Bölge ateş çemberiyken İsrail’in sesi hiç çıkmıyordu. Katar krizinin ardından İsrail’in Mescid-i Aksa’yı ibadete kapatmasındaki maksat nedir ve niçin bu zamanı seçtiler?

Bilindiği gibi İsrail Siyonist ve sinsi, Mescid-i Aksa’ya alâkası öteden beri var. 2010’da Mescid-i Aksa’ya bin polisle baskın düzenlendi. Raid Salah bunu şöyle ifade ediyor; “özellikle 2010-2020 arasında İsrail oldu bitti ile Mescid-i Aksa’yı yıkarak yerine Süleyman Tapınağı’nı kurmak istiyor.” Şu anda 2017’deyiz. Aktif plân 2010’da başladı. Raid Salah eski belediye başkanıdır, Filistin mevzuunda da aktif aktörlerden birisi. Kum saati işler vaziyette. 2013’ten itibaren İsrail, Arap Dünyası’nda artıya geçmiştir. Arap Baharı ile birlikte, halkın iradesinin iktidara yansıma ihtimali belirmişti. Bu ihtimal 2013 yılında karşı hamle ile kapatıldı.

Mısır darbesi mi?

Tabiî. Mısır ile birlikte Tunus da sindirildi. Arap Baharı’nı bastıranlar İsrail’i kendinden tarafta görüyor. M. Hasaneyn Heykel’in “Gizli Dosyalar” diye bir kitabı var. Bu kitapta Ürdün rejiminin 1993-1994 Arava Vadisi anlaşması var, gizli temaslar vesaire. Arap ülkelerinde bu gizli temaslar her zaman var. Bazı gizli isimler var, Suudi Arabistan’da gün yüzüne çıktı; mesela Suudi General Enver Aşki’nin, daha evvel İsrail ile beş defa gizli temasları olmuş. Başkaları da vardır muhakkak. Sonraları bu gizli görüşmeler, alenileşmiş. Geçtiğimiz hafta da bir haber düştü İsrail basınına. Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Abdullah bin Zayed gizlice İsrailli yetkililer ve ABD ile görüşmüş. Bunlar Arapların dedikleri gibi, katreden damla... Arada çok büyük ilişkiler var. Bunlar sadece buz dağının görünen kısmı ve bize kadar yansıyor. Dağın arkasında bir sürü gizli kapaklı gizli şeyler var. İsrailli yetkililer de son zamanlarda ifade ediyor zaten; “Mescid-i Aksa’da bazı düzenlemeler yapmak için Araplardan icazet aldık” diye. Yani “Arapları ikna ettik, onlar da bizimle birlikte hareket ediyorlar” mânâsında... Dedektörler, kamera sistemlerini de “terör önlemi” olarak gösteriyorlar. Araplar ile İsrailliler arasında bir şeyler var. Hatta bir makale hazırlıyordum, “Şimon Peres’in Arap Çömezleri” diye. Yeni bir Orta Doğu hazırlanmak isteniyor. Büyük İsrail Projesi (BOP)’a Araplar da ortak. Bugün İsrail basınında Şimon Peres’in fikirlerinin Arap dünyasında olgunlaştığı yazılıyor. Bu yüzden “Şimon Peres’in Arap Çömezleri” diye başlıkla ifade ediyorum. Peres 1990’larda “Yeni Orta Doğu” diye bir kitap yazdı. Bu kitapta “Araplarla İsrailliler arasındaki düşmanlığı kaldıralım. Bunu yapabilmek için Arap Birliği’nin adının Ortadoğu Teşkilâtı olması gerek. İsrail de bunun içinde olmalı. Düşmanlık yerine, ekonomik ilişkiler pekişsin, İsrail Batı’nın teknoloji üssü olsun. Araplarda iş gücü, petrol var. Bunları bir araya getirelim.” diye bir ibare geçiyor. Peres bir Müslüman birliği yerine karma birlik istiyordu. İki bin, üç bin yıllık tarih üzerinden buraya geldiler. Peres’in en büyük ifadesi “düşmanlığı kaldırmak.” Arap Baharı’nda şu söylendi, “Sahabiler, Eyyubiler geldi” ifadelerini tarihten çıkartıp, güncel mevzular üzerinden İsrail ile köprülerin kurulması ifade edildi. Hatta Selahaddin Eyyubi Mısır Kültür Bakanı tarafından “işgalci” sıfatıyla anılıyor... Esasında bir tarihi saf dışı bırakmak istiyorlar, Kahraman Sahabileri de tarih dışına itiyorlar. Yavuz Sultan Selim’i de. Tarihi çıkarttığınız zaman, İsrail ile alâkalı hiçbir tezat kalmıyor. İsrail ile birlikte olmak istiyorlar. Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor ve yeni Orta Doğu’yu kurmak istiyorlar. Bölgede istedikleri şey de şunlar; “Amerika ölçülerine uygun İslâm anlayışı, İsrail ile barışmak.”

Mısır’ın İsrail’e yakınlığından bahsettiniz. Amerika ve İsrail’in tarafından bakıldığı zaman Suudi Arabistan ve diğer Arap krallıklarının politik durumu nedir? Mısır halkı ve Arap halkları kendi devletlerinin İsrail politikalarına nasıl bakıyor; bu ne zamana kadar sürdürülebilir?

Osmanlı İmparatorluğu ihanet ve bir yağma hareketi ile yıkılmıştır. Ondan sonra kurulan bütün rejimler de dünya düzeninin bir parçası; yani Lozan. Suudi Arabistan’ın kuruluşu 1932-1936 arası. Bu ülkeye bakıldığı zaman şunu söyleyebiliriz; İngilizlerin kucağında doğmuştur... Suudi Arabistan, İngilizlere gelecekte kurulacak olan İsrail için taahhütlerde bulunmuştur. 1945 yılında Kızıldeniz’de Amerikan Başkanı Roosevelt ile Kral Abdülaziz’in arasındaki görüşmelerde bazı ince ayrıntılar var. Bizdeki Lozan’da gizli maddelerin olduğu söyleniyor ya, orada da gizli maddeler var. Bir tanesi, “Suudi Arabistan bölgesinde yayılabilir” idi. İsrail henüz kurulmamıştı. Suudi Arabistan’ın genişleyebilmesi için, Şiilere yönelik dostane bir tavır seyretmesi gerekiyordu. Mısır İhvan’ı değil, Suud İhvan hareketinin bertaraf edilmesinin temel nedeni, Şiilere daha evvelden açıkça düşman olmalarıdır. O zaman Ürdün’ün askerî kanadını yöneten Gallup Paşa da Suudlara yönelik harekâtta bulunmuştur. Yani bugün IŞİD’in öncülerini biz o dönemde de gördük.

Niçin Şiilere dost olmalarını istiyorlar?

Batı, 19. yüzyıldan itibaren Orta Doğu için azınlıklarla dolu bir bölge istiyordu. Bunu tasarlıyorlar da, Lübnan’da bunu gördük, Hıristiyanlar ile Dürzilerin çatışması Osmanlı’ya zarar vermiştir.

Bir bölgede söz sahibi olmak istiyorsanız, azınlıkları güçlü kıl ama iktidarı ele geçiremeyecekleri kadar?

Elbette. 1860 yılından itibaren Mağribiler Lübnan’da Batı’nın himaye ettiği bir azınlık olarak orada duruyor. Altı Avrupa Birliği ülkesi bunlara resmen hamilik yapıyor. Orta Doğu’da büyük bir Sünni kitlesi var. Bunlar Osmanlı, Selçuklu, Abbasi döneminde hep başrol oynayan unsur olmuştur. Sünniler Orta Doğu’da olduğu sürece, Batı istediği hâkimiyeti sağlayamaz. Batı’nın azınlık politikası çok ehemmiyetli, bugün Suriye’de eski Halep nüfusu kadar Sünni kalmış diyorlar. Öbürleri hep kaçmışlar, Türkiye’de üç milyon, Lübnan’da bir milyon 700 civarında, Ürdün’de üç milyon seviyesinde Suriyeli var. Avrupa’ya gidenler, şuraya, buraya gidenler de var elbette. Batılılar zaten Irak’ta yazdı, 2006’dan itibaren Sünni kitlenin küsuf anı yaşandı. Irak’ta olan şeyler aynen Suriye’ye de yansıtılmış durumda. Roosevelt, Kral Abdülaziz’e “Şiilere karışmayacaksın” demesindeki maksat bu. Hatta 1925’te İngiltere tarafından İran şahına petrol bölgeleri verildi. Oradaki adam da Şii, fakat Arap... İngilizler adamı tutuklayıp şaha veriyorlar. Üstten kavga, alttan işbirliği. Her iki taraf da her şeyin farkında. Kapalı bir oyun oynanıyor ama oyuncular bunun farkında. Bölgede en büyük bölücü politika Sünnilere yapılıyor.

Batı’nın İslâm coğrafyasında uyguladığı bu politikanın temelindeki saik nedir ve ne yapmak istiyorlar?

İslâm düşmanlığı. Müslümanları kendilerinden aşağı bir varlık olarak görüyorlar. İslâm’ı, Hıristiyanlığın tahrifatı şeklinde görüyorlar. Yahudilere yönelik “ağabey” muamelesi, Müslümanlara da “parya” muamelesi var. Osmanlı’nın yıkılışı Hilafet’in kaldırılmasından sonra, Müslümanlar ortak davalarında birbirlerini savunamıyorlar. Kudüs, Suriye meseleleri bunlardan iki tanesi. Ulus devletlerinin korku ve çıkarları birbiriyle aynı değil. Herkes bir tarafa baş çekiyor. Müslümanların ortak bir şemsiyesi yok, İslâm Birliği, Arap Birliği yaraya merhem olmadılar. Bunlar proje kuruluşlardır, ihtiyacı sağlamak kabilinden değil. “Bir gün Müslümanlar bunun ihtiyacını hissederse” diye bu kurumlar yapılmış. Arap Birliği de İngiliz Başbakan Antony Eden tarafından tavsiye edilmiş diyorlar. Mısır’ın şeriat tatbikine benziyor; anayasalarında var, “ikinci madde kanunlar ilhamını şeriattan alırlar”, yahut “şeriat temel referans kaynaklarımızdan birisidir.” Fakat hiçbir zaman ne gündeme gelir, ne de başka bir şey. Orada kalır. Arap Birliği gerçeğe matuf bir şey değil. Batılılar İslâm’a düşman. Zaman zaman II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’ne karşı Müslümanları kullanmak istediler. Müslümanları şemsiye altına alıp, Sovyetler “öcüsü”nü kullandılar. Eski Suriye başbakanlarından M. Maruf Devalibi, Amerikan elçisiyle görüşüyor. Elçi diyor ki, “siz Ürdün’ün yolunu neden takip etmiyorsunuz.” diyor. Devalibi de, “neden takip edeceğiz ki” diyor. Elçi de, “gizli kapaklı İsrail ile ilişkiler kuruyorlar. Siz de öyle yapın” diyor. Devalibi, “nasıl işbirliği yapacağız, topraklarımızı işgal ediyorlar” diyor. Amerikan büyükelçi, “bizimle iyi ilişki kurmak istiyorsanız, İsrail ile de ilişki kurmalısınız.” diyor. Devalibi, “biz Komünizmi sevmeyiz, fakat Ruslar gelip İsrailliler gibi topraklarımızı işgal etmiyor. Mecbur kalırsak Rusya ile ilişki kurarız, sizinle de kurarız. İsrail’i araya sokarsanız, bu olmaz” diye yineliyor. Suudiler, Devalibi’ye “Kızıl İmam” diyorlar. Yani o zamanlar Batı’nın modeli Ürdün... Çünkü İsrail ile ilişki kuruyor. Bugüne bakıldığı zaman, Katar krizi de aynı şey aslında. Eskiden Devalibi’ye dedikleri gibi, şimdi Katar’a diyorlar ki, “İsrail ile olacaksınız. El Cezire, El Arabiya modelini izleyecek.” Batı ile son derece uyumlu olacak yani. El Cezire radikal mi? Değil.

Katar krizinin portresini çizebilir misiniz?

Birleşik Arap Emirlikleri veliahdının başının altından çıktı.

Suudiler değil yani?

Değil. Suudiler alet oldu. Bu iş M. Bin Zayid’in marifeti. O da doktrin olarak Mısır’daki Nasırcılık’ın bir devamı. Fuad Allam diye bir adam tarafından yetiştirilmiş, etki altına alınmıştır. 1978’den itibaren İhvan düşmanı olarak yetişmiş birisidir Zayid. Arap Baharı’ndan sonra da Nasırcılık politikalarını aktif hâle getirmiştir. 2011’den itibaren aktifler. Suriye’de dolaylı olarak Esed ile birlikteler, Mısır’da İhvan karşıtılar. Her yerdeler. Katar krizi Zayid’in başının altından çıkmıştır. Siber korsanlık yaparak, Kına Haber Ajansı’nın verilerini üretiyor... Amerika’da da var. Obama’ya konuşturma yaptırıyorlar; yeni teknolojilerde Obama üzerinde bir çalışma gerçekleştiriyorlar, Obama hiç yapmadığı bir konuşmayı yapmış gibi gösteriliyor. İnternette var bu. Dolayısıyla Katar mevzuu, BAE istihbaratının bir ürünü.

Suudiler alet oldu. Faysal döneminde de çalışan Selman, İslâm dünyasında “iyi adam” olarak bilinen birisi. Fakat oğlu Muhammet krallığa gelmek istiyor. M. bin Zayid de onun akıl hocası, diyor ki “Vahhabilerden uzaklaş, İsrail’e yaklaş” diyor. Politika bu. Suudi Arabistan’ın, BAE’nin ve Katar’ın bir hoca profili var. Arabistan’ın hoca profili “camiye” dedikleri bir grup. Yani devlet Vahhabiliği, “devlet ne yaparsa doğrudur” hesabı. Bizdeki Zekeriya Beyaz misali… Sadece tepedekiler değil, genellikle âlimlerin de içinde bulunduğu yönetici zinciri.

Ul’ul emre itaat İslâm devleti varsa olur.

Öyle. Bir de İslâm kurallarına uygun olması lazım. Sana “yap” dediğim şey İslâm ile örtüşmüyor, sen onu yapar mısın? Yapmayacaksın. “Allah’a masiyet olan hususta, mahluka itaat yoktur” demiyor mu Hadis-i Şerif; ölçü budur. Ama onlar böyle görmüyorlar, “Kralın yaptığı her şeyde, bir hikmet vardır” diyorlar. Katar, İhvan’a yakın bir anlayışı temsil ediyor. En azından sahip çıkıyor. İhvan tarzında yönetilmiyor o başka.

Ehl-i Sünnet’e daha mı yakın?

Tabiî. Müslüman Kardeşler tasavvufu dışlamayan, Eş’arîlik’i dışlamayan uzlaşmacı bir hareket. Sonuç itibariyle içinde sofilik de var. Suudi Vahhabiliğine aykırı. Suudiler neden İhvan’a “terörist” diyor? Şundan dolayı, bunların en büyük korkuları Selefilik ile Vahhabilîk’in bir arada kaynak olması. Vahhabîlerin bir kısmı İhvan etkisi altına giriyor. O zaman siyasî düşünceler de kazanıyor. Siyasî düşünceler kazanınca, yönetimi sorguluyor. İhvan bunun için Suudilerin en büyük düşmanı.

Selefîlik ile Vahhabîlik arasında ne fark var?

Selefîler daha yumuşak. Suudi Arabistan merkezli bir hareket. İbn-i Teymiyye’ye farklı bakanları var. Bazı Selefîlere göre İbn-i Teymiyye kendisini hiç temsil etmiyor. Selefîlik, Vahhabîlik ile pek uyuşmuyor. Selefîlik mezhep konusunda kafasına göre ahkâm kesiyor. Akide mevzuundan kaçıyor. Tevilden kaçarken, teşbihe düşüyorlar. Eşarîler ve Maturîdilik bunları eleştiriyor. Hanbelîlik’in içinde iki damar var, birinci damar Maturîdilik ve Eşarîlik’e yakın bir damar.

Ehl-i Sünnet’e yakın damar.

Evet. Bir de o damardan ayrılan Vahhabîlik şekline bürünen bir damar var. Suudi Arabistan Vahhabîlerin bir siyasî anlayış kazanmasını istemiyor. Selefîler “siyasal İslâm” denilen şeyle bütünleştiler. Arabistan bu yüzden İhvan’ı “terörist” ilân etti. Arabistan bir de Sururî akım üzerinde duruyor. M. Surur Zeynel Abidin, kendisi Suriyeli. Bu adam İhvan ile Selefilîk’i birleştiren bir adam. Bu Suudi Arabistan için atom bombası hükmünde. Yani iktidarların sorgulanmasına kapı aralanıyor. Dünyada iki tane Hanbeli devlet var, birisi Suudi Arabistan, diğeri Katar. Bugün geldikleri nokta bu…

İki ayrı damarı temsil eden, iki devlet yani.

Evet.

Öyleyse Suudilerin Birleşik Arap Emirlikleri’nin oyununa düşmesindeki temel saik bu mu?

Değil. BAE, Suudi Arabistan Vahhabîlik’ine de karşı. Hatta yapılan Ehl-i Sünnet toplantılarının finansörü BAE’dir. Orada Vahhabîlik “Ehl-i Sünnet dışı” olarak görüldüğü için dışlanıyor. BAE suya sabuna dokunmayan “Siyasal İslâm”ın her şeyine karşı. Ondan dolayı dindarlığa karşı. BAE, Suudi Arabistan M. bin Selman’a diyor ki, “Vahhabîlik’ten uzaklaş.” Vahhabîlik şöyle veya böyle Suudi Arabistan’da dindarlığı temsil ediyor. “Ondan uzaklaş İsrail’e yaklaş” temel tez bu. BAE’nin de kendine has “dinî” bir oluşumu var. Bunlar Vahhabîlik’e karşı, Liberalizme yakın kişiler. Amerikan İslâm’ını temsil ediyorlar.

Ilımlı İslâm gibi mi?

Liberal İslâm. Bizim “ılımlı” ile Amerikan “ılımlısı” farklı. Amerikan ılımlısı ehl-i tefriti temsil ediyor.

Bizdeki, adı üstünde, ılıman.

Aynen öyle. Onların anladığı İslâm modeli bambaşka.

Fetullah Gülen hareketine benziyor.

Var öyle hareketler.

Katar krizi Amerika-İsrail-BAE ittifakından ortaya çıkıyor yani.

Kesinlikle. M. bin Selman da Suudi Arabistan’da kavga veriyor, dışarıdan destek alarak. Dışarıdan destek ile iktidarını pekiştirebilirsiniz. M. bin Zayid diyor ki, “Amerika ve İsrail’e yanaş, Suudi Arabistan’daki iktidarını pekiştir” diyor.

Birkaç hafta önce veliaht darbesi oldu.

Eski veliaht M. bin Nayif azledildi.

Bunu Kral Selman yapmadı ama, oğlu yaptı değil mi?

Evet. Baba ile oğul arasında hissî duygular var. Bu duygular devreye girerek, Nayif azledildi. Şimdi saray hapsinde yaşıyor. Eskiden kadınlar için kullanılıyordu, şimdi veliahtlar için kullanılıyor.

BAE, Suudi Arabistan bariz bir şekilde Amerika-İsrail ittifakıyla hareket ediyor. Arap milletleri bunun farkında değil mi?

Farkında.

Bu nereye kadar gidecek böyle?

Patlama kaçınılmaz. Yeni bir bahar zemininin hazır olduğunu söylüyorlar. Kaynaklar çarçur ediliyor, enerji yanlış yerlerde kullanılıyor. Suudi Arabistan malî açıdan zor durumda. Amerika bir taraftan soyuyor, diğer taraftan savaşlara gidiyor. Netice de yok. Stratejik anlamda kendilerine doğru istikamet tayin edemedi Arabistan. Bu hatadan dolayı Yemen bataklık hâline gelmiş durumda. Parasız kalınca yeni vergiler tahsis ediyorlar. Umre’ye gidenlere birtakım zorluklar çıkardılar, ekstra para istediler. Mısır, “ben zaten senin eline bakıyorum Umre’ci göndermiyorum” dedi. Türkiye’den de itirazlar yükseldi. Suudi Arabistan geri adım atmak zorunda kaldı. Şu anda Suudi Arabistan’da senin benim gibi çalışan adamlara, havadan vergi koyuyorlar. Sanırım 500 riyal bir ödeme. Arabistan iflas bayrağını çekmiş durumda. Tuzu kuru olan tek ülke BAE. Katar da iyi, nüfusu az, petrol doğalgaz gelirleri iyi. Hülâsa yeni bir Orta Doğu istiyorlar ve bu projede Amerika ve İsrail’e endeksli vaziyette.

Suudi Arabistan’ın ekonomik zorluklarından bahsederken, BAE’ye “iyi durumda” dediniz. Şehid Saddam Hüseyin 1991’de Kuveyt’e girmeden önce, mevcudiyetini devam ettirmek için Kuveyt’e girmek zorundaydı. Amerika da bunu körükledi. Suudi Arabistan ve Katar arasında da aynı durum var mı?

Öyle bir şey olabilir. Saddam Hüseyin Kuveyt’e girdi fakat sonra bataklığa dönüştü. “Suudi Arabistan Katar’da boğulabilir” diyorlar. Petrol kaynakları sebebiyle, Irak ile Kuveyt arasında bir sürtüşme oldu. Belki Amerika yapmıştır onu da, bilemiyoruz. Sekiz yıllık savaş sırasında Irak’a kaynak aktaran Körfez ülkeleri, Saddam üzerinde baskı kurmaya başladı, “paralarımızı geri ver” diye. Bunun üzerine Saddam, “siz benim petrollerimi Rumaila’da çalıyorsunuz zaten” diye tepki gösterdi. Amerikalılar da “biz tarafsızız” diye cevap verince bataklık başlamış oldu.

BAE-İsrail-Amerika ile Suudi Arabistan’ı aynı tuzağa çekmiş olabilir mi?

Konjonktür farkı var. ABD 11 Eylül’den sonra zayıfladı.

Pentagon yeni bir rapor hazırladı ABD için, “çöküşün eşiğinde bir imparatorluk” diye.

Doğrudur. ABD’nin doğrudan müdahale seçeneği zayıf. Rusya’yı da güçlendirdiler bu ara. ABD Körfez’i soymak istiyor, Almanya’yı da öyle. Kendi imparatorluğu için parayı har vurup harman savurdu. Bugün 20 trilyon dolardan fazla borcunun olduğu söyleniyor. O sebeple Arapların parasına el koymak istiyor. Araplar da iktidar kavgası yüzünden Amerika’ya muhtaç. İşler Saddam dönemindeki gibi değil. 1991-2001 ve 2011 Arap Baharı ile yaşanmış tecrübeler var. Trump takmayabilir, ama kendisinin de eli zayıf. Bu aşamaları bilenler var.

Yerleşik bir devlet düzeni var.

Evet.

Bir de Yemen’den bahsettiniz. Osmanlı Devleti’nden sonra Yemen hep iç çatışmalar, bölünmelerin eşiğinde. Yemen’in hususiyeti nedir?

Yemen Zeydiler ile Şafiler arasında harmanlanmış bir ülke diyebiliriz. Körfez’i anlamak için iki şeyi anlamak lazım. Biri Vahhabîlik, diğeri de Zeydilik. Yemen’de Zeydilik var. Onun dışında klasik Ehl-i Sünnet. Zeydilik zaman zaman İran’daki Şiilik gibi sönmüş bir volkana benziyor. Husiler de küçük bir azınlığı temsil ediyor. Ezarika kollarındanlar. Bunlar İran devriminden beslenmiş, yeni bir ideoloji göstermişler.

Zeydiler Ehl-i Sünnet’e en yakın Şii fırkası mı?

Toplamda öyle, ama detayda farklı olabiliyor. Kendi içlerinde de farklı farklı gruplar var. Onlar, “sıfatan Hz. Ali tayin edilmemiştir, 12 İmam diye bir şey yok” diyorlar. “İmamların vasfı sıfatla tayin edilir, isim ile tayin edilmez. Bir adam İslâm’ı içinde barındırıyorsa ve Ehl-i Beyt’ten geliyorsa, ehildir. Hz. Ali’nin çocuğundan olup olmaması detay. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali’den daha az faziletli” diyorlar. Fakat bu durum Şeyhayn’ın ve Hz. Osman’ın imametine kusur getirmez. Bunlar Rafizî değiller. Rafizîler ilk üç halifeyi reddediyorlar. Zeydilik’in Haricilik ve Mutezile ile bütünleşen bir tarafı da var. Zeydiler Yemen’in dağlık kısmında yaşıyorlar. Şafîler ile yani Hadis külliyatıyla karşılaştıkça Ehl-i Sünnet’e yaklaşabiliyorlar. Şafilik’e giriyorlar; San’ani, İbnü’lMüzir gibi, Şevkanî gibi Zeydîlikten Şafiîliğe doğru geçmiş tanınmış kimseler var. Yani dağdan ovaya indikçe Zeydiler Şafiîleşiyor, tarih boyunca bu böyle olmuş diyebiliriz.

Arap monarşilerinin Türkiye’ye bakışı ile bu monarşilerdeki Arap halklarının bakışı arasında fark var mıdır?

Tabii ki var, hem de çok farklı. Ben bunu yazmıştım; Ben Gurion’un meşhur bir politikası var: çevreleme politikası. Hatta Ruslarla ilgilenen meşhur George Kennan’dan alıyor bu politikayı. İsrail kurulduğunda Ben Gurion diyor ki “Biz Arap denizi nüfusu içinde küçük bir adayız, dolayısıyla kendimizi korumamız çevreleme politikasıyla mümkündür.” Bunu nasıl başaracaklardı; Türkiye, İran, Etiyopya’yla müttefik olarak. Fakat zamanla işler bozuluyor, halkalar kopuyor bir bir; mesela Etiyopya’da Marksistler iktidara geliyor, Eritre kopuyor Etiyopya’dan ve müttefiklik Etiyopya’yla bozulup Eritre’yle başlıyor. Zamanla Eritre de kendi gailelerinin derdine düşüyor bu ittifak da tutmuyor. İran’da da ihtilal olunca eski müttefik şah devre dışı kalıyor ve ittifak bir bakıma zedeleniyor. Türkiye’de ise iktidarlar her ne kadar İsrail’le yakın ilişkiler kurmuşsa da bu, Arap dünyasını çevrelemeye yetmeyecek kadar flu seyretmiştir. Neticesinde Filistinliler ile inanç birliğimiz var, Türkiye’de her ne kadar ideolojik bir bakış açısı olmasa da İsrail’in Araplarla arası iyiyse bizle de iyi, kötüyse bizle de kötü diyoruz, ortada böyle bir denklem var. Türkiye’nin “İslâm adına gidip İsrail’le kapışalım!” diye bir derdi yok, ama şu var; burada kavga bir şekilde bana yansıyor. Sen tepki koyamayınca Araplar da sana tavır almaya başlıyorlar bu sefer. Başta bahsettiğimiz çevreleme politikasına dönecek olursak; bugün bu politika çevreleme yapacak ülkeleri çevrelemeye yönelik gerçekleşiyor ve bu politikada İsrail’in bir ortağı var: İran. Şimon Peres’in 2014 senesinde bir ifadesi var: “Türkiye ve Katar teröre destek veriyorlar, cezalandırılmaları gerek.” İsmi aklıma gelmedi şuan, bir İsrail dış işleri müsteşarının da buna benzer bir sözü olmuştu. Basında da sık sık yer aldı; Enver Aşki denilen adam şunu söylüyor: “Bizim Suriye’nin parçalanmasına destek vermemiz lazım, Türkiye’yi çevrelemek için Kürdistan’ın kurulmasına destek vermemiz lazım.” Bugün de bu politikanın tutmaya başladığını görebiliyoruz. Ermenistan, PYD öncülüğünde kurulmaya çalışılan Kürdistan bugün Türkiye’ye İsrail penceresinden bakıyorlar. Muhammed bin Selman otoritesini pekiştirmek için dünya turuna çıkıyor, Rusya’ya geldiğinde aynı Tansu Çiller’in Yeltsin’e dediği gibi Putin’e diyor ki “Biz Suriye’ye sizin pencerenizden bakıyoruz.” Tansu Çiller döneminde de “Çeçenistan” meselesi vardı, Yeltsin’e “Kafkaslar’a sizinle aynı pencereden bakıyoruz” demişti. Dindar Arap halkı Türkiye’ye destek veriyor tabii ki, halk kendi iktidarlarının politikalarından hicap duyuyor. Elbette ki zaman zaman bu bakış değişebiliyor, ama özellikle son dört senede yaşadıkları siyasî, ekonomik krizler Arap halklarının gözünü açtı. Ben “Körfez’in İttihatçıları” diye bir yazı yazmıştım, şu anki nesil maceracı, serkeş bir nesil, işte bunlar ülkelerini doludizgin yönetiyorlar ama bir yerden sonra da batıracaklar. Batıracakları devletler de başından beri ipleri Batı’nın elinde olan devletler…

Eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?

Şu zamanlarda darlanıyoruz, şerrin geniş bir hacme ulaşması sebebiyle… Şer zehrini yayıyor ancak sonu da akrep gibi olacak, sonunda bu ateş çemberi içinde kendini sokarak hayatına son verecek. İnşallah bunun altından da hayırlı bir tablo doğacaktır.

Teşekkür ediyoruz...

Rica ederim, hayırlı çalışmalar.

Baran Dergisi 554. Sayı