Öncelikle Fahri Özcan kimdir?
Ben 1940 Sinop doğumluyum. Fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Çevremizde yüksek tahsil yapan kimse yoktur. Ben de dâhil… Dinî mekteplerde, Osmanlı medreselerinde okuyan dedelerimiz varmış. 1920-30’lar arasında amcam İstanbul’da müderrismiş. Ben İstanbul’a geleli 62 sene oluyor. İlkokulu köyde bitirdim, İstanbul’da İman Hatip okuluna girdim. İmam Hatip okulunda fazla kalmadım. 4 sene okuduktan sonra oradan ayrıldım. Arapça okumak için tekrar medreseye döndüm. Sonra Kur’an kursu hocalığı yaptım. 1960 yılında ihtilâl oldu ve askere alındık.
Askerden gelir gelmez; “Milli Ol” diye bir dergi çıkıyordu. Bunu çıkartan İsmail Tümtürk diye Türkçü birisiydi. Muhabirlik yaptım. Orada muavinliğe, yazı yazmaya başladık. Genç olarak Genç Kuşak diye bazı görüşler yazıyorduk. Yani bizim Babıali ile tanışmamız; 1962’nin sonu olur.
1963’de evlendik. 1964’de imam olduk. 1969’da Almanya’ya yerleştim, 45 yıl Almanya’da kaldım.
Ne gibi faaliyetler yapıyorsunuz hocam?
Almanya’ya gitmeden önce Türkiye’de komünizmle mücadele derneklerinde aktiftim. 1969 Eylül’de Almanya’ya vardım. 1970’in birinci ayında bir kitap bitirdim; “Türk’ün Almanya Çilesi” diye. Almanya’da 14 sene devlet demir yollarında çalıştım. O arada Milli Görüş teşkilatını kurduk, 1973’de Köln şehrinde. İlk kurucularından birisiyimdir. Milli Görüş sonra dallandı budaklandı ve bu günkü seviyeye geldi. Zamanla Almanya’da camiler açmaya başladık. Toplam dokuz camii açtık Almanya’da. Tabiî bu esnada kitaplar yazmaya da devam ettik.
“Orda Bir Hoca Var Uzakta Din ve Devlet Hain Tuzakta!” isimli, Fetullah Gülen ile alâkalı son kitabınıza gelelim. Neden bu kitabı yazma ihtiyacı hissettiniz?
Fetullah Gülen’e karşı ilk olumsuz intibaım, 28 Şubat döneminde oluştu. Bütün İslâm düşmanlarının Müslümanlara saldırdığı dönemde, bu şahsın da Erbakan hocaya tavır alması ve “verin mahkemeye, kapatın partisini, girin seçime” diye kameraların karşısında saygısızca konuşmasından sonra ben bu kişinin defterini dürdüm. Uzun müddet aleyhinde konuştum “bu adam yaramaz” diye. Camide vaaz verirken bunu söylüyordum ve bırakıp gidenler oluyordu. “Ne diyorsun yahu sen, bu adam büyük adam” falan diye. “İnanmayın” diyordum. Biz bu adamın gerçek yüzünü ifşa etmeye çalıştıkça bırakıp giden cemaat, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bunların gerçek yüzünü ortaya çıkarmasının ardından geri dönüp benden özür dilemeye başladı. Ben de bu kitabı yazma ihtiyacı hissettim. Önemli bir husus da şu; bu kitabı alanların büyük çoğunluğu eski Fetullahçılar.
Gündemde bu yapının siyasî tesiri ile alakalı meseleler var. Halbuki siz kitabınızda İslâm’a olan tesirlerine dikkat çekiyorsunuz.
İşin özü aslında bu. Ben burada devleti ve Ak Parti’yi övmüyorum. Ben burada karşısına ayetlerle ve hadislerle çıktım. Burada İslâm’a verilen zarardan bahsediyorum. Devleti tam anlamıyla araştıracak akademik yetkim ve gücüm yok. Yani siyaseti derinlemesine bilen birisi değilim. Türkiye’nin iç siyasetini bilebilirim. Dış siyasetini bilmem. Amerika’da bu adam ne halt yiyor onu da bilmem; ama aradık, taradık ve yazdık. Özellikle İslâm’a olan zararı üzerinde durdum.
İlk akla gelen Hristiyanların da, Yahudilerin de cennete girebileceklerini söylemeleri. Bu, Ku’an’a ters, sapık bir düşünceden ibarettir! Ayet var: “Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar sizin düşmanınızdır.” Hatta bir Ayette yine Cenab-ı Allah: “Sizin en azılı düşmanınız Yahudilerdir” diyor. Buna rağmen bu nasıl bir Yahudi dostluğudur? Papazlarla, hahamlarla, masonlarla açık ve gizli buluşmalar yapıyordu. Önceden CIA ajanı olduğunu şüphe üzerinden söylüyorduk, şimdi ise kesin kanaat oluşmuştur.
Bu yapı Almanya’da çok aktifti. Almanya’daki küçük esnaf; bakkalı, dönercisi, manavı, bilhassa kuyumcusu... Ortada tam bir menfaat amaçlı çete var.
Hem kendi tesbitlerimi, hem belgeleri burada aktardım. Baran’da da yayımlanan “Mirza Gulam Ahmet Kadıyani, Fethullah’a Benzemiyor mu Yani?” isimli yazıyla giriş yapmayı tercih ettik. Bu yazıda muhterem Sefa Saygılı hocamızdan yararlanmıştım. Kitabı okuyan tebrik ediyor, teşekkür ediyor. Hatta, “hocam ben sana darılmıştım, 15 sene evvel bir vaazında sen buna çatmıştın, ben o günden beri sana dargındım. O zamandan beri seni camine gelmiyorum; ama haklıymışsın” diyen gençler var. Bunların hepsi o zaman genç çocuklardı; çünkü bilhassa gençleri kapıyorlardı. Bu gençler ileride iş adamı olduysa, belli bir mevkiye geldiyse peşini bırakmamışlar; sıradan vatandaş olmuşsa, işçi ise onunla hiç temas kurmamışlar, bir kenara atmışlardır. Almanya’da özellikle taksi şirketleri, kuyumcular bunların hizmetindeydi.
Gülen İzmir Kestanepazarı’nda yoldan çıkmaya başlar. Çünkü İzmir masonları bunu keşfetmiştir: “Bir hoca var güzel konuşuyor, yaman adam, bir dinle bir daha dinlemek istersin” filan diye masonlar dahi gitmişlerdir vaazlarına. Mason’un dini yoktur; camiye giden mason da var bu memlekette. Biz bunları biliyoruz. Cumayı kaçırmayan masonlar tanıyoruz. Dinlemişlerdir ve işlerine yarayacağını düşünmüşlerdir.
Türkiye’de politikacı olarak Papa’yla görüşen ilk kişi Kasım Gülek’tir. Kasım Gülek çok aydın bir kişiliktir ve Vatikan’da büyük saygı görmüştür. Kasım Gülek aynı zamanda Fetullah Gülen’in yakın dostudur ve Gülen’in Papa’yla görüşmesini ilk sağlayan kişi de Kasım Gülek’tir. Kasım Gülek’in cenazesini kendisi kıldırmıştır, ağlamıştır ve “Türkiye büyük bir politikacısını kaybetmiştir” demiştir. Bunun için Menderes’in, Özal’ın, Erbakan’ın, Erdoğan’ın hiçbir kıymeti yoktur. Süleyman Demirel gibi kişilerle arası çok iyidir.
Açık konuşmak gerekirse, bizim bu kitabı çıkarmamızda, kâr maksadı yoktur. Elimizden geldiğince herkesin gerçekleri okumasını, öğrenmesini istiyoruz.
Teşekkür ederiz Fahri ağabey.
Baran Dergisi 443. Sayı