İktidarlar değişse de Türkiye'de Batıcı anlayış bir türlü değişmiyor. Bunun sebebi nedir?

Mevcut statükoyu ayakta tutan iki önemli kurum var. Biri TSK, diğeri yargı. FETÖ, yargı ve TSK içerisine Sabetaycıların bürokrasiye sızarken izlediği taktiğin aynını takip ederek sızdı.

Bu nasıl bir taktikti?

Sabetaycılar, Yahudi dönmesi bir çevre. Müslüman kimliğiyle göründüler. Toplumumuzda da merhamet vardır. Biri alkol düşkünüdür, tövbe ettiğini söyler; herkes onun elinden tutmaya başlar. Yine bir başkası Müslüman olduğunu söyler, herkes sahip çıkar. Diğer Müslümanlardan daha farklı gözle bakılır. Sabetaycılara da böyle yaklaşıldı.

FETÖ’yü kullanan Batı da, darbelerle sistemi sürdürmeye çalışan Kemalist kesimin sistemin kendisine zarar verdiğini gördü. 60’lardan bu yana yapılan darbelerle Müslüman halkı bir türlü sindiremediler. Bunun üzerine Müslümanların içinden bir lejyon grup çıkarma kararı alındı. Müslüman Anadolu ahalisinden çocuk yaşta insanlar alıp ortaokul ve lise düzeyinden itibaren yetiştirmeye başladılar. Ailelerinin bu şekilde güvenlerini kazandılar. Üniversite çağına gelince, başta Fetullah Gülen olmak üzere figürler çıkarıp kendi zihniyetlerini benimsettiler. Asker, hakim veya savcı olmak isteyen mensuplarına “Namaz kıldığın, oruç tuttuğun için bu mevkilere gelemezsin, alkol alman gerekiyor.” dediler. İnançlarına zıt fiiller işlettiler ve bunu kanıksattılar. Netice itibariyle bu kitle TSK ve yargı içine sızdırıldı.

“FETULLAHÇILIK, STATÜKONUN KEMALİST EŞ ÜZERİNE GETİRDİĞİ KUMADIR!”

28 Şubat dönemine gelindiğinde ise, 90’ların başında söz konusu kurumlara sızan bu FETÖ'cü subay, hakim veya savcıların kimliğini Kemalistler, ulusalcılar biliyordu. Psikolojik üstünlüğün kendilerinde olduğuna inandıkları için bu çevreyi görmezden geldiler. Mesela, 28 Şubat sürecinde “İbda-c davası”nda, müebbet almayı gerektiren hiçbir durum olmamasına rağmen, adil yargılama, masumiyet karinesi gibi hukukî prensipler hiçe sayılarak yargılamalar yapıldı. Mahkeme heyeti başkanı Kemalist, sağındaki ve solundaki üye FETÖcü. Mahkeme başkanı müebbet verelim diyor. Ancak FETÖcü savcı ve hakim üyeler ağırlaştırılmış müebbet verilmesini istiyor. Yani kendilerini kamufle etmek için Müslümanları daha fazla ezme psikolojisinin içine giriyorlar. 15 Temmuz’dan yıllar önce FETÖ’nün devlet içerisine sızdığını Kemalist kesim biliyordu. Sadece ayak işlerini yaptırıyorlardı. Zamanla FETÖcüler bürokraside, TSK ve yargı içerisinde güç toplayınca ve medya yapılanmasını tamamlayınca, Kemalistler tasfiye edilip yerlerine aynı elin büyüttüğü FETÖ’cüler getirildi. Batı’nın bu derece beslemesinin nedeni de bu. Kemalist veya ulusalcıların AK Parti’yi eleştirirken kullandığı bir ifade var; “Ne istediniz de vermedik diyerek bunlara kendi döneminizde bu gücü kazandırdınız.” şeklinde… Böyle bir durum yok. Fetullahçı zihniyet, bu ülkede 1960 darbesiyle birlikte doğdu. 12 Eylül darbesiyle eğitim sürecine başladı. 90’lı yılların başında bürokrasiye yerleşmeye başladı. 28 Şubat döneminde stajını tamamladı. 2000’li yılların başında statüko tarafından yüksek bürokrasiye atandı. Bana göre, Fetullahçılık, Batı’nın “Kemalist eş” üzerine getirdiği “kuma”dır. Ergenekon ve Balyoz davalarıyla şekillenen süreç, emperyalistlerin dönemin Kemalist bürokrasisinden boşanma davasından başka bir şey değil. Her iki davadaki Fetullahçı polis, hakim ve savcıların o denli kindar şekilde hareket etmelerinin nedeni de bu. Dolayısıyla FETÖcüler o dönem yargı içindeki karşı tarafı ezmeye başladılar. 15 Temmuz darbesine karşı, cumhurbaşkanının halkla bütünleşmesi gerçekleşince, yargı mekanizmasında neredeyse üçte bir oranında hakim ve savcı ihraç edildi.

FETÖcülerden boşalan kadrolara niçin tekrar Kemalistler getirildi? 18 yıldır iktidarda olan partinin kendi kadroları yok muydu?

Bu adamlardan 5 bine yakın eleman ihraç edilince sistem bu kadro boşluğunu doldurmaya çalıştı. Burada şöyle bir durum var; Müslümanlar bu ülkede hiçbir zaman zihinsel iktidarı elde edemeyince, gerek yargıdaki, gerek yüksek yargıdaki kadrolar Kemalist ve ulusalcı zihniyete sarılmaya başladı. Burası çok önemli. İktidara yakın bilinen kadroların ideolojik altyapıları yok. Korkak, pasif bir tavır söz konusu oldu. Son dönemde gerçekleşen siyasi nitelikli yargılamalarda bu net biçimde görülüyor. Kemalist ve ulusalcı zihniyetin özellikle yüksek yargı içindeki temsilcileri, 28 Şubat döneminde yaptıklarını yeniden yapmaya başladılar. Bunun son örneği mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun da adının yer aldığı Metris cezaevi isyan davası dosyasıdır. 28 Şubat döneminde toplumun tamamına bir takım operasyonlar yapılmak istendi. Bunun yanında birtakım düzmece dosyalar üretildi. Devlet kayıtlarına girilip, propagandası yapıldı. Yüzlerce Müslümanın özgürlüğü elinden alındı. Terörist yaftası altında mahkûm edildi. Milyonlarca insanın da temel hak ve hürriyetlerine müdahale edilmiş oldu. Şu anda eski Türkiye alışkanlıklarının canlılığını koruduğu bir dönemde yaşıyoruz. AK Parti’nin özellikle 15 Temmuz’dan önce ve sonra attığı ciddi adımlara rağmen böyle.

Örnek verebilir misiniz?

Mesela, bunlardan biri Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu. Daha sonra adı Hakimler ve Savcılar Kurulu olarak değiştirildi. Meclis’e de bu kurula üye seçiminde rol verildi. Önceki dönemde, 15 Temmuz’dan önce HSK’nın yapısına ilişkin bir referandum yapılmıştı. O zaman FETÖ elebaşı, “Elimde imkân olsa mezardaki insanları da kaldırır oy kullandırtırım.” demişti. FETÖ’nün 15 Temmuz’dan önceki en ciddi eylemi HSYK’yı ele geçirmekti. Başaramadılar. Özellikle 15 Temmuz sürecinden sonra Kemalist ve ulusalcı kesimin siyasi kimliğine baktığınızda tipik CHP’li olarak niteleyemiyorsunuz. CHP daha çok alevi kesiminin kontrolüne geçmiş durumda. Oyu yüzde 1’i bile bulmayan bir Vatan Partisi var. Ancak bu oy oranına rağmen yargı mekanizmasındaki karşılığı belirleyici. Hatta bazı durumlarda yüzde 50’den fazla oy alan AK Parti’den etkili olduğu durumlar söz konusu. Özelikle 15 Temmuz’dan sonra Doğu Perinçek ile birlikte hareket edildiği görüldü. Perinçek’in basına yansıyan bazı açıklamaları var. Mesela, “Kemalist yargı, Mustafa Kemal’in yargısı altın çağını yaşıyor.” demişti. Bu denli çıkış yapmalarının nedeni AK Parti çevresinin fikrî altyapısının olmamasıdır. Zaten sistemi ayakta tutan argümanların tamamı Müslümanlar üzerinden canlı tutuluyor.

KEMALİST-ULUSALCI HAKİMLER BİR İMZAYLA 20 YILLIK MESAFE KATEDİYOR

Bu Kemalist-ulusalcı kanat ne ne gibi faaliyetlerde bulunuyor?

Mesela, Cumhurbaşkanına yönelik yedi sene önceki hakaret içerikli sosyal medya paylaşımları dahi yargı mekanizmasının önüne getiriliyor. Bu şekilde ne yapılıyor, “tek adam” portresi çizilmeye çalışılıyor. Cumhurbaşkanına yönelik hakaretler üzerine bu kadar çok soruşturma açılması, 5816 sayılı kanunun canlı tutulmasını sağlıyor. Eski dönemlerin kötü uygulama ve alışkanlıklarına resmen prim vermiş oluyorsunuz.

Başka bir örnek; Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu adlı şahsa her ne kadar diğer barolar tarafından tepki koyulsa da, bunun danışıklı bir dövüş olduğunu düşünüyorum. Yargı içindeki muhafazakâr grupların arasında bir çatışma söz konusu. Karşı taraf bunu fırsat bilip aradan sıyrılmaya çalışıyor.

Muhafazakâr dediğiniz bu kişilerin çıkarları için çatışacak hâle gelmesi, sistemin içine aldığını yozlaştırdığı gerçeğini işaret etmiyor mu?

Elbette... Ayrıca başka bir mesele daha var. Özellikle son dönemde Yargıtay'a yapılan üye seçimlerine bakalım. Mesela yüz kişi seçiliyor. Bu isimler hükümet kadroları, ilgili bakanlıklar içerisinden tayin ediliyor. Ancak işin esasına baktığımızda, hiç kimse bu adamlar kimdir diye araştırma ihtiyacı duymuyor. Mesela hükümetin lehine sonuçlanması istenen zor bir dava var. Burada alınan kararın altına imza atan ulusalcı, Kemalist hâkim attığı bir imza üzerinden, bir hakimin yirmi yılda alamayacağı mesafeyi katediyor. Mesela Kılıçdaroğlu, Özgür Özel gibi CHP’li isimlerin “CHP tabanımız hazır olsun, iktidarımız yakındır.” açıklamalarını yüksek yargının içinde bulunduğu vaziyete bakarak değerlendirmek lazım.

Bu kadar ehemmiyetli mevkilere atama yaparken iktidar nasıl denetleme yapmaz?

Şöyle söyleyeyim; bizde bürokrasi yanlış değerlendiriliyor. Bürokrasi denildiğinde adalet bakanlığı, milli eğitim, içişleri gibi bakanlıklar hatırlanıyor. Yani sadece bakanlık kurumu anlaşılıyor. Bizde bürokrasi, a-tipik özellikleri olan, alışılmışın, bilinenin dışında, cins profile sahip bir bürokrasi. Tek tip bürokrasi yok. İki türlü bürokrasi söz konusu. Bunlardan biri; doğrudan bürokrasi, diğeri dolaylı bürokrasidir. Doğrudan bürokrasi dediğimiz, bahsettiğimiz bakanlıklar. Dolaylı bürokrasi ise, karar alma mekanizmasında az veya çok, doğrudan veya dolaylı, bir şekilde etkili olan bürokrasi anlamını taşıyor. Bunun içinde medya, iş dünyası, üniversiteler, meslek kuruluşları, odalar vs. vardır. Cumhurbaşkanı ile de bir şekilde görüşebilme kabiliyeti, imkânı olan herkes bu bürokrasinin içerisinde. Kemalist ve ulusalcı kesimin özellikle yargı ve emniyet içerisinde bu kadar güçlü olmasının en büyük nedeni dolaylı bürokrasi. Özellikle atama süreçlerinde bir şekilde müdahil olabiliyorlar. Ayrıca yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmek, bedelini ödemek gibi durum da söz konusu değil. Dışarıdan gelişen bir hadise ve Cumhurbaşkanını da yalnızlaştırmayı hedefleyen adımlar atılmıyor. Yani her geçen gün kirlenen bir yapı söz konusu. Kemalist ve ulusalcıların bürokratik mekanizmada bu kadar etkili olmasını son birkaç ayın gelişmelerine bağlı olarak açıklayamayız. Özellikle 17-25 Aralık’tan sonra gelişen bir durum. Halkımıza nazaran “muhafazakâr” bürokratlar mücadele kabiliyetine sahip değil. Kemalistler bu zaafı çok iyi kullandılar. Mesela, Kemalistler, FETÖcülere karşı bir adım attılar, bu adımla birlikte kazanılması yıllar sürecek bir imkânı kısa sürede elde etmiş oldular. Mesela 28 Şubat mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin yeniden yargılama dilekçesini, “15 Temmuz şehidi Halil Kantarcı’nın arkadaşlarıymış da, bunları serbest bırakacakmışım… Kardeşim ben teröristleri serbest bırakmam…” diyen, İstinaf Mahkemelerinde daire başkanı olarak tayin edilen hakim var; daha nasıl açıklayabilirim.

Söylediklerinizden anladığım şu; dolaylı bürokrasinin dışarıdan yaptığı baskı sebebiyle siyasilerden birtakım görevlendirmeler yapılıyor.

Mesela Müslümanların kronik hale gelmiş bir sorunu var ve bir türlü çözülemiyorsa, bu sorun ya bir kamuoyu kampanyası ve kitlesel taleplerle aşılacak, ya da medyada gündeme getirilip tartışılacak. Bu gündeme geldiğinde, sorumlu ilgili bakanlık olarak işaret ediliyor. Ama aslında sorumlu dolaylı bürokrasi.

Mesela hatırıma ilk gelen erken yaşta evlilik sonucu cezaevinde bulunan eşlerin mağduriyeti... Bu sorun nasıl ve niçin çözülemiyor?

Şöyle bir örnekle açıklayayım; hukukta, “hukuki işlemin kurucu unsuru” veya “bildirici unsuru” şeklinde bir tanımlama var. Kurucu unsurdan bahsedebilmek için doğrudan hadisenin içinde olmak gerekiyor. O hükmün hadisede rol alan kişinin iradesinden doğmuş olması gerekiyor. Bildirici vasıf ise şudur; ilgili hüküm böyle bir vasfa sahip kişinin iradesinden değil, başka bir yerden gelir, bildirici de adı üstünde sadece malumu ilân etmiş olur. Mesela, 28 Şubat’ta birtakım yargılamalar yapılmıştı. Bazı isimler terör örgütü lideri, bazıları üyesi, bazıları yardım ve yataklık yapmakla, propaganda yapmakla suçlandı ve mahkum edildi. Dönemin DGM’lerinde yargılananları cezalandıran hükümleri o mahkemelerin başkanları veya üyeleri vermedi. DGM’lerin verdiği kararların hukukî mahiyeti “bildirici” vasıfta kararlardı. Birileri o mahkemelere, “bu insanları cezalandırın” şeklinde talimat verdi. Kim verdi? Salih Mirzabeyoğlu’nun savunmasında zikrettiği bir ifadesi var: “T.C. içinde yaşayan üç bin aile; hukuk da bunların çıkarına göre, ekonomi de, siyaset de, ordu da, polis de... Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir! Devlet, hukuk demektir ve hukukun olmadığı yerde devlet değil, çete vardır.” O dönem devlet içindeki üç bin aileye mensup olanlar, “bu adamları mahkûm edeceksiniz” şeklinde beyanda bulunmuştu. Talimat verdiler. Bunlar yazıldı. O yazıları okuyan ordu içerisindeki, yargı mekanizmasındaki statükonun elemanı pozisyonundaki yüksek darbecilerin yüksek rütbeli mensupları o gazeteleri aldılar. DGM mahkemelerini ziyaret ettiler. DGM de hedef gösterilen isimleri mahkûm etti. Biz ne diyoruz? O mahkemelerde verilen hükümler mahkemelerin bağımsız olarak verdiği hüküm değildir. Bahsettiğim tesiri gösteren medya mensupları, iş dünyası, sermaye patronlarının oynadığı rol nedir? Dolaylı bürokrasidir. Yani dolaylı bürokrasi, doğrudan bürokrasiye talimat verebiliyordu. Verilen talimatı dönemin ulusalcıları, Kemalistleri çok rahat bir şekilde yerine getirebiliyordu. Fakat AK Parti neredeyse yirmi yıldır iktidarda, dolaylı bürokrasinin Müslümanların hayrına olan bir meselede doğrudan bürokrasiye talimat verdiği bir örnek dahi yok! Erken yaşta evlilik meselesi bunlardan biri... Gazeteler, televizyonlar üç gün arka arkaya bunları gündeme taşısa zaten bu mesele çözülür. Fakat şu an tek yaşanan menfaat kavgası...

MEVCUT YARGI BÜROKRASİSİNE ADIM ATAN İNSANLAR İDEALİST KALAMIYOR

Yukarıda sormuştum tekrar sorayım; muhafazakâr dediğiniz kişilerin çıkarları için çatışacak hâle gelmesi, sistemin içine aldığını yozlaştırdığı gerçeğini işaret etmiyor mu? Yeni gelen kadrolarda idealist kimliğe sahip kişiler yok mu?

Bir hakimin mesleğindeki idealist duruşu, bu mekanizma içinde ortalama üç sene içinde aşınır, erozyona uğrar. Dördüncü senesine bu duruşu taşıması mümkün değil. Maalesef böyle bir yapı, böyle bir süreç söz konusu. Korkak, çekimser tavır gösterebilir. Yarın başıma şu iş gelebilir şeklinde endişelerle hareket edebilir. Çok istisnai bir durum olur idealist tavır takınmak. Hâl böyleyken bir de idealist insanların önü kesilince “aman kimseye bir şey demeyeyim” düşüncesindeki kişiler makamları işgal ediyor. Şöyle bir durum da var. 15 Temmuz'dan sonra FETÖ’ye yönelik soruşturmalarda kadınlara yönelik ters kelepçe takılması durumu söz konusuydu. Bunu da eleştirdik. “Kadınların da mı darbe yapacağından korkuluyor.” şeklinde… Burada da emniyet mekanizmasındaki ulusalcı kesimlerin uygulamaları nedeniyle tuzağa düşülüyor oysa... Aynı çevre 28 Şubat sürecinden kalma kinlerini Müslümanlara tekrar kusmaya başladı.

FETÖcüler üzerinden mi?

Tabiî. Mesela başörtüsü düşmanlığını bir FETÖcü kadın üzerinden gerçekleştirebiliyor. Siz bu uygulamaya karşı hukuku, idealist bir insan olarak savunamıyorsunuz. Savunmaya kalkıştığınızda “sen FETÖcü müsün?!” deniliyor. Maalesef ses çıkarılmayarak bugünlere gelindi. Bazen ağızlarından kaçırıp siyasî imâlarda bulunuyorlar. Ergenekon davasında yargılanan Dursun Çiçek, bir buçuk sene kadar önce canlı yayında çıkıp, “Ben geçenlerde bir başsavcı ile görüştüm, o başsavcıya söylendim. İktidarın uygulamalarına neden müdahale etmiyorsunuz, dedim. O da bana dedi ki, siz bir asker olarak görevinizi yapın, biz hukuk mensupları olarak her türlü gereğini yerine getireceğiz…” şeklinde konuşmuştu. Yani “Bunları indirin, bizim elimizde dosyalar hazır…” şeklinde konuşmuştu. Bu ne demek, darbe niyetinin açık edilmesi değil mi? Hatta sunucu, “emekli başsavcı mı” diye sormuş, Çiçek ise, “Hayır hayır, şu an görevde olan bir başsavcı, yargı içerisinde bu şekilde düşünen başsavcı, savcı yardımcıları var” dedi. Anlatmak istediğim şu; AK Parti, yargı mekanizmasını bütüncül şekilde düşünmüyor. Ne yapıyor? Mesela İstanbul, Ankara, İzmir gibi üç büyük şehri göz önüne alıp, Ankara ve İstanbul kendi kontrollerinde olsun, diğer şehirlerin çok önemi yok, diye düşünüyorlar. Böylece İstanbul’daki bir başsavcı “tehlike” arzettiği için başka bir şehre tayin ediliyor. Ama oraya da başsavcı olarak gönderiliyor. Neden gönderiliyor? Böyle hareketler Kemalistlere güç kazandırırİhracını gerektiren bir durum varsa daha cesur adımlar atıp iş mahkemesine, icra mahkemesine göndereceksin. Bu kişi İstanbul’da yaptığı işi Bolu’da yapamaz mı? Türkiye sadece İstanbul veya Ankara’dan mı ibaret?

Salih Mirzabeyoğlu hakkındaki ilk soruşturmayı Adana Başsavcılığı açmıştı…

İşte bu iyi bir örnek. İsim zikredemem ama olay gerçek. Kişi İstanbul’da başsavcı vekiliydi. “Sen bizim için problem oluşturuyorsun” diye adamı aldılar, başka bir şehre başsavcı olarak tayin ettiler. Bu adam yarın İzmir’e veya İstanbul’a gelemez mi? İzmir’de, daha önce İstanbul’da görev yapmış bir ağır ceza mahkemesi başkanıyla görüşüyordum. Adam, “Hükümet nerede, neler oluyor?” diyor. İzmir bahsettiğim zihniyete teslim edilmiş resmen. Neden? İşte oradaki askerî casusluk soruşturması var, bu davayı onlar yönetiyor. FETÖcülere karşı çok etkin mücadele ediyorlarmış… Birilerinin FETÖ ile etkili mücadele etmesi, her yaptığı uygulamanın hukukî, muteber olduğuna delil sayılabilir mi?

FETÖcü olmayan Müslümanlara karşı da “etkili” kararlar alabilir? FETÖcüler Kemalistler, ulusalcılar üzerinden nasıl bir süreç işlettiyse benzerini FETÖ üzerinden Müslümanlara karşı da başlatabilir…

Şimdilik FETÖcülere karşı “etkili” mücadele gösteriyor. FETÖ denilince aklınıza gelebilecek ilk beş ismi net biçimde sayabilir misin?

Fetullah Gülen, Ekrem Dumanlı, Adil Öksüz, Akın İpek, Kemal Batmaz...

Mesela Akın İpek dışarıda… Adalet mekanizması bu firarilere hak ettikleri hesabı sormamış demektir bu. Tutuklamamış, haklarında terör örgütü hükmü kurmamış; gıyabında kurulan hükümleri geçelim. Bu Kemalist ve ulusalcı kesim, FETÖ üzerinden öyle atraksiyonlar yapıyor ki, adaletsiz, adil yargılama ilkesi olmayan, masumiyet karinesi ayaklar altına alınıyor. Böylece toplumda nasıl bir durum yaşanıyor? Bir taraftan bunların siyasette ortak hareket ettiği Kılıçdaroğlu gibi kişiler, çıkıp şunu söylüyor: “İlk başlangıçta birlikte hareket ettiniz, firar etmelerine neden oldunuz, ama tabanındaki kişilerin hepsini cezaevine attınız.” Fotoğraf bu.

Haklı algılanıyor?

Bu memlekette İbda fikriyatına mensup olanların dışında bunu söyleyecek kimse de yok. “Adalet Mutlak’a” diyor Salih Mirzabeyoğlu. Bana göre örgüt bağlamında şu ana kadar yapılmış tüm FETÖ yargılamalarının tekrar gözden geçirilmesi lazım; net söylüyorum. Mesela FETÖ borsasından bahsediliyor. Kim bu FETÖ borsası içinde olanlar? İki tanesinin Tayyip Erdoğan’ın avukatı olduğu iddia ediliyor. Ne demek Tayyip Erdoğan’ın avukatı?

FETÖ Borsası meselesinde doğrudan şahit olduğum bir meselede kişi İP avukatıydı…

Tamam bundan bahsediyorum. Bu borsada olanlar, yine Kemalist-Ulusalcı kökenden gelen şahıslar… AK Parti’nin işlediği en ciddi hatalardan biri de bu meselede oldu. 15 Temmuz sürecinde mesela, “özel müdafi” hususunda barolardan avukatlar görevlendirilebilirdi. Bunu yapmadılar. FETÖ’nün tabanını bahsettiğim çevrelere ezdirdiler, büyük başlarının mal varlığına el koyup tahliye ettirdiler. FETÖ borsası hikâyesinde de AK Parti içindelere ihale ettiler. Kimin hangi avukatı bu borsa içinde, merak ediliyorsa, vergilerine bakılabilir, cezaevi defterleri hangi hukuk bürosundan ziyaret edilmiş incelenebilir.

Beş sene önce Recep Tayyip Erdoğan iktidarı kaybederse ne olur diye düşünebileceğimiz şeyler son dönemde gerçekleşmeye başladı. Her geçen gün Müslümanların aleyhine gelişen bir süreç var. Hâlâ Kemalistler hâkimiyeti ele geçirdi denilemez ama yargı içerisinde FETÖ’den boşalan kadrolara Kemalist-ulusalcı olmayan yeni hakim savcı adaylarını sokmak suretiyle çözmeniz mümkün değil. Teşbihte hata olmaz. Yerel mahkemeler var mesela… Çeşitli şehirlerde. Yargıtay ile yerel mahkemeler arasındaki dosyaları inceleyen İstinaf Mahkemeleri var mesela. Yargıtay, Danıştay Anayasa Mahkemesi var. Bir kişi yerel mahkemelerde faaliyetlerde bulunurken özellikle FETÖ ile alakalı bir-iki dosyada cesur işler çıkarıyor. O iki yargılama üzerinden birileri çıkıp diyor ki, “Bizim seni korumamız lazım.” Siciline bakmadan Yargıtay’a gönderiyorlar. Bu adam yüksek yargıya geçtiğinde, Ankara bürokratik işleyiş bakımından diğer illere göre farklı bir yer. Bu kişiyi Yargıtay’da Ergenekoncusu, Kemalist’i, Ulusalcısı ziyaret ediyor, o kişiden bir takım şeyler isteyip alabiliyor. O kişi ne yapıyor, “yarın bir gün iktidar değişikliği olur” hesabıyla “çevre” yapıyor. Yerel mahkemelerde görev alan bir hakim veya savcının yelpazesiyle, Yargıtay’da aynı konumda bulunan görevlilerin konumu arasında dağlar kadar fark var. Çünkü yerel mahkemelerdeki birinin görev yerini değiştirmek çok kolaydır; Yargıtay için aynı şeyi söyleyemezsin. Yargıtay, bütüncül bir yapı, gruplaşmaların yaşandığı bir kurum.

Teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 703.Sayı