Roland Barthes, Fransız dilbilim ve semiyoloji-göstergebilimci. Bu çerçevede edebiyat ve sanat tenkidçisi. “Mitolojiler” adı altında kaleme aldığı ve günlük olaylar çerçevesinde denemelerden oluşan bir kitabı var. (Mythologies). 1957 yılında Seul’da yayınlanmış. Türkçe’ye tercümesi (!) 1990 yılında Hürriyet Vakfı Yayınları tarafından “Çağdaş Söylenler” adıyla yapılmış. “Söylen” ne demek derseniz, köken olarak ne olduğunu bilmiyoruz ama, mitoloji yerine kullanılmış. Herhâlde uydurukça dil ailesinden olup, mitoloji yabancı kelimesi yerine Türkçe’ye daha çok yakıştırılmış bir kelime. Daha sonra aynı kitap, Metis yayınları tarafından, her ne hikmetse yine aynı isimle yayınlanıyor. Keşke sıkıntı sadece başlıkta olsa. Kitabın içi, sözde Türkçe, özde uydurukça kelimelerle dolu. Tözsel, özdek, belit, aktöre, izge… Kitaptan bir cümle okuduğunuzda, sanki yabancı dilde bir kitap okuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Az çok aşina olanların bile, mesela “ulam” kelimesinin ne anlama geldiğini anlaması pek mümkün görünmüyor. Velhasıl kitabın uydurukçadan “Türkçe’ye” yeniden tercümesi gerekiyor.
Birazdan kitabın muhtevasından bahsedince, bu durumun, söz oyunları ile dolu bir metni nasıl bir keşmekeş hâline getirdiğini anlayacaksınız. Ama önce Erol Simavi’nin kitabı takdiminden bir bölümle okurumuza bir fikir vermek isteriz:
- “Ülkemiz topraklarına yüzyıllardır ekilen kültür tohumları bir yandan Türk-İslâm sentezinin en olgun örneklerini verirken, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar süren dönemde Batıya açılan kapılar, kültürümüze değişik boyutlar getirmiştir. Cumhuriyet döneminin gelişmeleri ise, kuşaklar arasında daha öncelerden süregelmiş kültür kopukluklarının giderilmesi gayretini yoğunlaştırmamızı kaçınılmaz bir gerek olarak ortaya çıkarmıştır.”
Görüleceği üzere, kendine “ağır” misyon yüklemiş bu ideolojik yazıda Erol Simavi pek de uydurukça kullanmamış. Yani yayınladığı kitabı kendi de pek anlamayacak, okumaya kalksa… “Kuşaklar arasında kültür kopukluklarını” bu tercümelerle giderebileceğine kim inandırmışa onu, artık bilemeyeceğiz. Tercümeyi, Tahsin Yücel yapmış. Yayın kurulunda ise, Orhan Birgit, Ferit Edgü, Doğan Hızlan, Şerif Mardin gibi isimler var. İnsan hayret ediyor doğrusu, bu koca koca adamlar, insanların zihin ve gönül dünyasında, kültür kodlarında yer almayan bu lügatle nasıl kültür köprüleri kuracaklardı? Velhasıl yıl 2016, kuramadıkları köprülerin altından çok sular aktı…
Kitabın muhtevasına gelince, Roland Barthes, “semiyoloji-göstergebilimci” olarak Fransa günlük hayatındaki “mitolojiyi” okumaya çalışıyor. Bunu yaparken elbette biraz alaycı, biraz da tenkidçi bir gözlük takıyor. Şöyle diyor (Türkçeleştirerek aktarıyoruz):
- “Bu kitapta yer alan denemeler 1954-1956 arasında, yaklaşık iki yıl süresince, aydan aya, güncel olayların akışına göre yazıldı. O sıralarda, düzenli olarak, Fransız günlük hayatının birtakım mitolojileri üzerinde düşünmeye çalışıyordum. Bu düşüncemin araçları çok çeşitli (bir gazete yazısı, haftalık bir dergide çıkmış bir fotoğraf, bir film, bir gösteri, bir sergi), konusu çok itibarî olabilir: hiç kuşkusuz benim kendi “güncel”im söz konusuydu.
Bu düşüncenin çıkış noktası, çoğu zaman, basının, sanatın, genel anlayışın, içinde yaşıyoruz diye tümüyle tarihî olmaktan çıkmayan bir gerçeğin sırtına geçirip durdukları “doğallık” karşısında bir kızgınlık duygusuydu. Kısacası, yaşadığımız gündelik olayların hikâyesinde Tabiat ile Tarih’in her dakika birbirine karıştırıldığını görmekten rahatsızlık duyuyor, apaçık ortada olan süslenip sergilenişinde saklı olduğunu sandığım ideolojik çarpıtmayı yakalamak istiyordum.”
Yazar, daha sonra, “mitoloji”yi bir dil olarak anladığını ve bu çerçevede, bu dilin günümüzdeki “çağdaş” hâlini okumaya çalıştığını ifâde ediyor kısaca ve ekliyor: “Ben tümüyle çağımın çelişkisini yaşamak istiyorum. Öyle bir çelişki ki, acı alayı gerçeğin şartı durumuna getirebilir.”
Böylece Roland Barthes eserinde Elle dergisinden sabun ve deterjanlara, biftek ve kızarmış patatesten sinemaya, plastikten Citroen’e pek çok konuda “semiyolojik-götergebilimsel” sembolleri açığa çıkarıyor. Barthes’ın bundan 50 yıl evvel Batı kültürüne dair yaptığı bu “kazı” çalışması, günümüzde de, en azından günlük hadiseleri “okuma” anlamında, kültürel kodlarını çözme anlamında ufuk açıcı olarak tazeliğini koruyor bizce. Oldukça sathî bir kazı çalışması olsa da bu, usûl ve teknik bakımından oldukça kıymetli bizce…
Roland Barthes’ın “Sabun ve Deterjanlar” başlıklı yazısı, yukarıda bahsini ettiğimiz kazı çalışmasına güzel bir örnek teşkil ediyor:
- “Dünya Birinci Deterjan Kongresi (Paris, Eylül 1954) dünyanın kendini Omo rahatlığına kapıp koyvermesine imkân sağladı. Deterjanlı ürünler, deri üzerinde hiçbir zararlı etkileri bulunmaması bir yana, madencileri de silikozdan kurtaracaklar belki. Bu ürünler birkaç yıldır öyle yoğun bir tanıtıma konu oluyorlar ki, Fransızların günlük hayatının bir parçası oldu çıktı. Ruhbilimcilerin biraz da bu konu üzerinde durmaları gerekirdi. O zaman arıtıcı sular (Javel) ruhçözümleyimiyle sabun (Lux, Persil) yahut deterjan (Rai, Paic, Omo) tozlarının ruhçözümlemeyi faydalı bir biçimde karşı karşıya getirebilirdi. Dert ve çare, pislik ve ürün arasındaki bağlantılar birinden ötekine çok farklı.
Örneğin, Javel suları her zaman bir tür sıvı ateş olarak duyumlanmıştır, etkisinin özenle ölçülü tutulması gerekir. Yoksa nesnenin kendisi de zarar görür, “yanar”; bu tür ürünlerin mündemiç mitolojisi maddenin şiddetli, kazıyıcı bir değişimi düşüncesine dayanır: deliller kimyevî yahut yaralayıcı türdendir; ürün kiri öldürür. Tersine tozlar ayırıcı unsurlardır, ideal görevleri nesneyi belirli bir duruma has kusurluluğundan kurtarmaktır; kir “kovulur” artık, öldürülmez; Omo’nun imaj dünyasında, kir sırf Omo’nun yargılamasından korkarak, güzel, arı çamaşırdan tabana kuvvet kaçan sıska ve kara bir küçük düşmandan başka bir şey değildir. Klorlarla amonyaklar hiç kuşkusuz kurtarıcı, külli ateşin elçileridir; tozlarsa tersine, ayıklayıcıdır, nesnenin örgüsü içinde kiri iter, yönlendirir, polislik görevi yaparlar, savaş görevi değil. Bu ayrımın etnolojik kefilleri vardır. Kimyevî sıvı, çamaşır döven çamaşırcı kızın fiilini sürdürür, tozlarsa, daha çok eğik tekne üzerinde çamaşırı sıkıp büken ev kadınının yerini alır. (…) Örneğin Persil Beyazlığı saygınlığını bir sonucun kesinliği üzerine kurar; biri ötekinden daha beyaz olan iki nesne karşılaştırmaya sunulurken, övünme, sosyal dış görünüş körüklenir. (…) Omo bunlardan ikisini kullanır, ikisi de deterjanlar seviyesinde yenidir: derin ve köpüklü. Omo’nun derinlemesine temizlediğini söylemek (bakınız Cinema-Publicite’in kısa oyunu), çamaşırın derin olduğunu varsaymaktır, bu da hiç düşünmemiş olduğumuz bir şeydir, onu tartışma götürmez bir biçimde yüceltmek, onu her insan bedeninde bulunan şu karanlık sarma ve okşama güdüsünü gıdıklayan bir nesne durumuna getirmektir. Köpüğe gelince lüks anlamı çok iyi bilinir. Bir kez bir yararsızlık görünüşü vardır. (…) Son olarak tüketicide maddenin havaya dair bir imajını, tad çerçevesinde (kazciğeri ezmeleri, arayemekler, şaraplar) giysi çerçevesinde (müslinler, tüller), ve sabunda (banyo yapan yıldız) bir mutluluk gibi kovalanan afif ve dikey bir dokuma biçimini pohpohlar.” (s. 25)
“Dilsiz ve Kör Eleştiri” başlığı altında “eleştirmen”lerin felsefeden habersizliğini ise şöyle tenkid ediyor Barthes:
- “Gerçekte kültüre ilişkin her tedbir yıldırmacı bir tutumdur. Bir yandan eleştirmenlik yapıp, bir yandan da varoluşçuluktan ve Marksçılıktan anlamadığını söylemek (çünkü öncelikler bu felsefeleri anlamadıklarını söylerler) kendi körlüğünü yahut kendi dilsizliğini âlemşümûl algılanma kuralı seviyesine yükseltmektir. Markçılıkla varoluşçuluğu yeryüzünden atmaktır: “Anlamıyorum, öyleyse budalasınız”.
Ama bir eserin felsefî temellerinden böylesine çekiniliyor yahut bu temeller böylesine küçümseniyorsa, bundan hiçbir şey anlamama ve hiç söz etmeme hakkı böylesine yüksek sesle isteniyorsa, ne diye eleştirmen olmalı? Anlamak, aydınlatmak, ne de olsa sizin mesleğiniz bu. Hiç kuşkusuz felsefeyi sağduyu adına yargılayabilirsiniz; işin can sıkıcı yanı şu ki, “sağduyu” ve “duygu”nun  felsefeden hiçbir şey anlamamasına karşılık, felsefenin kendisi bunları çok iyi anlıyor. Siz felsefecileri açıklayamıyorsunuz ama onlar sizi açıklıyorlar.” (s. 23)
Günümüz dünyasındaki “imajlara” belki de “mitolojilere” Roland Barthes’ın penceresinden bakmak, zihin dünyamızı işgal eden, reklâmlar, filmler, popüler kitaplar, magazin haberlerinin aslında “ne” olduğunu anlamamıza da yardımcı olacaktır bizce; eğer uydurukçasına çok takılmazsanız…
KAYNAK: Roland Barthes, Çağdaş Söylenler, Terc. Tahsin Yücel, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1990.

Baran Dergisi 474. Sayı