Son dönemde hareketli bir sürece girdik. Ayasofya’nın aslına rücû ettirilmesi, sonra dışarıya doğru bir açılım söz konusu. Doğu Akdeniz’de yaşanan hâdiseler mâlum... Akabinde Karadeniz’de Sakarya Havzası’nda bulunan 320 milyar metreküplük doğalgaz rezervi... Bu hafta kapağımızda Ayasofya’nın bereketiyle geldiğini söyledik. Karadeniz’deki gaz, Türkiye’nin dış politikasına nasıl tesir edecek?

Gazın miktarına ilişkin birtakım şeyler söyleniyor ama ileriye dönük ümitvâr potansiyeli var. Bu bağlamda, İsrail ve Mısır’ın Akdeniz’de ilk etapta bulduğu gazın miktarına yakın bir gazdan bahsediyoruz. İsrail ilk etapta 260 milyar metreküplük bir gaz bulmuştu, peşinden çok daha büyük miktarlarda gaz rezervlerine ulaştı. Aynı şekilde Mısır da, hatırladığım kadarıyla ilk etapta 100 küsur milyarlık bir rezerv buldu, daha sonra üç trilyona yakın bir gaz rezervine ulaştığı söylendi. Dolayısıyla Türkiye’nin Karadeniz’deki bulduğu gazın potansiyeli çok yüksek. İnşallah daha da müjdeli haberler gelecek. Karadeniz’de gazın yeni rezervlerle zenginleşmesiyle, Doğu Akdeniz’deki dengeleri de değiştirecektir. Mısır medyasında da bu bağlamda değerlendirmeler yayınlandı. Yâni, Karadeniz’deki yeni rezervlerin bulunmasıyla İsrail’in GKRY ve Yunanistan ile düşündüğü projenin akamete uğrayacağı yönünde tahlil yayınlandı. Çok uzun bir boru hattıyla Akdeniz’den çıkan gazın Avrupa’ya ulaştırılması söz konusuydu, Türkiye’yi bunda saf dışı bırakmaya çalışıyorlardı. Bu gazın çıkartılma maliyetinin yanı sıra aynı zamanda o boru hattı projesinin maliyetinin yirmi milyar dolara ulaşacağı söyleniyor. Birim miktarı çok pahalıya gelen Akdeniz gazını Avrupa pazarlarına açmak çok zor. Bunun, Rusya’dan ve Karadeniz’den çıkan gazla aynı miktardan satmak mümkün değil. Buna dair analizler var. Karadeniz’deki gaz, Türkiye için bir nimet olabilir... Mazlum coğrafyalardaki insanlara sahip çıkılmasının bir ikramıdır bu. Bunu böyle görüp, okumak mümkün. İnşallah yeni rezervler bulunarak, Türkiye’nin geleceği daha da aydınlanacaktır, bu ekonomiye de yansır. Ümmet coğrafyası üzerinde belli yansımaları olacaktır. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın da söylediği gibi, “Eksen Türkiye” olabilir. Bunu hayal unsuru olarak değerlendirenler olabilir belki, ama Karadeniz’in çok büyük bir potansiyel olabileceği unutulmamalıdır. Nitekim Doğu Akdeniz’de de ümitvarız. Türkiye, özellikle enerji piyasalarında çok ciddi bir rol alabilecek hâle gelecektir.

Mesela, Rusya ile masada doğalgaz bir karttı. Ambargo ihtimalleri, “Türkiye kışın donabilir” ihtimalleri vardı.

Tabiî. Hem Rusya, hem de İran ile konjonktür gereği uzun süreli anlaşmalar imzalanmıştı. Rusya da kendisinden gaz satın alınsın diye, bunu garanti altına alabilmek adına yüksek rakamlardan gaz satıyordu. Bildiğim kadarıyla, Türkiye, Avrupa’ya göre en pahalı doğalgaz kullanan ülke pozisyonunda. Şimdi, Türkiye’nin kendi gazını çıkartıp üretebilme olasılığı Rusya ile yapılacak 2021’deki gaz-petrol anlaşmalarını etkileyecektir. Şu anda yeterli derecede doğalgazımız çıkmasa bile, Rusya ve İran’dan alacağımız yeni gaz anlaşmaları eskisine nazaran çok daha uygun fiyata hallolacaktır. Bu da bizim ekonomimize, savunma sanayimize yarayacaktır. On yedi milyar dolarlık bir savunma harcamamız var... Kırk milyar dolarlık doğalgaz da kullanıyoruz. Bu rakamdan tasarruf edildiği takdirde, bunun savunma sanayisine yansımaları olacaktır. Böylelikle dış politikamıza da katkı sağlanabilir. Petrol yirminci yüzyılın bir enerji kaynağı. Çok ciddi bir dış politika enstrümanı. Doğalgaz ise yirmi birinci yüzyılın stratejik argümanı.

Kırk milyar dolar o herhalde toplam enerji ithalatı faturamız var.

Evet, Türkiye’nin kırk milyar dolar bir senelik enerji ithalatının faturası. Biz doğalgaz rezervleri buldukça bu miktar daha da azalacak, dışarıya vereceğimiz para Türkiye’de kalacak. Bu parayı savunma sanayimize yatırabiliriz. “Sahada ne kadar varsanız, masada da o kadar varsınız!” düsturuna uygun sonuçlar olacaktır. Maalesef, dünyada güçlü olanın haklı olduğu bir uluslararası ilişkiler yapısı hâkim. Sahada güçlü olduğumuz miktarda, bölge ve küresel aktörlerle mücadele edebiliriz. Fırsatlar bizden yana olacaktır.

Amiyane tabirle Doğu Akdeniz’de yedi düvel karşımızda. Türkiye, çok şükür dirayetli bir politika icra ediyor. Biz de sonuna kadar bu politikanın destekçisiyiz. Bundan sonraki süreçte Doğu Akdeniz’de neler yaşanabilir, Yunanistan’ı bu kadar önümüze sürmelerinin sebebi ne?

Bakıldığı zaman, küresel çapta bir güç mücadelesi yaşanıyor. Mevzubahis mücadelenin Ortadoğu’da, Akdeniz’de ve farklı eksenlerde sürdüğünü görebiliyoruz. Bu eksenler içerisinde mücadele veren, bölgesel ve küresel aktörlerin dahli var; bunların ortaya çıkarttığı güç mücadelesinde kavgalar var. Arap dünyasındaki halk isyanlarının karşıtı olarak Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn hükümetleri vardı. Bu cephenin geliştirdiği bir politika, tüm Ortadoğu coğrafyasındaki insanlara tesir ediyor. Suudların başını çektiği bu grup, İslâmî çizgideki oluşumları “şeytan”laştırıyor. Böyle bir strateji güdüyorlar. Kendi koltuklarına tehdit olarak gördükleri zümreleri şeytanlaştırırken, o oluşumların arkasındaki güç olarak gördükleri Türkiye ve Katar’a yönelik ayrı bir siyaset izliyorlar. BAE çok ciddi paralar harcıyor. Sahip oldukları tek şey para, onu da inanılmaz bir şekilde harcıyor. Batı medyasında lobilere hat safhada paralar yedirerek, Türkiye aleyhine kampanyalar yürüyor. Bunu içeride de yapıyorlar. Halklarında bir meşruiyetleri olmadığı için, o bu meşruiyet eksikliğini Batı’ya özellikle ABD’ye dayanarak sağlamaya çalışıyor. Bunların, koltuklarını korumak için vermeyecekleri taviz yok. Ülke sermayelerini Amerikan emperyalizmine pazarlamanın ötesinde, “kutsal” saydıkları değerlerinden vazgeçecek bir tıynete ulaşmış durumdalar. Medya ve “din adamları”yla yaptığı şeyleri meşrulaştırıyorlar. Bu “din adamları”nı bulmakta da zorlanmıyorlar. Arap sosyal medyasında, BAE ve Suud trolleri “Filistin bizim davamız değil” etiketleriyle paylaşımlar yapabiliyor. Sözde din adamları da, “Mescid-i Aksa’yı korumak sorumluluk değildir. Allah, ‘Mescid-i Aksa’yı neden işgal altından kurtarmadın’ diye hesaba çekmez. ” diyebiliyor. Dalkavuklar, diktatörleri meşrulaştırıyor. Filistinlileri dahi kötü gösteriyorlar. Bu mânâda oradaki Müslümanlara arka çıkan herkes hakkında karalama kampanyası güdüyorlar. Derinleşen bir politika bu, Türkiye’nin karşısındaki bütün cephelerin yanındalar. Doğu Akdeniz’de Yunanistan tarafındalar, Libya’da Hafter’i destekliyorlar, Suriye’de katil Beşer Esad’dan yanalar. Yeter ki, “Türkiye karşıtı olalım!” Arap dünyasındaki rejimler tartışılıyordu tamam da, bu kadar rezil bir hâle de geldikleri görülmemiştir herhalde! Böylesi alçaklık olmaz olsun. Kusura bakmayın böyle konuşuyorum ama.

Haklısınız.

Bahsettiklerim Türk medyasında pek gözükmüyor ama Arap medyasını takip eden insanlar bu gibi şeylerin misliyle olduğunu görmüştür. İnsanın zekâsıyla bu kadar alay edilmez. Şaşırıyorum.

Halkların desteği nasıl bu rejimlere?

Orta Doğu’da özellikle nüfusu itibariyle Mısır belirleyici aktörlerden biridir. Mısır, askerî potansiyeli itibariyle Körfez ülkelerin muhafızlığını yapıyor. Her ülkenin bir ordusu vardır ama Mısır ordusunun bir devleti vardır tarzında klişe ifade var. Ordu çok belirleyici bir unsur. Mısır askerî vesayetin güçlü olduğu despotik bir ülke. Firavun’un yapmadığı zulmün yapıldığı söyleniyor Mısır’da. Arap aklının despotik rejimleri tasvip etmeleri mümkün değil. Artık eskisi gibi değil. Orta Doğu ülkelerinin dışarısında Diaspora oluşmuş alternatif bir medya var. Özellikle teknoloji döneminde birtakım gerçekleri gizlemenin mümkün olmadığı bir süreç yaşıyoruz. Ama aşırı derecede demir yumruk politikası izlemelerinden dolayı insanlar seslerini çıkartamıyor. Darbe sonrasında Mısır’da yaşananları hepimiz gördük. Bir günde binlerce insan katledildi. İnanılmaz bir zulüm var. Aynı şeyi BAE için de söyleyebiliriz. Güvenliği yurtdışından getirdiği askerler tarafından sağlanan bir ülke BAE. Dolayısıyla insanların birtakım düşüncelerini dillendirmeleri mümkün değil. Suudi Arabistan örneğini de görüyoruz. M. bin Selman veliaht prenslik koltuğuna oturmadan muhtemel siyasetine karşı çıkacak isimleri hiçbir gerekçe yokken içeri aldı. Onlarca, yüzlerce din adamı hapiste. Halkların tasvip etmesi mümkün değil, seslerini çıkartacak zemin de yok. Ancak, yurtdışından seslerini içeriye ulaştırmaya çalışan alternatif medyalar var. Ama Arap Baharı denen bu süreç bir halk isyanıydı ve bu isyanın tekrardan gündeme geleceğini düşünüyorum. Bu zulüm böyle sürmez. Bu despotik yönetimler öyle veya böyle bu zulümlerinin hesabını verecekler.

Karşısında cephe aldıkları Türkiye’nin, içinde bulunduğu süreçten daha da güçlenerek çıkması, oradaki halkları da hareketlendirebilir.

Mutlaka öyle. Arapça ifadeyle “Türkiye, oradaki halkların 'Mel'ce' yani sığınağı oldu.” Türkiye’yi şeytanlaştırmaya çalışmalarının altında yatan sebep bu. Türkiye, mazlum coğrafyalardan kaçan her çeşit insanın sığındığı bir ülke oldu. Türkiye’den seslerini o ülkelere duyurmaya çalışıyorlar. O ülkeleri “teröristleri savunan bir ülke” olarak görüyorlar. Özellikle Müslüman hareketleri şeytanlaştırırken Türkiye’yi suçlayıcı ifadeler kullanıyorlar. Gerekçe olarak da Türkiye’nin yeni “Osmanlı” rüyası gördüğü söylemiyle, içeride Türkiye’ye karşı bir cephe oluşturmaya çalışıyorlar. Millî tezleri dillendirerek Türkiye’yi şeytanlaştırmaya çalışılıyorlar. Dolayısıyla etkiledikleri bir kesim var. Hem medya baskısıyla, hem diktatörlerin dalkavukluğunu yapan din adamları üzerinden Türkiye aleyhine oluşturdukları olumsuz bir algı var. Bazı kesimlerde küçük de olsa karşılık buluyor. Ama halkların çok geniş bir kesimi bu tuzağı görüyor. Ne olup bittiğini son derece iyi tahlil ediyorlar. Arap toplumunun geleceğine dair benim ümidim var.

Doğu Akdeniz’de ortalık bayağı kızıştı. Türkiye ile Yunanistan arasındaki bu süreç nereye varır?

Yunanistan için söylenen bir ifade var, “Avrupa’nın şımarık çocuğu” diye. Ben savaş çıkacağını düşünmüyorum.

Almanya’dan da Yunanistan’a destek geldi.

Almanya’dan gelen destek çok net değil. Çavuşoğlu’nun mevkidaşıyla yaptığı basın toplantısını izledim, Çavuşoğlu Türkiye Almanya’ya arabuluculuk girişiminden dolayı teşekkür etti. Tabiî Almanya’nın Yunanistan’ı kayıran bir özelliği var ama Yunanistan beklediği desteği görebilmiş değil. AB’den Türkiye’nin aleyhine karşı destek ümit ediyordu ama aradığı desteği bulamadı. Bazı ülkeler hariç. Fransa’nın Türkiye’ye karşı müthiş bir çekememezliği var. Gerek Libya konusu olsun, gerek Afrika’da sömürdüğü ülkelerdeki pozisyonun sarsılmasından dolayı Türkiye’yi rakip olarak görüyor. Fransa’nın bir takım tahrikleri var. Çavuşoğlu, basın toplantısında bu husustan bahsetti. “Yunanistan’ın aklını başına almasını, birtakım ülkeler tarafından koç başı olarak kullanıldığını.” söyledi. Yunanistan, Türkiye’nin rakibi olacak bir ülke değil. Türkiye’nin hem savunma sanayisinde, hem de ekonomisinde katettiği mesafe karşısında Yunanistan’ın son derece cılız kaldığını kendi askerî uzmanları, istihbaratları dillendiriyor. Ama Yunanistan, ABD’ye, AB’ye veya Rusya’ya güvenerek efelenmelerde bulunuyor. BAE’nin de Türkiye’nin karşısında kim varsa onu desteklemek gibi bir politikası var. Yunanistan’ın son gerçekleştirdiği tatbikatta Bahreyn’in iki uçağı katılmıştı. Belki BAE’nin mali desteğine güvenerek birtakım efelenmelerde bulunuyor. Her hâlükârda Yunanistan’ın bir delilik yapacağı kanaatinde değilim. Aksi takdirde bırak yeni kazanımları, sahip olduklarını da kaybedecek bir süreç yaşar.

İsrail bu işin neresinde?

İsrail, Arap Baharı karşıtı eksenin ana yönlendiricisi. Geçenlerde İsrail istihbarat başkanının bir açıklaması vardı, “İsrail’i tehdit eden asıl tehlike İran değil, Türkiye’dir. İran’ın gücü görecelidir ama Türkiye çok daha güçlü bir şekilde geliyor.” diye. Türkiye’yi hedef alan bir yaklaşım içerisinde. İsrail, İslâm coğrafyasındaki ülkelerin, özgürleşmesinin ortaya çıkaracağı sonuçları son derece iyi görebiliyor. Dolayısıyla kullanılabilir ülkeler kalabilmesi için bu mevcut diktatörlerin kalması gerekiyor. İsrail, Körfez ülkeleriyle hedef ve strateji birliği içerisinde. Hiç farklılıkları yok. Arap ülkeleri ve İsrail’de en çok dillendirilen şey, Türkiye’nin İran’dan daha büyük bir tehdit olduğu. Tabiî bunlar hep Türkiye’nin başarılarından dolayı kaynaklıyor. Türkiye’nin, savunma sanayi, ekonomideki başarıları, mazlum insanlara karşı yaklaşımı; hazımsızlığa sebep oluyor. Artık ne yapsalar, önüne geçilemeyen bir Türkiye var. Bunun ortaya çıkarttığı rahatsızlıktan dolayı, güç birliği içerisindeler. Hamdolsun, Türkiye yedi düvelin saldırısına rağmen önemli kazanımlar elde etti. Bunun maddî yönleri olduğu gibi, manevî boyutta da getirisi var. Türkiye’nin mazlum coğrafyalarda, mazlum insanlara sığınak olması güzel bir şey. Allah-u Teâlâ karşılığını verecektir inşallah. Belki Karadeniz’deki doğalgaz rezervinin çıkmasını da buna bağlayabiliriz.

Dokuz sondajda böyle bir başarı.

Evet... Yüzlerce denemeden sonra rezerve ulaşanlar var. Hamdolsun, yüzümüzün güleceği daha nice sonuçlara ulaşırız inşallah.

Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.

İyi çalışmalar.

Baran Dergisi 711.Sayı