Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Esat Fırat Kimdir?
Aslen Erzurum/Karayazılıyım, on yılı aşkın bir süredir Orta Doğu’nun muhtelif ülkelerinde eğitim ve çalışma hayatımı sürdürüyorum. El-Cezire Türk ve El-Cezire Arapça kanallarında başladığım gazetecilik mesleğime Anadolu Ajansı’nda (AA) devam ediyorum. Ekim 2016’dan beridir de AA’nın Kudüs muhabirliği görevini yürütüyorum.

İsrail’de siyasî bir kriz yaşanıyor ve iki seçimdir hükümet kurulamıyor. İsrail’de yaşanan bu siyasî krizin ve hükümet kurulamamasının sebebi nedir?
Aslında İsrail’in seçim sistemi ve hükümet kurma koşullarını, hükümetin kurulamamasının önündeki asıl neden olarak gösterebiliriz. Bir partinin tek başına iktidar olabilmesi için 120 sandalyelik parlamentonun (Knesset) asgarî çoğunluğunu; yani 61 milletvekili çıkarması gerekiyor. Mutlak çoğunluğu kazanamayan; ama seçimlere giren partiler arasında en çok milletvekili çıkaran partinin genel başkanı, cumhurbaşkanı tarafından genellikle hükümeti kurmakla görevlendirilir. 17 Eylül’de yapılan erken genel seçimlerde de aynı durum söz konusu.

Bu seçimde eski Genelkurmay Başkanı Benny Gantz liderliğindeki Mavi-Beyaz İttifakı 33 vekil çıkararak, 32 sandalye kazanan Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğindeki Likud partisini geride bıraksa da, söz konusu partilere destek veren blokların vekil sayısı nedeniyle Netanyahu bir kez daha Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin tarafından hükümeti kurmakla görevlendirildi.

Nitekim, Likud’un da içinde bulunduğu sağ blokun vekil sayısıyla beraber ancak 55’e ulaşan Netanyahu’nun, 8 milletvekili kazanan “İsrail Evimiz” partisinin lideri, eski Savunma Bakanı Avigdor Liberman'ı ikna etmeden hükümeti kurması mümkün görünmüyor.

İsrail’de seçimlere katılan siyasî partiler fikrî-ideolojik olarak neyi temsil ediyorlar? Toplumun bu fikirlere teveccühü hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İsrail siyasetini genel olarak iki artı bir kanat olarak bölümlere ayırabiliriz. İçinde seküler Siyonist, dindar Siyonist ve muhafazakâr Siyonist partileri barındıran sağ bloku bir kanat, liberal Siyonizm, sosyal demokrasi ve sosyalist Siyonizm gibi düşüncelere sahip partilerin oluşturduğu merkez ve sol bloku da bir kanat olarak sıralayabiliriz. Artı bir kanat ise, İsrail vatandaşı yaklaşık iki milyon Filistinliyi temsil eden ve bu seçimlerde üçüncü parti konumuna yükselen patilerin oluşturduğu blok. Bu blokun içinde İslâmcı, komünist, sosyalist ve seküler Arap milliyetçisi partiler yer alıyor.

İsrail toplumu çok çeşitli etnik, dinî, kültürel ve toplumsal yapılardan meydana gelen bir nüfustan oluşur. Yahudiler kendi içinde Aşkenaz (Almanya ile Fransa ve Doğu Avrupa kökenliler), Seferad (İspanya ile Portekiz ve Akdeniz kökenliler) ve Mizrahiler (Fas ile Tunus ve Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkasya kökenliler) olmak üzere üçe ayrılıyor. İsrail vatandaşı Filistinliler ise dinsel olarak Müslüman, Hristiyan ve Dürziler olmak üzere üçe ayrılıyor. Buna ek Çerkez azınlığı da zikretmekte fayda var.

Bu etnik, dinsel ve kültürel yapıları açısından çok farklılık gösterse de İsrail toplumu genel olarak sağ seküler eğilimlidir ve sağ her daim yükseliştedir. Sol veya merkez eğilim ise genelde toplumun yarısından daha azında kalır ve halihazırda iktidar olmaları zor görünüyor.

Dürzileri bir tarafa bırakacak olursak İsrail vatandaşı Filistinliler, her ne kadar Müslüman kimlikleriyle toplumda tebarüz etseler de kendi içlerindeki düşünce farklılıkları nedeniyle çeşitli siyasî akımlarla birbirlerinden ayrılmışlardır. Bu fikir ayrılıkları zaman zaman parçalanmaya sebep olmuştur. Tıpkı 9 Nisan’daki seçimlere iki ayrı blok olarak girmeleri gibi... Çoğu zaman da fikir ayrılıklarına rağmen, bu seçimde olduğu gibi tek blok şeklinde seçimlere girmek durumunda kalıyorlar.

İsrail vatandaşı Filistinlilerin kurduğu 4 ayrı parti bu seçimlerde bir kez daha “Ortak Arap Listesi Bloku” adıyla tek çatı altında seçimlere girerek, İsrail siyasetinde 3. parti konumuna yükselmeyi başardı.

Netanyahu ile eski Genelkurmay Başkanı Benny Gantz arasında koalisyon görüşmeleri gündemdeydi. Fakat Gantz, Netanyahu’nun birçok yolsuzluk dosyasının var olduğunu söyleyerek koalisyonu reddetmişti. Bundan sonra sürecin nasıl ilerleyeceğini düşünüyorsunuz?
Evet eski Genelkurmay Başkanı Gantz, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Benim liderliğini yaptığım Mavi-Beyaz ittifakının, ciddi bir iddianameyle karşı karşıya olması muhtemel bir hükümete katılması mümkün değildir." ifadesini kullanarak, Netanyahu’nun hükümetine katılmayı reddetmişti.

Süreç bana göre üç farklı şekilde işleyebilir. Birincisi: Netanyahu Liberman’ı ikna edecek ve hükümeti kuracak. İkinicisi: Netanyahu hükümeti kuramayıp görevi iade edecek. Üçüncüsü: Ortak Arap Listesi Bloku’nun destek verdiği Gantz, Liberman’ı ikna edecek -ki Liberman Araplarla aynı hükümette yer almayacağını deklare etmişti- ve hükümeti kuracak veya hükümeti kurmakta başarısız olacak. Bu üç seçeneğin de başarısız olması durumunda, bir kez daha seçimlere gidilecek.

Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, ülkenin üçüncü bir kez seçimleri kaldırması mümkün değil. Dolayısıyla Netanyahu-Liberman seçeneği en muhtemel seçenek olarak masada duruyor.

Geçtiğimiz günlerde medyada, “ABD artık Netanyahu’nun iktidarda kalmasını istemiyor, Filistin’e karşı daha radikal politikalar uygulayacak bir hükümet arzu ediyor.” minvalinde haberler çıkmıştı. Netanyahu’dan daha radikal olunabilir mi? Bu konu hakkındaki yorumlarınız nelerdir?
Aslında ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Jason Greenblatt’ın 23 Eylül’de Tel Aviv’de Gantz ile ilk defa bir araya gelmesi böyle yorumlanabilir. Ancak ben bu adımı Filistin’e karşı daha radikal politikalar uygulayacak bir hükümet bağlamında değil de, “Orta Doğu’daki dengeler bağlamında yeni profil görme” olarak değerlendiriyorum.

Çünkü iki devletli çözümü rafa kaldırmak, işgal altındaki Kudüs ve Golan Tepeleri üzerindeki İsrail hakimiyetini ABD’ye tanıttırmak, Yahudi yerleşim birimlerinin inşa faaliyetlerini hızla sürdürmek, Arap ülkeleriyle normalleşerek Filistin davasını gündemden düşürmek ve benzeri birçok adımı atan Netanyahu, zaten Filistin konusunda çok radikal politikalar uyguluyor.

Bir taraftan Brexit ile uğraşırken öte yandan dünya siyasetinde ve bilhassa Ortadoğu’da daha etkin bir politika seyretmeye başlayan bir İngiltere varlığı söz konusu. İsrail’in kuruluşu aşamasında İngiltere’nin destekleri herkesin malûmu. Bugün ise İsrail, daha ziyade ABD tarafından destekleniyor. İngiltere’nin yaptığı politik projeksiyonda İsrail’in rolü nedir? Bu bakımdan İsrail-İngiltere ilişkilerini yorumlayabilir misiniz?
Dış politikasını ilgilendiren lokal meselelere baktığımız zaman sadece İsrail’de değil, dünyanın pek çok noktasında ABD ile İngiltere’nin âli menfaatlerinin kesiştiğini görüyoruz. Özellikle 2. Dünya savaşından sonra İngiltere ile Avrupa’nın yaşadığı ekonomik sıkıntılara kredi ve fonlarıyla ABD destek verdi. Bu durum da, İngiltere’yi ABD’nin eksenine itti. Her ne kadar ABD’deki siyasî yapı göçmen bir ideoloji olsa da, ABD’yi yöneten elit, hâlâ Anglosakson kökenlidir ve bu Anglosakson kültürü hâlâ devam ediyor. Dolayısıyla “Balfour Deklarasyonu”ndaki İsrail’e ve Orta Doğu’ya ilişkin İngiliz mantalitesini ABD’de de görebiliyoruz. Yani hem fikrî bir yakınlık var hem de 2. Dünya savaşından sonra dünya sisteminde yükselemeyen ve darboğaza düşen İngiltere kendi yardımına koşan ABD ile menfaatleri konusunda kesişmek zorunda.

İşte bu nedenle İngiltere ile ABD’nin Orta Doğu politikasında, buna İsrail de dahil; bir paralellik gözlemliyoruz. Ancak iç siyaseti itibariyle İngiltere, ABD’den daha çeşitlilik gösteriyor. Mesela insan hakları, İsrail karşıtlığı ve benzeri konular İngiltere parlamentosunda daha çok dillendirilebiliyor. Bunun için de İngiltere, dünya üzerindeki herhangi bir politik meseleye açıktan tavır ortaya koymaya yanaşmıyor. İngiltere, hem nalına hem mıhına vurma politikası güdüyor diyebiliriz. Dolayısıyla İsrail konusunda da, tamamen bir soft power (yumuşak güç) politikası izlediğini söyleyebiliriz.

İngiltere’yi bazen Filistin tarafında görürken, bazen de İsrail’in yanında görebiliriz. Yani aslında ABD’yi İsrail-Filistin konusunda da dahil olmak üzere Orta Doğu ve diğer dünya politikalarında öne atan, peşinden giden, politikalarına paralellik göstererek, menfaatlerini koruyan bir İngiltere ile karşı karşıyayız.

İsrail ile sınırlı güç kapasitesiyle denge politikası yürütmeye çalışıyor. İngiltere, insan hakları ve demokrasi vesaire gibi kendi içindeki çeşitlilik muadelesini tatmin edici bir devlet aklıyla Filistin’in yanında yer alırken, menfaatlerini ve dünya üzerindeki prestijini korumak için de İsrail’in yanında yer alıyor.

Uzun bir süredir Filistin’de ikamet ediyorsunuz, bu vesileyle şu suali yöneltmek isteriz: Bölgede tam olarak neler oluyor, medyaya yansımayan şeyler de vardır elbette, bize onlardan bahseder misiniz?
Aslında bölgede kartlar yeniden karıldı. 2010’da başlayan ve “Arap Baharı” olarak nitelendirilen süreçte Türkiye ile aynı eksende yer alan birçok ülke, oluşan yeni eksene kaymış durumda. Başını ABD ve İsrail’in çektiği Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır ekseni ile Türkiye, Katar ve İran’dan oluşan, Rusya’nın da bir şekilde dirsek temasında olduğu bir başka de-facto eksen. Ayrıca Ürdün, Kuveyt ve Umman gibi, eksenler arası gerilimden uzak durmaya çalışan ülkelerin oluşturduğu bir taraf da var.

Filistin davasını, gündemlerinin merkezinden kaldıran Arap ülkeleri ile İsrail arasında yaşanan normalleşme süreci, Orta Doğu’daki bu eksen yapılanmalarının belki de temel noktasını oluşturuyor. Daha düne kadar bölge ülkeleri nezdinde meşruiyet ve kabul sorunu yaşayan İsrail, bugün oluşan şartlarda bu ülkelerle hem stratejik hem askerî, hem de siyasî ortağa dönüşmüş durumda.

İsrail’in Türkiye aleyhine başını çektiği bu eksenin, elindeki ekonomik ve siyasî gücü kullanarak orta vadede bölgede çok daha ciddi sorunlara imza atacağını söyleyebiliriz. Irak ve Suriye başta olmak üzere Mısır, Libya ve Yemen’de İsrail aleyhindeki yapıları askerî ve ekonomik olarak yok eden ve yok etmeye çalışan bu eksenin Filistin davasını tamamen rafa kaldırdığını ve Filistin halkını kendi kaderine terk ettiğini vurgulamak istiyorum.

24 Eylül’de New York’ta gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’in 1947’den bu yana sürekli genişleyen haritasını liderlere göstererek, İsrail’in Filistin halkına yaptığı zulme sert bir şekilde tepki koydu ve “BM ne iş yapıyor?” dedi. Öte yandan aynı gün BMGK’da konuşan Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed de Filistin mevzuunu gündeme getirerek “Dünyadaki savaşların birçoğu İsrail’in kurulmasıyla bağlantılıdır.” dedi. Bu konuşmalar hakkında görüşleriniz nelerdir?
Elbette Filistin davasının bu kadar gündemden düştüğü bir süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünya liderlerine hitaben yaptığı konuşmada Filistin davasını, İsrail zulmünü haykırması çok kıymetlidir. Hakeza Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed’in de İsrail’e dair söylemleri çok değerlidir. Ancak şu bir gerçek vicdanlarda çok büyük yankı uyandırsa da söylemlerin mutlaka ama mutlaka fiiliyata dönüşmesi gerekiyor. Bu fiiliyatın da sadece Türkiye’nin ferdi çabalarıyla vuku bulması kesinlikle mümkün değildir. İslâm dünyası, mutlaka bir an önce kendi içindeki etnik ve mezhepsel ayrışmaları, çekişme ve çatışmaları sona erdirmeli ve Filistin ile diğer Müslüman coğrafyalar başta olmak üzere dünyanın her neresinde olursa olsun mazlum halklara, mustazaflara dair inisiyatif alacak mekanizmalar kurmalıdır. Aksi takdirde ne Filistin, ne de diğer meselelerimiz çözüme kavuşabilecektir.

Teşekkür ederiz.
Rica ederim.


Baran Dergisi 664. Sayı