıldığını söyleyen Yıldız, mahyalara yazılacak olan yazıların da Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı tarafından belirlendiğini aktardı.

Haberi okuyunca, Ramazan-ı Şerif’e veda ederken mahya üzerine bir yolculuğa çıkmanın iyi olacağını düşündüm.

Mahya kelimesi, Osmanlıca mâhiyye (aylık, aya mahsus) kelimesinin günümüz Türkçesindeki şeklidir. Bu uygulama bazı özel durumlar hariç yalnız ramazan ayında yapılmaktadır. Ancak kelimenin açıklanan anlamı kazanmasında Arapça mahyâ (Hz. Peygamber’e salâtüselâm getirilen meclis; zikir meclisi) kelimesinin de etkisi olduğu şüphesizdir. Çünkü gerek kelimeler arasındaki ses benzerliği, gerekse “leyletü’l-mahyâ” denilen mübarek gecelerde zikir meclisi kurulan camilerin alışılmışın üstünde kandillerle donatılmasının, hatta mahya tekniğine benzer usullerle süslenmesinin bir rastlantı olması uzak bir ihtimaldir.

Mübarek gün ve gecelerde halkın ibadeti için gece boyu açık kalan camilerin kandillerle donatılması geleneği İslâmiyet’in ilk asırlarına kadar uzanmaktadır. Fâkihî (ö. 278/891) Mescid-i Harâm’ın 455 kandilinin olduğunu, bunlardan daha çok ışık veren bazılarının sadece ramazan ayı ile hac mevsiminde yakıldığını, bu kandillerin direkler arasına gerilmiş iplere bakır çengellerle asıldığını ve bu sayede Mescid-i Harâm’ın istenilen yerine taşınabildiğini söyler. Yine Fâkihî, Mekke Valisi Muhammed b. Ahmed el-Mansûrî’nin ilk defa dikili direkler arasına gerilmiş iplere kandil astırdığını yazmaktadır. Fâkihî’nin ve ondan dört buçuk asır kadar sonra yaşayan İbnü’l-Hâcc’ın sözünü ettiği aynı uygulamaların bir Osmanlı icadı olan minareler arasına ipler ve kandillerle mahya kurma geleneğine ilham verdiği düşünülebilir.

Mahyanın, 2 minare arasına gerilen ipler üzerinde kandillerle yapılan şekiller veya yazılan yazılar olarak tanımlanması yanlış olmamakla beraber bir ölçüde eksiktir. Çünkü yine Ramazanlarda ve mübarek gecelerde iç mahya, zemin mahyası, gezdirme mahya, taraklı mahya başta olmak üzere kaftanlama, kandil/fener uçurtma gibi mahya kavramı içinde mütalaa edilen başka aydınlatma, ihya etme ve şenlik biçimleri bulunmaktadır.

Osmanlılar’ın ilk mahyayı ne zaman kurdukları bilinmemektedir. Ancak 1578’de İstanbul’a gelen Alman seyyahı Schweigger’in seyahatnâmesinde yer alan bir tasvirde minareler arasındaki bir mahya açıkça görülmektedir. II. Selim’in mübarek gecelerde camilerin kandillerle süslenip aydınlatılmasını istemesi ve III. Murad’ın anılan tezkiresi Schweigger’in çizimiyle birlikte ele alındığında cami ve minareleri kandillerle donatmanın mahya şeklinde de olabileceği ihtimali akla gelmektedir.

İsmail Kara’ya göre mahyanın en önemli özelliği Müslüman İstanbul’a has bir şey olmasıdır. İletişim şartları nedeniyle mahya her yerde var zannedilmekle birlikte ancak İstanbul’da bildiğimiz anlamda mahyalar bulunmaktadır. Camilerde ve tekkelerde gördüğümüz aydınlatma tarzından farklı olarak mahya için lazım olan şartlar başkadır. Öncelikle iki minare olması, yüksek minarelerin olması gerekmektedir. En önemlisi de görünürlüğü olması lazımdır. İstanbul’un camileri de bu şartlara çok uygundur.

Mahya ve Mahya sanatı günümüzde ledli ve elektronik sistemlerle çok daha hızlı ve ekonomik bir şekilde hazırlanmaktadır. Ancak, özellikle mahya sanatının ve mahyacılığın ilk dönemlerinde mahya hazırlanması ve asılması, oldukça yorucu ve zaman alıcı bir işti. Tek bir mahyanın hazırlanması için yüzlerce kandilin iplere tek tek dizilmesi gerekmekteydi. Süheyl Ünver’in verdiği bilgilere göre Mahyayı hazırlayan sanatçı öncelikle yapacağı tasviri veya yazacağı yazıyı kareli kağıtların üzerinde eskiz olarak hazırlardı. Hazırladığı bu mahya eskizi üzerinde atması gereken düğümleri, asacağı kandillerin yerini belirledikten sonra, kandillerin asılmasına başlanırdı. Mahyanın hazırlanmasından sonra asılması da oldukça zordu. Mahya minareler arasına asıldıktan sonra bütün kandillerin tek tek yakılması gerekirdi. Mahya sanatçıları her güne ayrı ve özel bir tasvir hazırlamak için bütün gün çalışmak zorundaydılar.

Belirlenen düzene göre hareket ettirilen kandillerin yağı her akşam tazelenir ve ortalama 5 okka zeytinyağı tüketilirdi. Mahya sanatında 1910'lu yıllardan itibaren zeytinyağıyla yanan kandillerden elektrikle çalışan ampullere geçiş yapılmıştır. Fakat hem eski sanatı yaşatmak amacıyla hem de yağ kandili kullanılanlar kadar güzel olmadığı gerekçesiyle bundan vazgeçilmiştir; günümüzde ise tamamı elektrik ampulleriyle yapılmaktadır.

Kara’nın aktardığına göre mahyalarla ilgili bir diğer mesele ise yazıdır. Mahya dediğimiz zaman aklımıza hemen yazı gelse de bunların kullanılmaya başlanması geç dönemlere denk gelmektedir. Mahyalarda yazı kullanımı esin tarihi tam belli olmasa da 19. yüzyılın ikinci yarısından itibarendir. Yazıya geçmenin ise teknik imkanların yanında mahyanın siyasi, kültürel ve güncel kullanımlarını değerlendirilmek adına tercih edildiğini söyleyebiliriz. Meselâ Sultan Abdülaziz Avrupa seyahatinden döndüğünde, Hidiv İsmâil Paşa, İran şahı ve M. Kemal İstanbul’a geldiğinde hoş geldin mahyaları ve ayrıca I. Dünya Savaşı yıllarında, “Hilâliahmer’i unutma, hubbü’l-vatan mine’l-îman, muhacirlere yardım, muhâcirîni unutma”; İstiklâl Savaşı’ndan sonra, “Yaşasın istiklâliyet, tayyareyi unutma, yaşasın gazimiz, yaşasın mîsâk-ı millî, eytâma yardım, hâkimiyet milletindir”; harf inkılâbından sonra Latin harfleriyle, “İsraftan sakın, tayyareye yardım, yetimleri unutma, yerli malı al, himâye-i etfâle yardım, içki aile düşmanıdır, kumar insanı mahveder” gibi yazıların yer aldığı mahyalar kurulmuştur.

Mahyacılık ile ilgili olarak son değinmek istediğimiz husus ise ustalık meselesi. Mahyacılık genellikle babadan oğula intikal eden bir meslektir. Ancak Osmanlı döneminde mahyacı olabilmek için adayların Şûrâ-yı Evkaf’ta mahyacılar ve şehrin ileri gelenlerinden bir jüri önünde meslekte yeterli bilgiye sahip bulunduklarını ispatlamaları gerekiyordu. Mahyacılar, daha çok Ramazan ayında bir ay çalışıp yılın geri kalan kısmını çırak yetiştirerek geçirirlerdi; Fatih’te bir sıbyan mektebinde onlar için ayrılmış odalar vardı. Ayasofya caminin mahyasını yapmakta olan Kahraman Yıldız da bu usta silsilesinin son üyesidir.

Kaynak:

Süheyl Ünver, Mahya Hakkında Araştırmalar.

İsmail Kara, Mahya Kültürü yahut Din ve Siyaset, Derin Tarih Dergisi