ABD’nin S-400’lerden dolayı Türkiye’ye karşı almış olduğu yaptırım kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?

ABD’nin almış olduğu yaptırım kararı, Türkiye’yi tekrardan rehin alma, vesayet altına alma, Atlantik bloğu politikalarının güdümüne sokma amacı taşıyan bir adımdır. ABD, Türkiye’nin bağımsız bir savunma sanayi, iç ve dış politika izlemesini istemiyor. Ak Parti öncesindeki eski Türkiye’yi istiyor. Bunu yapmaya çalışırken de ürkek davranması dikkatlerden kaçmıyor. Eskisi gibi Türkiye’nin üzerine düşmanca, korkutarak, güçlü bir şekilde gelmiyor. Dolambaçlı yollar izliyor. Bu CAATSA “ABD Hasımlarına Yaptırım Yoluyla Mücadele Yasası” gereğince en ufak maddeleri seçerek ama sembolik de olsa Türkiye’yi kontrol etme, Asya açılımını engelleme, Rusya, Çin ve İran’la ilişkilerini baltalama amaçlı bir yaklaşım... Bu eski sömürge refleksi ile ortaya çıkan bir şey. Bu saatten sonra Türkiye’ye eski Türkiye gibi davranmanın sonuç vermeyeceğini kendileri de belirtiyor. Amerikalı Siyaset Bilimci Michael Scott Doran, eski CIA şefi Graham Fuller bile Türkiye’nin artık çok değiştiğini, bağımsız bir noktaya geldiğini kabul ediyorlar. Gene de ABD eski sömürgeci reflekslerinden kurtulamıyor. Yaptırım kararının Türkiye’nin politikalarını değiştirecek, jeopolitik duruşunu etkileyecek bir karar olduğu kanaatinde değilim.

Hususi olarak Savunma Sanayii Başkanlığı’nın hedef alınması mânâsı nedir?

Sembolik de olsa devletin bürokratına yönelik yaptırım esasında devlete yönelik bir hamledir, girişimdir. Buradaki asıl amaç Rusya’yı frenlemek. Bu yasanın çıkmasının nedeni de ABD’nin düşman kabul ettiği Kuzey Kore, İran ve Rusya gibi ülkelerle ilişkiye giren, onlardan silah alan veya onlara silah satan, ekonomik anlaşmalar yapan ülkeleri cezalandırmak. Hususi olarak Türkiye’ye karşı atılmış bir adım değil. ABD’nin ambargo uyguladığı çeşitli devletler var. Çin, İran, Kuzey Kore, Rusya, son dönemlerde Venezüella, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana devam eden Küba’ya yönelik ambargolar var. Bu ambargoları delen ülkelere yönelik çıkmış olan bir yasadır bu. ABD esasında Türkiye’nin Rusya ile bağımsız bir ilişki kurmasını istemiyor. ABD’nin bu yaklaşımı iki yüzlü bir yaklaşımdır. Yani Savunma Sanayii Başkanlığı’nın başındaki isimlere yahut bünyesindeki şirketlere yönelik yaptırımın amacı Türkiye’ye gözdağı vermek. Kendisinin de itibarı söz konusu. “Süper devletim.” diyorsun, “Rusya’dan silah alanları cezalandırırım.” diyorsun, NATO’nun en değerli müttefiklerinden bir tanesi Rusya’dan silah alıyor, test aşamasını yapıyor, “kullanma” diyorsun, dinlemiyor kendi bağımsız politikalarına devam ediyor. ABD’nin de kendisine göre bir şey yapması lâzım. Göstermelik de olsa böyle bir karar aldılar. Türkiye’nin iç ve dış politikasını çok etkileyecek bir şey değil ama sembolik değeri çok yüksek.

Yunanistan’da da S-300’ler var, ABD buna ses çıkarmadı. Rusya ile Türkiye’nin yapmış olduğu ticaret işin bahanesi diyebilir miyiz?

Tabiî ki, işin bahanesi o. “Ben ilişki kurabilirim.” diyor ama F-35’leri Türkiye’ye satmıyor. Gidiyor BAE’ye satıyor. “Benzin ülkeler” denir Körfez ülkelerine, BAE de CIA’nın denetiminde Pentagon’un at koşturduğu bir ülkedir. Baktığımız zaman BAE hem ABD’den, hem Rusya’dan, hem de Çin’den silah alıyor. BAE’nin ABD’nin düşman ilan ettiği ülkelerden silah alması sorun olmuyor veya İsrail’in Hindistan, Çin ve Rusya ile yakın ilişkileri var, silah alıp veriyorlar, bunlar ABD için sorun olmuyor. Dediğiniz gibi Yunanistan S-300’ler almış Girit Adası’na ve değişik yerlere konuşlandırması yahut Mısır’ın Rusya ile ortak tatbikat yapmasına ABD sesini çıkarmıyor. Ama iş Türkiye’ye gelince yaptırım uyguluyor. Neden? Çünkü, Türkiye’nin önemi, büyüklüğü ortada. Türkiye’nin ekseninin kayması, politikasını değiştirmesi, jeopolitik manevralar yapması küresel siyasette çok etkili oluyor. Türkiye, Atlantik ve Pasifik’e uzanan küresel siyasetin ağırlık merkezini oluşturan bir noktada. Türkiye’nin pozisyon değiştirmesi, bağımsız politika izlemesi küresel siyasetin dengelerini de değiştiriyor. Atlantik’in hem Rusya’ya karşı hem Çin’e karşı izlediği siyaseti tamamen değiştirecek bir ağırlığa sahip Türkiye. Bu nedenle Türkiye’ye özen gösteriliyor. Zaten kendileri de bunu itiraf ediyor. Bill Clinton döneminde “21. Yüzyılın geleceğini Türkiye şekillendirecek.” demelerinin nedeni buydu. Türkiye’nin yanında yer alacağı ittifak veya ittifaklar sistemi küresel siyaseti de şekillendirecek bir ağırlığa sahip olduğu için Türkiye’ye bu kadar ayrıntılı bir şekilde yaklaşıyorlar. Yunanistan’ın Rusya, Çin, AB yahut ABD’nin benimsemediği bir politika izlemesi Amerika’nın küresel ve bölgesel siyasetini çok fazla etkilemiyor; ama Türkiye’nin ABD’den farklı, bağımsız bir politika izlemesi ABD’nin Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar, AB, Avrasya, hatta Çin ile siyasetini çok derinden etkileyen dinamiklere sahip. Bu yüzden Yunanistan’ın S-300’lerine bir şey demiyorlar ama Türkiye’nin S-400’lerini büyük bir tarihsel eleştiriye ve büyük bir jeopolitik krize dönüştürmeye çalışıyorlar. Potansiyel tehditle yahut küresel siyaseti değiştirme potansiyeliyle alâkalı.

Batı’nın Türkiye’ye yönelik uyguladığı bu politikanın şu süreçte Türkiye’ye diz çöktürmek bir yana Batı’dan daha fazla uzaklaştıracağını düşünmüyorlar mı?

Bilerek yapıyorlar. Çünkü ABD’nin gücü azalıyor. ABD küresel siyasetin merkez ülkesiydi. Sovyetlerin dağılmasından 2008’e, Gürcistan savaşına kadar tek kutuplu “süper” bir devletti. Küresel siyasette her istediğini yapabiliyordu. Ama 2008’den sonra yeni kutuplar çıkmaya başladı. Terörle savaş sonuç vermemeye başladı, stratejik bir yenilgi aldı. Stratejik yenilginin en büyük faktörlerinden bir tanesi de Türkiye’nin ABD’nin terörle savaşına destek vermemesidir. ABD’nin terörle savaşının esas amacı İslâm dünyasını parçalamak, bölmek ve yeniden denetim altına almaktı. ABD’nin İslâm dünyasına karşı “Böl ve yönet” politikasına Türkiye destek vermedi. Avrupa’da ise Fransa ve Almanya, Doğuda Rusya ile Çin kendi jeopolitik endişeleri nedeniyle bu politikalara destek vermedi. Netice olarak ABD kaybetti. Kaybedince merkez ülke siyasetine çekildi yeni kutuplar ortaya çıktı. Avrasya’da Rusya, Pasifik bölgesinde Çin, İslâm dünyasında Fas’tan Basra Körfezi’ne Hazar’dan Aden Körfezi’ne kadar olan bölgelerde de Türkiye öne çıkmaya başladı. Farklı kutuplar ortaya çıkmaya başladı. Rusya mesela çok kutuplu bir dünya sistemi istiyor, Çin esasında statükonun çok fazla değişmeden ABD ile beraber küresel sistemde egemenliğinin tanınmasını harmoni ya da barışçıl yükseliş şeklinde ifade ediyor kendi yeni küresel sistemini; ABD’nin Atlantik’e egemen olmadığı bir dünya istiyor ve kendisi de kutuplardan bir tanesi olma amacında. Türkiye ise “Dünya beşten büyüktür” siyasetiyle projesini ortaya koyuyor. Hem çok kutupluluğa hem de barışçıl yükselişe sesleniyor. Türkiye’nin, adalet ve hukukun ön planda olduğu, İslâm dünyasının da söz sahibi olmasını arzulayan bir politikası var. ABD tabiî ki, Türkiye’nin yükselişini ve kendi çöküşünü görüyor. Çok kutuplu bir dünya ve ABD’nin gücünün azalması Türkiye’nin hareket kabiliyetini arttırması için bir imkân. Türkiye de bunu değerlendiriyor. Küresel siyasette dünyanın gidişatını en iyi bilen ülkelerden biri olarak Türkiye, Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkasya’da, Doğu Akdeniz’de, Kuzey Afrika’da, Latin Amerika’da, Güney Asya’da ilişkilerini küresel zeminde ve kendi bölgesel ekseninde de olabildiğince genişletmiş durumda. Bunun geriye döndürülmesi mümkün değil. Dünyanın tekrar eski şartlarına dönmesi zor. ABD geçmişte ittifaklarla, müttefikleriyle hareket ederek savaşlar açıp savaşlar kazanıyordu; ama artık bu durum söz konusu değil. Elinde müttefik olarak Fransa ve Almanya kaldı, İngiltere bile eskisi gibi tamamen ABD’ye destek vermiyor, Pasifik’te de yalnız kalmış durumda. Ortadoğu’da tamamen yalnızlaşmış durumda İran, Rusya ve Türkiye ekseninden dolayı. Pasifik’te Çin’e karşı tutunamıyor, Avrupa’da İngiltere’yi yanına çekememenin bir sıkıntısı var, Trump döneminde İngiltere ile Brexit üzerinden biraz yakınlaştılar; ama Biden döneminde tekrar kıta Avrupası merkezli bir politika izleyecek. Küresel siyasette yalnız kalan bir ABD var. Böyle bir durumda da etkili olması düşünülemez. Türkiye ve Avrupa gibi eski müttefiklerini tekrar yanına çekerek, Atlantik bloğunu güçlendirerek küresel siyasette var olmaya çalışıyor. Bunu yaparken Türkiye’ye eski Türkiye gibi davranarak Türkiye ile ittifak ilişkilerini geliştiremez. Artık yeni bir dengeye, yeni bir tanımlamaya, yeni bir değerler ve çıkarlar sistemine ihtiyaç var. Türkiye’nin talepleri bunlar. ABD, yeni Türkiye’nin taleplerini, potansiyelini, amaçlarını ne kadar paylaşırsa o kadar müttefik olabilir. Fakat şu anda realite bunu göstermiyor. Dış politikada neredeyse her konuda ABD ile sorunlar yaşıyoruz, ortak hareket ettiğimiz hiçbir konu yok. Suriye’de, Kuzey Afrika’da, Kafkasya’da, iç politikada, dış politikada, FETÖ, PKK/YPG derken herhangi bir müşterek nokta bulmamız çok zor, neredeyse yok. ABD bazı noktalarda Türkiye’nin Çin ve Rusya karşısındaki ağırlık gücünden faydalanmak istiyor. Mesela Fransa’nın Suriye’de Rusya’yı dengelemesi, Türkiye’nin Libya’da Rusya’yı dengelemesi, bu ABD’nin de istediği bir şey; ama son kertede Türkiye’nin çok da büyümesini istemiyor.

Atlantik bloğundan bahsettiniz. Batı, hususiyetle ABD ve Fransa’nın başını çektiği kıta Avrupa’sı ülkeleriyle Türkiye arasında yaşanan gerilim... NATO’nun geleceği ne olacak bu çerçevede?

NATO’nun geleceğinin olması için ABD’nin küresel müttefik çerçevesi içerisinde bir yol bulunması lâzım. Türkiye’nin talepleri karşılanmadığı zaman NATO çökmüş olur. Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti.” dediği zaman değil, Türkiye NATO’dan çıkarsa NATO mefta haline gelir. Türkiye’nin varlığı NATO’ya güç kazandırıyor, ABD’den sonra ikinci büyük ordu Türkiye’nin ordusu. Manevra kabiliyetine meşruiyet kazandıran bir dinamiği var Türkiye’nin. ABD en fazla İslâm ülkelerinde faaliyet gösteriyor. Afganistan’da, Lübnan’da, Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerinde olsun bu ABD’nin vurucu gücüydü. Pentagon DAİŞ’le mücadele birimini kapattı. Terörle savaş dönemi sona erdi artık. Vekil ülkeler üzerinden devam eden bir savaş var. Bu vekil ülkelerden de Türkiye’ye karşı öne çıkan ülkeleri görüyoruz. DAİŞ, FETÖ, PKK gidince Türkiye düşmanları Rusya-İran üzerinden Türkiye krizi çıkarmaya çalıştılar, tutmadı. BAE, Mısır, Suudi Arabistan gibi direkt ülkelerle karşı karşıya geldik İsrail üzerinden. Bunlar yetmeyince Yunanistan’ı eklediler. Rum Kesimi üzerinden Doğu Akdeniz krizinde direkt Fransa ile muhatap olmaya başladık. Bu da yetmeyince ABD doğrudan kendisi işe girmiş durumda. CAATSA ile Biden yönetiminin yeni politikası biraz da buna benziyor. Ama Biden, Türkiye’yi doğrudan karşısına alacak potansiyelde, güçte değil. Biden’in politikası, Türkiye’yi İran, Çin ve Rusya’dan uzak tutmaya çalışmak olacak. Yunanistan, Türkiye ve İtalya’daki ABD büyükelçileri de “Bizim Ortadoğu’daki en büyük amaçlarımızdan biri Astana sürecini zedelemek, Türkiye’yi Asya açılımından uzaklaştırıp Atlantik’e yeniden yakınlaştırmak.” demişti. Bu olmayacak duaya amin demek gibi bir şeydi. Geri dönüşü olmayan şeyler var. Türkiye, eskisi gibi değil, artık bir telefonla hizaya gelmez. ABD’nin ileri karakolu hayali artık “püf” oldu. Fransa bile Türkiye ile baş edemiyor. Lübnan’da yenildiler, Libya’da geri adım atmak zorunda kaldılar, Doğu Akdeniz’de de yenildiler, Kafkasya’da Ermenistan üzerinden ağır darbe aldılar. Fransa’nın Türkiye’ye denk bir güçte olmadığı ortaya çıktı. ABD bile Türkiye’yi kendi bölgesinde alt edemiyor. Türkiye, kendi bölgesinin süper devleti konumundadır. Rusya da Türkiye ile cebelleşemez bölgede. Rusya, nasıl ki Türkiye’nin bölgedeki taleplerini kabul etmek zorunda kalmıştı? ABD’nin de, Türkiye’nin taleplerini kabul etmesi lâzım. Yoksa kendileri kaybeder!

Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.

Ben teşekkür ederim, kolay gelsin.

Baran Dergisi 727.Sayı