Çin milleti, dünyaya hâkim olma ideali taşıyor mu? Çinlilerin dünyanın geri kalanına nasıl baktığını düşünüyorsunuz?

Çin’in dile getirilen bir dünya hâkimiyeti ideali yok. Bunun sebebi de şu; Çinliler, kendilerine Çincede “cumbo” diyorlar, yâni “orta krallık”, “orta devlet.” Bu öyle sıradan bir ifade değil, iki bin yıllık… Bu ifade, Çin’in diğer devlet-uluslara da bakışını özetleyen bir dünya görüşü. Bugün bile resmî ismi Çin Halk Cumhuriyeti olmasına rağmen, bu kavramı kullanıyorlar. Peki, neyin ortasında? “Bütün medeniyetlerin, devletlerin ortasında!” Çin, egemenlerin eşitliğini kabul etmez, Çin hiyerarşik sistemi kabul eder, “En tepenizde ben.” der. Çinliler, üstün bir devlet ve medeniyet olarak görür kendilerini. Bundan dolayı, kendilerinden başka kültürleri de “barbar” yahut “medeniyetsiz” olarak niteler. Düşünün ki, 19. yüzyılda Büyük Britanya İmparatorluğu her türlü savaşta Çin’i yenmiş olmasına rağmen, Hong Kong’u elinden almış olmasına, neredeyse yarı sömürge hâline getirmiş olmasına rağmen Britanya’ya bile “barbar” olarak bakmışlardır. Bu bakış açısı sebebiyle Çin, kendi haricindekiler için “barbarların dünyası” diye isimlendirip, çok kıymet vermemiştir. Çin toprakları adeta “kutsal” bir alandır, medeniyetin beşiğidir… Bunlar son yüzyılda değişmeye başladı. Her yerde var olmak istiyorlar; yine de Çin anakarası onlar için kutsal bir yer. Fikrî altyapılarına bakalım; Konfüçyüs, Mozi, Sun Tzu ve diğerleri… Çinliler, kendilerini üstün olarak tanımlar. Henry Kissenger bile söyler bunu ve ekler, “Onlar kibirli olmasın da kim olsun?” der. Hep aynı coğrafyada bulunmuşlar. “Roma varken buradaydık, Bizans varken buradaydık, filanca imparatorluk varken de buradaydık. Hâlâ buradayız ve aynı dili konuşuyoruz.” derler.

Çin’in bu kadar kuvvetli hâle gelmesini sağlayan parametreler neler? “Çok büyük bir nüfus, fakir bir toplum” derken, bir anda yükselen bir Çin gördük.

Merkeziyetçiliğe önem verirler… Disiplinliler… Ölümü sıradan bir şey olarak görürler. Çok çalışırlar. 1958’deki meşhur “Büyük İleriye Atılım” hamlesi var. Mao burada demiştir ki; “Biz çelik üretiminde dünya birincisi olacağız, İngiltere’yi geçeceğiz.” Tüm ülkedeki hemen her şeyi evlerin bahçesine kurdurduğu fırınlarda erittirdi, tarım aletlerini bile. “İngiltere’yi çelik üretiminde geçeceğiz” diye… Sonuç; kıtlık, felaket ve milyonlarca insan açlıkla boğuştu, bir sürü insan öldü. Sovyetler de buna güldü. Ama Çin bundan vazgeçmedi, 2021 itibariyle çelikte dünyada bir numara. Fiyatları Çin belirliyor. Hemen hemen aklınıza ne gelirse, fiyatını Çin belirliyor, diyebiliriz.

Dünya bir yerde ipin ucunu kaçırdı. Kapatılan her fabrika Çin’in topraklarında açıldı. Hatırlayın, geçen sene maske temininde problemler yaşanmıştı dünyada. Üç kuruşluk maskeyi bile üretemediler. Çin’in stratejik bir silahı da budur. Batı para kazanmak adına büyük bir tuzağa düştü. Ucuz iş gücünden yararlanıyorlardı, Batı’nın gözü doymadı, daha fazla kazanma isteğiyle Çin’e mahkûm oldular.

Çin büyüyor, gelişiyor, peki içeride vaziyet nasıl?

İnsanlar bambaşka bir Çin beklentisi içerisinde, rejim başka. Çin’den devlet diye bahsetmek çok doğru değil. Çin, bir parti oluşumu. Devlet ön plânda değildir. Çin, Komünist Parti demektir. Komünist Parti de Çin demektir. Devlet yalnızca hukukî bir aygıttır. Fakat, Şi Cinping, 2017’den itibaren “Bu devlet denilen aygıtı da güçlendirelim.” dedi. Çin’de devlet, ordu, halk ve diğer her şey partiye hizmet eder… Türkiye’de hâlâ anlaşılmayan mesele bu. Çin rejimi değişmediği sürece, oradaki azınlıklar, farklı görüş ve inançtakiler baskıdan kurtulamaz. Herkes bol kepçeden sallıyor; ama mesele bu. Çin, 1949’dan beri muhalif hiçbir grup-partiye izin vermiyor. Çin Komünist Partisi, dernek, yapı, grup barındırmıyor ki ülkede. Bir tane muhalif gazete yok, düşünün. Temel felsefeleri şu: “Toplumu, devleti ve her şeyi parti ve rejim yönetir. Buna alternatif hiçbir inanç sistemini kabul etmiyoruz.” Budistler, Hıristiyanlar için de geçerli bu. 2018’de, “inançların sosyalizm ile uyumlaştırılması” diye bir karar aldılar. Düşünebiliyor musunuz? Tüm bunları toplayalım; dünyanın başka yerlerinde, başka şeyler yaparak Çin’in içerisindeki şeyleri değiştirebilmenin ne kadar zor olduğu anlaşılır. Adam diyor ki, “Kendim gibi olmayan hiçbir şeye izin vermiyorum!”

Çin’de toplumsal bir patlama yaşanabilir mi?

Yaşanmaz. Uygur bölgesindeki o toplama kamplarını niçin yaptılar? Müslümanları kontrol altına alamadıklarından beyinlerini yıkamak için yaptılar. Sadece Uygurlar da yok orada, Çinli Huiler de var. Onlar da çok çekti. Hui Müslümanları Çin etnik kökenli bir de; Sahabe-i Kiram’ın emanetleri. Sahabe döneminde İslâm’a geçen Çinli Müslümanlar. Hülasa insanlar rejime uygun hâle getiriliyor. Eğitim sistemi de bu mantıkla işliyor. Teknoloji ile birlikte kontrol ve uyuşturma daha da artıyor.

Anlattıklarınız George Orwell’in 1984’ündeki manzarayı tedai ettiriyor.

Orwell tam olarak bunu anlatıyor.

Çinlilerin başarılarındaki sırlarından bir tanesi de her şeyi Çinlileştirirler. Sosyalizmi bile Çinlileştirdiler. Ayrıca yeniliğe ve değişime açıklar. Diyorlar ki, “Karl Marx, Lenin ve hatta Mao’nun yazdıkları 21. yüzyılın getirdiği yenilikleri karşılamıyor.” Güncelleme yapıyorlar, Sovyetler’in yapamadığı bir şeydi bu. Yeter ki Çin Komünist Partisi’nin iktidarı devam etsin. Asıl mesele iktidar, devlet, halk falan değil. Avrupa’da fabrika kuracaksın, sendikaydı, işçi hakkıydı, sigortaydı, asgari ücretti vs. derken astarı yüzünden daha pahalı hale gelecek. Ne gerek var. Adam orada bir kâse pirince gömlek de üretiyor, gözlük de üretiyor, telefonda üretiyor kısacası her şeyi yapıyor.

İşin diplomasi tarafına bakacak olursak; Çin’in küçük adımlarla geldiğini, bir anda en tepeye doğru yerleşmeye başladığını gördük. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Çin, hata şansım yok diyor, çok dikkatli adım atıyor. Bir adım atacaklarsa on kere düşünüp atıyorlar. Ürkütmeden, yavaş yavaş. Şunu da söylemek gerekiyor, okumaya, araştırmaya, kendi inandıkları şey üzerinde çalışmaya çok önem veriyorlar. Her yıl binlerce öğrencisini yurtdışına matematik ve mühendislik alanında doktora yapmak için gönderiyor. Suiistimal, yolsuzluk suçlarını vs. affetmiyorlar, idam ile cezalandırıyorlar. Çin’in kaç tane üst düzey parti yetkilisi bu şekilde gitti. Şi Cinping yerine esasında Bo Şilay geçecekti. Önemli bir adamdı, babası Mao’nun arkadaşıydı. Ticaret Bakanıydı fakat hakkında yolsuzluk iddiaları vs. çıktı, adamı ömür boyu hapse attılar, onun yerine Şi Cinping geldi. Kesinlikle müsamaha göstermiyorlar “Sen Mao’nun arkadaşıydın, partinin kurucusuydun” filan yok. Anında tasfiye ediyorlar. Muazzam bir disiplin ve örgüt var. Hindistan’ın da bir süper güç adayı olduğu, Çin’e rakip olabileceği konuşuluyordu; gördük cesetleri sokakların ortasında yakıyorlar. Diğer tarafta ise Çin’in salgına karşı mücadelesini gördük ve hâlâ görüyoruz. Hindistan’dan hiçbir zaman süper güç, hatta bölgesel bir güç bile olamaz. Çünkü, Hindistan’da dağınık bir yapı var.

ABD bütün gücünü Pasifik’e doğru kaydırdı, Ortadoğu’dan da tamamen çekiliyor. ABD ne yapabilir Çin’e karşı?

Adamlar gümbür gümbür geliyor. Amerikalılar uyuyamıyor, Çin’e karşı ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bu yüzden Rusya’yı karşılarına aldılar, Rusya’yı tehdit etmelerinin sebebi “Çin’in yanında değil de bizim yanımızda ol, Çin’e karşı beraber mücadele edelim.” demeleridir.

ABD ne yaparsa yapsın, Pasifik’e bütün gücünü değil tüm Avrupa’yı da kaydırsa oradaki stratejik şansını kaybetti. ABD Çin’e borçlu, bütün hazine kağıtlarını Çin almış. ABD’nin her yönden elleri ayakları bağlı. Çin artık dünyanın bir numaralı ekonomisi oldu. ABD, bölgede zorlama işler yapıyor. Japonya’yı, Hindistan’ı Çin’e karşı kullanıp bir şeyler yapmayı deniyor. Hindistan ve Japonya bu konuda biraz mesafeliler. Çünkü, her iki ülke de bölge ülkesi, yarın ABD olmayınca ne olacak diye düşünüyorlar. Ayrıca Çin, Kuşak-Yol Projesi diye bir şey yapmış, kazan-kazan esasından muazzam bir ticari proje. Herkes onun üzerinde çalışıyor, herkes kazanıyor. Amerika tahtını bırakmamak için şu anda çabalıyor; fakat Çin de doğrudan küresel hegemonyadan bahsetmiyor. Geçtiğimiz günlerde Boao Forumu oldu, Şi Cinping orada; “Hiçbir ülke tek başına patronluk taslayamaz, o günler geçti, Soğuk Savaş dönemi de bitti.” dedi. Şi Cinping bundan sonra çok kutuplu, çok merkezli, çok taraflı bir yeni uluslararası sistem diyor, Rusya da bunu benimsedi. Çin ve Rusya bu konuda çağrıda bulunuyor, Türkiye de aynısını söylüyor.

Cinping’in bu sözü, ben yavaş yavaş güçleneyim, gücümü tahkim ettikten sonra nasıl olsa size sözümü geçiririm, şeklinde de okunabilir mi?

Esasında ABD’ye “şöyle biraz çekil de biz de oturalım” diyor. Sonra da “Her güçlenen bu katta bizimle beraber otursun ki ileride sorun çıkarmasın.”

ABD ile Çin arasındaki karşılıklı bağımlılıktan söz edelim. Bu geçmişte de çok konuşuldu; ABD’nin göreceği zararın Çin’e nasıl bir tesiri olur?

ABD, Çin için çok önemli bir pazar. Teknoloji transferi ve bilgi alışverişi var. Artık uluslararası sistemde karşılıklı bağımlılık son derece arttı. Tayland’da sel felaketi olunca ABD’deki bütün bilgisayar firmaları iflas etti, harddiskler Tayland’daki fabrikalarda üretildiği için. Pandemi sürecinde Çin’de çip üretimi durdu, bütün dünyada otomobil üretimi durdu.

Bütün dünyanın Çin’e bağımlı hâle gelmesine misal...

Maske, ventilatör hepsini Çin üretiyor. Çünkü Avrupalı diyor ki, “1 dolarlık maskeyi üretip de ne kazanacağım!” Amerikalılar bunların üretimini bıraktı; ama hayatın asıl araç gereçleri bunlar. En küçük eşyalardan otomobillere, elektronik aletlere kadar her şey Çin’de üretiliyor. Çin dünyanın en büyük fotokopi makinasıdır.

Henry Kissinger geçen hafta “Bu adamlarda çok ileri teknoloji var, Sovyetler Birliği’ne benzemiyorlar.” dedi. Bu söyledikleri çok önemliydi, bu mücadelenin Sovyetler ile mücadeleye benzemeyeceğini ve çok zarar göreceklerini söyledi. Kissinger dünyada Çin’i en iyi tanıyan adamlardan biridir ve bu söyledikleri işin başka bir aşamaya geçtiğinin göstergesidir. Dolayısıyla Uygurlar, Güney Çin denizi, Tibet, Tayland, Hong Kong vs. ABD ne yakalarsa istismar edercesine Çin’e karşı kullanmaya çalışacak.

ABD, Çin’e karşı Hindistan’ı da destekliyor.

Çin’e karşı mücadele etmenin yolu üretim olarak görünüyor. Hindistan’da yeni bir üretim merkezi oluşturulması mesela… Çinliler de diyor ki “Ne kurarsan kur, ben refah düzeyi yüksek bir ortasınıf Çin toplumu oluşturuyorum, bunlar tüketim de yapacak!” Dünya mal almasa da fabrikaları üretecek kendi halkı alacak. Çin kendisini bir ülke olarak görmüyor, bir “dünya” olarak görüyor. Her şey bu dünyayı ayakta tutmak içindir. Üretim-tüketim dengesini ayarlamak adına tek çocuk kuralını kaldırdılar. “Yarın Avrupalı yatırımcı gelmediğinde kendimiz ayakta durmalıyız, pazarlarımızı kaybedersek kendi pazarımızı oluşturacağız.” dediler. Kuşak ve Yol Projesi esasında budur, yatırım ile birlikte Çin’e Pazar sağlayacak. Şimdi herkes, başta biz günübirlik hesaplarla “ne kadar döviz gelir” diye baktığımız için asıl meseleyi göremiyoruz. Bunun Çin’in kendi pazarını oluşturması olduğunu bir tek ABD gördü. Kuşak ve Yol Projesi ilk ortaya atıldığında Amerikalılar, “Bu Çin’in dünya düzeninin anahtarı, Çin’in Marshall Plânı’dır.” dedi.

Biraz daha açabilir misiniz?

Etrafındaki ülkelere yardım ediyor, elinde muazzam bir sermaye var. Herkese kredi veriyor, aslında IMF’nin verdiği kredi daha ucuz olmasına rağmen Çin formaliteyle uğraşmadığı için herkes Çin’den alıyor krediyi. IMF “kemer sık” diyor, stand-by anlaşması yapıyor filan. Çin ise parayı veriyor, “ödeyemezsen senin köprünü alayım, havalimanını alayım, bankanı alayım” diyor.

Çin, Kuşak ve Yol ile birlikte 100’ü aşkın ülkeyle kazan-kazan bağlamında ilişki kurdu, ticaret anlaşmaları imzaladı, altyapı faaliyetlerini yapıyor. Çin, “rejim ihraç etmeyeceğim” diyor; fakat temas ettiği ülkelerde yeni bir Çin devlet modeli doğuyor. Çin’in finansal etki sahası genişlerken ABD’nin en önemli silahları olan IMF ve Dünya Bankası’nın tesiri azalıyor. Yatırım yapıyor; ama yatırımı yaptığı ülkede ticarete girmiyor, her şeyi Çin’den getiriyor. Madenlerinde, inşaatlarında kendi adamlarını çalıştırıyorlar, gittikleri ülkeden adam almıyorlar.

Trump, Çin’i yok etmek için değil, ABD’nin kaybettiği avantajı az da olsa geri almak için Çin’e baskı kurdu. Bugün de ABD’nin Çin’e baskı kurmasının ana nedeni bu. Yoksa, böyle devam ederse ABD’yi ezip geçecek Çin ekonomik olarak. ABD, “Bizim imtiyazlı bir statümüz var, sen ona dokunmazsan ben de senin küresel jandarmalığını yapar, etrafındaki sorunları çözerim.” diyor. 90’lı ve 2000’li yıllar boyunca Çin’de Amerika’nın küresel hakimiyetine hiç ses çıkartılmadı. Çünkü “Ne güzel sorunları çözüyor, güvenliğimizi sağlıyor.” diye değerlendirdiler yıllarca. En sonunda Amerikalılar “Sana ben bedava güvenlik mi sunacağım?” dedi. Avrupa’ya, Çin’e, Japonya’ya… Hepsine aynı şeyi söyledi Trump.

Son olarak, yeni bir düzen arayışı yaşanırken Türkiye nerede?

Böyle giderse biz anca konuşacağız; ama kimse dinlemeyecek. Uluslararası örgütlerin internet sitelerinde senin dilin yer almıyor, birçok dil var; ama Türkçe yok. Bu basit bir misal.

Türkiye’nin kendi ayağının üzerinde durması lâzım. Lafı geldiği zaman beğenmediğin Yunanistan ve İran’ın kendi milli dış politikaları var. Doğru yahut yanlış bir şeye inanıyorlar. Bizim neye inandığımız belli değil. Her gün değişiyor.

Çin ile Rusya arasında stratejik bir ortaklık yok, bu zoraki bir ortaklık. Türkiye’nin bu ortaklığı bozmaya yönelik hareket etmesi lâzım. Ettiremese de alternatif olarak Anadolu hattı var. Böylece hem AB’yi hem de Çin’i bağla. Türkiye’de, Çin’in dünyada sıkıntı yaşadığı tek ülke Türkiye’ymiş gibi bakıyorlar meseleye. Çin’in sadece Türkiye ile problemleri yok ki, ABD’siyle, AB’siyle her yerde aynı sorunları yaşıyor. Sen bu durumu kendi lehine nasıl avantajlı bir hale getireceksin onu konuşmak lazım. Hassas bir zamandan geçiyoruz, jeopolitik olarak kuşatma altındayız, ekonomimiz zor durumda vs. Bir şekilde Çin, Rusya ve ABD’den alabildiğimizi almamız gerekiyor. Türkiye’de adam çıkıp diyor ki; “ABD, Rusya ve Çin ile arayı boz.” Diplomasi böyle yürümez. Bir konuda anlaşamıyorum diye ilişki kesilmez. Mesela ABD’nin hâlâ bir numaralı ticaret ortağı Çin. Niye kesmiyor ilişkisini?

Dış politikada kendinizi duygusallıktan arındırmazsanız net bir sonuç elde edemezsiniz. Biz millet olarak duygusalız ve kendimizi kurtaramıyoruz. Mesele “onlar ne yaparsa yapsın” değil, mesele tabloyu iyi okuyup bu adamların avantajlarını ve dezavantajlarını tesbit etmek. Uygur meselesinde dünya ile aynı yerde durmak zorunda değiliz, çünkü dünya Uygurları bilmezken Kaşgarî Emirliği bizim himayemizdeydi. Dolayısıyla bizim bu hususta özgün bir politikamız olmalı. Şimdi herkes meclis kürsülerinden tutarsız bir şekilde sallıyor. 1930’larda Şarkî Türkistan İslâm Cumhuriyeti kurulduğunda Ankara’ya haber gönderiyorlar “bizi tanıyın” diye. Türkiye tanımıyor. O gün “adında İslâm var, tanıyamayız” diyenler bugün Uyguları savunuyor. Herkes iç siyasete oynuyor; fakat diğer taraftan iktidarın bir takım hesapları ve memleketin menfaatleri var. Son derece hassas bir mesele. ABD bu konuda Çin’in üzerine gidebilir; fakat Türkiye bunu yaptığı zaman aşı gecikir mesela…

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmiş olmasına rağmen Türkiye’nin idari bir takım problemleri de devam etmiyor mu?

Kendi alanımdan örnek vereyim. Türkiye’nin birçok dış sorunu var. Bir dışişleri bakanı yetmiyor; Türkiye’nin her bölgeden sorumlu dışişleri bakan yardımcıları ataması lazım ve bu bakan yardımcılarının dışişleri bakanı kadar forsu olması lazım. Bu adamlar her yere gidecek, görüşecek. Şimdi çok daha kolay yapılması, Cumhurbaşkanı bir kararname ile atamasını yapabilir. Artık eskisi gibi bölgesine hapsolmuş küçük bir devlet değilsin, dünyanın dört bir yanındaysan ona göre dizayn yapacaksın. Biz başkanlık sistemini getirdik; ama hâlâ parlamenter sistemdeki bakanlık anlayışıyla götürüyoruz işi. Cumhurbaşkanını başkan yaptık; ama gerisine hiçbir şey yapmadık aynı duruyor. Gerek politika yapımında, gerek icrasında eksik işleyen noktalar çok fazla.

Çin üzerinden başka bir örnek vereyim. Geçen sene pandemi sürecinde buğday bulamadı fırınlar. Bütün dünya içe kapandı. İnsanları tarımdan vazgeçirip tekrar tarıma döndürmen kolay değil. Tarım öyle sonradan öğrenilebilecek bir şey de değil. Şu anda Çin 500 milyon hatta 700 milyona doğru gidiyor, kırsal alanda çiftçilik ile uğraşan nüfusu var. Bunlara inanılmaz, muazzam destekler veriyor. “Tarımı terk etmeyin tarımı yapın.” diye. Bir de sistemli yapıyor bunu. Senin milli gelirinden daha fazla tarım geliri var. Bunları yapamadığın zaman, her şeyi dışardan aldığın zaman bağımsız olamazsın.

Türkiye’deki kolundaki saatin ekranına kadar Çin’den geliyor. Yerli mallar diyoruz, Vestel örnek verildi. Vestel’in kullandığı malzemelerin yüzde 90’ı Çin’den geliyor. Çin ile Güney Kore dava açtılar, bizden aldığı malzeme ile montaj yapıyorlar, diye. Yerli ve millî diyorsun sadece montaj yapan usta yerli. Bütün sektörler böyle. Öncelikle bunları düzeltmemiz lazım.

Önünüzde duran dört malzemeye bakın nerede üretilmiş. Çin ilaç sektöründe de tekel olmak için uğraşıyor; bu pandemi Çin’in ilaç sektöründe de tekel olmak için kurduğu bir komplo muydu, diye sormadan edemiyor insan. Çin’in gücünden dolayı hiç kimse bazı meseleleri konuşmuyor.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ediyorum.

Baran Dergisi 747.Sayı