Geçtiğimiz haftalarda (20 Temmuz 2019) yazarımız Kâzım Albayrak, gönüldaşımız Halil Kantarcı’nın yakınlarını memleketi Sivas-Zara’da ziyaret etti. Şehidimizin babası Ali Kantarcı, Kâzım Albayrak’ı köyün girişindeki Halil Kantarcı Parkı’nda duygulu bir şekilde karşılayarak ziyaretten memnuniyetini dile getirdi. Ali Kantarcı’nın evinde kahve içerken bir mülâkat yaptılar. O mülâkatı sizlerle paylaşıyoruz:

 

Ali Kantarcı ve Kâzım Albayrak.
 
15 Temmuz’un üçüncü yıldönümü vesilesiyle Sivas’ta Halil’in köyünün girişinde (Zara-Canova) “Halil Kantarcı Parkı” açıldı. Sivas’a yolum düşmüşken sizi de ziyaret etmek istedim. Biraz Halil’den bahseder misiniz?
Halil Kantarcı’yı siz benden daha iyi tanırsınız, anlatmama gerek yok herhalde.

Biz Halil’in dava arkadaşlarıyız. Cezaevinden de arkadaşıyız. Onlarla beraber olmak benim için ayrı bir duyguydu. Güzel anılarımız oldu cezaevinde, dik durdular. Halil, Bünyamin, Aydın ve daha sonra Yakup Köse de dahil oldu. Bu arkadaşlar on sekiz yaşından küçüktü. Halil Kantarcı dokuz seneye yakın ceza yattı.
Evet, sekiz sene üç ay...

Çocuk yaşta girdi, sekiz sene üç ay kaldı.
On altı yaşında girdi, yirmi dört yaşında çıktı...

İdam cezası almıştı.
Evet...

Aslında Aydın ile Halil’in çocuk mahkemesinde yargılamaları gerekiyormuş; fakat Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) yargıladı. Bu yönde kanun varken, önceki hükümet yürürlüğe koymamış, yeni hükümet göreve gelince “Sizi DGM yargılayamaz.” demişler ve daha sonra çocuk mahkemesine sevk etmişler. Boşu boşuna bekletmişler. Aydın ile Halil’i sonra tahliye ettiler. İstanbul’daki kaçıncı DGM idi?
İkinci...

Yani ikinci DGM idam cezası veriyor. Sonra hafifletici nedenlerle kaç yıla indiriyorlar cezayı?
Otuz altı yıla. Sonra o ceza da bozuldu, dört ay sonra mahkeme oluyor, erteleniyordu. Dört ay sonra bir daha mahkeme oluyor, yine erteleniyordu. Bazen çağırıyorlar, bazen ise hiç çağırmıyorlardı. Mahkemeye çağırdıklarında da konuşturmuyorlardı, bir iki bir şey sorup cevabı dinlemeden mahkemeyi erteliyorlardı.

Cezanın gerekçesi neydi?
“İslâmî örgüt İBDA-C” diyorlardı. Örgütten ziyade, “İki ayrı birahane taşladılar.” ve “Levent Karakolu’nun orada el bombası attılar.” diyerek suçluyorlardı. Sonra birahanecileri çağırdılar, hatta bir tanesinin sahibi satıp gitmiş mekânı. Eski birahaneyi bir fırıncı devralmış. Birahaneyi satan şahıs, “Ben sattım orayı, benim alâkam yok.” dedi. Levent Karakolu’nu çağırttılar, bombalamayla alâkalı yazı istediler. Karakol “Burada herhangi bir bombalama vukuatı gerçekleşmedi.” diye yazı gönderdi. Kağıthane-Gültepe’den yine böyle bir yazı gitti. Bir birahaneyi taşladıklarını, sonra karakola el bombası atıldığını ve daha sonra da başka bir birahaneyi taşladıklarını söylediler yani. Suçlamalar böyleydi! “Sizi kim gönderdi?”, “El bombası atmışsınız, nasıl attınız?”, “Taşı kim attı?” suallerini sordular.

1995-1996 yılında geldiler cezaevine. Bu suçlamaların olduğu tarih herhalde biraz önceydi.
Evet.

28 Şubat sürecinin kızıştığı bir dönemdi. Asıl suçları; İslâm’ı hayata tatbik etmeye uğraşmaları, Batı sistemine toptan karşı olmak idi. Batıcı sisteme bağlı olan mevcut düzene karşı gelen, dik duran ve yüksek sesle haykıran gençlik. Delil ve şahid olmamasına rağmen önce idam ve sonra otuz altı yıl ceza verildi. Bilhassa İbda fikriyatına mensup olanlara bu cezalar verildi. İbda fikriyatına mensup olanların Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’ndan gelen tavizsiz bir çizgisi var. Onları rahatsız eden asıl şey bu. Mevcut düzenle uyuşmayan bir çizgi. Zaten bu cezaları veren hâkimlerin de daha sonra FETÖ’cü oldukları ortaya çıktı.
Şerafettin İste idi hâkimin adı. O zaman bizim mahkeme günü ayın on sekizindeydi. 28 Şubat’ın mimarı Çevik Bir, Beşiktaş’a gelmişti. Önce hâkimleri geleceği yere çağırıyor tabiî. Sonra kendisi geliyor, “Ceza yağdıracaksınız İslâmcılara!” diyor. Bizim duyduğumuza göre 804 kişiye suçlu-suçsuz, delil-şahid gözetmeksizin ceza yağdırdılar.

O dönemde Genelkurmay, Yargıtay üyelerine brifing verdi. Bir hukuk garabeti. Çevik Bir’in DGM’ye yaptığı ziyaret medyaya da yansımıştı.
Evet. Bu cezaları 28 Şubat kapsamına o aldırdı.

FETÖ’cü hâkim tarafından idam cezası alan Halil Kantarcı, daha sonra sekiz yıl üç ay yattıktan sonra çıktı. Yine bir Amerikancı-FETÖ’cü darbe girişiminde yani 15 Temmuz’da direnirken şehid oldu.
Çengelköy’de...

O gece şehid olanlara Allah rahmet etsin diyelim.
Amin.

252 şehid verildi. Halil Kantarcı da o gece gerekeni yaptı. Sizin bu hususta hatırladığınız bir şey var mı?
O gece ben buradaydım. Halil’in kayınvalidesinde olduğunu söylediler, gerçek olan bir şey bu. Çocuklarla beraber kayınvalidesinden eve dönüp, onları eve bırakıyor. Kayınvalidesinin evi de, Halil’in evinin karşı tarafındaydı. Sonra Halil’e bir telefon geliyor, zannediyorum ki arayan bizim büyük oğlan. Kendisi de havaalanındaymış o sıra. Ağabeyinden sonra Halil’i bir arkadaşı daha arıyor ve “Biz havaalanındayız, Boğaz Köprüsü’nün Çengelköy tarafında hareketlilik var.” diyor. Halil çocukları bıraktıktan sonra “Ben bir gideyim!” diyor. Dışarı çıktıktan sonra bir görüyor ki, uçaklar alçak uçuş yapıyor. Halil’in hanımı o sıra, “Bir şey patladı galiba. Halil dışarıdaydı.” deyip o da evden dışarı fırlıyor. Bir bakıyor ki, Halil alttaki bir binanın altında telefonla görüşüyor. Birisi arayıp Halil’e durumu anlatıyor. Ayşe diyor ki, “Halil anormal bir durum var herhalde, gitme gel!” Halil de, “İyi ki dışarı çıktın, gel vedalaşalım, hakkını helal et.” diye cevap veriyor. Böyle veda ediyor..

Şehidler kervanına katılıyor, Allah rahmet etsin. Üç yıl geçti... Tabiî Allah kimseye göstermesin, evlat acısı farklı bir şey. Fakat evladını şehid vermenin gururunu duyduğunuzu biliyorum...
Evet... Bu gururu taşıyorum. İzmir’de Halil’in adını bir okula verdiler, oradan çağırdılar, gittim. Çengelköy’deki bir camiye ve Sivas’taki bir okula yine ismini verdiler. Balıkesir taraflarında da bazı okullara Halil’in ismi verildi. Oradaki talebeler “Hepimiz birer Halil’iz!” diyor. Vallahi Tokat’tan bile telefon geliyor, insanları şahsen tanımak için ziyarete gidiyoruz. Bir tane Halil kaybettim, bin tane Halil buldum!

Şehidliğin bereketi.
Allah razı olsun, çocuklarımdan hiç birisi boynumu eğdirmedi! Bundan yana gururluyum. Her zaman için sayıldılar, sevildiler... Sivas-Zara’ya bir İmam Hatip yapıldı, orada Halil’in adını bir okula versinler istemiştim. O okulun isminin başka olacağına dair İsmet Bey’e (Millî Eğitim Bakanı) söz verilmiş, daha temeli atılmadan evvel. Ben İstanbul’daydım o sıra, beni aradılar “Ali ağabey senin için bir şey yapmak istiyoruz, ne yapalım?” dediler. Ben de, “Ne kendim, ne de evim için hiçbir şey istemiyorum. Köy çevresinde, o civarda Halil’in ismini taşıyan mesire alanı yahut herhangi yapı olursa bununla gurur duyarım.” dedim. Onlar da Halil’in adına kermes düzenlediler. Kaymakamımızın eşi Suşehri’nde (Özlem Sayın) üniversitede hocalık yapıyor, kermese destek verdi. Bazı kişiler ve biz de elimizden geldiğince çabaladık. Bu duruma geldi, sonra park yapıldı.

Gelirken ziyaret ettik. Canova Köyü’nün girişine Şehid Halil Kantarcı Parkı yapıldı. Ne zaman açıldı?
15 Temmuz 2019 Pazartesi. Sağ olsunlar, Sivas Valisi Salih Ayhan, Sivas Belediye Başkanı Hilmi Bilgin, Zara Kaymakamı Mehmet Sayın ve bazı devlet amirleri, emniyet müdürleri parkın açılışında, buradaydı. Gereken ilgiyi gösteriyor, hal hatır soruyorlar. Şimdi de parka çim ekilecek, etrafı çevrilecek, otomatik sulama ve ışıklandırma sistemi kurulacak.

Emeği geçenlerden Allah razı olsun.
Yüz bin defa...

15 Temmuz’un ruhunu yaşatmak için yapılıyor bunlar aslında.
Evet. Halil bir vesile oldu. 15 Temmuz unutulmayacak. Halil gibi bütün şehidler de unutulmayacak. Parka gelenler bütün şehidlere dua ederse, herkes bundan yararlanacak... Dua eden de, edilen de.

Şehidin annesi: Çocukluğu sizinle beraber geçti, Allah razı olsun çok emeğiniz geçti Halil’e. Çok hasta olmuş, siz bakmışsınız, üstünü örtmüşsünüz, gerekli alâkayı göstermişsiniz. Aç-susuz kalmış hastalıktan ötürü. O zaman anlatmıştı bana.

Ben onları çocuklarım gibi gördüm...
Evet, Allah razı olsun.

Allah inşallah cennette buluştursun.
Amin.

Sizin de sabrınızı artırsın.
Halil’in çocukları da yavaş yavaş büyüyecek inşallah. Temennimiz bu yönde... İki oğlu, bir kızı var. Büyük oğlan on iki, kız beş yaşında, öteki oğlan iki yaşını bitirdi. Gelinim de şuurlu birisi, gerektiği gibi evlatlarını himaye ediyor.

Peki bir şehid babası olarak, evlatları üzerinde titreyen anne-babalara ne söylemek istersiniz?
Vallahi, evlatlar her zaman anne-babasını gururlandırsın! İslâmî düşüncelerle hareket etsin. Evlatlar anne-babayı utandırmasın. Yüzünü yere baktırmasın.  Dua ettirsinler, kendileri de dua alsınlar.

Halil’in çocukluğu ile ilgili bir şey söylemek ister misiniz?
Halil’in benim hiç unutamadığım bir anısı vardı, unutmam da... Ben o zaman Gültepe’de oturuyordum. Güngören’de akrabalarımız vardı. Oraya gittik. Minibüslerle gidip geliyorduk. Güngören’den Topkapı minibüslerine bindik. En arka koltukta oturuyoruz.  Önümüzde de iki tane bayan oturuyor. Bayanın biri şöyle bir silkelendi. Sonra bir daha silkelendi. Ben, “Herhalde hanımefendinin tiki var.” dedim.  Orta yaşlarda bir hanım. Bir daha silkelendi, “Kardeşim şu çocuğa biraz dikkat edin.” dedi. Kucağımızda çocuk, hanımefendi ön koltukta oturuyor. “Oğlum!” dedim, “Ne yapıyorsun?”, sonra bayana dönüp, “Özür dilerim hanımefendi, bir şey mi oldu?” dedim. “Saçlarımı çekiyor.” dedi. “Oğlum yapma.” dedim. “Baba, saçlarını çekmiyorum; beyazlarını ayıklıyorum.” dedi. Bunu hiç unutamıyorum.

Ölüm acı bir şey, şehidlik de olsa acı bir şey; ama şehidliğin ayrı bir makamı var. O bizim için bu dünyadan ayrıldı, yüreğimize bir acı girdi. Ama biraz düşününce, bizim için çok iyi şeyler ve öte dünyası için çok büyük bir hazırlık yaptı, bize de yol gösterdi ve işaret oldu. Asıl alem için, asıl kurtuluş için Halil bize bir temel oldu. O açıdan bakınca gururumuz oluyor.
Evet. Bu gurur ister istemez oluyor. Şöyle; ben bunu yaşayıp gördüğüm için söylüyorum. Nereye gittiysem bütün gençler onların yerinde olmak istiyorlar. Bir şehidin yanına bin tane ilave var. Vatan için hepsi kendilerini feda ederler.

“Bir ölür, bin diriliriz” sözünde olduğu gibi...
Evet, ben bunu o gençleri görünce anladım...

Cezaevine ziyarete gelenler, başta sizler olmak üzere, bizim için bir abi-kardeş gibiydi. Çünkü onlar hep moralli geliyorlardı. Oğullarına destek veriyorlardı. Oğullarına destek vermeleri, bize de destek vermeleri mânâsına geliyordu. Çünkü sızlanan bazı aileler, “Niye içeride? Niye yatıyor?” diyordu. Onlar moral bozucu oluyordu. Ancak destek veren aileler çoğunluktaydı Allah razı olsun, öyle bir kardeşlik ortamı oldu ki aramızda, maddî kardeşliğin üzerinde bir şeydi bu. Beni buraya getiren de bu belki.
Ben de onu düşünüyordum şu anda. Sizin buraya gelmenize vesile oluyor; demek ki bu bağ, samimi ve sağlam bir bağ. Oradan bizi düşünüyorsunuz, Allah razı olsun, gelip ziyaret ediyorsunuz. (Gözleri doluyor.) Halil gibi ben şimdi Zara’ya gideyim, Sivas’a gideyim, inanın benden çok çok büyük yaşta olan insanlar elimi öpmeye çalışıyorlar. “Sen şehid babasısın!” diye... Demek ki bu, şehid olan kişilerin bıraktığı bir itibar.

Cezaevinden çıktıktan sonra dünya hayatına dalıp, dinî ve manevî hayatını; davasını unutmadı... Yine mücadelesine devam etti. Dik durmaya devam etti. Ticaretini de yaptı, ailesine de baktı, evlendi de, çoluk-çocuk sahibi oldu... En sonunda da Allah onu şehidlikle taçlandırdı.
Şehid adayı olduğunu bir kaç defa televizyona çıktığında da belirtmişti.

Evet, onu da söylemişti. “Şehid olacağım.” şeklinde ifadeleri vardı.
“Hepimiz birer şehid adayıyız.” demişti... Allah razı olsun; Halil kendi kendini yetiştirdi sizlerin sayesinde. Orada okuluna devam etti. Hiç bir zaman imtihanlarını aksatmadı. Cezaevinden açık öğretim imtihanlara götürüp getirdiler.

Hem ideolojik eğitimini, hem resmî eğitimini devam ettirdi. Yine Salih Mirzabeyoğlu’nun kitaplarını düzgün bir şekilde okuyup anlayan, sadece heyecanla gelen değil, inanç haline gelmiş bir fikirle hareket eden bir arkadaştı. Aylık Dergisi’nin yazarıydı aynı zamanda, yazılar gönderiyordu. Eli kalem de tutuyordu. Hem aksiyon, hem fikir tarafı olan güzide bir arkadaşımızdı. Duyduğuma göre bir yazısını da asacaksınız bu parka değil mi?
Evet, beş metre uzunluğunda, üç metre genişliğinde bir resmi vardı. Şimdi içeride duruyor. Onu asmıştık. Onun altında kendi yazıları vardı. Vali Bey de yazıları okuyunca, “Bunları ayrıca düzenleyip buraya asalım.” dedi.

Hangi yazılar olduğunu hatırlıyor musunuz?
Halil’in şehid olmadan yedi-sekiz ay önce (19 Aralık 2015) yazdığı şu yazı: “Düşünsene şehid olmuşsun, aleyhine tüm söz ve davranışlar derdest, ihtirasların buhar, bütün kaygıların duman, her şey bir anda tamam olmuş.”

Meclistekilerden biri: Bu memleket nerelerden geçmiş görüyor musun? 16 yaşındaki çocuğa idam vermişler.

O zaman valiler, okullar, devlet sahip çıkmıyordu. Ona rağmen İBDA mensupları dik durdu. Bunu da unutmamak lazım. Biz kendimiz birbirimize sahip çıkmaya çalışıyorduk. Cezaevinde de, dışarıda da... Şimdi, bu hükümetle beraber biraz devlet desteğine kavuşuldu. Tabiî bu, rehavete kapılalım mânâsına gelmemeli.
Yine meclistekilerden biri Kâzım Albayrak’a soruyor: “Halil nerede şehid oldu?”

Şehid olduğu yer, Çengelköy’den Güzeltepe yoluna girince bir yol ayrımı var, biri sağa doğru yukarı gidiyor; biri sola. Biri İmam Hatip’e gidiyor. İmam Hatip’e giden değil de, diğer yol üzerinde... Çengelköy Karakolu’nun önünde çatışmalar başlıyor. Orada gençler direniş gösteriyor, çok şehid veriyoruz orada da. Şehid vere vere geri çekiliyorlar. Ancak direnişi sabaha kadar-zafere kadar bırakmıyorlar.
Allah hepsinin şehadetlerini kabul etsin...

Amin.


Baran Dergisi 655. Sayı