Son zamanlarda eğitime dair yeni projeler oluşturuluyor. Özellikle okul öncesi din eğitimi, değerler eğitimi, Diyanet MEB işbirliğinde eğitimler vs. Bu konuda eksikler nedir ve ne gibi çalışmalar olması gerekmektedir?

Bu mesele bizim ideolojik ve politik kamplaşmalar arasında seyrediyor ve hayati bir mesele. Bu mesele devlet toplum ilişkisi zeminine oturmadığı müddetçe biz anlamlı bir mesafe kat edemeyiz. Geçen gün Anayasa Mahkemesi zorunlu din dersi ile ilgili bir karar da verdi. Bu toplumun atar damarını oluşturan Müslüman kesimin özgüvenini kırmayan ve hakkaniyete uygun bir yol alınması gerekiyor. Okul öncesi din eğitimin aileler tarafından istendiğine dair çok güçlü emareler var. Bu ihtiyacın makul bir şekilde karşılanması çok önemli. Bunlar düzenlenirken toplumun istediklerine yönelik hareket edilmeli. Bu tür işleri biraz daha usule riayet ederek götürmek gerekiyor. Bu işleri bir bürokratik hüküm ihdas etme motivasyonundan ziyade, toplumun sivil unsurlarını aktif kılacak, onları harekete geçirecek, önünü açacak bir devlet toplum ilişkisinin kurulması adına yapılması gerektiğinin hayati olduğunu düşünüyorum. Çünkü devlet yapılanmasını Cumhuriyet pratiğinden biliyoruz ki, siyasal iktidarların arzu ve istikametlerinin ilelebet muhafazası üzerinden oluşturulacak politikaların devamlılığında sıkıntı var. Şimdi de böyle bir duruma devletin sokulmasını çok uygun görmüyorum. Bu işleri toplumun fertlerinden ve bileşenlerinden alıp devletin bürokratik kurumları üzerinden vermek yerine bilakis devletin gölge etmediği, gerektiğinde desteklediği bir yapıya alan açmamız gerekiyor. Burada sadece Diyanetin ve hükümetin pozisyon alışı değil bu kombinasyonda toplumun sivil kesimlerinin de arzu ve iştiyaklarının olması gerekiyor. 

Toplumun her bir bileşenin aktör olması gerek. Bu alanda farkındalık oluşturulması gerekmekte. Biz bugün hangi dünya şartları içerisindeyiz ve bu toplum niye okul üzerinden değer eğitimini vermeye çalışıyor? Diğer tüm eğitimleri düzgün verdi de bunu da versin mi istiyoruz? Burada kafalar biraz karışık. Acele ve ön kabulleri zorlamaksızın yol almaya çalışıyoruz. Bu eğitimi Kemalist bir okul sistemi üzerinden vermeye neden razıyız? Biz alternatifler üretmekten neden imtina ediyoruz? Neden böyle bir arayışın içerisine girmiyoruz? Okul büyük bir arzu ve coşkuyla onu sahiplenen Kemalistlere yar olmadı da bize niye yar olsun?

Okullar ciddi manada ahlakî problemle karşı karşıya. Okullarda meydana gelen gayri ahlakî hadiseler malum. Bu hadiseler sadece eğitim sistemiyle mi yoksa topyekûn cemiyet ve sistemle mi alakalı?

İşte bu sorunun konuşulması, görüşülmesi, tartışılması gerekiyor. Biz bu sorunu görüp konuştuk da mı, bu tartışmayı olgunlaştırıp zenginleştirdik de mi okul üzerinden, falan eğitimi verip de yaramıza merhem olmasını bekliyoruz? Biz okulun da içinde olduğu hayatımızı kuşatan yapısal sorunlarla karşı karşıyayız. Bu sorunları okul içindeki bir problemi çözerek halledebileceğimizi sanıyoruz. Parça üzerinden bütünü tanzim etmeye çalışıyoruz. Burada şöyle bir kriz var; yeni nesle kendi değerlerini, inançlarını aktarmada sıkıntı yaşanıyor.

Bu eğitim krizi; üretim biçimiyle, siyasal hayatımızın tanzimiyle, toplumsal ilişki ağımızla, teknolojiyle kurduğumuz ilişkiyle, kültürü aktarma kanallarıyla bağlantılı. Sorunu da bu şekilde ele alarak düzeltmeliyiz. Bu bir çıkmazda olduğumuzun işaretidir. Bu işareti çözüm gibi algılamak ve buna çözüm muamelesi yapmak kendimizi kandırmak olur. Sorun sandığımızdan daha da büyük. Bu sorun bürokratik mekanizma üzerinden çözülmez. Toplumun maşeri vicdanının ayaklanması gerekiyor. O vicdanın bu meseleler üzerine tefekkür etmesi lazım. Yani topluma bu eğitim sisteminin kökten değiştirilmesi gerektiğinin benimsetilmesi gerekiyor. Toplum bu sorunu kendi içinde tartışacak, cevabını üretecek, devleti de bu mesele üzerinden yönlendirecek.

Eğitim sisteminin kökten değiştirilmesi meselesi tartışılmıyor mu?

Hayır, hiç tartışılmıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nda sanki dört başı mamur bir çözüm var, onlar oradan çıkaracaklar topluma enjekte edecekler. Böyle bir beklenti var toplumda. Toplumun kendi aydınları, düşünürleri bunu düşünüp eğitim hakkında fikri ortaya koyacaklar ki devlet de bunu işlesin, tatbik etsin. Bu meseleyi kimse tartışmıyor. Bu meseleyle ilgilenilmiyor. Mesela bugün Diyanet’e veya MEB’e hükmediyor olmamız, bir takım Kemalist anlayışı törpülüyor olmamız tabii ki önemli ama yeterli değil. Bu soruna çare olmuyor.

Yarın başka bir iktidar gelir, tam tersine bir eğitim politikası güder yine eski haline gelir. Hiçbir şey değişmemiş olacak.

Değişmez elbette. Siz sisteme dokunmayan, sistemin kurgusunu mantığını bozmayan müdahalelerle sistemi meşrulaştırmış oluyorsunuz. Yarınki gelenlerin olası yapacaklarına da bir meşruiyet alanı açmış oluyorsunuz. Bizim burada yapacağımız şey toplumun devletten beklentisinden ziyade toplumun çözüm üretmesi. Kültürel iktidar oluşturmak böyle bir şeydir. Toplum o iktidarı kurduğu zaman isterse iktidarda CHP olsun ona mecbur bırakırsın. Biz şu an Müslümanların iktidarda olduğu bir dönemde klasik zorunlu, kitlesel modernliğin katı kurumlarından biri olan eğitim formatını aynı şekilde devam ettiriyoruz. Hiçbir yapısını bozmadan aynı şekilde sürdürüyoruz. Sovyet Rusya bunu denedi, bir şey aldı mı? Kemalistler de bir şey alamadı. Onlara yar olmayan bir yapı bize niye yar olsun?

Bir taraftan da bu eğitim sistemi laikliğin amacına uygun tasarlanmış ve Kemalist kesimi doyuruyor. Dinin hayatın tam merkezinde olduğunu yok sayan bir eğitim sisteminden Müslümanlar ne umabilir ki?

İşte bu tespitleri bizim camia yapmıyor. Türkiye’nin kısır gündemlerine hapsolmadan büyük ölçekte mücadele edilmesi gerekiyor. Sistemin değiştirilmesi halka istetilmelidir. Bunu da sivil inisiyatifler, vakıflar, dernekler, düşünce adamları yapmalıdır. Bu alanda aktif ve canlı olmalı. Her problemi devlete yaslanarak çözemezsiniz. Devlet nereden çözüm üretecek? Devlet zaten topluma bakacak. Görüyorsunuz, üniversiteler uyuşuk vaziyette duruyor. Basın yayın hayatı hükümeti desteklemek dışında bir katkı sağlamıyor. Her yaptığına meşruiyet gerekçesi göstererek de değişmesi gereken sisteme destek oluyor. Halbuki bu yapılanmalar alan açmalı, yön vermeli, üretimde bulunmalı. Ki Milli Eğitim bürokratları da buralardan faydalanabilsin.

Üstad Necip Fazıl, Salih Mirzabeyoğlu, Nureddin Topçu, Sezai Karakoç, Ahmet Arvasi gibi düşünürlerin eğitime dair proje ve yazıları bile eğitimde ufuk açıcı ve birçok meseleyi kökünden değiştirecek minvalde. Sadece bunlara bakarak bile birçok mesele hallolabilirdi. Mesela şimdi değerler eğitimi diyorlar fakat içeriğine dair gerçekçi bir çalışma söz konusu değil.

Evet, şimdi bu isimler çapında kaç isim var? Veya bu minvalde kaç yazan, konuşan var? Okuldan bir şey beklemek yanlış olur, okul zaten iflas etmiş durumda. Öğrencilerin okulla ilişkisine bakın, öğrenci öğretmen ilişkisine bakın, okuldan aldığına bakın zaten görüyorsunuz ne durumda olduğunu. Elbette bu sadece okulla ilgili değil. İçinde yaşadığımız dönem ve dünyanın, İslam coğrafyasının hali ortada. Bütün bu şartlar içerisinde eğitim de bunun bir parçası. Aynı denizin suyundan bahsediyoruz. Şimdi siyasetimiz, adaletimiz, hukukumuz, ekonomimiz ne ise eğitimimiz de o minvalde bir şey. Kökten değişmesi gerekiyor.

Teşekkür ederim hocam

Ben teşekkür ederim.

Röportaj: M. Taha İnci