Kimdir?

Abdulkadir türker 1954 Gerede doğumlu. İstanbul YIE ve İÜ edebiyat fakültesinde okudu 1973’de girdiği Milli Gazeteden 2011 yılında emekli oldu.

Bu hafta Salih Mirzabeyoğlu’nun şehadetinin sene-i devriyesi. Sizce Salih Mirzabeyoğlu kimdir?

Salih Mirzabeyoğlu’nu 1977’den beri takip ederim. Uzaktan da tanırım, bir-iki defa karşılaştık, muhabbetimiz de oldu. Ehl-i Sünnet yolunda, Üstad Necip Fazıl’ın yolunda bir insandı. Doğru yoldan ayrılmadı, Ehl-i Sünnet içinde ömrünü tamamladı. Yılarca suçsuz yere hapis yattı. Allah günahlarına kefaret etsin, mekânı cennet olsun. Sevdiğimiz bir insan. İslâmcı harekete kattıkları ortada. Şu anda Salih Mirzabeyoğlu’nun arkasında onu takip eden kocaman bir cemaat var, bir çizgisi var, arkadaşları var, yoldaşları var, Rabbim rahmet eylesin.

Mayıs ayı Salih Mirzabeyoğlu ile birlikte Üstad Necip Fazıl’ın da vefat yıldönümü. Üstad Necip Fazıl ile hatıralarınızı anlatır mısınız?

1973 yılında Millî Gazete’ye yeni girdim, müracaat memuruyum. Eylül ayında girdim, Aralık-Ocak civarında Üstad da Çerçeve kitaplarını yazıyordu. O zaman bir tek TRT vardı ve Üstad’ın bir şiirini TRT’nin Tele Pazar programında şarkı olarak okudular.

“Uzasan, göğe ersen,

Cücesin şehirde sen;

Bir dev olmak istersen,

Dağlarda şarkı söyle!”

Bölümünü şarkının içinde popçulardan biri söyledi. Pazartesi günü gazeteye geldim, Üstad’a telefon açtım, “Efendim dün böyle bir şey oldu televizyonda haberiniz var mı?” dedim. Üstad, “Yok” cevabını verdi ve “1 saate geleceğim nihai raporunu bana bildir.” dedi. Ben panikledim, Üstad geliyor diye ne yapacağımı bilmiyorum. Naci diye birisi çalışıyordu bizim gazetede, Günaydın gibi magazin gazeteleriyle diyaloğu vardı. Naci’ye “Ben bir halt ettim Üstad’a böyle bir şey söyledim 1 saat sonra gelecek nihai raporunu bana hazırla, dedi.” dedim. Naci, Günaydın gazetesine gitti geldi, sağ olsun şarkıcı kimmiş, hangi şiiri nerede okumuş araştırdı. İskender Doğan yanlış hatırlamıyorsam plak evinde plak yapmış. Üstad’ı beklemeye başladım. Üstad geldi “Abdülkadir kim?” dedi. Siyah paltosu üzerinde, dışarıda yağmur da yağıyordu. Hemen kalktım elini öptüm “benim” dedim. Üstad, “Yazdığım şiiri kim okudu?” diye sordu, sarı kâğıda yazdığım notları verdim. Yanağımı okşadı, “Gerçek bir Büyük Doğucu böyle olacak.” dedi ve ekledi: “Bunlarla uğraşmak için Emniyet Teşkilatı’ndan daha güçlü bir teşkilat kurmamız lâzım.” Böyle bir hatıram var Üstad’la.

Ne güzel dua almışsınız.

Öyle, Allah rahmet eylesin.

Üstad ile ilgili başka söylemek istediğiniz bir şey var mı? Eserleri olsun, konferansları olsun…

Üstad’ın bütün kitaplarını okudum. Özellikle Çile şiirini ezbere biliyorum. Hatta kitaplarını ezbere bilirim. Her kitabını birkaç defa okumuşumdur.

Büyük Doğu devlet kadrolarında, akademik kadrolarda yeterince idrak ediliyor mu?

Üstad’ı tanıyanlar, idrak edenler bulunuyor; fakat belli grupların adamları var, onlar mesafeli duruyor. Benim yakın olduğum akademik çevrede ise Üstad sayılıyor, seviliyor, takip ediliyor. Bir arkadaşım var 10 takımdan fazla kitabı var, Üstad’ın her kitabından 10’ar tane var. İsteyene veriyor, boşluğu dolduruyor. Ben de öyleyim.

Üstad’ın Ehl-i Sünnet çizgisi üzerindeki hassasiyeti, tasavvufu da fıkıh ile beraber dengeli bir şekilde fikriyatına yerleştirmesi… Buna rağmen ilahiyatlarda layıkıyla ele alınmamasını nasıl yorumluyorsunuz?

İlahiyatlar, ilahiyat falan değil. İlahiyatları görüyoruz, hiçbir şey düzgün yapılmıyor ki. İlahiyattaki hocaların bir çoğu kendini peygamber zannediyor. Yunus Emre’nin bir şiiri var, “Peygamber yerine geçen hocalar bu halkın başına bela oldu.” minvalinde. Bizim İlahiyat hocalarımızın çoğu, neredeyse tamamına yakını öyle. Herkes 3-5 bir şey bilince kendini peygamber ilan ediyor. Yaşar Nuri kalkıyor ben “çıplak uyarıcıyım” diyor, Mustafa Öztürk aynı şekilde. Bunlar elle tutulur insanlar değil; ama çok düzgün insanlar da var. Onların da hakkını yemeyelim.

İlimperest zihniyetin yol açtığı netice bu. Üstad’a da “ilmî değil” diye burun kıvırıyorlar. Kuru akıl ile bir ilmin peşine gitmek Selefilikten Batı rasyonalizmine, Deistliğe kadar giden bir çukur oldu.

Evet. İsmet Özel’in bir lafı var, “İlim kutsal bir inektir.” diyor. Onun için Üstad’ın İdeolocya Örgüsü kitabını okumamız lâzım. Okuyunca neyin ne olduğu ortaya çıkıyor. Hatta Milli Nizam’ın kuruluşunda Erbakan Hoca’nın öyle bir şeyi anlatılırdı, “İdeolocya Örgüsü parti tüzüğüne eklenmelidir.” demiş. Ama herkes belli bir noktaya geldikten sonra bağımsızlığını ilan ediyor.

Evet, maalesef. Üstad’ın hitabesi vardı Yüksek İslam Enstitüsü Talebe Federasyonu Başkanı Ali Mazak organize etmişti. Siz de YİE mevzunusunuz, hatırlıyor musunuz? Üstad din eğitimi camiasına nasihatlerde bulunuyordu, “Vecdsiz ilim, ilimsiz vecdden Allaha sığınınız.” diyordu. Üstad, İmam-ı Âzam’ı duvarınıza asın, diyordu.

Büyük ihtimalle gitmişimdir. Üstad’ın İstanbul’daki bütün konferanslarına gittim. Nerede olursa olsun, Kasımpaşa’da olurdu, Kasımpaşa’ya giderdik, Üsküdar’da olurdu Üsküdar’a giderdik. Hatta bir gün dedemi Üstad’ın konferansına götürdüm, Üsküdar’da düğün salonundaydı konferans. Üstad sigara molası verdi, dedem kızdı eve geri döndük. Dedem eskiden içerdi; ama onu çok yadırgadı. Dedeme, “Üstad bu, farklı bir insan, Üstad ne sen, ne de benim, Üstad diyoruz bir tane var yeryüzünde. Gelmiş geçmiş bir tane var, başka var mı? Farklılıkları, özellikleri olacak.” demiştim.

Kitaptan okuyorum, Üstad tam olarak hitabesinde şöyle demiş idi: “Tapusu kimin üzerine çıkarılırsa çıkarılsın, İmâm-ı Âzam’ın evi demek olan tahsil çatınızın cephe duvarına şu düsturu yazın: “İmam-ı Âzam’ın aklıyla bir arada kalbine giden yol üzerindeyiz!” Üstad o zamanlar bunun farkındaydı ve uyarılarda bulunuyordu. Buna mukabil, bugün İlahiyatların hali ortada.

Elle tutulacak çok az insan var. Kimsenin sesi soluğu çıkmıyor, hepsi kaçak güreşiyor, hepsi kendine bir cemaat bağlamış, farklı şeyler peşindeler.

Üstad “din eğitimi camiası” diyor İlahiyattan ziyade. Bütün din eğitimi camiasını kastederek bu sözü kullanmış. Altın öğütler bunlar. Çağımızda Üstad’dan sonra Büyük Doğu’nun yürütülmesini nasıl görüyorsunuz?

Bu konuda sizin gibi düşünmüyorum. Üstad’dan sonra Sezai Karakoç’u görüyorum, ondan sonra Mavera ekibini sayıyorum. Siz, sanat edebiyat tonlarından çok aksiyon yönünde olduğunuz için. Benim tercihim o taraf.

Aksiyon, Üstad’ın da sevdiği bir tarz.

Sezai Karakoç da bir değerimiz, bir kıymetimiz ama Maveracılar olunca ben biraz duruyorum. İdeolojik olarak düşünmüyorum. Sanat, edebiyat, şiir, hikâye vs. bu konularda Üstad’ın çizgisinden hiç dışarı çıkmadılar; ama dinlemediler de o ayrı bir mesele. Üstad onlar için kavga verdi; ama onlar Üstad’ı dinlemedi. Üstad liste verdi Erbakan Hoca’ya 20 kişiyi milletvekili yap diye, içlerinden bir tanesini yaptı Erbakan Hoca, diğerlerine pas vermedi. O listede bir tek Hasan Seyithanoğlu’nu milletvekili yaptı.

Maveracılardan bahsettiniz, Üstad’dan beslenmeyen fikir, düşünce, sanat vs. adım atamaz yürüyemez esasında değil mi?

Öyle. Benim ilk tercihim o ama bunun dışında Üstad’a bağlı olmayanları da takip ediyorum. İsmet Özel daha farklı, onu da seviyorum, yazılarını takip ediyorum, beğendiğim yönü de var, beğenmediğim yönü de. “İsmet Özel’i milliyetçiler ön plana çıkarıyor.” şeklinde bir algı var, bu yanlış. İsmet Özel’i anlamayanlar milliyetçi yapıyor onu. İsmet Özel’in Türkçülüğü, milliyetçilik değil. İsmet Özel’i okumadıkları için öyle yapıyorlar. İsmet Özel Türkçülük konusunda, “Ben Türk dediğimde Hamamoğullarını söylediğim zannediliyorsa yanılıyorsunuz, Türk’ün eni, Türk’ün boyu Müslümanlığı kadardır.” diyor.

İdeolocya Örgüsü’nün ehemmiyetinden bahsettik. Üstad’ı atlayarak kendilerini Üstad ilan eden, edebi bilmeyen, geleneğini kabul etmeyen, tıpkı az önce hocaların kendisini peygamber ilan etmesi vb. şekildeki insanlara edep ve saygı duyulmaz. Çünkü edepsize saygı duyulmaz. Bir örnek daha verecek olursak, bütün geleneği mezheplere atarak Selefi dönemini yaşatacağım diyen Selefilerin mantığı da bu. Bunlarla aynı edepsizliğe düşmemek için İslâmcı gelenekte kurucu bir rolü olan, baş aktör olan Üstad’ı atlayarak, görmezden gelerek, kendince enteresan birkaç şiir yazacağım, sözde sanat yapacağım deyip yürümek de edepli bir tavır değil.

Doğru. Üstad’sız bu dava olmaz. Üstad bu davanın temelidir, birinci sırada Üstad gelir.

Bunlar edepsizlik yapıyorlar, Üstad’ı çiğniyorlar.

Ben bunları ciddiye almıyorum, adam yerine de koymuyorum.

Yoksa herkesin bu davaya bir katkısı olmalı.

Tabiî ki.

Edep bahsi açılmışken şunu söyleyeyim. Salih Mirzabeyoğlu bize Üstad’ı öğretti, kendisini ön plana koymadı. Bunu kim yapıyor? Sezai Karakoç da aynı, Büyük Doğu varken Diriliş peşinde koşuyor. Büyük Doğu’yu devam ettirmesi gerekiyordu, sanat cephesi vs. oluşturması lâzımdı.

Tek başına bir adam Sezai Karakoç dediğin.

Aksiyon tarafı yok. Kendini Üstad’ın yerine ikame etmeye kalkanlar ben burada edepli davranmam.

Üstad’ın yerine kimse ikame edilir mi, böyle bir şey mümkün mü?

Çoğunda böyle bir hastalık var, bir tek Salih Mirzabeyoğlu’nda görmedim. Müsaadenizle mevzu ile alakalı bazı anılarımı paylaşayım. Büyük Doğu’yu sathi olarak biliyorduk. Ben de Üstad’ın konferanslarına gidiyordum o dönemde senin gibi. Fakat Üstad’ı böyle kahraman, güzel söyleyen, duruşu güzel olan birisi olarak biliyorduk. İdeolocya Örgüsü’nün içine ben henüz girmemiştim. Bana İdeolocya Örgüsü’nü okutan Salih Mirzabeyoğlu’dur. “Üstad’ı okuyun, anlayacaksınız.” şeklinde kendinden önce Üstad’ı ön plana koydu. Halbuki biz Üstad’ı kahraman olarak biliyoruz, Salih Mirzabeyoğlu’nu bire bir tanıyoruz ve o ne derse onu yapacağız. Ama o bize Üstad’ı söylüyor, onun büyüklüğü de oradan geliyor. Maksadımı anlatabildim mi? Benim Üstad’da en çok dikkatimi çeken şey İlahiyatta görmediğim büyüklere karşı edep tavrıydı. Üstad, Sahabelere karşı diyor ki; “Velilerin en büyüğü sahabenin atının burnuna kaçan toz olamaz.” Sahabeleri bu şekilde yüceltiyor. Sahabeler Allah Resulü’nün nurundan istifade ettiler, diyor. Ben bu şekilde altının çizilmesini Büyük Doğu’dan gördüm, İlahiyattan görmedim.

Büyük Doğu’nun katkısı, ilahiyatın katkısından çok daha fazla. İlahiyatın hiç katkısı yoktu. Bizim düşünce, inanç temelimizde Üstad’ın katkısı var. Üstad bir numaradır. İlahiyatta bize bir şey öğretmediler. İlahiyatta biz ciddiye almadık onları, bir sürü de boykotlar, kavgalar oldu.

Boykotları iyi ki yaptık diyorsun, öyle mi?

Hiçbir şey demiyorum hocam. Benim keşkem yok, yaşadık, güzel yaşadık, hareketli yaşadık. Özellikle 1970’li yıllar. 1970’li yıllardan sonra benim hatıram da yok. Ne yaşadıysak 1970’li yıllarda yaşadık.

Çok doğru söyledin, gençlik mayamızı İslâmcı gençliğin siyasî alanda zuhur yılları olan o dönemde bulduk Allaha şükür.

Aklımız 1970’li yılların başında geldi, 1970’lerin sonlarına doğru, ihtilalden sonra bende hatıra falan bırakmadılar. Üstad vefat etti, Üstad’ın vefatından 10 gün sonra ben askere gittim, bazı arkadaşlar hapse girdi Üstad’ın cenazesinden sonra.

Salih Mirzabeyoğlu ile keşke fikri irtibatın devam etseydi. Senin için daha güzel olurdu.

Ben düşman değilim, ama takip etmedim.

Boykotlar döneminde Milli gazetenin şöyle güzel bir manşet attığını hatırlıyorum, bilmiyorum senin dahlin var mı; “Mezhepsizlik cereyanı Yüksek İslam Enstitüsünde infiale yol açtı.” şeklinde.

Ben takip ediyordum o işleri.

Kaç yıl sonra bir Ramazan’da mülakat yaparken bunu da öğrenmiş oldum, ne güzel. Mülakatımızın da bir tadı oldu bu.

Rabbim bizi bu yoldan ayırmasın.

Amin.