İşlenen suç ve bunun hukuktaki karşılığı arasında direkt bir bağlantı var. Hukuk kaideleri ile alakası olsun olmasın bunu herkes bilir, biliyor. Bazı kabahatler ve hatta hukuki açıdan suç teşkil etmesi gereken fiiller de var ki bunlar zımnen meydana getirilir ve maruz kalana hiçbir söz hakkı tanımadığı gibi dış yüzden bakıldığında faili değil de buna maruz kalanı suçlu gibi de gösterir. Ayak oyunları, üçkâğıt ve hokkabazlık gibi deyimlerle nitelediğimiz bu türlü “köylü kurnazlıkları”nın, bu gibi fiillerin günümüz hukukunda bir karşılığının olmaması, bu yapılanın “ahlak dışı” olmadığını göstermez; demek ki suç ve hukuk, hukuk ve ahlak, suç ve vicdan kavramlarının arasındaki irtibatlarda, birbirlerine dokundukları yerdeki gelişi gidişleri içinde zannettiğimizden daha da yakın bir alaka var… Geçen hafta OVP hakkında toplantı yapan hazine ve maliye bakanı Berat Albayrak’ın konuşması devam ederken, Amerikan başkanı Donald Trump, twitter hesabından şöyle bir açıklama yaptı: 

“Türk lirası, çok güçlü dolarımız karşısında hızla düşerken Türkiye'den gelen çelik ve alüminyum üzerindeki gümrük vergilerinin ikiye katlanmasına onay verdim! Alüminyumda bu oran artık yüzde 20, çelikte de yüzde 50. Türkiye ile ilişkilerimiz bu dönemde iyi değil!”

Bu açıklamanın ardından tansiyonu pek yüksek olan ve Albayrak’ın konuşmasıyla hiç olmazsa aşırı gerginliği geçmesi beklen Usd-TL paritesi-değer eşitliği “korkunç” diyebileceğimiz bir hızla yükseldi. Usd’nin bu denli yükselmesi, Usd nisbetli ürünlerle pek fazla içli dışlı olanları ve bütün Türk piyasasını yine belirsizliğe sürükledi. “Bunda ne var?” denilirse, mesela 1,600 TL olan asgari ücret son üç haftadaki dolar endeksi üzerinden hesap edilirse 1,000 TL’ye kadar geriledi ki hâli hazırda bir etkisini hissedemiyor olsak da, iki hafta evvel yazdığımız yazıda belirttiğimiz gibi bu aşırı baskı, cari açıkla beraber ağırlığını üzerinde iyice hissedeceğimiz enflasyon, 2018 Eylül sonu ve Kasım başında ciddi neticelere gebedir…

Girişteki hukuk-ahlak ve bundan maada küçük hokkabazlık meselesine gelirsek, günlük hayatta çerden çöpten işlerde hep rastladığımız bu adiliğin, devlet çapında -Trump’un kasıtlı açıklamasında olduğu gibi- yapılabiliyor olması esasen rezaletin daniskasıdır. Şimdi “aman canım, adam dünyayı yakıyor sen nezaketsizlikten bahsediyorsun!” diyenler olacaktır ki, haklılar! Fakat benim bu meselede üzerinde durduğum birbirleriyle bağlantılı iki husus var; birincisi, herhangi bir sivilcenin karaciğerdeki cerahati göstermesi gibi dünyaya ayar vermekle övünen, her filminde tekrar tekrar dünyayı kötü adamlardan kurtaranların bu türlü ayak oyunlarına tevessül etmesinin onların artık ne türlü bir devlet yapısı, zihniyet içine olduklarını göstermesi; ikincisi ise, aynı hususa direkt bağlı olarak birçok memleketin Amerika’ya karşı Doğan Güreş’in meşhur sözündeki benzetmeyle “tak diye emrediyor şak diye yapıyorum!” günlerinin sona eriyor olması… Küçük hokkabazlıkların hakikatin karşısındaki ömrü, sihrin ömrü gibi pek kısadır ya bunlar da öyle; Amerikan sihrinin gerçek dünya karşısında tutunamadığının bir göstergesidir, bu türlü atraksiyonlar… Reçetesi bize ağır mı oluyor? Evet, sancılı yeni bir dönem başlamıştır da, neticesi, başarabilirse Türkiye’nin uluslararası mühim aktörlüğünün başlangıcı olabilir!
 
Türk-Amerikan İlişkileri Yeniden Şekilleniyor

Amerika’nın Türkiye üzerindeki tahakkümü artık yeni bir safhaya girmiştir. Bu safhanın kırılma noktası da tıpkı Saraybosnalı Sırp milliyetçisi gencin, Gavrilo Princip’in (1894-1918) 28 Haziran 1914'te Saraybosna'yı ziyarete gelen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdı Arşidük Franz Ferdinand'ı yol ortasında öldürmesi neticesinde I. Dünya Savaşı'nın başlaması gibi Pastör Brunson isimli Papaz dolayısıyla meydana gelmiştir. Daha evvelki üç yazımızda bunun teferruatlarını verdiğimiz için ayrıca izâh etmeyeceğiz ama şunu ilâve edelim; I. Dünya Harbi, bahsettiğimiz suikast neticesinde tetiklenmiştir de asıl sebeb bu suikast değildir. Nasıl siyasi ve ekonomik bütün şartlar bir savaşı doğurmak için sebep bekliyorduysa bunda da öyle! Trump’ın, dolayısıyla Amerikan hükümetinin Türkiye ekonomisi üzerindeki bu aşırı baskısı sadece Türkiye ile alakalı değil, dünya şartlarının Birinci ve İkinci Dünya Harbleri’nin hemen evvelindeki buhran şartlarına mutabık bir pozisyona girmesinden mütevellittir.

Bu bağlamda, yani mevcut krizi fırsata çevirmek aşamasında koz Amerika’nın değil Türkiye’nin elindedir! Çünkü biz, yani Türkiye, her zaman sömürülen ve ayak işlerini yapan olarak kaybedecek fazla bir şeyi olmayan, ABD ise verimli olarak her daim faydalandığı, etinden sütünden üssünden, politikasından nemalandığı bir memleketi tekrar dize getirmek istemektedir. Böyle olunca da, ABD bizi tekrar geme aldığında hâlimiz bugünkünden ne kötü ne iyi olacaktır; fakat biz bu gemi gevşettiğimizde ve hatta başarabilirsek kurtulduğumuzda neticesi ABD için tümden zarar, kayıp, bizim için ise yeni bir başlangıç yapabilmek için bulunmaz bir fırsat olma ihtimalini barındırmaktadır.

ABD’den tamamen kopmak yahut tamamıyla bağımlı olmak gibi aşırı ifadeleri sevmediğim gibi bunun realite tarafının da pek zayıf olduğunun altını çizelim; mesele memleket menfaati ise ABD ve Rus’a ve hatta kendimize en yakın gördüğümüz memleketler de dâhil olmak üzere işleri devletlerin menfaatleri noktasından hesap etmekte fayda var ki, uluslararası politikanın ilk kaidesi de budur. Bu açıdan kopma-bağlanma olarak nitelemek yerine yeniden şekillenmeyi öne almak akıllıca olacaktır; zaten, sen ütopik anlamda “tam bağımsız” ol da, ismi ister “yeniden şekillenme” olsun isterse başka ne fark eder?
 
Bir Tweetle Ekonomiyi Sallamak Meselesi

Trump ve danışmanları hakikaten de bir tweetle Türkiye piyasalarına ayar vermektedir ve bu hâl mevcut hükümeti mefluç bir pozisyonda bırakmıştır. Bir Tweetle “ekonomi sallayan” açısından anladık da şu “sallanan” ne iş? Çin için değil tweet dünya çapında açıklama yapılıyor da adamların kılı kıpırdamıyor. Aynı şeyi bir de İngilizlere, Almanlara yapın bakalım ne türlü bir karşılığı olacaktır; demek istediğim kudret tweeti atanın parmaklarında değil, tam aksi istikamette tweete muhatab olanların ekonomik zaaflarında! Eğri oturup doğru konuşmak tabirini önümüze alıp söylersek, ne papaz, ne şu, ne bu; mevcut hükümet, bugün dünya piyasasına tam bağımlı olmanın hiç olmazsa kendine ait hususi bazı tarzlar geliştirememenin ve ekonomik anlamda belirli tedbirler almamanın bedelini, kendisine olduğu gibi tüm millete de ödetiyor; papaz olmayaydı ekonomi çok mu iyiydi? Bin defa söyledik bir daha söyleyelim; tarım ve hayvancılık için en müsait topraklara sahipken, sırf insan tipimizin değişmesi sebebiyle bu sektörü geliştiremediğimiz gibi mevcut potansiyel artan ürün ihtiyacını karşılayamaz hâldedir! Tarım ve hayvancılık ve sâir meseleler, başın başında insan yetiştirmekle alakalıdır, ekonomi ile değil! Değil de, 20 sene evvel yapacağımız hakiki eğitim yatırımını, insan yetiştirme meselesini yine kaçırmış vaziyetteyiz. Daha kaç kere böyle aynı pozisyonlara düşüp başa saracağız, ancak Allah bilir!
 
Erdoğan’ın Makalesi

Geçen hafta Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın The New York Times’da bir makalesi yayınlandı; Türkiye ve yeni yol haritası adına pek kuvvetli, net ifadelerin geçtiği bu makale hakikaten de ümit verici. Makale, Türkiye’nin her zaman ABD çıkarları doğrultusunda hareket ettiği buna mukabil ABD’nin hiçbir mevzuda Türkiye’yi kaale almadığını anlatıyor ve nihayetinde de bu tavırların artık değişmesi gerektiği vurgusundan sonra Türkiye’nin gerekirse kendi göbeğini kendi keseceği ifadeleriyle son buluyor. Bu makaledeki bazı mühim başlıklar şöyle:
-Ne yazık ki bu tehlikeli trendi tersine çevirme çabalarımız boşa çıktı. ABD, Türkiye'nin egemenliğine saygı duymaya başlayıp, milletimizin karşı karşıya olduğu tehlikeleri anladığını ispatlayamazsa ortaklığımız riske girebilir.

-Donald Trump'ı birçok toplantımız ve konuşmamızda uyardığım gibi hukuki sürece saygı duymak yerine, ABD dost bir millete karşı haddini aşan tehditler yayımladı ve Bakanlar Kurulumuzun birçok üyesine yaptırım uyguladı. Bu karar kabul edilemez, mantıksız ve en nihayetinde uzun süreli dostluğumuza zarar verici nitelikteydi. Türkiye'nin tehditlere cevap vermediğini göstermek için birkaç ABD'li yetkiliye yaptırım kararı aldık. Biz hep aynı prensibe bağlı kalacağız: Hükümetimi hukuki sürece müdahale etmeye zorlamaya çalışmak anayasamıza ya da ortak demokratik değerlerimize uygun değildir.

-Kötülüğün dünyanın her yerinde pusuya yattığı bir dönemde, uzun zamandır müttefikimiz olan ABD'nin Türkiye'ye karşı attığı tek taraflı adımlar sadece ABD'nin çıkarlarına ve güvenliğine zarar verir. Çok geç olmadan, Washington ilişkilerimizin asimetrik olabileceği yanlış düşüncesini bir kenara bırakmalı ve Türkiye'nin alternatiflere sahip olduğunu kabul etmelidir. Bu tek taraflılık ve saygısızlık trendini tersine çeviremezlerse yeni dost ve müttefikler aramaya başlayacağız.
 
Türkiye’de “Görevli” ABD Askerleri’nin Suçları

Mevzu, başta da belirttiğimiz gibi zımnen işlenen ve karşılığını ancak ahlak ve vicdanda bulan filler olduğunda ahlak ve vicdanla alıp vereceği olmayanlara bir sözümüz yok; ama iş hukuka taalluk eden taraflarıyla ele alınırsa –ki esasen ahlak hukuk, hukuk ahlak demektir ayrı mevzu- ABD bu bakımdan da pek kirlidir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Üç Işık Konferansı’nda üzerinde durduğu ve 5 Kasım 1959 tarihinde Amerikalı Yarbay Morrison’un Çankaya’daki Amerikan Kulübü’nden sarhoş bir vaziyette çıkarak arabasına binmiş ve farlarının zayıf oluşu yüzünden toplu hâlde yürüyen erleri zamanında göremeyerek onlara çarpmış ve bazıları ağır olmak üzere onbir eri çiğneyerek yaralanmalarına, bir tanesinin de ölümüne sebebiyet vermesi hâdisesi…

Yarbay Morrison hadise anında görev sırasında olduğu gerekçesiyle Türk mahkemelerinde yargılanamadı. Hadisenin ertesi günü Morrison serbest bırakıldı ve Amerika'ya gönderildi. Amerikan mahkemesi Morrison'u yargıladı ve 1200 dolar para cezasına çarptırdı. İşin tuhaf tarafı, Amerikan mahkemesi yahut askeriyesinin, sinirlerinin bozulduğu gerekçesiyle Morrison'u bir adada tatil yapmaya göndererek bir nevi ödüllendirmesi de cabası… Bu hadise ABD’li askerlerinin işlediği suçlar meselesinde basında ilk ayyuka çıkan ve en başa çekilmesi gereken, bilenlerce meşhur ve hukuki anlamda birinci olarak öne sürülmesi gereken bir kapanmamış hesap… 

Şimdi bir de vurulan gemimiz, başa geçirilen çuval gibi ayyuka çıkmamış fakat hepsi Amerikan askerlerinin “görevli” olmasından maada hukuki işlem dışı muameleye tabi tutulmuş -sadece basına yansıyan 300 hadise-  yüzlerce hadiseden birkaçını aktaralım:

Yarbay Morrison hâdisesinden üç sene evvel ABD’li Çavuş Frank Boston 11 Mayıs 1956'da Eskişehir-Ankara yolu üzerinde 5 çocuğa çarptı ve üçünün ölümüne sebep oldu. Çavuş bu olay üzerine tutuklandı ancak yargılanmadı; dosya Amerikan mahkemelerine havale edildi. Amerikan mahkemelerinin Boston hakkında verdiği karar tam bir hukuk faciası: “adam öldürmek” ve “görev mahallini terk etmek”ten suçlu bulundu ve 6 ay boyunca 100 dolar para ödeme cezasına çarptırıldı. Yani adam başı 120 dolara Türkleri istediğiniz gibi, GTA oynar gibi ezebilirsiniz!

Çavuş Frank Boston’dan sadece bir kaç ay sonra 4 Kasım 1956'da bir Amerikalı asker, bir kıza tecavüz etmekten yakalanmıştı…

Yarbay Morrison'un yaptığı kazadan bir gün sonra yani 6 Kasım 1959’da, George Ferler isimli ABD’li bir çavuş Alsancak'ta tecavüz ettiği bir kızla evleneceğini söyleyerek yargılamadan kurtulur! İşin tuhaf tarafı ise gerçekten evlenerek Türk kızını Amerika’ya götürmüştür. Amerika'ya gitmelerinden kısa bir süre sonra ise bu küçük yaştaki Türk kızı meçhul bir şekilde ölmüştür. Meseleyi anladınız… Bu ve benzeri hâdiseleri merak edenler için Namık Behramoğlu’nun “Türkiye Amerikan ilişkileri: Demokrat Parti dönemi” isimli kitabı iyi bir kaynak olacaktır ekleyelim…

Şimdi, şu vaziyete mukâbil hâlen bu işleri midesi kaldırabilenler yoksa onlara hitaben söyleyelim: Usd çıkmış-inmiş’in esasen şu hâdiseler yanında ne ehemmiyeti olabilir ki?
 
Netice:

Evet, ne diyorduk? Ahlak, hukuk ve vicdan vesâir insanî tarafı kalanları bağlayıcı kâideler; Türk-Amerikan ilişkileri bakımından, Türkiye, içinde bulunduğu cendereden ilk kurtulduğu vakit hesap sormaya, hakkını aramaya, hukukuna sahip çıkmaya az evvel bahsettiğimiz ve açıkça işlenen suçlardan başlamalı.

Amerika ve Türkiye arasında çizgiler iyice netleşiyor, iki memleket arasındaki gri tonları artık aştık ve dünyanın siyah beyaz olan taraflarına çoktan geçtik. Türkiye için hâli hazırı aşırı sıkıntılı, neticesi ümit vaat edici bir noktaya girilmiştir, hayırlı olsun… Sarf edilen sözler adam gibi tutulursa Türkiye fena sallanacak fakat nihayetinde bir dünya devini dize getirmiş olarak yıldızını gökyüzünde parlatacaktır!

Baran Dergisi 605. Sayı