Türkiye’nin yapmış olduğu operasyonu ve neticesinde vardığı anlaşmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyon, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Güneyimizde bir terör koridoru istemiyoruz ve buna her ne pahasına olursa olsun engel oluruz.” açıklaması çerçevesinde gerçekleşti. Zaman zaman diplomasi, zaman zaman da harekâtlar ile Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde oluşmakta olan tehdidi şu an için bertaraf etmiş durumda. Bu kapsamda da ABD ve Rusya ile gerçekleştirdiği görüşmeler ve bunun sonucunda vardığı mutabakatlar önemli bir yere sahip. Burada Türkiye, sahadaki bu aktörlerle çatışmadan hedefine önemli ölçüde ulaşmış görünüyor. Türkiye, Güvenli bölge kapsamında ABD ile vardığı mutabakatta istediği 32 kilometreyi elde etti ve şu an için oraya mültecilerin geri dönüşü başlamış durumda. Rusya ile de hem Soçi Mutabakatı hem de Putin’in dile getirdiği Adana Mutabakatı göz önünde bulundurulmak suretiyle yine Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG oluşumu önemli ölçüde sınırlardan uzaklaştırılmış durumda. Fakat bu, şu an için kısa ve orta vadeye yönelik bir çözüm. Şu an Suriye’deki Amerika, Rusya ve aynı şekilde İran’ın varlığı uzun vadede Türkiye için daha farklı bir sürece işaret ediyor. Onun için burada öncelikle PYD/YPG/PKK ya da SDG terör örgütleri üzerinden gerçekleştirilmek istenen proje, büyük ölçüde durdurulmuş olsa da özellikle ABD tarafından bu projenin tamamen lağvedildiğine yönelik bir açıklama yapılmış olmaması, bu tehdidin biraz daha güneyimizde, daha aşağılarda devam edeceği ile ilgili birtakım soru işaretlerini gündeme getiriyor.

Bir diğer husus da bu devletlerin oradaki varlığı devam ettikçe bunlarla ne tür bir zeminde, nasıl bir ilişkinin devam edeceği… Bu da daha sonra başka bir gündem olarak karşımıza çıkacağa benziyor. Onun için Suriye’deki bu iç savaş ortamının bir an önce sona erdirilmesi ve tarafların Suriye’yi boşaltması büyük bir önem arz ediyor.

Rusya ile Türkiye bir mutabakata vardı. Netice itibariyle Kamışlı gibi bazı bölgelerde Rusya da, PYD de buna müsaade etmedi. Rusya, PYD’nin rejimin himayesine girmesini istedi. “Yarın bir gün Suriye rejiminin tavrı üzerinden Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelme durumu var.” diyorsunuz benim anladığım kadarıyla… Öyle mi? 
Şu an Suriye’de tam mânâsıyla egemen, bağımsız bir iradeye sahip bir devlet ve rejim söz konusu değil. Dolayısıyla burada Rusya ve İran’ın; özellikle de Rusya’nın etkisi çok büyük. Ve şu anki şartlarda rejimin; özellikle Rusya’ya rağmen bir adım atabilmesi mümkün değil. Bundan dolayı burada, mesela Adana Mutabakatı’nda şu an için her ne kadar formal olarak Suriye’deki rejim karşımıza çıksa da bunun fiiliyata tatbiki çok mümkün değil. Çünkü şu an Adana Mutabakatı’nın  ne şartları ne de muhatapları tam mânâsıyla söz konusu… Türkiye evet var; ama Türikye’nin karşısında 1998 Suriye’si yok, hem rejim olarak hem de ülke olarak… Bundan dolayı da Adana Mutabakatı’nın tek taraflı uygulayıcısı durumu ortaya çıkıyor. Türkiye de şu an karşı karşıya kaldığı zorlukların bir neticesi olarak bir operasyon yapma gereği duyuyor. Çünkü karşısında başarısız bir devlet var ve bu başarısız devletin sınırlarından Türkiye’ye yönelik bir tehdit söz konusu. Onun için Suriye’nin tekrar devlet olarak ülkesinin birliğini bütünlüğünü ve bu anlamda güvenliğini sağlamaya yönelik içinde bulunduğu durum çok bir güven arz etmiyor. Uzun bir zamana ihtiyaç var.

Bu söylediğiniz şartlar Esad’la da olmaz herhalde…
Zaten şu anki sürecin önemli nedenlerinden bir tanesi Esad’ın izlediği politika. Türkiye’yi Esad’la masaya oturtmaya çalışıyorlar; ama orada Türkiye’nin karşısındaki asıl muhatabın kim olacağı önemli. Şu an Esad, az önce de bahsettiğim gibi Rusya ve İran’ın büyük etkisi altında. Dolayısıyla burada Türkiye açısından gerçek mânâda bir muhatap sorunu var. O yüzden Türkiye, Suriye ile alâkalı mevzularını öncelikle Astana içerisinde Rusya ile hallediyor, Rusya ile konuşuyor. Bakıldığında da bugün Rusya sürece büyük ölçüde hâkim. Bundan dolayı Türkiye bir taraftan Fırat’ın doğusu bağlamında ABD ile müzakere süreci yürütürken ya da zaman zaman krizler yaşarken, Fırat’ın batısı bağlamında da Türkiye’nin muhatabı büyük ölçüde Rusya oluyor ve Soçi Mutabakatı da bunu bir kez daha teyit ediyor. Şu an bakıldığında Suriye’de hâlâ gerçek mânâda bir egemen bir Suriye devletinin inşası zaman alacağa benziyor. Onun için birtakım dayatmaların Türkiye nezdinde bir karşılığı yok.

Türkiye’nin yapmış olduğu operasyon ve oluşturmak istediği güvenli bölge, mülteci krizi sebebiyle Avrupa Birliği’ne fayda sağlayacak bir şey iken AB ülkeleri niçin bu operasyona karşı çıktı?
Avrupa’nın ve genel anlamda Batı’nın Türkiye’ye yönelik temel yaklaşımı, Türkiye’nin krizlerle boğuşması. Krizlerle boğuşan bir Türkiye, zayıf bir Türkiye ve büyük ölçüde Batı’ya muhtaç hâle getirilmeye çalışılan bir Türkiye konumunda. 1853-1856 Kırım Savaşı’ndan bu yana böyle… Borçlandırılan ve bir anlamda yönlendirilmeye çalışılan bir ülke yaklaşımı söz konusu onlarda. Oysa bakıldığında Batı; özellikle de Avrupa, şu an kendi sınırlarını büyük ölçüde korumaktan aciz. Komşuluk politikası da çökmüş durumda.

Batı ve Avrupa Birliği bu süreci öngörerek, etrafında güvenli bir tampon bölge oluşturmaya çalışıyordu; ama bunu gerçekleştiremedi. Arap Baharı ve Suriye iç savaşı ile test edildi bu komşuluk politikası ve içinin boş olduğu görüldü. Fakat burada Türkiye’nin önemi bir kez daha ortaya çıkmasına rağmen Avrupalı Birliği, Türkiye’ye karşı yürüttüğü mevcut siyaseti ya da siyasî duruşu yine devam ettirme kararlılığında gibi. Ondan dolayı da Türkiye’ye ihtiyacı olmasına rağmen, Türkiye’nin bu koldaki birtakım uyarılarına ve çağrılarına kulak tıkamaya devam ediyor.

Dış politikaya tarihin gölgesi altında mı yaklaşıyorlar? Türkiye’nin tarihî misyonunu üstlenmeye dair attığı adımlar mı tedirgin ediyor onları acaba?
Batı açısından “Şark” sorunu devam ediyor. Aslında Şark sorunu diye bir şey yok; Batı’nın kendisinin bir Şark sorunu var ya da Batı’nın Şark ile bir sorunu var. Batı’nın Şark’la sorunu devam ediyor ve bu Şark’la sorunundaki merkez ülke de Türkiye. Bundan dolayı Türkiye ile devam eden bir hesaplaşmaları var ve Türkiye bugün onların bu bölgedeki oyunlarını bozabilen yegâne ülke. Tüm bu süreç bunu bir kez daha göstermiş vaziyette. Fırat Kalkanı, Zeytindalı, Barış Pınarı harekâtlarına; artı 25 Eylül referandumuna karşı verilen tepki ve bu anlamda attırılan geri adıma bakıldığında, burada Türkiye oyun bozucu bir ülke olarak ortaya çıkıyor. Asıl korkuları da oyun bozucu olan bu ülkenin oyun kurucu hâle geliyor olması. Çünkü Türkiye bir taraftan oyun bozarken bir taraftan da oyun kurucu olabileceğini, bu potansiyele sahip olduğunu göstermiş vaziyette. Terörle mücadele kapsamında her şeye rağmen, üzerindeki tüm baskılara rağmen ortaya koyduğu performans ve başarı onları ciddi anlamda bir korku ve endişeye sevk ediyor. Şu an TSK ile Batı; yani Avrupalı güçler arasında bir kıyas mümkün değil. Çünkü TSK her açıdan çok çok ileri ve iyi durumda. Bunu görüyorlar; fakat Türkiye’yi terörle terbiye etmeye çalışırken zaman içerisinde Türkiye’nin kendi tarihsel kodlarına dönüşünün, Türk ordusunun tekrar daha güçlü ve daha deneyimli hâle gelmesinin ve kendi silah sistemlerini üretir olmasının önünü açtılar. Bundan dolayı şu an Batı’da ciddi anlamda yükselen bir Türkiye sendromu söz konusu. O yüzden de birçok konuda ihtilaflar olsa da Türkiye ile alâkalı olarak, bugün Barış Pınarı Harekât’ında da görüldüğü üzere o Haçlı ruhu tecelli etmiş vaziyette. Mevzu Türkiye olduğunda, Şark’ın uyanması ve tekrar güçlenmesi olduğunda, Batı tek vücut olma noktasında hareket edebiliyor. Bu, Suriye iç savaşında ve Türkiye’nin bölgeye müdahalelerinde bir kez daha görüldü. Bundan dolayı artık şunun net olarak görülmesi lazım: Osmanlı tasfiye etmeden İsrail’i kuramadılar, Türkiye’yi tasfiye etmeden de Büyük İsrail Projesi’ni gerçekleştiremeyeceklerini biliyorlar.

Türkiye’yi bölgeden tasfiye etmek suretiyle Büyük İsrail Projesi’ni gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bu konuda İsrail’in, Amerika’nın ve Avrupa’nın bir arada olması; hatta Rusya’nın da bu politikaya çok yakın bir duruş sergilemesi oldukça önemli. Çünkü bakıldığında Rusya’nın bölgedeki varlığından İsrail’in rahatsızlık duyduğuna dair bir emare yok; ki varlığı İsrail’in daha çok işine geliyor gibi. Fakat Türkiye açısından bakıldığında bugün Rusya ve Türkiye birbirlerini vazgeçilmez bir denge ve güç unsuru olarak görüyorlar. Rusya’nın ve Türkiye’nin yakın çevrelerinin güvenliği ve bekaları, birbirleri arasında iş birliğini kaçınılmaz kılıyor. Bununla ilgili 16 Kasım 2001 tarihi Avrasya İşbirliği Eylem Planı, -bu anlaşma oldukça önemli- ile her iki devlet ortak tehdide karşı birlikte hareket edeceklerini ortaya koymuşlardı. Rusya’nın bölgedeki varlığına İsrail itiraz etmiyor; ama sonuçta Türkiye’nin bölgede Batı’ya; özellikle ABD ve Avrupa devletlerine karşı izlemiş olduğu politikada Rusya dengesi oldukça önemli. Aynı şekilde Türkiye de Rusya açısından oldukça önemli. Çünkü Rusya’nın da Batı ile Karadeniz’den başlamak üzere Doğu Avrupa’ya kadar süren bir mücadelesi, bir rekabeti söz konusu. Bundan dolayı da Türkiye burada vazgeçilmez aktör konumunda.

Son bir husus var, sonuçta tüm bu olaylara bakıldığında şunu görüyoruz: Dünyanın çivisi çıkmış vaziyette, taşlar yerinden fazlasıyla oynamış görünüyor. Bundan dolayı yeni bir uluslararası sistemin inşa süreci söz konusu ve bu süreçte zemin fazlasıyla kaygan. İlişkiler de fazlasıyla kaypak. Dolayısıyla burada süreklilik arz eden ya da yerine oturmuş birtakım ittifakların olmaması da bundan kaynaklanıyor. Burada önemli hususlardan biri, Sayın Cumhurbaşkanı’nın da ifade ettiği üzere şu: Türkiye bu yeni uluslararası sistemde çok daha güçlü bir şekilde yerini almak istiyor. En başta sorduğunuz sorunun cevabı da burada. Tüm dünya, Türkiye’nin yeni uluslararası sistemde çok daha güçlü bir şekilde yer almak istediğinin ve bunun mücadelesini verdiğinin farkında. O yüzden Türkiye’nin bu anlamda önü kesilmeye ve tekrar bir güç merkezi hâline gelmesi önlenmeye çalışılıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür!” dediği de aslında bu. Türkiye’nin Rusya ile birlikte Avrasya İşbirliği Eylem Planı’nda ortaya koyduğu; ki o zamanlar NATO ile çok ciddi müttefik olmasına rağmen ABD ile ikilimdeydi. 11 Eylül’den iki ay sonra Türkiye Amerika’ya diyor ki; “Biz çok kutuplu dünyadan yanayız.” Bu, Amerika’nın tek kutuplu hegemonya arayışını reddetmek anlamına geldiği gibi aynı zamanda Türkiye’nin, yeni çok kutuplu dünyada bir kutup olarak yer alma hedefini de ortaya koyuyor. O tarihten bu yana da zaten Türkiye’ye içten ve dıştan operasyon üstüne operasyon çekildi; özellikle yakın çevresinden.

Teşekkür ederiz.
Rica ederim, kolay gelsin.


Baran Dergisi 668. Sayı