FETÖcülerin af mevzuu üzerine niçin bu kadar gidiliyor? Gördüğümüz kadarıyla bu mesele üzerine bir konsorsiyum oluşturulmaya çalışılıyor. Ne yapmaya çalışıyorlar?
Şöyle bir şey var: Soğuk Savaş dönemi veya günümüze ait casusluk filmlerini izlediğiniz zaman, bu casusluk teşkilatlarındaki ana prensibin, ana ilkenin “deşifre olanın ortadan kaldırılması” olduğunu görürsünüz. Yani deşifre olan, artık bir işe yaramayacağı için zaman içinde ortadan kaybolur veya kaybedilir. Yahut bizzat kendi teşkilatı tarafından infaz edilir. Temelde, biz her ne kadar terör örgütü olarak lanse etsek de “FETÖ” çevirisi ile, esasında bu teşkilat bir casusluk teşkilatıdır. 1960’lı yıllarından itibaren, Soğuk Savaş yıllarında Amerikan emperyalizminin Orta Asya ve Kafkasya’daki Müslüman Türk varlığını Sovyetler Birliği’ne karşı tıpkı Afganistan’da olduğu gibi ayaklanmaya sevk etme amaçlı oluşturduğu Yeşil Kuşak projesinin bir sonucu bu örgüt.
Enver Altaylı’nın hapiste olması vesaire biliyorsunuz, uzun uzun anlatmama gerek yok. Peki, bu kadar deşifre olmuş, en son devlet ve asker içindeki örgütlenmesiyle kanlı bir işgal girişimine dahi kalkışıp püskürtülmüş bir teşkilat, hâlâ niye ayakta tutuluyor Amerika tarafından? İşte Türkiye’de istihbaratçısıyla, araştırmacısıyla, akademisyeniyle herkesin üzerinde durması gereken ana mesele bu… Tekrar başa dönüyorum; normalde deşifre olmuş bu tür yapılar hızla ortadan kaybolur. Düşünsenize, Soğuk Savaş’ın bitiminden hemen sonra Avrupa’da gladiolar ortadan kaldırıldı. Niye? Çünkü deşifre olmuşlardı. Bu Türkiye’de de olacaktı, PKK yüzünden olmadı. O zaman niçin hâlâ ayaktalar? Ben söyleyeyim, bunların görevi bitmedi. Bu yeni bir yapılanmaya yönelecek; ama yumuşayacak, ama sertleşecek… Fakat sonuç itibariyle yeni bir misyon için devreye sokulacak. Bu çerçevede partiler kuruluyor bu ülkede. O partilerin genel başkanları bu çerçevede “irtibat” ve “iltisak” kelimelerini kullanarak; daha doğrusu zaafa uğratarak birtakım insanları içeriden çıkartmaya çalışıyorlar. Mesele bu! Bizim, hepimizin asıl üzerinde durmamız gereken üç-beş kişinin dışarı çıkıp çıkmaması, dosyalarının tamamlanması değil; tamam bunların hepsi olabilir ama esas üzerinde durmamız gereken şu: Bu insanlara bir meşruiyet kılıfı biçmeye çalışıyorlar koronavirüs günlerinde. Bir tane bilimsel yazısı yok adamın, ama “Türkiye’yi kurtaracak olan sağlık uzmanı” olarak ilan ediliyor. Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi önüne gelen FETÖ’cü doktoru tahliye etmeye başladı. Niye? Meşruiyet peşindeler, bir şekilde meşruiyet kazanmaya çalışıyorlar. Ben hep söylüyorum, eğer FETÖ’cü doktorlar sadece ve sadece doktor oldukları için tahliye edilecekse, darbeci generaller de tahliye edilsin, Suriye’de görevlendiririz onları da. Olur mu? Böyle bir şey olabilir mi?

Diğer bir mesele koronavirüs ekonomiyi fazlasıyla etkilemiş durumda. Global ekonomi nereye doğru gidiyor? Batı’da yazılan makalelerde bir toplumsal çatışmaya doğru ilerlendiği kaydediliyor. 
Benim bu konuda gördüğüm şu: 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra globalleşme adı altında insanlığa dayatılan sistem geldi ve bir duvara dayandı; hatta duvarın önünde erimeye de başladı. Bu, 2008’den beri yaşanılan bir vaka. Çünkü dünyada hep söylediğim olay şudur: Bir ekonomik, sosyal veya siyasî sistemin ana hedefi nedir? Sürdürülebilir olmaktır. Sürdürülebilir olmak için belirli kriterlerin olacak. Eğer senin şu andaki sistemin -küresel anlamda söylüyorum- dünya servetinin yüzde ellisini yüzde bire, yüzde sekseni yüzde ona veriyor ve gerisine de yüzde on dokuz gibi bir rakamı paylaşmak kalıyorsa bu sistem zaten ölmüş bir sistemdir. Biz bunun uzatmalarını oynadık ve 2008’de sistem zaten fiilen sonlandı; ama tabiî kolay kolay bitmez bu işler ve kolay kolay da sonlanmaz… Geldik 2020’ye, 12 yıl sonra… Geldiğimiz bu noktadan sonra artık bu neo-liberalizm, insanlar arasında tarihin en korkunç eşitsizliğini ve buna bağlı olarak büyük bir fakirlik, kan, göz yaşı ve inanılmaz bir ahlâksızlık getirdi. Bu sistem artık sürdürülebilir olmaktan çıktı. Dikkat edin, Bill Gates falan başta olmak üzere bütün büyük patronlar, hepsi bir anda çevreci oldular. 

Çekinceleri toplumsal nefretten mi? 
Çok korkuyorlar; ama insanların nefret etmemesi mümkün mü? Yaşadığımız şu kepazeliğe bakar mısınız? Böyle bir kepazeliğin içinden sağ çıkmaya çalışıyoruz. Hiçbirimiz evimizden çıkamıyoruz, vahşi kapitalizmin gıda teröristleri yüzünden! Kardeşim, Yüce Rabbimiz o ormanlık bölgelerde o virüsleri tutuyor, paketlemiş… Sen tarım alanı açmak için Afrika’da, Latin Amerika’da, Asya’da o ormanların içine doğru ilerlersen, o virüsle karşılaşmaman mümkün değil. İşte Zika, işte Ebola!.. Hiç öyle komplo teorilerine bakmayın. Biz Rabbimizin yarattığı o virüslerin aynısını üretebilecek kapasitede bir teknolojiye sahip değiliz. Geçin onları. Bu neye benziyor? Hani 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında firavun mezarlarını açarlarmış, sonra da ölürlermiş. O zaman tabiî mistik olarak “Firavunun gazabı” falan denmiş. Sen geniş bir mezara giriyorsun, orada 7 bin yıl önceden kalma bir mikrop var, o seni öldürüyor. Niye giriyorsun? Girme! 

Bu sistem, sosyal ağırlığı olan bir sistem olmak zorunda. Devletlerin belirli bir şeffaflık içinde olması gerekiyor. Bir defa siyasetin şeffaflık yasasına ihtiyacı var. Şeffaflık yasası çerçevesinde devletlerin ekonomiye, kamu iktisadî teşebbüsleri ile yeniden girmesi, istihdam politikalarını beş yıllık planlamalar çerçevesinde yeniden düzenleyecek çalışmalara başlaması gerekiyor. Ancak şeffaflık yasası bir numaralı şart. Çünkü daha önceki devletçi politikaları yıkan, bürokrasideki oligarşik yapılanmaydı; ama siyaset akıllılık edip bir yandan devleti, toplumun yararı için ekonomik faaliyetlerin içine belirli oranda sokarken aynı zamanda da şeffaflık yasasını getirirse biz bu meselenin altından hızla kalkarız. Bir de unutmayın; Türkiye’nin ekonomi geçmişinde bu var, diğer ülkelerde yok. İngilizler şokta mesela. Adam, “Tarihimizde ilk defa patronlara işçi ücreti için destek oluyoruz.” diyor. Bunu söylerken kendi kendine inanamıyor adam. 

IMF başkanı geçtiğimiz günlerde “Hiçbir dönemde böyle bir şeyle karşılaşmadık biz.” dedi…
Karşılamazlar çünkü battılar. IMF de battı, Dünya Bankası da battı… İkinci Dünya Harbi’nden sonra kurulmuş üretim kurumlarının tamamı battı. BMGK da battı, hepsi battı! Bunların battığını anlamaları da yine bir beş yılı alır. Öyle bugünden yarına hızla bir şey değişmez; ama yürümeyeceğini anladılar. Haklı çıktık. Ben yıllardır söylüyorum “Millî beka ekonomisi” diye. Milli beka ekonomisini, liberal ekonomi zemini yapamazsın! Çünkü o ekonomi zaten battı. “Emperyalizme karşı hem beka mücadelesi verip hem de neo-liberal politikalarla ekonomiyi yürütemezsin!” diye yazmadım mı? Yazdım. İşte buyurun…

Teşekkür ederiz.
Rica ederim, kolay gelsin.