Cemal bey, önce sizi tanıyabilir miyiz?
1950 Yılında Diyarbekir merkezinde, Suriçi’nde doğmuşum. İlkokul birinci sınıfına Süleyman Nazif İlkokulunda başlayan eğitim sürecim, babamın memuriyeti nedeniyle Hazro ilçemizde Merkez İlkokulunda devam etti. Burada 1961 yılında mezun olduğumda ilçede ortaokul olmadığı için Diyarbekir’de Ali Emiri Orta Okulu, akabinde Diyarbekir Ticaret Lisesi ve 1967 yılı sonbaharında İstanbul Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde başlayan yüksek okul hayatım, bu okuldan mezun olarak tahsil hayatımı bu vesileyle noktalamış oldum. 68 kuşağı sol ve seküler bir düşünce ile başlayan siyasi görüşüm İstanbul’da Devrimci Doğu Kültür Ocakları’na üyelik ve cemiyet hayatım da 1968 yılında yapılan Diyarbekir Yüksek Tahsil Cemiyeti ikinci başkanı seçilmekle gerçekleşmişti. 1974 yılında yaşadıklarım ve edindiğim tecrübelerle sol ve seküler düşünceden farklı bir ortamla merhum Prof. Dr. Necmeddin Erbakan hocamızın “Antiemperyalist düşüncesiyle” tanışarak ayrıldım. Kadıköy Milli Selamet Partisinde Gençlik Kollarında başkan yardımcılığım 1977 yılında 2. MC. Hükümeti döneminde ticaretle iştigal ettiğim bir dönemde kadroya ihtiyaç nedeniyle partili büyüklerimin tensipleri ve emirleri doğrultusunda Çalışma Bakanlığı İş Müfettiş sınavlarına girerek, ticaret hayatımı sonlandırdım. İş Müfettiş Yardımcılığım memleketim Diyarbekir’de 11 ay sürdü. CHP’nin Güneş Motel Hükümeti ve Bahir Ersoy bakanın yönetimindeki devlet memuriyeti hayatıma 103 arkadaşımla birlikte bizi müstafi addederek henüz 12 günlük evliyken sonlandırılmış oldu. Tekrar ticaret ve taahhüt işlerime geri döndüğüm memleketim Diyarbekir’de 1994 yılı Mart ayında Sur Belediyesi başkan adayı edildim. Refah Partimizin kazandığı Sur Belediye Başkanlığım 3 yıl 8 ay sürdü. 28 Şubat döneminin faşist uygulamalarının gadrine uğrayarak DGM’since yargılandım, görevden alındım. 2001 Yılında hicret ettiğim Ankara’da yaşamaktayım. Yerel Yönetimlerle ilgili yazdığım 7 araştırma ve derleme mevzuat kitabımla 1998 yılında yazdığım “Güneydoğu’dan Bir Başkan” adlı kitabımın haricinde Şubat 2018’de çıkan ve Türkiye’de sivil bir Kürd tarihini ihtiva eden “ÇÖ-ZÜL-ME” adını verdiğim kitabım Erguvan Yayınları arasında halen piyasada bulunmaktadır. Şu günlerde ise yaptığım çalışmada Zilan Katliamında kafaları kesilen, “REŞO’YI SÜLO ve Hanımı ZEYNO”nun dramatik hayatıyla ilgili araştırmamdır.

Kürt insanının yaşadığı coğrafyayı yakından tanıyan birisiniz. Özellikle genç kuşak Kürt nüfusu dikkate alırsak, Doğu Anadolu’da yaşayan Kürt insanının geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Genç kuşak Kürd gençlerini son yıllarda büyük bir değişim içinde görmekteyim. Bu değişimi insani ve İslami anlamda değerlendirdiğimizde ne yazık ki, Müslüman bir halk olan ve asırlardır bu özellikleriyle de Müslüman kalmada direnen bir halkın gençlerinin yaşadıkları coğrafyanın sosyoekonomik ve sosyopolitik cihette hiç de huzurlu olmadıklarını söylemeliyim. Tabi ki bulundukları bu huzursuz ortam,  onları sosyokültürel anlamda da bir savrulmaya mahkûm etmektedir. Bölgede gençlerin sosyoekonomik durumlarıyla ilgili ifade etmek istediğim husus, daha çok istihdamla ilişkili görüyorum.  Mevcut ortamda eğitimli bir kitlenin işsiz yaşadığını ve babalarının verdiği harçlıklarla günlerini geçirdiklerine tanık oldum. Bu çok üzücü bir durumdur. Bölgenin sosyoekonomik yönden geçmişte yıllarca geri bırakılmışlığı ve terörün yaptığı tahribatında son yıllarda hizmete girmeye matuf yatırımların gecikmeye sebep olması da, burada büyük bir rol oynamış durumdadır. Kürd gençlerinin huzura büyük bir ihtiyaç duyduklarını gözlemliyorum. Bunun gerçekleşmesi içinde terörün mutlaka bitirilmesi ve inşa edilecek barış ortamının gerçekleşmesine bağlıdır diyorum. Sosyokültürel durumlarındaki değişimlerinin de, kendilerine fayda getirmediği cihetinde karşılaşacaklarını öngördüğüm bu olumsuz yönleri için, devletin eğitim sistemiyle alakalı oldukça radikal projelerini hayata geçirmelerine bağlı görüyorum.

“Selüler ve Marksist Tarih Dayatması Yaşandı”
“Kürt tarihi” başlığı altında bugüne kadar ileri sürülen tezleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Kürt insanına hitap edici milli ve kültürel tarih eleştirisi getirmiş isim ve eserlerden bahsedebilir misiniz? 
Şerefname’yle başlayan yazılı Kürd tarihi geleneği pek zengin değildir, bu anlamda Kürdlerin genetiğinde, ulus-devlet anlayışı yerleşik olmadığından, şahsen yazılı Kürd tarihi yerine sözlü birer Kürd tarihi yaprağı olan, Kürd ağıtlarının çok daha geniş ve anlamlı olduğunu görüyorum.

Bu anlamda yeni dayatma seküler ve Marksist Kürd tarih algısı, oldukça inanç kültürüne zeval verme amaçlı olduğunu söylemeliyim. Türkiyeli Kürdler için İslamlaşma süreci sonrası tarih bilinci çok daha önemli ve zenginliklerle doludur. Burada onbirinci yüzyıldan başlayan ve son bin yılımızın geçmişini anlatan tarihi hadiselerin bilinmesi çok anlamlı ve bilinmesinde fayda mülahaza ettiğim husustur. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi Anadolu Kürdlerinin yaşadıkları ve ümmet bilinci açısından övgüye mazhar, geçmişin günümüz Türkiyeli Kürdlerin genç nesillerine birer öğreti olarak verilmesi birlik ve beraberliğimiz bu coğrafyada daha çok pekiştireceğine inanmaktayım. Şamanist Türkleri örnek alan Ergenekon misali, genç nesil Kürdlere mitolojik efsanelerle Kawaları gündeme taşımak faydadan çok zarar verici olur. Zira bu tarih bilinci genç Kürd nesli açısından ümmet kültürü şuurunu yerleştirmez, bilakis onda tarih bilincine yönelik yapacağı bir ihanet olur.

“Müslüman Kürt Gencinin İnancı Tahribat Gördü”
Kürt nüfusun yoğun olduğu illerde dini-manevi hassasiyetin zayıfladığı, sekülerleşmenin artış kaydettiği yönünde ciddi veriler var. Bu sonucu hangi sebeplere bağlıyorsunuz?
Kürdlerin Müslüman bir halk olmalarından dolayı, son iki yüz yıldır çektikleri acı çilelerinin kökeninde, onları inançlarından dönüştürmek amaçlı sinsi bir planın uygulandığını tarih bilincimizle bilmekte ve görmekteyiz. Kemalizm’in 60 yıl başaramadığı seküler dayatmada, Kürd Kemalizm’inin ateist Türk soluyla beraber inşa edildiğine tanığım. Bu vesileyle günümüz terör örgütlerinden, PKK’nin kuruculuğuna görevlendirilen Öcalan’ın da, Kürd Kemalizm’ine ateist Türk solu aktörlerince (zamanın CIA vesayetindeki MİT ve Pentagon vesayetindeki TSK’ca) seroq (başkan) seçildiğini hep birlikte gördük. Meseleyi Kürd kimliği ve bağımsızlığı üzerinde inşa ettikleri iddiasında bulundularsa da nihai hedeflerinde bağımsız bir Kürdistan emellerinin olmadığı zamanla ifşa oldu. Özellikle bölgede 1999 yılında başlayan seküler Kürd siyasalının yerel yönetimlerdeki hâkimiyetleri, Müslüman Kürd gençlerinin namus inanç ve değer yargılarının tahrip edilmesine vesile olarak onları dönüştürmüş oldu. Özellikle 35 yaş altı günümüz Kürd neslinin ahlaki açıdan oldukça değişime uğradığını söylemeliyim. Bu durumun öze dönüşü oldukça iddialı bir süreci ve bu konuda sağlıklı bir rehabilitasyonu gerektirir inancındayım.

 “Öcalan Kürt Kemal’i Olarak Dayatılmıştı”
Öcalan’ı “lider” gören kitlede herhangi bir değişiklikten bahsedilebilir mi?
Öcalan’ı “lider” gören kitleden çok, burada Öcalan’ı Müslüman bir halk olan Kürdlere lider olarak dayatan geçmişin kirli devlet aklından söz edelim. Öcalan Nairobi’de gözleri bağlı olarak Türkiye’ye teslim eden Amerika, terörist olarak yargılanan Öcalan’a koskoca bir adayı tahsis ettirerek zamanın kirli devlet aklının aktörlerine onun için “siyasi mahkûm” statüsü vermekle her şey başladı. Öcalan’ı Müslüman Kürdler içinde dönüştürerek sekülerleştirdiği kitlelerine ‘Kürd Kemal’i olarak dayatan bu devletin geçmiş kirli aklı olmuştur. Öcalan’ın liderliğine yine son veren Öcalan’ı Türkiye’ye teslim eden ABD’dir. Çözüm sürecinin devamından ve Türkiye’nin huzurundan rahatsız olan ABD, 28 Ekim 2013 tarihinde Washington DC’de 1 günlük yapılan “Kürdlerin Ortadoğu’da Yeni Rolü” adını verdiği Konferansta Öcalan’ın liderliğine son verdiğini bu etkinliğe katılan Selahattin Demirtaş’a bizzat dikte ederek sonu çukur siyasetiyle biten “Çözüm Süreci”’ne son verdirmiştir. Bölgede PKK’yi güçlü kılan neden elbette ki, bölgenin uzun zaman yaşadığı kaotik ortam ve yaşanılan olumsuz gelişmeler olmuştur. Özellikle son zamanlarda devletin iki büyük dinamiği olan kurumlardan TSK’nın 15 Temmuz darbesi sonrası, milli ve yerli ordu olmaya yönelik icraat ve içteki değişimleri ile CIA ve MOSSAD’ın emrinde yıllarca istihbarat görevini gayri milli olarak üstlenen, MİT’in Hakan Fidan şahsında milli ve yerli bir istihbarat özelliğine kavuşmasıyla bölge bu iki kurumun aklı selimiyle teröre karşı büyük bir kızgınlık ve öfke içinde olmuştur. Elbette ki 40 yılın verdiği tahribatın yanında, zaman oldukça yeni; beklemeye ve sabretmeye biraz tahammül sahibi olmalıyız diyorum. Özellikle son yıl içinde kuzey Suriye’ye yapılan operasyonlar dağlara götürülmek için çaba gösteren terör örgütü PKK’yi hüsrana uğratmış ve bu operasyonlar neticesinde ölmek üzere gönderilmek istenen en azından 20 bin Kürd gencinin ölümden kurtulmasına ve özgür bir ortamda yaşamalarına vesile olmuştur. Yeni yeni anaların ağlamasına bu vesileyle engel olunmuştur.

“HDP’ye Kol-KanAT Geren Şeyhler, Beyler, Ağalar…”
Etnikçi söylemini sürdürdüğü görülen HDP yönetiminin karşılığı nedir? Son seçimlerde barajı aşan HDP ile ilgili önümüzdeki süreçte nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?
Kürdlerin huzur ve refah içinde yaşamalarını istemeyen ve engelleyen iki kesim, ne yazık ki Kürdler üzerinden rant devşirmek ve siyasal arenada güç sahibi olmak için adeta yarış içindedir. Bunlardan ilki ateist ve Marksist Türk solcuları ile siyasallaşmış Kürd feodalitesidir. Bu tespitimi siyaset sosyolojisi açısından değerlendiriyor ve iddia ediyorum. Ateist ve Marksist Türk solunun özellikle 1990’lı yıllarda başlayan Kürd siyasal hareketini kendi insiyatifine alması ve onun sırtından Türkiye siyasetinde yer edinmesi, Kürd etnikçi yapıyı tamamıyla devşirmiş ve Kürd etnisitesinin özü olan inanç kültüründen onu uzaklaştırarak tamamıyla dış güçlere angaje etmede görev üstlenmiştir. Siyasal Kürd Feodalizmine gelince, pragmatist hayat anlayışıyla, geçmişten günümüze yoksul ve mazlum Kürd halkı üzerinde burjuvazi hayat anlayışını idame ettirmek üzere, seküler Kürd siyasal kanadı HDP’ye şirin görünme ve onun tahrip ettiği değer yargılarını görmemezlikten gelmiştir. Şeyhler, beyler ve ağalar bu konuda seküler Kürd siyasal hareketi olan HDP’ye de bu vesileyle kol kanat germişlerdir. Aslında bu onlar için belki de geleceklerini karanlık bir sürece doğru evirmekte, hatta onların yaşam anlayışlarını ve dünya bakışlarını da sonlandıracak bir tasarruf olarak tezahür edecektir. Bu yönüyle seküler Kürd siyasalının günümüzde temsilcisi HDP’nin etnikçi söylemini değil pratiklerini görmek daha sağlıklı olacaktır diyorum. Onların bu siyasi stratejilerini belirleyen ve önceleyen de bölgede hâkim oldukları yerel yönetimlerdir. 2019 Martında yapılacak yerel seçimler bu anlamda oldukça bölge halkı ve Müslüman Kürd halkınca da önem arz etmektedir.

Bölgenin ticaret, tarım ve hayvancılık alanında meşgul nüfusun ülke ekonomisine kattığı mevcut değer ve kaynağın bugünü ve geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bölgede yerleşim anlayışının Türkiye ortalaması içinde olmadığını görmekteyim. Köy toplumundan şehir toplumuna geçiş nedenlerinin en büyüğü burada elbette ki sanayileşme ve diğer şehir hayatının gerektirdiği işçi kesiminin çalışmasıyla ilgili olmadığını daha çok 40 yılı aşkın bir zamandır, devam edegelen terörün köyden şehre göçü mecbur kıldığını burada zikretmeliyim.

Bölgede ticari dinamiği olan komşu ülkelerle münasebetin son yıllarda özellikle Suriye başta olmak üzere Irak’ta da uzun zaman iç savaşların olması yabancı güçlerin buraları adeta işgal etmesiyle başlayan olumsuzluklar elbette ki, ticari anlamda çok büyük bir darbe olmuştur. Terörün tarım ve hayvancılıkla iştigal eden bölge halkını şehirlerin varoşlarına mahkûm edişiyle elbette ki burada yıllar öncesi yaşadığı canlılığın kaybına vesile olan en büyük faktör olarak sıcaklığını hala muhafaza etmektedir. AK Parti hükümetlerince uygulamaya geçilen “köye geri dönüş projesi”nden arzu edilen olgunluğa ulaşamayışı da bölge açısından zarar vermiştir. Huzur ortamında olacak ve olacağını ihtimal dâhilinde gördüğüm bölgenin geleceğinde bu dinamiklerin ülke ekonomisine büyük katkılar sunacağından hiçbir şüphem yoktur. Hele bir Irak ve Suriye’de huzur ortamının tesis edilmesi bölgeyi coğrafyamızın nazar boncuğu yapacağından da oldukça emin olduğumu ifade etmeliyim. Bir Silvan Barajının özellikle Diyarbekir bağlamında bölgeye katacağı değerlerin iş istihdam ticaret ve hayvancılığı açısından kesinlikle bir zamanların Çukurova’sı zenginliği hiç de hayal olmayacaktır.

“En Büyük Zararı Harf Devrimi Verdi”
Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da yaşayan Kürt insanının şartlarını tarihi ve siyasi karşılaştırmalı değerlendirecek olursak neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye, Suriye, Irak ve İran dört parçalı coğrafyanın bize anlattıkları oldukça farklılık arz eder. İnanç kültürü açısından, Türkiye 95 yıllık sistemi içinde yaptığı alfabesindeki harf değişimiyle içlerinde en zararda olan Kürdlerin yaşadığı coğrafyadır. Eğitimini İslam alfabesiyle yapmayan Latin alfabesiyle yapan Kürdleri Kuran kültürüyle tanış kılan Kürd medreseleri olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşu ardından bütün komşu coğrafyası Arap alfabesiyle yazıp okurken, Türkiyeli Müslüman Kürdler bu zenginlikten mahrum bırakılmıştır. Bugün hâlâ bölgede yaşayan medreselerimizin geçmişin bütün zulüm ve istibdat tasarruflarına rağmen ayakta kalması Türkiyeli Kürdlerin İslam’a verdikleri önem ve Müslüman bir halk olarak kalış arzularından tebarüz eder. Son yıllarda Ak Parti hükümetlerinin Kürdçe eğitimle yaptığı açılımlarda unuttukları çok önemli bir hususu zaman zaman medyada da dile getirmişimdir. Zira Kürdçe eğitim için ülkemizin kullandığı Latin harflerinden yasak olan; Q, W ve X gibi harflerin serbest bırakılması oldu. Aslında en büyük hizmet burada 1100 yıldan beri Arap alfabesiyle eğitim yapan Kürd halkına bu süreçte eğitimin Arap alfabesiyle yapılabilir olmasına verilecek hak olacaktı. Bu vesileyle de Kuran’la tanış olacak yeni nesil Kürd genci terörün sarmalında mahkûm kalmayacaktı, Ne yazık ki, tüm bu demokratik hakların güzellikleri yanında böylesi eksiklikler de oldu. Türkiyeli Kürdleri diğer komşu ülkelerindeki Kürdlerden farklı kılan en önemli faktör coğrafya olarak yaşadığımız ülkenin her yerinde yaşama imkânımız olmuştur. Burada ki faktörlerden biri farklı etnik yapılarla olan kan bağlılığının yani evliliklerin oldukça yaygın olması gibi, sosyoekonomik dinamiklerde burada değişik coğrafyalarda yaşama kolaylığını birlikte getirmiştir. Mesela Kürd zenginlerinin yatırımlarını daha çok batı metropollerine kaydırmaları buna en güzel cevaptır. Kemalist ulus-devlet anlayışının günümüze kadar devam edegelen, kimlik inkârı yanında dile getirilen yasak uygulamalara da son verilmiştir. Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında 5 Ağustos 2005’teki Diyarbekir’deki konuşmalarıyla başlayan demokratik süreç, bu konuda oldukça devrim sayılan tasarruflara meydan vermiş ve sadece Türkiyeli Kürdler açısından değil tüm farklılıklar açısından birer demokratik hak olarak tanınmıştır. Suriye ve Irak yönetimleri olan Arap Milliyetçiliği (Baas) yönetimlerinin yakın tarihimizde yaşattığı zulüm ve acılar günümüzde hala devam etmektedir. İran’ın mevcut yönetiminin de ülkemizde olduğu kadar kendi Kürdlerine baktığını söylememiz mümkün değildir.

Mayıs ayında Irak’ta gerçekleşen seçim gözlemlerinizi öğrenebilir miyiz? Bu sonuçları Irak coğrafyasındaki Kürtler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mayıs ayında Irak’ta yapılan genel seçimlerde, İran’a bağlı siyasi aktörlerin, Fetih Koalisyonu adıyla örgütlenen Haşdi Şabi gibi oldukça marjinal kesimi meclise taşıması ve Şii lider Mukteda es- Sadr’ın desteklediği koalisyonun birinci çıkması, parçalanmış Sünni Kürdler açısından, Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP)’nin, Talabani’ye bağlı Kürdistan Yurtsever Birliği’nin ve Goran hareketinin parlamentoda temsil edilmeleri ve ayrıca, Kerkük’te Şii Türkmenlerin yine mecliste temsil edilmesi oldukça önemli olmuştur. Ancak Irak yönetiminin bundan böyle tümüyle mezhebi siyasallaşması oldukça dikkatle izlenmesi gereken ve kurulacak ilişkilerde de bu hususun göz ardı edilmemesi gerekir diye düşünüyorum. Bu bağlamda İslam coğrafyası olan bölgemizde emperyal ülkelerin daima ajandalarında saklı tuttukları, projelerinde mezhep ve etnik yapının önemi burada ortaya çıkar. Yine de hayırlı olsun diyorum.

Türkiye’de kesinleşen seçim sonuçları sistem değişikliğini de beraberinde getirecek. Bu husustaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Seçimlerin, başta ülkemize bölgemize ve alem-i İslam’a hayırlara vesile olmasını Cenab-i Hak’tan diliyorum. Kısaca ve özetle yeni sistemde, Türkiye’nin kazanımlarına baktığımızda, hantal ve oligarşik bürokrasiye artık yer olmayacaktır, meclis güçlenecek yasamada artık hükümet değil, milletvekilleri söz sahibi olacaklardır. Siyaset gençleşecek, hızla değişen dünyada siyaset sadece geçmişe değil, geleceğe yönelik bakma imkânını bulacaktır. Sorumlu bir cumhurbaşkanının olduğu bu yeni sistemde, devletin hantallığına prim verilmeyecek ihtiyaç duyduğu dinamizm beraberinde gelecektir. Yargının sivilleşeceği yeni sistem içinde, sadece yargının bağımsızlığından değil, tarafsızlığına dair de kriter yer alacaktır. Bütçe kanunu teklifini hazırlayıp meclise sunma görevinin cumhurbaşkanına ait olacağı bu yeni sistemde, kanun teklifi verme ve yapma yetkisi Meclis’te olacaktır. Bu vesileyle dün yapılan seçimin ülkemize ve biz vatandaşlara kazandıracağı çok şeyler olacağı gibi, en başta güçlü bir yasama ve güçlü bir yürütme ülkece geçmiş sistemden kaynaklanan tüm sorunlarımızı çözen anahtar olacaktır.  

“Fetullah, Mirzabeyoğlu’ndan İntikam Alıyordu”
Geçtiğimiz ay vefat eden fikir adamı Salih Mirzabeyoğlu hakkında malumat sahibi olduğunuzu biliyoruz. Sizce Mirzabeyoğlu kimdir, görüş ve düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Allah (cc) rahmet ve mağfiret eylesin, merhum Salih Mirzabeyoğlu’nun kendileriyle tanışmamız kısmet olmamıştı. Ancak merhumun karşılaştığı hukuk ve insanlık dışı zulüm ve yaşadığı zindan hayatıyla ilgili süreci biliyorum.
Basın ve medyadan takip ettiğim ve Ankara’ya yerleştikten sonra gelişen çevremden edindiğim malumatlar muvacehesinde özellikle yukarıda adını zikrettiğim kitabım, “ÇÖ-ZÜL-ME”de geniş bir detay vererek, kendilerine FETÖ terör örgütünün kurduğu kumpasın esas nedenini Türkiyeli biz Müslüman Kürdlerin yakın yüzyıl tarihine açtığım pencereden not düştüm. Bitlis Mutki ilçesinden Ruslara karşı mücadele eden, Bizzat Mustafa Kemal’in tanık olduğu ve onu hatıra defterinde anlattığı, kahramanlığıyla saygı duyduğu, Xoytı aşiret reisi Musa Bey’in ahfadından olduğu, Musa Bey’in Hınçak Ermeni Çeteleri vasıtasıyla oldukça haksız ithamlara maruz kaldığını ve sürgün hayatı yaşadığını anlatmışız.Ve daha diğer nedenlerle, Fetulla Gülen’in de kripto bir Hınçak Ermeni’si olarak, Müslüman bir Kürd olan, merhum Salih Mirzabeyoğlu’ndan böylece intikam aldığını ifade etmiştim. Tekrar merhuma Cenab-ı Hak’tan af ve mağfiret diliyorum. Mekânı cennet olsun…   


Baran Dergisi 598. Sayı