Ekonomik kriz, göçmen krizi ve Brexit derken Avrupa Birliği nereye doğru gidiyor?

Avrupa Birliği tarihi krizler tarihidir. Avrupa Birliği’nin tıpkı Türkiye gibi krizsiz tek bir günü bile olmamıştır. Bu seferki kriz çok daha derin. 1992 yılındaki Maastricht Antlaşması ve tek paraya geçme hedefiyle birlikte 1999-2000 aralarında Euro diye bir para birimi ortaya koydular. Millî para birimleri ortadan kalktı. Buna birçok Avrupa ülkesi balıklama atladı. Çünkü tüm Avrupayla aynı para biriminin şemsiyesi altında bulununca, dünyada kredi sahibi olma imkânı doğmuştu. 2009-2010’da görmüştük, Yunanistan gibi ülkeler borçlarını ödeme vakti gelince baktılar ki kasalarında beş kuruş para yok... Bir fırtına kopuverdi ve Maastricht Antlaşması’nın kriterlerine uygun olmadıkları ortaya çıktı. Dünyadaki krizler ve bunu tetikleyen başka sebepler de var tabiî. Bakıldı ki, kasada parası olan tek ülke Almanya. Sonra Almanya, Yunanistan’ın borçlarını ödemeye başladı. Hesapladılar, Yunanistan’ı AB’de tutmak çok zor. Sonra Yunanistan’a kriterler koydular ve “şunu şöyle yapacaksın” diye belli başlı kemer sıkma politikaları ürettiler. Yunanistan’ın başına Troyka diye bir sistem oturttular. Troyka, Yunanistan’ın bütün vergisini topluyor ve yüzde beşini Yunanlılara bırakıyor, “bunla ne yaparsanız yapınca” diyor. Yüzde doksan beşi de borçları kapatmaya çalışıyor. Daha sonra Avrupa Birliği’nin bütün krizlerinin sebebi buymuş gibi bir algı ortaya çıktı. Bu da aşırı sağın yükselmesine yol açtı. İnsanlar “AB’den çıkalım” demeye başladı. Hırs politikaları işi Brexit’e kadar getirdi ve İngiltere birlikten ayrıldı. Şu anda Almanya’ya karşı çok ciddi tepkiler var AB içerisinde. Bugün Almanya, Türkiye’ye yönelik sert açıklamalar yapıyor, birliğin diğer ülkeleri “hayır Türkiye ile diyaloga devam etmeliyiz” diyor. Almanlara karşı bir çıkış var.

Avrupa’daki İslâm düşmanlığı ve aşırı sağın yükselmesine de bu ekonomik sıkıntılar mı sebep oluyor?

Tabiî ki. Aynı tavır... Aşırı sağın belli sloganları var, “AB’ye karşıyız, Müslümanlara karşıyız, Türklere karşıyız” falan diye. Merkezdeki politikacı da bakıyor, “oylar kaçmasın” diyor merkez sağa kayıyor. İslâm düşmanlığı, Türk düşmanlığı ve sonra da Erdoğan düşmanlığı dediler... Avrupa’da karşıtlık kullanılarak oy toplayan gruplar var. Türkiye’deki iktidar da Avrupa karşıtlığı üzerinden kendi oylarını kontrol etmeye çalışıyor. Bu kavga iki tarafın da işine geliyormuş gibi görünse de, esasında zararlı.

Nasıl bir zarar? 

3 Ekim 2005’te Türk halkının yüzde yetmişi Avrupa Birliği’ne katılacağına inanıyordu, seviniyordu. Bugün “olmasa da olur” kıvamına geldik. Bu meselede toplum dinamikleri geriye gidiyor. Yabancı yatırımlar düştü. Bazı ülkelerden sıcak para akışı geliyor, bu olmasa çok sıkıntılı bir sürece gireceğiz, zaten durumlar kötü. Bugün dünyanın kalbi Ortadoğu. Uzak Doğu’ya doğru da bir geçiş noktası var. Enerji kaynaklarının tam ortasında Türkiye var. Türkiye, AB’den uzaklaştıkça, Rus eksenine giriyor ve Ortadoğu’ya yüzünü dönüyor. NATO’dan uzaklaştık. Şimdi S-400 tartışıyoruz. Fransa Dışişleri Bakanlığı bu mevzuya müsamaha gösteriyor, ABD “olmaz bu” tavrını takınmış vaziyette. Türkiye’yi kaybetmek demek, NATO için tabiri caizse ölüm demektir. Stratejilerin tartışılması gerekirken, “şunlar Müslüman, bunlar şu” diye ifadeler geçiyor. Dünyada sadece değerler yok, uluslararası ilişkiler dediğimiz zaman menfaatler ortaya çıkar. Değerler ve menfaatleri birbirinden ayırma gibi bir şans yok.

Türk toplumunun Avrupa Birliği’ni zihninde ötelemesinin sebebi, AB’nin elli yıldır Türkiye’ye karşı takındığı rencide edici tavır olabilir mi?  

AB, yarın Türkiye’yi birliğe alacağına dair açıklama yapsın bir anda yüzde 60-70’lerde destekçi bulunabilir. Türk halkı AB’nin samimiyetine güvenmiyor. 1963 Ankara Antlaşması’nın üzerinden 54 yıl geçmiş. Elle tutulur bir şey yok. 2004’te müzakerelere başlayacağımız söylendi, heyecan vardı. Sonra Fransa’da Sarkozy ve Almanya’da Merkel Türkiye’nin katılımlarını engellemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Şimdi de “müzakereler askıya alınsın” sesleri yükseliyor, fiilen askıda zaten. Bugün AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler bulanık.

II. Dünya Savaşı sonrasında ABD hegemonyası altında bir Almanya görüyorduk. Bu hâlâ böyle mi, Almanya bağımsız politika üretebiliyor mu?

Almanya işgal altındaki bir ülkedir. Faşizmin ortaya koyduğu yapı bugünkü Almanya politikalarını da etkiliyor. Almanlar için “çok medeniler falan” diyemem. Almanya bir yerden sonra Hitler’in savaşla yapamadığını, ekonomisiyle yapıyor. Bugün Avrupa’nın hemen hemen her meselesinde bunu yapıyor. Almanya, Brexit müzakerelerinde İngiltere’nin başarısız olması için elinden gelen her şeyi yapıyor. İngiltere eğer başarılı bir netice alırsa müzakerelerden, AB dağılabilir. Diğer devletler de AB’den çıkmak isteyecek, İngiltere bir örnek teşkil edecek. Almanya, AB’yi “Alman Birliği”ne çevirmek istiyor, bu yönde hamleler yapıyor. Geçtiğimiz günlerde Türkiye İş Bankası Yayınları için küçük bir kitapçık tercüme ettim. Paris Sorbonne Üniversitesi’nde dört profesöre ait. Bir tanesi çok önemli bir adam, Thomas Pikety. Hasılı, Almanya’nın işler değişirse, ABD’ye yanaşacağını görebiliriz. 

Fransız seçimlerinden önce Le Pen’in Frexit çıkışları konuşuluyordu

Bu Fransa’da olmaz. Fransız seçimlerinde iki kişi kalsa, birisi Le Pen gibi sağcı olur; karşısında da radikal soldan birisi çıkar. Fransız sağ seçmen de Le Pen’e oy çıkmasın diye gider sola oy verir. Bu da Fransız siyasî şuurunu gösterir aslında; ama Macron’un kazanmış olması, AB’yi kurtardı, bu kesin.

“Almanya’nın işgal altında olduğunu” ifade ettiniz

Şimdi biraz daha değişik durum. Almanya zincirlerini kırdı gibi. 

Amerika’nın Rusya’ya karşı uyguladığı ambargodan Almanlar büyük zarar görüyor. Bu durum aslında ABD ile Almanya’nın başını çektiği AB arasında krize sebep oluyor mu?

Tabiî. Bugün Rusya doğalgazı kesse, Avrupa donar. Rusya ile iyi geçinmek Avrupa’nın işine geliyor. Eski Alman Şansölye Gerhard Schröder Gazprom’un başdanışmanı oldu. Aradaböyle bir bağ var. Ukrayna ve Suriye meselesi, Rusların giderek yayılması söz konusu. Bu sebeple NATO vasıtasıyla bir ambargoya uymak zorunda kalıyor Avrupa. Dolayısıyla Türkiye’nin Rus cephesine kayması, Avrupa’nın işine gelmez. Türkiye, ikinci bir enerji koridorudur. Türkiye Rusya cephesine kayarsa, Avrupa iyice kuşatılmış olacak.

ABD, Türkiye ve Rusya etrafındaki ülkelere NATO askerlerini niçin yığıyor; mesela Polonya ve Bulgaristan?

Savaş havası var.

Gerçek bir savaş havası var mı, yoksa tehdit olarak mı bu hamle gerçekleştiriliyor?

Her ikisi de. Biz zaten ABD ile savaşıyoruz, gizlenecek bir şey yok. Savaşlar illa top ve tüfekle olmaz. Yalnız bu savaş dünya tarihinde hiçbir benzeri olmayan bir kapışma. Rıza Zarrab hikâyesiyle başladı. Şimdi de bakan hakkında tutuklama kararı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki görüşmeye bakacağız artık, neler çıkacak...

ABD Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşecek.

Evet. Zor bir görüşme olacak bu. 

Bir de Trump’ın ABD’de ne kadar hâkimiyeti var, o da tartışılır...

Dünyanın çivisi çıkmış vaziyette. Siyasî analizlerin tahlil edemeyeceği noktaya geldik. Kuzey Kore’deki şişman küçük kişiyi görüyorsunuz, “bunun arkasında Çin var” diyorsunuz. Amerika’da Trump gibi bir adam... Değişik yani. Siyasî sağduyu kalmadı dünyada. Her an her yerde sıcak çatışmalar çıkabilir. Asimetrik savaş denilen bir şey vardı. Bazı gruplar bazı devletlerin çıkarları için çatışırdı. Şimdi durum başka; o taraflar da ortadan kalkıyor gibi. O zaman nereye gidecek bu iş?

Kuzey Kore hidrojen bomba denemesiyle askerî müdahale yapmak isteyen ülkelerin de gözünü korkuttu

Çin, Kuzey Kore üzerinden diş gösteriyor. Sonuçta BM’ye gelince de ilk vetoyu koyan Çin ve Rusya.

Globalleşmeyle birlikte ekonomik bağlılık mevzuu da ortaya çıktı. Mesela Güney Kore yahut Çin’e herhangi bir şey olsa, bu Amerika’yı da etkileyecek

ABD, Çin’in kafasını attırır da, Çin iflası göze alırsa; Merkez Bankası rezervindeki dolarları dünya piyasasına salarsa, ABD yüzde 500 enflasyon ile karşı karşıya kalır. Çin ABD’nin bastığı her doları havada kapıp rezervine atıyor, değer düşmesin diye. Çin, Kuzey Kore’yi oynatıyor sahada. Amerika da Ortadoğu’dan çıkıp, Uzak Doğu’ya eğilmek istiyor. Şimdi IKBY’de referandum var, İsrail de destekliyor biliyorsunuz. ABD derin devleti, bir an önce uzaklaşmak istiyor Ortadoğu’dan, Trump da İsrail’e yakınlaşmak istiyor. Peki Trump burada aktör müdür? Bence Trump’ın ne olacağı hala tartışmalı. 

Türkiye’nin AB ile ilişkileri hangi noktaya doğru gidecek?

Kopmaz. AB’nin Türkiye’de büyük yatırımları var. Türkiye’deki ihracatın yüzde ellisini yirmi bin yabancı şirket yapıyor. Bu yirmi bin şirketin yüzde yetmişi de Avrupa menşeili. Yani Türkiye’nin sıkışması demek, Avrupa’nın sıkışması da demektir. Onun için Türkiye’yi gözden çıkaramazlar. Ekim’de meşhur Türkiye ilişkilerini masaya yatıracakları bir AB zirvesi olacak. Ondan sonra konuşmak daha net olacaktır. Ancak şunu ifade edelim ki, “ilişkiler hemen düzelir” demek imkansız. Diplomaside biraz yuvarlak konuşulur, küfür etmenin bile bir adabı olur. Şu anda AB-Türkiye arasında çok köşeli konuşmalar var. Devletler insanlar gibi değildir, her şey kayıt altındadır. İlişkiler arasındaki gerilim artmış ise, hamleler buzdolabına koyulur ve beklenilir...

AB-Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiden bahsettiniz. Gümrük Birliği resti de bunla alâkalı.

Orada da çok iyi şeyler olmuyor, ciddi teknik sorunlar var. Bizim nakliyecilerin kota ve vize sorunları mesela. 2014 yılında Avrupa Komisyonu, Dünya Bankası’na bir rapor hazırladı. Bu raporda iki taraf da sözde kazanacaktı. Gümrük Birliği daha geniş bir alana yayılacaktı. Avrupa Komisyonu, AB ülkelerini Türkiye ile yeni bir proje müzakerelerinde ikna etmeye çalıştı. Eğer genişleseydi, buna Gümrük Birliği denilmezdi. Gümrük Birliği, Dünya Ticaret Birliği’nin tanımladığı bir ilişki biçimi. Bu aslında, yeni bir ekonomik entegrasyon sahasıydı. Hizmetlerin serbest dolaşımı ne kadar olurdu, onu bilemeyeceğim. Fakat diplomalı kişiler bu işin içine girecekti, tarım da girecekti. Kamu ihalesi de serbestleşecekti. Genel itibariyle, bundan Avrupa kârlı çıkacaktı. Dolayısıyla, “Gümrük Birliği askıda” ifadeleri Türkiye’yi çok fazla etkilemez. Ama daha fazla yatırımcıyı Türkiye’ye çekebilirdik. İlişkiler bu hâle gelince, yatırımcıları da kaçırır pozisyona geldik. Sıcak para girişiyle, inşaat sektörüyle ne kadar götürebiliriz bu işleri?

Türkiye’de niçin üretim yok da, montaj sanayine dayalı bir sistem var?

Teknoloji yok. Üniversiteler felaket, eğitim sistemi rezalet. Dağa taşa üniversite açtılar. 200 küsur üniversite oldu, bunun yüzde doksanı en ucuza açıldığı için hukuk fakültesi ve Türkiye’de toplasan on dört tane anayasa hukukçusu var. Eğitim bu hâlde olursa, üretim nasıl olacak? Gençler teknolojiyle uğraşıyor mu? Bu ciddi bir beyin işidir. Dışarıdan teknoloji transferi yapıyoruz, burada da montajını gerçekleştiriyoruz. Türk Otomotiv Sanayi değil, Türkiye’deki otomotiv sanayiidir o. Mazda mı Türk, Reno mu Türk? Adam senin emeğini satın alıyor. Senin sermayedarın da oradan ne kadar çarkı dönüyorsa, devam... Sonra göstermelik, “Türkiye’ye şu kadar para girdi” oluyor. Bu para ne sana, ne bana yarıyor... 

Gümrük Birliği’nin geçerli şartlarıyla beraber Türkiye’ye pek fayda sağlamadığını söylesek doğru olur mu?

Yukarıdaki bahsettiklerimizle öyle; fakat bir yönüyle yanlış olur. Sokaktaki insanlar bunu fark edemeyebilir. Gümrük Birliği sayesinde Türkiye’deki üretim, tüketici lehine kalite artışına girdi. Eskiden Mercedes fiyatına şahin alınıyordu, şimdi o arabalar kalmadı. Dünya ile rekabet edebilir seviyede kaliteli şeyler üretmeye başladık. Beyaz eşyada mesela. Gümrük Birliği’nin rekabeti zorlamasıyla birlikte. Yani Türkiye’deki tüketiciye fayda sağladı.

Avrupa Birliği’nin Ortadoğu’da aktif bir politikası var mı?

AB olarak yok. Devlet devlet, çıkar güdüyorlar. 

Almanya’nın Suriye’de ne gibi bir çıkarı var?

Bilmiyorum. Ancak Fransa’nın belirli nedenleri var, bilhassa geçmişi. Suriye’de enerji yok. Ancak Lazkiye’deki konum çok önemli. Enerjinin akışı için... Dolayısıyla oradaki enerji koridoruna hâkim olduğunuz zaman, dünyadaki enerjinin fiyatını belirleme şansınız olabilir. Rusya bu yüzden Lazkiye’yi bırakmıyor. Amerika, Kırım mevzuundan sonra Rusya’yı batırmak için, dünya petrol fiyatlarını dibe çekti. Petrol fiyatları dibe vurunca, Rusya çıkardığı her petrolden zarar eder oldu. Petrolün varilini çıkarmanın bedeli elli dolardı, sattığın zaman kırk beş dolar ediyordu. Her varilden beş dolar zarar görüyordu Rusya. Peki ne oldu? Lazkiye’yi elde tutunca, arzı kısmış oldun, fiyatı da yukarı çektin. Herkes petrol bağımlısı. İş Ortadoğu’da “ben de varım” demeye geliyor. Almanya’da Sosyal Demokratlar’ın ortaya atmış olduğu bir şey var; “sıfır kirleten enerji.” Rüzgarın ve güneşin enerjisiyle üretim. Orada da şöyle bir sıkıntı çıkıyor; diyelim ki güneş enerjisiyle çalışan otomobil yaptın, yapılıyor da. Bizim kullandığımız bir araç, yirmi bin parçadan oluşuyor. Bu elektrikli arabalar için aynı değil, onlar yirmi parçadan oluşuyor mesela. Peki bunun getireceği işsizlik sorununu ne yapacaksın? Otomotivde ve enerjide çalışan insanlar ne yapacak? Enerji hala dünya siyaset arenasında belirleyici unsur. 

Kavganın bir yönü de üretim şekli mi?

Herkes yatırımını yapmış, petrol ile çalışan bir dünya düşün. “Haydi bunu bırakalım” dediğin anda ne olur? Bütün yatırımlar denize... 

ABD’nin Alman şirketlerine açtığı davalar da bu meseleyle alâkalı değil mi? 

Dünya tarihindeki bütün kavgaların en önemli sebebi enerjidir. Köle enerjisiyle başlıyor iş. Şimdi geldiği hâle bakın. İnsan, yemek yemeden yapabilir mi?

Akdeniz’deki doğalgaz yataklarının bunlarla bir alâkası var mı acaba?

Var tabiî. Kıbrıs meselesinin açmaza girmesinin sebebi bu. Herkes hâkim olmak istiyor oradaki enerjiye. İş lafa gelince, “aman orada sulh, burada mutluluk” deniliyor. Ama içeride sulhun sağlaması için dış kaynaklara da gitmek durumundalar. Yaşadığımız süreç bu.

Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.

Teşekkür eder, kolaylıklar dilerim.