Siz, Akıncılar, sol ve Ülkücülerin etkin olduğu 1970’lere şahidlik ettiniz. O dönemleri de göz önünde tutarak, Üstad Necip Fazıl’ın gençlik için ne ifâde ettiğini söyleyebilir misiniz?

Üstad, Müslüman gençliğin ruhuydu. Gençliğe, aşk, can ve heyecan veren; imânımızı perçinleyendi… Biz Üstad’ın yaşlılığına şahidlik ettik, buna rağmen heyecanı tetikleyiciydi. Bizi tetikliyordu. Ayakta olmamızı, heyecan duymamızı isteyen bir şahsiyetti. Üstad’ı anlatmak kolay değil… Öyle bir soru sordun ama!.. İstanbul’a geldik… Üstad’ı bulamasak, gelip-geçtiğimizin farkında olmayacaktık. Üstad, her bizimizi Ulubatlı gibi görmek isteyen, Fatih Sultan Mehmed ruhuna erişmemiz için çabalayan bir zât idi. Üstad, kavga, misyon ve fikir adamıydı. Bunu anlatmak kolay değil ki. Geldiğim zamanlar, Üstad’ın Millî Türk Talebe Birliği’nde (MTTB) jübilesi oldu. Bu jübile gecesi, sanki Üstad ile ilişkileri “dondurma” gibi bir şeydi sanırım. Çünkü o geceden sonra Üstad’ı oralarda çok görmedik. Sadece bir kongrede gördük, o da tartışmalıydı. Üstad, orada bulunuyordu. Tayyip Erdoğan sunuculuk yapıyordu, filinta gibi bir genç, şiirler okuyordu. Üstad ve İstanbul’daki birçok entelektüel, muhafazakâr hocalar oradaydı. Milliyetçi, mukaddesatçı, Turancısı aşağı yukarı burada. Hepsinin de Üstad’a sempatisi vardı. Tayyip Bey, hoca ve profesörleri çağırıyordu. Üstad hakkında bir şeyler söylesinler istiyordu. Çıkan herkes, alnının terini silerek, Üstad’ın huzurunda konuşacaktı; terliyorlardı. Üstad’ı ben de seviyorum tabiî. İçimden, “Bu kadar da olur mu acaba?” diyordum. Sahneye çıkan Üstad’ın karşısında konuşmayı dahi beceremiyordu.

Üstad bir sistem öneren insan, evet heyecanımız vardı ama; onun her dediğini bilecek çapta da değildik. Sakarya Türküsü yetiyor bize… “Sakarya, saf çocuğu Anadolu’nun divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun…” “Sen ve ben gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız/Rengimize baksınlar kandan ve çamurdanız” deyip gidiyoruz… “Bana kefendir yatak sana tabuttur havuz/Sen kıvrıl ben gideyim son peygamber kılavuz”… Çarptı bizi bu sözler! Üstad da orada oturuyordu… Karşıda da biz, bakıyorduk yukarıdan. Hocalar, profesörler, “Üstad’ın huzurunda nasıl lâf ederiz?” diyorlardı. Gittim arkadan dolaştım, buldum bir kapı. Sahnenin arkasına geldim. Erdoğan da şiiri okuyor ya, hoşuma gitti. “Seni bir kucaklayayım.” dedim. Ne bileyim, adam benim iki katımmış. O kadar fark edememiştim, demek. Neyse, eğildi, kucaklaştık. Üstad, “Beni bu genç takdim etsin.” demiş. Deneme olmuş mülâkat gibi. Birkaç kişi daha varmış.

Birisi çok uzun takdim etmeye yeltenince, Üstad “olmaz böyle” demiş herhalde.

Evet. Lâfı uzun tutmuş.

Üstad’a akılları sıra “kibirliydi” diye çamur atmaya kalkanlara da bu hadise tek başına yeter zannediyorum.

Üstad’ın karnı toktur böyle şeylere. Yâni, evine gittiğimiz zaman yuvarlak bir masanın etrafında olurduk. Orada oturup, yazıyormuş. Bizi de o odada kabul etti. Bir kanepe var köşede, bazılarımız orada oturuyordu. Bazımız da bulduğumuz sandalyelere… Mustafa Özdamar, Hasan Fehmi Ulus falan… Her gün de gidemiyorduk zaten.

Biraz önce “misyon adamıydı” dediniz. Peki, Üstad nasıl bir misyon ifâ etti?

Sorarım, insanın içinde ruh olmadıktan sonra neye yarar? İnsan, cesettir ruh yok ise! Çık İstanbul sokaklarına, insanlara bak… İnsanın ruh taşıması gerekiyor. Yoksa, insan canlı cenaze. Müslüman Anadolu halkına ruhunu üfleyen adam Üstad’dır.

Kayseri’den geldik. Türkiye’nin belli başlı muhafazakâr yerlerinden birisi. Buna rağmen, Üstad bize ruh vermese, kendi varlığımızın farkında değiliz. Üstad, dünün ve bugünün de gençliğini etkilemiştir. Misyon sahibi insanlar gerek. Tabiî bunu yapan ne kadar adam vardır, bunu da bilmiyorum açıkçası.

Salih Mirzabeyoğlu’nu burada zikretmek gerek.

Tabiî ki… Allah rahmet eylesin, Salih Bey’i de (Mirzabeyoğlu) kendi hâline bırakmadılar! Mesela onda acayip bir gayret vardı… Ondan dolayı da çok hedef oldu.

Bana öyle geliyor ki, bugünün insanı heyecansızlık sebebiyle Üstad ile olan ilişkisini kesti. Halbuki Üstad’a bakalım, yaşlı hâliyle bile Cağaloğlu’na gidip geliyordu. Yazıp-çizmeye devam ediyordu. Hem de onca imkânsızlığa rağmen… Büyük Doğu’ya gittiğinizde de görürdünüz, mütevazı bir ofisi vardı.

Üstad’ın dünden bugüne gençlik üzerinde bıraktığı tesirden bahseder misiniz?

Bugün gençlerde bir ateş, heyecan varsa; Necip Fazıl’ın emeğindendir. Tabiî başkalarının emeği, çabası yok, demiyoruz burada. Üstad bir başkaydı, aksiyonerdi. Statüko içinde siyaset yapmak yetmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Üstad’ın şiirlerini zaman zaman okuyor. Cumhurbaşkanı bile Üstad’dan heyecanını almaya devam ediyor. Mehmet Akif’ten de okuyor ama en çok Necip Fazıl’dan şiirler okuduğunu görüyoruz. Gençliğinin hamurunda bu isimler var demek ki. Tabir yerindeyse Üstad’ın “yakıtı” ile götürüyor Erdoğan. E bizde de aynı etkiler var. Hocalık yapıyorum, Üstad’dan hâlâ faydalanıyorum… Enerji, sinerji ve heyecan hissediyorum. Ramazan Bayramı’nı idrak ettik; Üstad’ın bir sürü şiirini okuduk arkadaşlarla. Bu önemli bir şey… Üstad için bugün programlar yapmak lâzım. Salgından dolayı birçok şey kesintiye uğradı ama; bir şekilde “online” da olsa bir şeyler yapmak gerek. Üstad’ın birçok yönü var, değişik yönleri ele alınabilir.

Hepsinden öte hayalini kurduğu Büyük Doğu idealinin, Başyücelik devletinin tartışılması gerekmez mi?

Evet, farklı konular ve maddelerle ele alınabilir. Madde madde gündem de yapılabilir. Bunun için birçok kitleye de ulaşmaya gerek yok. Üstad’ın zaten cazibesi var. Üç-beş kişi bir madde üzerinde açılım yapabilir. İnsanlar da dinler. Medyanın böyle bir şansı var. Yurtdışından bile takip edilebiliyor.

Üstad, bizim ruhumuzu mayalayan adam. Aşk, edebî ve ideoloji tarafı var… Birçok yönü olmayan insan, o şiirleri yazabilir miydi? Farklı dallarda ne kitapları var… Sistem koyuyor ortaya. Zamanın getirdiği bir atalet var, onu gençliğin üzerinden atmak lâzım.

Evet.

Üstad’ın yeri dolmuyor ama, misyonu bitmiş değil; bitmez de. Fikre kıymet verenler bir sempozyum yapsa… Birçok insandan da farklı şeyler çıkabilir, yeşerebilir Üstad vesilesiyle… Belki bir hatıradan yola çıkılır, bir kitaplık yol açılır; olabilir. Üstad’ın aksiyoner ve ideolojik tarafını gündemde tutmak gerek. Bunu ilahiyat camiasından beklemiyorum. Entelektüel camia elini taşının altına koymalı, diye düşünüyorum. İlahiyatlarda da Üstad’ı seven var… Biliyoruz; fakat ekserisi sapkın. Üstad’ın İslâm anlayışıyla, “onlar”ınki farklı. Gerçi onların İslâm’ı anlama şekillerini anlamış değilim de!.. Adamın mevzuyla hiçbir alâkası yok. Kur’ancı geçiniyorlar, “Kur’an’ı Peygamber yazdı.” diyorlar. Bu nasıl Kur’ancılık. Medyada zemin de buluyorlar. Hâlâ bulunmaz Hint kumaşı gibi konuşturuyorlar… Farklı şeyler söylüyorlar ya! Aslında zırva!

Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.

Allah’a emanet olun, kolay gelsin.

Baran Dergisi 749. Sayı