15 Temmuz tarihi Türkiye için gerçekten bir milat oldu. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir ihanet görülmedi. I. Dünya Savaşı’nda düşman belliydi. Ona göre tavrımızı aldık. Acı bir tecrübe yaşadık. Annelerimiz ülkenin düşmanlarını doğurmuş. Düşünebiliyor musunuz; kendi askerleriniz kendi ülkenize, vergilerimizle aldığımız silah ve mühimmatla saldırdı. Korumakla yükümlü olduğu insanımızı katletti. Bir akademisyen, bir vatandaş olarak bugün bile düşündüğüm zaman aklım almıyor. İhanetin de üzerinde… Bu bir katliam. Neden böyle bir giriş yaptım. Türkiye böyle bir sınamadan geçti. Bu, tarihimizde on yılda bir gerçekleşen darbelerden bir darbe değildir.
“Biz Bize Yeteriz”
O günden sonra şunu anladık; Türkiye, “Bize bizden başka dost olan yok.” dedi. Çünkü gördük ki, halkın teveccühü başka yönde olsaydı iş değişebilirdi. Bakın, ABD o zamanki iktidara desteğini saatler sonra göstermek durumunda kaldı. Halkın eğilimini beklediler. NATO müttefikleri, diğer Müslüman devletler olsun, Türkiye bu noktada bir gerçeği gördü; Türkiye gerçekten de yalnız bir ülkeymiş. Bir başka şey daha öğrendik; “biz bize yeteriz…” Evet, dostumuz yok ama aynı zamanda biz bize yeteriz. Dikkat edin, ülke içindeki hainler temizlendikten sonra üzerimizdeki ölü toprağını attık. Bir gerçeği gösterdi; “her şerde bir hayır vardır” gerçeği… Silkindik. Bunun meyvelerini topluyoruz. Bakın, savunma sanayiinde müthiş bir ilerleme gerçekleşti. Son otuz yılda şu hızda gitseydik, şimdi başka şeyleri tartışıyorduk. Tabiî 15 Temmuz’dan sonra nasıl engeller çıkarıldığı, nasıl üstü örtülü operasyonlar çekildiği malum. Türkiye bir operasyonlar ülkesi zaten. Öyle bir coğrafyadayız ki, burada huzur içerisinde, kafamız rahat yaşamak pek mümkün değil. Buna alışarak yaşayacağız. Bakın, Türkiye diğer ülkeler için bir politik veya ekonomik tercih değildir.
“Türkiye Jeopolitik Zorunluluktur”
Türkiye, jeopolitik bir zorunluluktur. Bizi yok sayarak bölgede de, dünyada da bir şey yapılmaz. Son birkaç yıldır etrafımızda kurulan ilişki yumağı, ihanet çemberi, oluşturulan şer eksenlerini görüyorsunuz. Hepsi bir şekilde Türkiye’yi hedef alıyor. Bizi dikkate almadan, oyun kurulamaz, hesap yapılamaz, denge bozulamaz, denge tesis edilemez. Şunu da ilave edeyim; küresel düzen de ihdas edilemez. Bu iddiamı her yerde dile getiriyorum. Dün, “Kıbrıs’ın ötesine gidemiyor, Adalar’ı geçemiyor.” denilen bir Türkiye, bugün Libya’da, Akdeniz’in bir başka tarafında ortaya çıktı. 15 Temmuz trajedisi ABD’nin 11 Eylül’ünden daha da büyük bir vakadır. Mevcut trendi bu vesileyle yükseltmemiz lazım. Zira Türkiye’ye yönelik şer hareketleri hiçbir zaman bitmeyecek. Eğer tarihten gelen bir misyona talipseniz, bununla yüzleşeceksiniz. Veya oturup başınızı önünüze eğeceksiniz, ülkenizde daha küçük meselelere bakacaksınız. Dış dünya bizi ilgilendirmez deyip, Kıbrıslı Rumlar gibi edilgen bir yapı halinde, “abiler” ne derse onu yapacaksınız. Ancak arkasında imparatorluk coğrafyasından kalma kıtalar bırakmış bir Türkiye için bu olmaz. Biz, 400 yıl bu coğrafyaya barış ve huzur getirmişiz. Kan ve gözyaşını engellemişiz. İnsanlar rahata ermişler, bunu başarmışız. Biz bir kültür ve medeniyetiz. Biraz da medeniyet kuran kimliğimizi, bu yönümüzü vurgulayalım. 15 Temmuz’dan sonra dünyanın gerçek yüzünü gördük, içeride de bunu besleyen hain unsurları gördük. Hâlâ nifak tohumları ekiliyor. Form ve şekil değiştirerek sürüyor. Enerjimizin bir kısmı ülke içinde ve dışında teröre harcanıyor. Bakın, “teröristle masaya oturmam” demiş bir ABD’nin, Suriye ve Fırat’ın doğusunda ne tür ittifaklar içerisinde olduğunu görüyoruz. Siyahi olan vatandaşlarına neler yaptığını görüyoruz, dünyaya neler yapmaz, varın düşünün.
“Lozan’ı Parçalayacak Hesaplaşma”
Libya’da olanları Hafter’e karşı yapılmış bir hareket olarak düşünmemeliyiz. Maalesef ülkemizde çok dar bakan gazeteci, akademisyen var. Daha düne kadar deniz yetki sahası anlaşması yaptık diye seviniyorduk. Bugün gelinen noktada Libya’nın geleceğini belirlediğimiz gibi, Akdeniz havzasının geleceğinde belirleyici ülke oluyoruz. Deniz yetki sahasını konuşan kimse kalmadı. Barbaros’u, Oruç Reis’i unutmayalım. Tarihimizi çok iyi kullanmalıyız. Bu kahramanların destanları film olmalı, dizi olmalı. Okumadığımız bir gerçek ama bu “Z Kuşağı” gençliğine de Abdülhamid, Ertuğrul, Osman’ı gösterdiğimiz gibi… Bunlar ülkelerin “yumuşak güç”ünü oluşturur. Bu unsurlarla da ihanet zihniyetlerine karşı mücadele verilir. Biraz da özeleştiri yapalım; bizim bir vizyon ve bilinç eksikliğimiz var. Son kuşakta bu daha fazla… Neler yapabileceğimizi bilemiyoruz. Libya meselesinde çok sayıda seçeneğimiz var. Toplum bunun ne kadarını benimsedi, orada ne iş yaptığımızı bilmeyenler var. Biz yüz yıl önce vardık. 15 Temmuz tarihimizin bir boyutu böyle bakınca. Biz, Esed rejimiyle mücadele ederken aslında yüz yıl önceki Suriye’nin hesaplaşmasını yapıyoruz. Kimle hesaplaşıyoruz, bakın yüz yıl önce Libya’daki Fransa ile. Irak’ta İngilizlerle hesaplaşıyoruz. Bunlar yüz yıllık hesaplaşmalar. Belki Lozan’ı da bize yırttıracak bir hesaplaşma bu. Çünkü Batı Osmanlı’yı parçalamaya doymadı. Çanakkale Savaşı’nda “Türkleri Asya’ya sürmek”ten bahsediyorlardı. Bu topraklarda iki sözde devlet kurmak niyetiyle geldiler. ABD Başkanı Wilson üç devlet diyordu. Yahudi devleti, Kürt devleti, Ermeni devleti. İsrail’i kurdular. Ermeni devleti kısmen kuruldu sayılır. Ancak hâlâ bir Kürt devleti kurulamadı. ABD bunun için uğraşıyor ama kurulması plânlanan yapı ikinci bir İsrail’dir. Osmanlı dönemi Akdeniz bir barış gölüydü; unutmayalım. Avrupa şimdi benim gölüm diyor. Şu kayda girsin, bakın burada Rusya ile karşı karşıya görünüyoruz ama iki ülkenin ortak karşıt olduğu AB’ye karşı işbirliğine gidilirse, o zaman bakalım AB ve Fransa ne yapıyor, bundan çekiniyorlar. Bugün Economist dergisi, Der Spiegel dergisi Türk İHA ve SİHA’larının başarılarından bahsediyor. Onlar bunu deyince korkmamız lazım aslında. Çünkü Akdeniz’de açıkça hedef gösteriliyoruz. Hiç böyle demeseler daha iyi, göze batmayız. Batı bizi babasının hayrına övmez. Bu başarılar sadece bir liderin meselesi değil. 1974 sadece Erbakan veya Ecevit’in meselesi miydi? Bu millî bir meseledir. Particilikten, partizan tartışmalardan uzak bakmalıyız. Muhalefet etme adına bu gerçek gözden kaçırılıyor. Bu yüzden Libya üzerinden Akdeniz gerçeğini, Kuzey Afrika’yı görmüyoruz. Belki bir adım sonrası Cebelitarık.
“Millî Üretim ile Savunma İçin Daha Çok Sermaye”
Bu işi tek bir kişiye, Tayyip Erdoğan’a yüklemekle olmaz. O da bizim gibi bir insan. O yüzden hep beraber oturup beyin fırtınası yapmalıyız. Bizim milletin bir özelliği daha var; sorumluluk almayı sevmiyoruz. “Sen hallet biz geliriz…” Farz-ı aynı sevmiyor, farz-ı kifaye hoşuna gidiyor. Bir Yunan’ın, Bir Rum’un baktığı gibi bakmıyoruz. Bir Eşek Adası’na küt diye gidiyor. Ayasofya’nın gündeme gelmesiyle ne yapmış olduk? Eski Türkiye olmadığını gösterdik. Bu bir psikolojik oyundur. Silah kullanmadan psikolojik baskı kurmadır. Rusya’ya karşı mesela… Dikkat edin; Ayasofya ile ilgili yankılar Rusya’dan geliyor. Ortodoks âleminden geliyor daha çok. Uluslararası ilişkilerde daimi dostluk veya daimi düşmanlık olmaz. Millî menfaatler olur. Devletler de bunun için yaşar. Bizim yaptığımız Osmanlı’dan bu yana bellidir. Bu modeli ABD dünyaya göstermeye çalışmıyor muydu? Şimdi Akdeniz üzerinde İsrail, Mısır, BAE ittifak içinde... Ne kadar rahatsızlık veriyoruz ki, tarihte bir araya gelmeyecek ülkeler bir araya geliyor. Bunların hepsi 15 Temmuz’dan sonra gerçekleşti. O halde 15 Temmuz saldırısı, Türkiye’nin ne kadar düşmanı varsa hepsinin ortak tezgâhıydı. Savunmamızı etrafımızdaki yabancı güçlerin çıkardığı krizler sonucu geliştirmeye başladık. Büyük sermayemizi savunma sanayiimizi güçlendirmeye harcamalıyız. Güçlü bir savunma olmadığı sürece her an bir tehdit veya krizle karşı karşıya kalabiliriz. Millî-yerli üretim seferberliği içinde olmalıyız. Bize teknolojik, sanayi ambargosu koyan ülkeleri hatırlayalım. Siyasetin millî-yerli odakta çalışması lazım.
Baran Dergisi 704.Sayı