Barolarla alâkalı yapılması plânlanan düzenleme gündemde. Bu mesele etrafında tartışmalar devam ediyor. Bu mevzuyu nasıl değerlendirmek lâzım?

Düzenlemeden ziyade burada CHP’nin başını çektiği İslâm düşmanı kesimin kopardığı bir yaygara söz konusu. Sokağı hareketlendirmek adına girişilen bir faaliyet olarak görebiliriz. Özellikle koronavirüs salgınından kaynaklı ekonomik sıkıntıların ardından böyle bir adım attılar. Süreci hızlandırmaya çalışıyorlar. Siyaseti gayri hukukî fiiller ile hareketlendirme çabası içerisindeler.

Yıllar boyunca statükonun bel kemiğini oluşturan müesseselerden birisidir barolar. Halihazırda her ilde tek baro bulunuyor. Bu barolarda İslâm karşıtı bir ittifak söz konusu. Barolar kendi üyesi olan avukatların sorunlarıyla uğraşmak yerine siyasî saiklerle hareket etmekte. Bunlar, temsilde adalet ilkesine de aykırı olan bir seçim ile iş başına gelmekte; fakat bunu inkâr etmekteler. Bu adamların ilkesizliğini gösteren bir misal vereyim; Ak Parti ilk girdiği seçimde yüzde 34 oy ile tek başına iktidar olmuştu. O dönem başta İstanbul Barosu olmak üzere Türkiye’nin farklı illerindeki yönetimi laik-Atatürkçü olan barolar Ak Parti’nin bu oy oranıyla tek başına iktidar olmasını temsilde adalet ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle eleştirmekte, yüzde 34 ile yüzde 100’ü temsil edemez demekteydi. Bunu söyleyen insanlar, Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçildikten sonra cumhurbaşkanı olmasını da aynı şekilde yorumlamış, “yüzde 52 oy aldı, yüzde 48’i temsil etmiyor, bu yüzden meşru değil” demişlerdi. Ak Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçilmesinin temsilde adalete aykırı olduğunu söyleyenler, bugün İstanbul Barosunun başında olan şahsın baroya kayıtlı 50 bin üye avukatın yalnızca sekiz bininin oyunu alarak başkan olduğu gerçeğini görmezden geliyorlar. Bunu yüzde ile değerlendirdiğimizde, İstanbul Barosu’nun başkanlık koltuğunda oturan şahsın sadece yüzde 16’lık bir oy oranıyla o makamı işgal ettiğini görüyoruz. Bu yüzde 16’lık oy ile tüm yetkiyi eline alıp, yönetimi keyfine göre belirleyebiliyor. Hâl böyle olunca da istedikleri gibi bu milletin değerlerine saldırmayı, PKK’yı muhafaza etmeyi, laiklik üzerinden iktidara saldırmayı, FETÖ’ye sahip çıkmayı kendilerinde hak olarak görüyorlar. Ama hiç bir şekilde, bir Müslümanın başına gelen adaletsizlikleri dile getirmemekteler. Son dönemde getirilmek istenen yasal düzenleme ile bunların hâkimiyetleri ortadan kalkacağı için yaygara koparıyorlar. Aslında bu kadar azgınlaşmalarının bir diğer sebebi de gücü kaybetme korkusu. Azgınlaşma kelimesini kasıtlı kullanıyorum, çünkü tek atımlık kurşunları var ve ellerinden geleni yapacaklar. Şu an yaptıkları da bu. Hâlihazırda kendilerine yakın olan baro başkanlarını yanlarına alıp korsan gösteriler düzenliyorlar. Adaletsizliği bariz olan baro seçim sisteminin muhafaza edilmesi ve gücü kaybetmemek için Türkiye’nin değişik adliyelerinde eylem yapıyorlar.

Nasıl bir düzenlemeden söz ediyoruz?

Delege pozisyonundaki kişiler il bazında yapılan baro seçimlerine ilişkin süreç neticesinde seçiliyor. İl bazında da Türkiye’nin en büyük baroları İstanbul, Ankara ve İzmir baroları. Buradaki barolara hâkim olanlar tüm barolara hâkim oluyorlar. Esasında bu düzenleme bu oligarşik yapılanmanın yıkılmasını amaçlıyor. Temsilde adalet ilkesi işletilmeye çalışılacak. Bu yapılmak istenen düzenleme ile beraber baroların idarî kadrosunun da belli zümrelerin hâkimiyetinden kurtarılması amaçlanıyor.

Adalet Bakanı Abdülhamid Gül, “Henüz ortada bir taslak dahi yok neye karşı çıkıyorlar?” minvalinde bir açıklama yaptı. Bu hususta ne söyleyebilirsiniz?

Türkiye’de adalet bakanlığına da yıllardır getirilen şöyle bir eleştiri var; siyasî kişiliği olan birisi nasıl doğrudan yargının başında olur, bu yargı bağımsızlığına aykırıdır. Bu eleştiri hukuk fakültesi öğrencisi olunduğu andan itibaren rastlayabildiğiniz bir eleştiri, “Madem yargı bağımsız adalet bakanının HSK’nın başına ne işi var?” diyorlar. Oysa ki bu yeni yapılan bir düzenleme değil. Bu her zaman vardı. Hatırlarsınız Mehmet Moğultay denilen İslâm düşmanı, yargı kadrolarının kendi siyasî görüşüne mensup adamlarla doldurulduğu yönündeki eleştirilere “Ya kimle dolduracağım tabiî ki kendi adamlarımı yerleştireceğim.” demişti. Bunların temel kaygısının gücü kaybetmek olduğunu göz önünde bulundurarak bu hadiseleri okumak gerekiyor. Baro başkanlarının bu azgınlığı göstereceğini farkeden Adalet Bakanı Abdülhamid Gül “gelin görüşelim” diye çağrıda bulunmuştu. Fakat bunların söyleyecek veya savunacak hiç bir şeyleri olmadığı için, tek kaygıları tekellerinin kırılması olduğu için gidip görüşmediler. Masaya oturmayıp sokağa çıktılar.

Düzenleme ilk gündeme geldiğinde çoklu baro konuşuluyordu. Şimdi ise nisbî temsil gibi bir dönüşüm konuşuluyor. Bunun sebebi nedir?

Bir Barolar Birliği var, bir de il bazında barolar var. İl barolarının bir araya gelmesiyle Barolar Birliği oluşuyor. Çoklu Baro denilen şey şu: Mesela 5 bin üyeyi toplayan her grup baro kurma hakkına sahip olsun. Bu baroların tekelini kırabilir; fakat ileride pratikte hukukî ayrımcılığa sebebiyet verebilir. Mesela bir ilin barosunda, herhangi bir örgütü savunan çok sayıda avukat var. Dolayısıyla bu baro o grubun etiketini taşıyacak ve hakim-savcı pozisyonundaki kişiler de kararlarını buna göre verebilir. Yani manipülasyona açık bir vaziyet ortaya çıkacak. Esasında avukatların kendi inandığı değerler çerçevesinde mesleğini icra edebilmesi için herhangi bir meslek kuruluşu bünyesinde bulunmaması gerekiyor. Yani baroların olmaması gerekiyor.

Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.

Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 702.Sayı