Türkiye’nin Libya ile varmış olduğu mutabakat çerçevesinde Meclis’e bir tezkere gitti. Türkiye’nin şu anda Libya’da askerî olarak ne yapması gerekiyor? Nasıl bir şey yapılacağını öngörüyorsunuz?
Süreç, Libya ve Türkiye’nin siyasî ve askerî kadrolarının ve buralardaki yetkililerin alacakları kararlara göre şekillenecek. Orada malûm, Türkiye’nin desteklediği ve anlaşmaları imzaladığı Ulusal Mutabakat Hükümeti var. Türkiye bu ekiple yürüyor. Uluslararası anlamda da BM’nin tanıdığı siyasî erk, bahsettiğimiz bu Ulusal Mutabakat Hükümeti. Bu arada karşıda Amerika’nın, Suudi Arabistan’ın, Mısır’ın, İsrail’in desteklediği Hafter var.

Rusya da Hafter’i destekliyor.
Rusya’nın silahlı kiralık askerleri orada. Tabiî Rus devletinin bilgisi dahilinde bunlar orada. Onlar da destekliyorlar. Herkes kendi siyasî çıkarları açısından konuya yaklaşıyor. Onların bölgede bulunma sebepleri bu şekilde. Ancak İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve bu ekipte bulunan diğer ülkeler, maalesef İsrail’in ve Amerika’nın kontrolünde…

Türkiye’nin Libya ile tarihî bir bağı var. Doğu Akdeniz’le alâkalı iki ülkenin ortak çıkarları söz konusu. Libya’da gelişen olumsuz bir durum, Türkiye’yi de muhakkak etkileyecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin Libya’da bu şekilde vaziyet alması önemli. Türkiye askerî anlamda orada şöyle bir pozisyon alacak: Türkiye orada, anlaşmayı yaptığı siyasî gücün mevcudiyetinin muhafazası, güçlenmesi ve Libya’da söz sahibi olması yolunda gereken askerî ve siyasî desteği verecek. Burada anladığımız kadarıyla hava savunma sistemleriyle, Hafter tarafından gelebilecek saldırılara karşı Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin korunmasıyla alâkalı destek verilecek. Orada askerî danışmanlık ve askerî eğitim faaliyetleri yürütülecek. Türkiye’den oraya göndereceğimiz askerler, orada çatışanlar arasına doğrudan girmeyecek. Çatışmaya girmeyecek; ancak orada onlara gerek hava savunma sistemleri eğitimi olsun gerek silahsız hava araçlarının kullanımı olsun, onlara gereken destek verilecek. 

Libya’da Ulusal Mutabakat Hükmeti’nin güçlenmesini ve hâkimiyetini sağlamak, Hafter’i ortadan kaldırmaktan geçmiyor mu?
Hafter’in ortadan kaldırılması farklı bir süreç. O, Türkiye’nin yapabileceği bir operasyon değil. O, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yapacağı bir çalışma. Türkiye öyle bir şeye girmez, girmemesi lazım. Mesela biz Suriye’de bulunduğumuz dönemlerde, daha Fırat Kalkanı Harekâtı başlamadan önce bizim istihbarat birimlerimiz ve farklı unsurlarla Suriye’de varlığımız mevcuttu. Aynı şekilde Libya’da da bunlar mevcuttur; ama şu anda resmen orada bulunacağız. Bazı şeyler örtülü yürütülür. Hafter’in saf dışı bırakılması veya Hafter’i destekleyen unsurların saf dışı bırakılması yolunda mutlaka bazı faaliyetler örtülü olarak yürütülecektir. Bir ülke bunları yapmıyorsa zaten kendi varlığını inkâr etmiş olur.

Rusya, bir güvenlik ve danışmanlık şirketi adıyla Libya’da asker bulunduruyor ve orada bir grupla çatışıyor. Daha önce de Amerika “Blackwaters” adıyla bunu Suriye’de yaptı. Uluslararası hukuka göre bir danışmanlık ve eğitim şirketi olması sebebiyle meşru kabul ediliyor. Türkiye buradaki danışmanlık ve eğitim faaliyetlerini TSK vasıtasıyla mı yapacak; yoksa Türkiye’nin de bu tarz bir güvenlik şirketine ihtiyacı var mı?
Türkiye orada resmen; yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Silahlı Kuvvetleri olarak bulunacak. Resmen bizim ordumuz orada üslerini kuracak ve planlamaya göre oradaki pozisyonumuzu alacağız. Ancak Türkiye’nin de bahsettiğimiz bu kiralık askerler gibi bir güce ihtiyacı var. Yani her şeyi devletten beklememek lazım. O yüzden biz SADAT’ı kurduk. SADAT, uluslararası bir danışmanlık şirketi; yani Türk Ticaret Kanunu’na göre kurduğumuz bir şirket. Burada da bizim gibi TSK’nın hava, kara, deniz ve jandarma güçlerinde uzun yıllar görev yapmış, gerek terörle mücadele gerekse farklı konularda büyük birikime sahip arkadaşlarımız var. Bizim insan kaynağımız da Türk Silahlı Kuvvetleri, yani TSK’dan ayrılmış insanlar. Bugün Türkiye’de bu şekilde birikimli on binlerce arkadaşımız var. Bunların bir kısmı da maalesef Avrupa meşeli kuruluşlarda görev yapıyorlar. Neden bu arkadaşlarımız yerli ve millî bir kuruluş içerisinde pozisyon almasınlar?

Biz mesela SADAT’ı kurduk ve SADAT’ı kuran insanların; başta başkanımız Adnan Tanrıverdi olmak üzere hepimizin yaşantıları, ideolojileri, görüşleri, inançları ve yaşam tarzları belli. Ancak biz yaptığımız çalışmalarda, ortaya koyduğumuz projelerde hiçbir zaman ideolojik yaklaşmıyoruz. Biz olaya, “Bu işi en iyi şekilde nasıl yaparız?” anlamında yaklaşıyoruz. TSK menşeli, buradan emekli olmuş olan arkadaşlarımızın ehliyet durumlarına bakıyoruz. Eğer ehliyet durumları uygunsa ve bizim projemize faydalı olacaklar ise bedelini ödüyoruz, onlar da gelip görevlerini yapıyorlar.
Biz SADAT’ı kurduğumuz zaman Türkiye ayağa kalktı. Diğer taraftan ASSAM’ı kurduk, ASSAM da biliyorsunuz, bizim stratejik araştırma merkezimiz. Geçtiğimiz günlerde de İslâm Birliği Kongresi’ni yaptık. Bizim amaçlarımız var, hedeflerimiz var. Şu an İslâm dünyası; mesela bakıyorsunuz Libya, neden Libya’da kriz oluşuyor? Hafter’i destekleyen uluslararası şer odakları Libya’yı karıştırıyorlar. Dün Suriye’yi karıştırdılar, ondan önce Afganistan’ı karıştırdılar. Karıştırılan ülkeler hep İslâm ülkeleri. Biz bu anlamda çalışmalar yapmadığımız için bunlar başımıza geliyor. Adamların yüze yakın kiralık askerî şirketi var. Onlar yıkmak için, İslâm dünyasını karıştırmak ve parçalamak için bunu yapıyorlar. Biz de “yapmak” için uğraşıyoruz. Bu sebeple bu faaliyetlerden çekinmememiz lazım. Biz bunları yaptığımız zaman başta CIA olmak üzere bütün şer odakları ayağa kalkıyor. Kalkın, istediğiniz kadar kalkın! Siz kalkıyorsanız biz de kalkacağız! Biz ayakta olmadığımız için siz böyle rahatsınız. Bunlar bizim yapmamız gereken şeyler…

ASSAM’ın Uluslararası İslam Birliği Kongresi ne aşamada? Bildiğimiz kadarıyla yedi kongre olacak ve üçüncüsü geçtiğimiz hafta gerçekleşti.
Evet, üçüncüyü gerçekleştirdik. Bunlar planlandığı şekilde her yıl farklı bir konu ele alınarak uluslararası platformda yürütülecek. Her sene bir öncekinden daha güçlü bir katılım oluyor. İnşallah böyle devam edecek. Olumlu tepkiler alıyoruz. Tabiî bunun yanında olumsuz tepkiler de geliyor. Gelsin, reklamın iyisi kötüsü olmaz. Bizim bu konularda hiçbir çekincemiz yok. Hak ehli güzel bir şey yapıyorsa bâtıl bundan muhakkak rahatsız olacaktır ve bunlar rahatsız oluyorsa demek ki biz doğru bir iş yapıyoruz; bizim anlayışımız bu. Bunlar bu işe siyasî anlam da yüklüyorlar. “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gizli ordusu” tarzında uyduruk şeyler söylüyorlar. Alâkası yok, biz görevimizi yapıyoruz. Herkes kendi görevini yapsın.

ASSAM’a hangi coğrafyalardan, hangi ülkelerden katılım oluyor?
Türkî cumhuriyetlerden, Asya’dan, Afrika’dan katılımlar oluyor. Bizim tabiî burada hedef ülkelerimiz tüm İslâm ülkeleri … Bir ayrım söz konusu değil. İslâm ülkesi derken de biz halkı Müslüman olan ülkelerden bahsediyoruz. Bizim yaklaşımımız bütün İslâm coğrafyasını kapsayıcı şekilde. Hatta Müslüman toplulukların olduğu diğer ülkeler de var bu hedefin içinde. Amerika’da bile Müslümanlar var. Onlar da bizim hedef kitlemiz veya kucaklayacağımız toplumlar içerisinde yer alıyor. Bunu yaparken de insanlığı dışlamıyoruz tabiî, bütün insanlık aslında bizim hedefimiz.
Biz elli-yüz sene sonrasının tohumlarını atmaya gayret ediyoruz. Çünkü İslâm birliği kurulmadan İslâm coğrafyasının sıkıntıları bitmez. Bunun mutlaka kurulması lazım. Bütün sıkıntıları bu olmadığı için yaşıyoruz. Şu an mesela İdlib’de yüz bin, belki daha fazla insan bu soğukta hayatta kalmaya çalışıyor. Oradaki çocuklar İslâm ümmetinin çocukları; donuyorlar! İslâm coğrafyası bu birliğin olmayışından yaşıyor bu sıkıntıları. Biz elli sene, yüz sene sonra bunlar yeniden yaşanmasın diye gayret ediyoruz. Güçlü olmamız lazım. Siyasî, ekonomik, ticarî anlamda değerlendirdiğimiz zaman İslâm dünyası dünyada ilk sıralarda yer alıyor. Bütün İslâm dünyasını tek yürek yaptığımız zaman bu çok büyük bir güç olacak. Bu gücün bir araya gelmesinden de çok ciddi bir şekilde korkuyorlar. Niye korkuyorlar? Çünkü onlar için bu büyük bir tehdit. Yanlış anlaşılmasın; bu tehdit insanlık için değil, bu tehdit yeryüzünü kana bulayanlar için… Bu birliğin kurulması lazım. Biz de bunun için çalışıyoruz, bunu istiyoruz ve bunun için projeler üretiyoruz. İnsanlar bu yönde gayret etsinler, çalışsınlar. Biz de onlara bir hedef koyuyoruz. Bizim yaptığımız bu.

Bahsettikleriniz, “İslâm ordusu niçin bir ihtiyaçtır?” sorusuna da cevap aynı zamanda değil mi?
Tabiî… İslâm ordusu da olacak tabiî ki. Ortak ihtiyaçların karşılanması mutlaka olmalı bu. Bir ara gündeme gelmişti. Hemen birileri devreye girdi ve bunun düşüncesini bile ortadan kaldırdılar. Fiili çalışmaları yok ettikleri gibi o düşünceleri de yok ettiler; ama eninde sonunda bu gerçekleşmek zorunda.

ABD ve İsrail güdümünde olan bazı Arap rejimleri var malûmunuz. Bunun yanında, onlar tarafından dışlanıp Türkiye’nin etrafında kümelenen ülkeler görüyoruz. İslâm dünyasında böyle bir kutuplaşma var. Bu rejimlerin mevcudiyeti devam ederken biz İslâm birliğini nasıl sağlayacağız?
Bu çalışmaların önünde olumlu şeyler de var olumsuz şeyler de; fakat olumsuz şeyler şu an için çok daha etkili vaziyette. İslâm dünyası bunları aşmak zorunda. Mesela Mısır’ın başında bir darbe yönetimi var. Türkiye’de 15 Temmuz’da şer odakları başarılı olsalardı, bugün FETÖ Türkiye’nin başında olacaktı. Mısır’ın FETÖ’sü bugün Mısır’ın başında; Sisi denilen hain! Şimdi bundan İslâm dünyası için siz ne bekleyeceksiniz? İslâm dünyasının lehine bir faaliyeti mi olacak Sisi’nin? Sisi, İsrail ve Amerika’nın köpeği! Tasması onların elinde, onlar ne derse onu yapıyor. Suudi Arabistan da aynı şekilde; hatta ona “Suudi Amerika” diyelim. Bugün Suudi Arabistan yönetiminin Arap halkıyla hiçbir alâkası yok. Onlar Arap halklarını satanlar! İslâm dünyasının geleceğini satanlar! Bir kere Suudi Arabistan halkının, BAE halkının, Mısır halkının bunları bertaraf etmesi lazım. 15 Temmuz’da bu kahramanlığı bu millet gösterdi, ülkesini hainlere teslim etmedi; ama maalesef Mısır halkı Sisi’ye teslim oldu. Öncelikle İslâm coğrafyasının tek tek kendisini kurtarması, ondan sonra da el ele vermesi lazım.

Böyle bir birliğin temelleri belli devletler tarafından atılırsa o toplumlarda da kendi rejimlerine karşı bir tepki doğacaktır, buraya doğru akacaktır…
Tabiî, doğuyor zaten. Mesela bir Arap televizyonunda spiker diyor ki; “Bunlar şer cephesi, bu İngilizlerin kurduğu bir İslâm İşbirliği Teşkilatı, İngilizlerin kurduğu bir örgüt!” diyor ve ekliyor; “Bugün Suudi Arabistan’da bağımsız bir seçim olsa ve Recep Tayyip Erdoğan bu seçimlere katılsa, şüphesiz seçilir.” dikkat edin, bunu bir Arap söylüyor. Biz böyle bir şey istemiyoruz. Kendileri yönetsinler, bizim böyle bir isteğimiz ve arzumuz yok; ama kendileri söylüyorlar; “Bunlar bizi temsil etmiyor! Bunlar İngilizleri temsil ediyor!” diyorlar. Bu doğru bir tespittir. Bu uzun bir mücadele, kolay bir şey değil. 200 yıldır bizi bu hâle getirdiler. Koca Osmanlı İmparatorluğu’nu parçaladılar; ama biz yeniden küllerimizden doğacağız ve ayağa kalkacağız, başka çaremiz yok!

Teşekkür ederiz.
Rica ederim, Allah kolaylık versin. Gene mahkemelik olmayalım.
(Fetöcülerin devlette hâkim olduğu bir dönemde Baran Dergisi’nin 255. sayısında “TSK’nın Zirvesinde Allah ve Resûl Aşkıyla Yananları Görmek İstiyoruz” başlığıyla yayınlanan ve dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in izniyle TCK 301/2’den dava açılan röportaja atıf yapıyor.)

Biliyorsunuz, mahkemelik olmamıza sebep olan bakanın ne olduğu ortaya çıktı.
Evet biliyorum. Nükte yapıyorum. Bizim kimseden korkumuz yok!


Baran Dergisi 677. Sayı