Empresyonist (İzlenimci) hareket, az sayıda sanatçı tarafından 1870’lerde Fransa’da bir araya geldi ve bu akım sükse yaptı. Bu grubun başlıca üyeleri Claude Monet, Edgar Degas, Pierre Auguste Renoir’dir. Bu dönemde portreler, natürmortlar ve tarihî sanat revaçtaydı. Fransız sanat dünyasında, dönemin ressamları ayrıntılar üzerinde durarak koyu fırça darbeleri kullanılıyor ve sanatçılar titizlikle çalışıyordu. Tâ ki İzlenimciler bu usullerden kopana kadar.

Empresyonistler ise boyayı, dönemin diğer ressamları gibi büyük fırça darbeleri vurarak değil de, ayırt edilmeyen ince küçük çizgiler kullandı. Ayrıca dinî temalı imgeler ve portreler yerine biraz daha serbestlik içerisinde günlük hayattan sahnelere de yer verdiler. Diğerleri genellikle durgun sahneleri resmederken, izlenimciler doğallığın içerisindeki sahneleri yakalayıp resmetmeye yeltendiler. Tıpkı bir fotoğrafçının ânı yakalaması yahut da bir manzaraya baktıktan sonra bizde kalan duygu-hissiyatı (intibayı) yansıtmayı istemesi gibi. Yeni bir usûl yöntemini benimseyip doğal hayatın içerisinde resim yapanlar da oldu. Mesela Monet…

Diğer İzlenimciler…

İzlenimci ressamları yukarıda saymıştık. Bu akımın devam ettiricileri daha sonra: Paul Cezanne, Camille Pisarro, Paul Gauguin oldu... Hatta Henri de Toulouse-Lautrec de dahildir. Henri Matisse de Empresyonist ressamlar arasında hatırı sayılırdı.

Empresyonistler “en plein air” dedikleri yeni bir resim yapma felsefesinin savunucularıydı. “En plein air” “açık havada” mânâsına geliyor. Evvelden dışarıda resim yapmak sanatçının başına bazı problemler doğuruyordu, diye düşünüyorlardı. Dışarıda resim yapmak, doğaya kendini açmak resme de katkı yapabilirdi. Hatta resmin seyrini beklenmedik şekilde değiştirebilirdi de. Öyle oldu. Picasso’nun dediği gibi, “tabiatta hiçbir ânın aynısı yoktur.”

Yorum-Haber: Rüstem Pehlivanlar