“Mavi Vatan Savunması” coğrafyamız için ne anlama geliyor?
Bildiğiniz gibi Türkiye bir yarımada… Ancak maalesef biz kara parçasına vermiş olduğumuz önemi şimdiye kadar denizlere vermemişiz. Oysa Doğu Akdeniz meselesiyle birlikte görüldü ki, aslında denizler de kara parçası gibi kullanılabilirmiş. Karada olduğu gibi denizlerin altında da petrol-doğalgaz gibi enerji kaynakları üzerinde hakkımız olduğunu anladık. Anakaramızı nasıl koruyor, kolluyorsak, Anadolu çevresindeki deniz sahasını da aynı vatanın bir parçası olarak düşünüp, buralara da aynı şekilde kara muamelesi yapmak gerekiyor. Nitekim Libya’daki Serrac hükümetiyle yapılan deniz yetki sahası anlaşması, denizlerin de kara parçası gibi kabul edilmesi gerektiğinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu. “Mavi Vatan” kavramı da böylece literatürümüze girmiş oldu. Türkiye’nin Mavi Vatan sınırları içine giren bölge, geleceğimiz için çok önemli…
“Anadolu Savunması Sınırlarımızın Çok Ötesinden Yapılıyor”
Yani I. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında sevk ve idare ettiğimiz topraklara bu vesileyle dönüş yaptığımız söylenebilir mi? Mesela daha önce yapılan birtakım anlaşmalar fiilen feshedilmiş sayılabilir mi?
II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan bu küresel düzen ki, bunun içerisinde I. Dünya Savaşı’ndan kalma bazı kurumlar ve gelenekler de var, bugün yıkılıyor. Bunu nereden anlıyoruz. Batı’nın eski gücünde olmadığından anlıyoruz. O dönem kurulan küresel kurumların işleyişinden, daha doğrusu işlemeyişinden anlıyoruz. Ayrıca bütün dünyada çok kutuplu güç tablosunun ortaya çıkmasından anlıyoruz. ABD, II. Dünya Savaşı’ndan sonra küresel hegemonik güç olarak ortaya çıkmıştı. Şu an Trump ile birlikte görülüyor ki ABD, hegemonik güç olma iddiasını taşıyamıyor. Dolayısıyla oluşan boşlukta yeni güçler ortaya çıkıyor. Çin meselesi ortaya çıktı. Rusya ve Türkiye ortaya çıkıyor. Yeni bir dünya nizamının ayak seslerini işitiyoruz. Bu yeni düzeninşekilleneceği jeopolitik bölge ise Doğu Akdeniz ve Afrika olacak. Bu net şekilde görünüyor. Türkiye bunu iyi okudu. Suriye’deki varlığını, dolayısıyla Ortadoğu’daki varlığını koruyabilmek için Doğu Akdeniz’de başarılı olması gerektiğini anladı. Elbette Afrika’da olması gerektiğini anladı.
Türkiye sınırları içerisine kapandığında PKK’yı kullanarak bizi içeriden karıştırdıklarını gördük. Dolayısıyla savunma hattının yurt içerisinde değil, yurt dışına yani Anadolu’nun dışına taşınmasına karar verildi. Bu çok önemli, tarihî bir karardır. Bugün Pençe-Kartal operasyonu, Doğu Akdeniz, Libya hamleleri, dışarıda kurulmuş olan savunma hatlarının noktaları sayılır.
“Libya Afrika’ya Açılan Kapımızdır”
Libya ile imzalanan kıta sahanlığı ve askerî işbirliği anlaşmasının akabinde İsrail, Mısır, Suud, BAE rejimleri harekete geçti. Son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bakın, bu anlaşmadan önce, ilk etapta Kıbrıs’taki enerji kaynaklarının paylaşımı üzerinden bir ittifak kurarak Türkiye’yi Anadolu yarımadasına hapsetmek istediler. Yani Akdeniz’i de içine alacak şekilde bizi Antalya kıyılarına sıkıştırmak... Bunun en önemli işareti, Türkiye’yi bypass edecek EastMed adlı Doğu Akdeniz Projesi’dir. Yunanistan Başbakanı Miçotakis, İsrail Başbakanı Netanyahu ve Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı Anastasiades, 2020 Ocak başlarında Atina’da bir araya gelerek, Doğu Akdeniz doğal gaz boru hattı anlaşmasına imza attılar. Taraflar daha sonra Mısır’a teklif götürüp Kahire’de buluştu. Aynı projeye Suudî Arabistan ve BAE de katıldı. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Kıbrıs Rum Kesimi’ni ziyaret etti. Yaklaşık bin 900 km uzunluğundaki EastMed boru hattıyla, İsrail açıklarından çıkartılacak doğal gazı 2025’ten itibaren Avrupa’ya ulaştırmayı hedefledikleri açıklandı. Yunan basını da bu hattın “dünyada denizaltındaki en uzun boru hattı” olacağını yazdı. Yunan devlet televizyonu EastMed’i “Türkiye’nin provokasyonlarına karşı koruma kalkanı” şeklinde tanımladı. Yalnız bazı enerji uzmanları, 10 milyar euroya mal olacağı hesaplanan bu projenin onaylanmasının hayata geçeceği anlamına gelmediğini de belirtmişti. Yapılan araştırmalarda, buradaki dev rezervin Türkiye’nin 572 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayacağı hesaplandı. O blok bu rezerve çökmek istedi. Türkiye, Libya ile yapmış olduğu münhasır ekonomik bölge anlaşması çerçevesinde, bu projeyi adeta yırtıp çöpe attı. Bu anlaşma, Cumhuriyet tarihinde Türkiye’nin atmış olduğu en büyük, en önemli adımdır.
Neden?
Bakın, Libya başlı başına adım atılmış bir ülke değildir. Türkiye Libya üzerinden Afrika kıtasına açılmak zorunda… Libya'yı Afrika kıtasının kapısını açan anahtar olarak görebiliriz. Libya Afrika’nın da Batı’ya geçiş güzergâhında, Doğu Akdeniz’in hakimiyeti için önemli bir mevki. Batı bunun farkında.
“Rusya-İsrail Arasında Gizli Anlaşma Var”
Bu adım karşısında Rusya’nın tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rusya, Suriye’de Türkiye ile görünürde işbirliği yaptığı halde Libya’da Türkiye’nin karşısında konumlandı. Çünkü Suriye’de elde etmiş olduğu Tartus deniz üssünü Libya’da kuracağı yeni bir üsle emniyet altına almak istiyor. Ayrıca, Doğu Akdeniz’deki hakimiyet planlarına zemin olması açısından Libya'dan beklentileri var.
Bu noktada Rusya’nın İsrail’le arasında nasıl bir ilişki mevcut?
Rusya, özellikle Netenyahu ile Putin arasındaki samimi ilişkiyle ipleri İsrail’in eline vermiş durumda. 25 Haziran 2019 tarihinde İsrail’de yapılan toplantıda, ABD, Rusya ve İsrail’in ulusal güvenlik danışmanları bir araya gelmişti. Bu toplantının gündemi Suriye ve Doğu Akdeniz idi. Bu gizli bir anlaşma olarak görülebilir. Bunu, ABD’nin Suriye’nin kuzeyini Ruslara bırakmasından anlıyoruz. İsrail’in her hafta Golan tepelerini vurmasından ve Rusya’nın da bu saldırılara ses çıkarmamasından anlıyoruz.
Bu durumda İsrail’in Rusya’yı Türkiye’ye karşı kışkırtmasını bekleyebiliriz, öyle değil mi?
Elbette bekleyebiliriz. Şöyle, Rusya’yı Türkiye’ye karşı kışkırtma politikası sadece İsrail’in değil, Batı’nın da politikası. Batı, sahada Türkiye ile askerî olarak mücadele edemiyor. Askerî anlamda Türkiye’ye karşı kullanacakları bir argüman, bir güç yok. Bunu da, Akdeniz’de, Libya açıklarında Fransa ile Türk donanmasının karşı karşıya gelmesinde Fransa’nın geri adım atmasından anlayabiliriz. Batı ordusu Türkiye karşısına çıkıp ölümü göze alamıyor. Batılı askeri gücün çöküşe geçtiğini buradan çıkarabiliriz. Batı, Türkiye’yi askeri yönden durduramadığı için Türkiye’nin karşısına Rusya’yı çıkarmayı hedefliyor. Rusya’nın da ekonomik altyapısı çok iyi olmadığı için, gereken finans kaynağını BAE, Suudî Arabistan gibi rejimler üzerinden temin ediyor.
Libya’da Türkiye karşıtı operasyonların malî kaynağı bu iki rejimdir. Dikkat ederseniz, Hafter’in kullandığı bütün silahlar Rus yapımı çıkıyor. Bu silahların parasını kim veriyor, bellidir.
O halde Rusya, Akdeniz’de tutunmak için bu iki ülke ile işbirliğine mecbur?
Bakın, NATO ciddi anlamda karşı duruş sergilese, Rusya Libya’da bir hamle yapamaz. Kaddafi’yi kim devirmişti? NATO. Fransa NATO ile bunu başardı. Batı’nın bölmüş olduğu bir ülkede Rusların oynaması akla aykırı. Batı'nın oradaki yeraltı zenginliğine çökmek için Kaddafi’yi devirip Rusya’ya teslim etmesi düşünülebilir mi? Jeopolitiğe ters. Rusya’nın Libya’daki varlığının sebebi, Türkiye’nin Akdeniz’de ve Libya’da gücünü ortaya koyduğunu gören Batılı güçlerin, bizzat müdahale edemedikleri için Rusları kullanmasıdır. Afrika’da da Çin’i kullanıyorlar.
“SİHA ile Harp Tarihinin Akışı Değişti”
Türkiye’nin ağırlığı sürdüğü takdirde NATO'da bir bölünme yaşanabilir mi?
Rusya da bir müddet sonra ilerlemeye kalkarsa Batı aksi yönde harekete geçebilir. Fakat şu aşamada ne Türkiye’nin tek başına hakim olmasını, ne de Rusya’nın Ortadoğu’da ve Libya’da fazla etkili olmasını istiyorlar. Bir denge politikası takip ediyorlar. ABD, İsrail ve Batı, iki devleti karşı karşıya getirerek buradan nemalanmak istiyor. Şu andaki asıl hedef Türkiye’yi durdurmak. Rusya ile Türkiye arasında tercih yapmak durumunda kalsa Batı Rusya’yı tercih eder. Türkiye'nin Ortadoğu tarihinde hükmettiği coğrafyasını yeniden etkisi altına alırsa, buralarla yetinmeyip Batı’ya doğru da yöneleceğinden korkuyorlar. Hem dinî açıdan hem askerî teknolojide ilerlemesinden korkuyorlar. Mesela SİHA’larda çok tedirginler.
Neden?
SİHA’lar bu bölgede harp tarihinin akışını değiştirdi. Suriye’de de öyle. Savunma sistemleri geliştiren devletler bundan böyle SİHA unsurlarını dikkate alarak savunmalarını gözden geçirecekler. Geçtiğimiz günlerde Ruslar, Libya’da kullandıkları Pantsir adlı hava savunma sistemini değiştirmek, yeniden dizayn etmek zorunda kalmıştı. Türkiye’nin bu noktadaki üstünlüğü ve sahadaki kabiliyeti gerçekten Batıyı ürkütmüş durumda. Türkiye donanmasını da güçlendiriyor. Türkiye’nin bir Somali hamlesi var mesela… Türkiye orada askerî bir üs kurdu. Türkiye Afrika’da ciddi anlamda ilgi görüyor. Çünkü sömürü amacıyla orada değiliz. Bölge insanları bunu gördü. Türkiye güç kullanmadan kıta insanlarına kendini tanıtıyor. Bunun en son göstergesi, BM Genel Kurul Başkanlığı’na Volkan Bozkır’ın seçilmesidir. Türkiye’de fazla yankı bulmadı ama bu önemli bir olaydır. 178 ülkenin oyunu toplamak kolay değildir. Türkiye bunu bahsettiğim Afrika açılımıyla başlattı. İsmini dahi duymadığımız devletlerin yetkililerini Sayın Cumhurbaşkanı Külliye’ye davet edip ağırladı. Hatta dalga geçenler oldu “kim bunlar” diye… Oysa BM Genel Kurulu’nda oyu olan temsilciler onlar. Askeri faaliyet dışından diplomatik faaliyetler de sonuç veriyor. Bu da “Mavi Vatan” üzerinden gerçekleşiyor. Deniz sahasını kullanarak yani…
“Sisi’yi Ağababaları Kışkırtıyor”
Barış Pınarı Harekâtı’ndan sonra yine “Arap NATO’su” propagandası yapıldı. Sizce böyle bir yapının gerçekleşmesi mümkün mü? Türkiye karşısında böyle bir Arap ordusu kurulabilir mi?
Bu Arap NATO’su fikri aslında yeni değil. Tâ 1950’lerden bu yana kurulmak istenen bir yapı. ABD bunu zaman zaman gündeme getirmiş ama bugüne kadar kurulamamış. Hedefledikleri birliği sağlayamamışlar. ABD-Batı ittifakı bundan sonra Türkiye'ye karşı iki unsuru kullanacak. Birincisi Rus unsuru, ikincisi Arap unsurları. Arapları bugüne kadar “finansör” olarak kullandılar. Türkiye’nin Ortadoğu, Akdeniz ve Afrika hamlelerine karşı… Dikkat ederseniz, darbeci Sisi geçtiğimiz gün bir açıklama yaptı. “Gerekirse Libya’ya askeri müdahalede bulunacağız.” dedi. Türkiye’ye karşı fiilî bir durum oluşturma tehdidi. Sisi kimden güç alıyor? Kesinlikle İsrail ve Batı’dan alıyor. Batı yeşil ışık yakmasa, Sisi’nin kendi ülkesinin dışına çıkacak gücü yoktur.
Ayrıca Araplar arasında en köklü kara ordusu iddiasına Mısır’ın sahip oluşu?
Tabiî Mısır diğer Arap ülkelerine göre biraz daha düzenli bir orduya sahip. Suudi Arabistan Türkiye’nin karşısına askerî olarak hiçbir yerde çıkamaz. ABD’den sonra dünyada savunmaya en çok para harcayanlar Suudiler olduğu halde… Peki, ortada böyle bir güç gerçeği var mı, hayır. Önemli olan çok silah almak değil, yerli silah üretmek ve bu silahları kullanacak donanıma sahip askerin olmasıdır. Yemen’de onların deyimiyle “üç-beş çapulcu”ya karşı kaç seneden beri hücum ediyorlar ama bir sonuç alamıyorlar. Daha dün Riyad’a yeni balistik füze fırlattılar. En önemli şirketleri Aramco’ya saldırıldı. Bunun bile hesabını soramadılar.Arap coğrafyasında gerçek bir orduya sahip devlet yok, bunlar devletçik. Türkiye ile savaşacak kabiliyetleri de cesaretleri de yok. Varsa bir tehditleri onu da Rusya, ABD veya Batı üzerinden yapmaya çalışıyorlar. Şimdi de Libya ile sınırı olduğu için Mısır üzerinden Türkiye’yi tehdit etmeye kalkışıyorlar. Ruslar durumun yavaş yavaş farkına vardı. Baktılar ki Türkiye Libya’da hâkim güç olmaya başladı, paralı askerleri olan Wagner de kaçınca sıra Mısır’ı sahaya sürmeye geldi.
“Dönem, Yavuz Olma Dönemidir”
Mısır halkı Müslüman ağırlıklı nüfusa sahip. Mısır ordusu darbeci generallerin güdümünde olsa da Müslüman bir ülkeyle nasıl savaşılacağı kestirilebilir bir şey mi? Mısır kamuoyunun da böyle bir saldırıya taraftar olmayacağıdüşünülecek olursa, bu zoraki bir tehdit olabilir mi?
Doğru. Her ne kadar böyle bir tehditte bulunuyor olsa da Sisi'nin böyle bir şeye cesaret edemeyeceğini düşünüyorum.Mısır’ın şu an içinde bulunduğu durum böyle bir operasyon yapmasına izin vermeyecek kadar karışık. Ülkede zaten Sisi’ye karşıtepki var. Müslüman Kardeşler’in liderleri şehid edildi, birçok mensubunu hapsetti; ama taraftarları bunu sineye çekti, bekliyorlar. Libya’ya askeri bir müdahalede ülke içi karışabilir, işin ucu Sisi’nin devrilmesine yol açabilir. Ağababaları Sisi’ye bastırır, böyle bir deliliğe girişirse sonu da gelebilir. Libya Suriye gibi değil. Esed rejimi 1 milyon Suriyeliyi katletmesine rağmen engel olmadılar. Yoksa Esed yerinde kalamazdı. Çünkü orada kaliteli petrol yok ve Libya’daki kadar zengin değil. Öte yandan Türkiye, Libya’ya petrol için gitmedi. Meşru haklarını gaspeden müttefiklere karşı orada bulunuyor. Türkiye burada taraf olduğunu belli etti. BM’nin de meşru muhatap aldığı Serrac hükümetinin yanında yer aldı. Buradaki mücadele kazanılırsa elbette Türkiye de hakkı olan payı alacak. Açık net söylüyorum; dönem, Sultan Abdülhamid olma dönemi değil, Yavuz Sultan Selim olma dönemidir. Sultan Abdülhamid yapabileceğini yaptı. Ancak içinde bulunduğumuz dönem öyle bir dönem değil. Yavuz, doğuya sefer yaparak Osmanlı’nın bekâsını sağladı. Baktı ki, Safevi İran, Anadolu içlerindeki Alevilere propaganda yapıyor, topraklarımızı bölmeye çalışıyorlar; birliğimizi parçalamalarına engel olmak için sefere çıkıyor. Sonra bakıyor ki, Ortadoğu’da mukaddes topraklarımızın değerlerini bilmeyenler var, Mısır’ın üzerine sefer düzenliyor. Osmanlı en büyük nüfuzu o dönemde kazandı. Bugün aynı hata yapılıyor bu bölgede. Suudiler kendisini Arapların lideri görüyor. Bu rolü Suudilerin yerine getirme şansı hiçbir bakımdan yoktur. Türkiye’nn İslâm geleneğindeki liderliğini engel gördüğü için Türkiye karşıtı hangi lobi varsa, hangi hükümet, hangi askeri güç varsa destek veriyor. Türkiye buna karşılık Katar’da askeri üs kurdu. Somali, Tunus ve Cezayir’le iyi ilişkiler kurdu. Haliyle bu büyük rahatsızlık veriyor. Osmanlı geri dönüyor propagandasıyla Arap asabiyesini kaşıyorlar. Bütün korkuları bu… Türkiye’nin bu propagandaya fırsat vermemesi lazım.
“Türkiye’nin Afrika’daki En Büyük Rakibi Çin’dir”
Yalnız Türkiye’nin Arap coğrafyasındaki sempatisi geniş, yer yer davet ediliyor. Suriye’de, Libya’da, Somali’de, Sudan’da gördük. Türkiye karşıtı Arap rejimlerinin bakışıyla tabanlarının bakışı arasındaki çatışma nedeniyle ilerlemeleri pek mümkün görünmüyor, ne dersiniz?
Çok önemli bir tespitte bulundunuz, doğru. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bölgede kurulan devletler halklarının talepleri doğrultusunda ülkelerini yönetmiyor. Halklarının gündemiyle hükümetlerinin gündemi farklı... Dolayısıyla ayırmak gerekiyor. Türkiye’ye inanılmaz bir eğilim var. Bu her fırsatta görülüyor. Mesela, geçtiğimiz günlerde Lübnan’da yayın yapan bir televizyon kanalında Türkiye aleyhine hakaretlerle konuşan Ermeni asıllı bir spikerin söyledikleri sebebiyle Lübnan halkı sokaklara döküldü. Gün boyu protestolar yapıldı. BAE veya Suud rejimlerine bakıp halklarını aynı düşünüyor zannetmek yanlıştır. Ancak bugün itibariyle bugünkü hükümetlere gerekli cevabı vermezseniz, bir müddet sonra bunların tabanındaki insanlar da hükümetleri gibi düşünmeye başlar. Gücünüzü gösterirseniz, emin olun liderleri de yavaş yavaş Türkiye’ye meyletmeye başlayacaklardır. Hep söylüyorum; Arap liderleri, güce tapar, güçlü devletlere yanaşırlar. Türkiye’nin yapmaya çalıştığı da bu aslında… Eskisi kadar dinî referansla hareket etmiyor. Tamamen bölge halkını iknaya dönük politika söz konusu. Bir dönem gördüğümüz gibi, “stratejik derinlik”, “sıfır sorun” başlığı altında Davutoğlu’nun görüşü vardı, çözüm olmadığı anlaşıldı. Böyle bir şey yok. Şu da yanlış, oradaki “halkın tamamı bizi bekliyor; gidersek herkes kucak açacak.” Buna müsaade etmezler. Zorbalık yapmadan gücünüzü gösterirseniz, onlar da yavaş yavaş size meyledeceklerdir. Gelmek zorunda kalırlar. Bugün Afrika’da Türkiye bedelsiz su kuyuları açıyor. Türkiye kucak açılarak karşılanıyor. Çünkü oradaki insanlar hiçbir şeyi karşılıksız görmemiş. Vermeden alamamış, sömürülmüşler. Batı, bölge halkının kendilerine karşı tepkilerini gördükleri için Çin’i gönderiyorlar. Mali, Çad gibi ülkelerdeMacron’a gösterilen tepkileri hatırlayınız. Küreselciler Çin sempatisini bölgede uyandırmak için, “soft power”, yumuşak güç dedikleri taktikleri Türkiye’ye karşı kullanıyor. Bugün Afrika’da Türkiye’nin en büyük rakibi Çin’dir. Suudî Arabistan, BAE vs. bir yere kadar. Askeri, ekonomik, diplomatik olarak Afrika’da, hatta Ortadoğu’da rakibimiz Çin’dir. ABD neyse, Rusya neyse Çin de odur.
“Kıbrıs Cumhurbaşkanı Üzerinden Siyasi Oyun”
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Türkiye’nin aleyhinde açıkça tavır alan açıklamalarda bulunmaya devam ediyor. Libya’da Türkiye’ye karşı konuşlandırılırken Batılı güçleri çağıran Halife Hafter gibi, Mustafa Akıncı’nın Batılı güçleri topraklarına çağırmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir ülkeye operasyon çekerken terör unsurları, ekonomik unsurlar kullanılabileceği gibi siyasi operasyon da çekilebilir. Bunlar uluslararası kirli ilişkiler meselesi. Doğu Akdeniz’e baktığımızda çok önemli bir nokta. Burada askeri gücünü Türkiye geçmişte gösterdi, bugün de gösterdi. Bu noktada Türkiye’yi içeriden de vurmak isteyeceklerdir. Birilerini konuşturacak, aleyhte kampanya yapacaklardır. Mustafa Akıncı’nın konuşmalarına baktığınızda, böyle bir mevkide bulunan kişinin konuşmaya cesaret edemeyeceği şeyler. Burada da Doğu Akdeniz çerçevesinde değerlendirilebilecek bir istikrarsızlaştırma girişimi var. Akıncı’nın açıklamalarıyla Libya’daki şartları birbirinden ayrı değerlendirmemek lazım. Birbirini tamamlayan unsurlar. Akıncı’nın seçilmiş olması böyle bir şeyi yapabileceği anlamına gelmez. Yeniden seçildiği ve aynı tavırda ısrar ettiği takdirde Türkiye’nin müdahale edebileceğini düşünüyorum. Türkiye müdahale etmezse, kendisi bu çıkışlarını sürdürür, Türkiye’yi zor durumda bırakırsa, “İngilizler bizi yönetsin” dercesine İngilizleri çağırmaya kalkışırsa, böyle bir fiilî durumda Türkiye’nin müdahale etmesi gerekir. KKTC belinde silahla mücadele vermiş, kan dökmüş insanlarla siyasi meşruiyetini korudu. Bu ada topraklarını herhangi bir güce peşkeş çekmek isteyenler, Türkiye’yi zaafa uğratmaya kalkışırsa isterse seçilmiş cumhurbaşkanı olsun, isterse başbakan olsun, buna müsaade edilemez.
Baran Dergisi 702.Sayı