Son dönemde Avrupa’da yükselen bir İslâm düşmanlığı var. Müslümanlar niçin sürekli tepkilerin hedefi haline geliyor?

Müslümanların hedef haline gelmesi yeni bir gelişme değil, geçmişi var. Bu işin dönüm noktasını Soğuk Savaş’ın sona ermesi olarak görüyorum. Sonrasında tedrici olarak Müslümanlarla ilgili negatif söylemlerin Batı medyasında ve siyasetinde ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. Özellikle 11 Eylül’den sonra Müslümanlara karşı negatif tutumda bir patlama yaşanmaya başladı.

Soğuk Savaş’ı dönüm noktası olarak görmenizin sebebi Sovyetlerin yıkılması ve Batı’nın yeni bir düşman belirleme düşüncesi mi?

Evet. Soğuk Savaş döneminde de Müslümanlara yönelik bazı yayınlar vardı, özellikle Edward W. Said’in “Medyada İslam” adlı eseri o dönemde yazılmış bir eserdir ama bunun çok daha sistematik bir hale gelmesini Soğuk Savaş sonrası olarak görüyorum. Konuyla alâkalı kısa bir hatırlatma da yapalım, Soğuk Savaş sırasında ABD Afganistan’da mücahidlerle beraber komünistlere karşı savaşıyordu. Avrupa’da da göçmen Müslüman nüfusu vardı, Almanya’da, Avusturya’da Türkler vardı. Bu kişiler de daha çok yabancı kimlikleri, etnisiteleri nedeniyle hedef haline geliyorlardı. İslâmiyetten ziyade etnisite burada ön plana çıkıyordu. Nazilerin en büyük sloganı da “Ausländer raus-Yabancılar dışarı”ydı. 11 Eylül’den sonra da “Müslümanlar dışarı” denmeye başlandı. Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan yeni küresel düzende Müslümanların bir problem olarak tanımlandıklarını gördük hem Batı içinde, hem de Batı dışında. Konuya jeopolitik olarak baktığımız zamanda İslâm dünyasının ve Müslümanların disipline edilmesi gerektiğiyle ilgili bir algı, strateji var. Avrupa’da da Müslümanların disipline edilmeleri ve ehlileştirmeleri gerektiğiyle ilgili bir strateji uygulandığını düşünüyorum. Kurulan bütün söylemler buna hizmet ediyor. Fransa’da, Almanya’da , Avusturya’da Müslümanların aleyhine atılan adımları meşrulaştırabilmeniz için bir olağanüstü hal oluşturmanız gerekiyor. Bu olağanüstü hal de Müslümanları terörle özdeştirerek, güvenlik meselesi haline getirerek başarıldı. Dış siyasette de yine Müslümanlar terörle, şiddetle özdeşleştirilerek Afganistan ve Irak’ın işgali meşru hâle getirildi. Rusya Çeçenistan’ı ikinci kez işgal ederken bu söylemleri çok kullandı. Çeçenistan’a ağır insan hakları ihlalleri yaparak ikinci savaşı başlattı ve işgal etti. Rusya bunu yaparken de 11 Eylül sonrası konjonktürü kullandı. İsrail’e baktığımız zaman, İsrail bu dönemi çok iyi kullandı ve Gazze’yi açık hava hapishanesine çevirerek Filistinlileri hapsetti. İsrail, ikinci intifada sürecinde Cenin’de ve diğer bölgelerde bir sürü katliamlar yaptı, bu katliamları yaparken de Batı ve dünya kamuoyuna “Biz bu radikallerle, teröristlerle mücadele ediyoruz.” dediler. Myanmar’daki Budist radikaller aynı şekilde etnik bir temizlik yaparken bunu kullandılar. Çin, Doğu Türkistan’da bunu kullanıyor “Biz aşırıcılarla, teröristlerle mücadele ediyoruz.” diyorlar. Hindistan’daki ırkçı Narendra Modi rejimi de aynı söylemleri kullanarak Hindistan’daki Müslümanlara karşı bir terör kampanyası estiriyorlar.

Söylediğiniz şeylere bakacak olursak; “Müslümanlar ve diğerleri ” diye global bir anlayış doğmuş oluyor.

İslâmiyet karşıtlığı, Müslüman düşmanlığı yani İslamofobi 21. yüzyılda küresel bir ideoloji haline geldi. Batı’da hükümetler kendi iktidarlarını güçlendirip, azınlıklara baskı uyguluyorlar. Küresel jeopolitik düzlemdeki stratejilerini hayata geçiriyorlar ya da meşrulaştırıyorlar.

Macron liderliğindeki Fransa’nın devlet olarak İslâm düşmanlığını sistematize bir şekilde kullanmaya başlamasını nasıl yorumluyorsunuz? İç dinamikleriyle mi alâkalı?

Fransa zaten Avrupa’daki göçmenlerle ilgili en sorunlu ülkelerden bir tanesi.

Bu sebepten dolayı sordum. Müslüman nüfusun da yoğun olduğu bir ülke.

Nüfusunun yüzde sekizinin Müslüman olduğu düşünülüyor, bununla ilgili resmi istatistikler tutulmuyor. Fransa’nın sömürgeci geçmişinden dolayı ve tek tipçi bir anlayışa sahip olduğu için, burası çok kültürlülüğün hâkim olduğu bir ülke olmadı hiçbir zaman. Daha çok kaba saba, bizim de geçmişte taklit ettiğimiz “laiklik” anlayışına sahip. Dine aşırı bir şekilde müdahale edilen ve dinin şekillendirildiği bir anlayış bu. Fransa’nın böyle bir geleneği var. Fransa’nın merkeziyetçi bir devlet olmasından dolayı geçmişte de azınlıklarla ve Müslümanlarla ilişkilerinde hep sıkıntılar olmuştur. Banliyölerde yaşanan büyük sosyal patlamaları hatırlayın Fransa’da. Bugün de aynı şekilde, aynı politikaların devam ettiğini görüyoruz. Tabiî Macron’un iç siyasette sıkışmışlığı söz konusu. Aşırı sağdan daha aşırı sağcı bir pozisyon takınmak zorunda hissediyor kendisini. Çünkü aşırı sağ önümüzdeki seçimlerde kendisine karşı çok ciddi bir rakip haline geldi. Macron iktidara geldiğinde Avrupa ve Batı’da Liberalizmin umudu olarak pazarlanmıştı. Fakat bekleneni veremedi, aksine atmış olduğu adımlar ve ekonomide takip ettiği politikalar orta sınıfları ve alt gelir düzeyine sahip insanları daha da negatif etkiledi. Bunun sonucunda da bir sosyal patlama yaşandı Fransa’da: Sarı yelekliler. Bunun üzerine korona krizi ve onun getirdiği ekonomik yıkımı düşünün. Fransa koronavirüs sonrası başka bir sosyal patlamaya ve özellikle aşırı sağ tarafın iktidar olabileceği bir iklime doğru gidiyor. Macron bu gidişatı tersine çevirmek için kendisine bir günah keçisi buldu, o da Müslümanlar. İslâmcılık ve İslâmcı ayrılıkçılıkla mücadele ettiğini iddia ediyor. Bir dizi kanun tasarısı gündeme getirdi, Müslüman STK’lar üzerinde baskı uygulanıyor. DAİŞ bahane edilerek bütün bu atılan olağanüstü adımların meşru hale getirildiğini görüyoruz. Diğer tarafa baktığımız zaman dış politikada Türkiye ile rekabet içerisinde ve orada yediği darbeler var. Türkiye’yi de İslâm dünyasının lideri, temsilcisi olarak görüyor.

Tam bu noktada şu soruyu sorayım; niçin Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden İslâm’a saldırıyorlar?

Karikatür meselesinde Macron bunu ağır bir provokasyon olarak yaptı, biliyordu böyle bir tepki geleceğini. Fakat kendi kitlesini konsolide etmek ve aşırı sağdan gelen oyların kaymasını engellemek için yaptı bunu. Fakat Ortadoğu’ya baktığınız zaman İslâm dünyasında Türkiye dışında, Cumhurbaşkanı Erdoğan dışında ciddi bir tepki veren başka lider yok. Bu kadar üst perdeden açık açık tepki koyan başka bir lider yok. Pakistan’da Imran Khan var, bu kadar.

Zaten Arap rejimlerinden böyle bir şey beklemiyoruz. İsrail ve ABD ile iş tutuyorlar.

Onlardan zaten tepki gelmesi mümkün değil. Sayın Cumhurbaşkanımız bu şekilde doğrudan eleştirerek ve yaptığı hadsizliğin karşılığını vererek Arap rejimlerini de çok zor bir duruma soktu. Onlar da bu konuda bir tepki vermek zorundalar, çünkü diktatoryal rejimler olsa da halklarından öyle ya da böyle meşruiyete ihtiyaçları var. Oradan cılız da olsa tepkiler geldi. Fransa’nın Türkiye ile sorunlu olmasının başka sebepleri de var. Türkiye, Libya’da Fransa’nın kurduğu düzene çomak soktu. Fransa da Suriye’de PKK devletini destekledi ve uzunca dönem bunun için çalıştı. Dolayısıyla dış politikada bir dizi gerginlikler var. Özellikle Fransa, Türkiye’nin Afrika’daki etkinliğini arttırmasından rahatsız. Dış politikada da işin bu boyutu var. Macron’un içeride yürüttüğü “mücadelede” hedef almasının sebebi Türkiye’nin İslâm dünyasının önde gelen ülkesi ve Cumhurbaşkanımızın ise İslâm dünyasında sembol haline gelmiş olması.

Sahtelikler hakikati meydana çıkarıyor ve Türkiye’nin etrafında İslâm dünyasının milletlerinin daha çok kenetlendiğini görüyoruz. Mesela Arap dünyasında kendi rejimlerine soğukluk duymaya başlayıp Türkiye’ye sempati duyan birçok Müslüman var.

Türkiye’nin etkisi gerçekten büyük. Sahra Altı Afrika’da, Kuzey Afrika’da, Ortadoğu’da, diğer tarafta Hint altkıtasına baktığımız zaman Malezya’da, Balkanlar’da... Türkiye kendi coğrafyasının çok çok ötesinde etkiye sahip. Geçmişte ilişkilerinin çok az olduğu ülkelerde dahi ciddi bir etki alanı oluşturdu. Kendi ülkelerinde zaten baskıyla ayakta duran rejimler, kendi halklarıyla problemliler. Misal serbest seçim olsa bunların iktidarda kalmaları mümkün değil. Dolayısıyla buralarda Türkiye’nin etkisinin arttığını görüyoruz. Diğer alanlarda da geçerli bu durum, Türk dizileri meselesi vb. birçok meselede görüyoruz. Bu açıdan baktığınız zaman Türkiye’nin gitgide bayraklaştığını görüyoruz ama bu şu demek değil, bugünden yarına çok ciddi değişikliklere gebe demiyoruz. Tabiî olarak bu rejimler üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Bundan dolayı Suudi Arabistan ve BAE çok sert bir şekilde Türkiye’ye karşı bir tutum takınmış durumdalar. Türkiye de olup biten onları çok etkiliyor çünkü Türkiye kendi askeri teknolojisini geliştirebilen, kendi gaz kaynaklarını bulup çıkarabilen bir ülke. Bu ayarda İslâm dünyasında başka bir ülke yok. Bu da onların iktidarı için çok ciddi bir tehdit. Batı’ya bağlı, çıkardıkları petrolü satıp silah alan, haraca bağlanmış olan vassal devletler bunlar.

Bu mânâda Türkiye’nin bir güç olarak belirmesi de bu vaziyetin ortaya çıkmasına sebep oluyor.

İslâm dünyası iki yüz yıldır (bazı bölgeleri üç yüz yıldır) işgal altında, sömürgeleştirilmiş yerler. Bu insanlar yüzyıllardır hakarete uğruyorlar, değerleriyle alay ediliyor. Kendilerinin onurunu koruyacak, değerlerine sahip çıkacak bir lider arayışındalar. Bugüne kadar Arap dünyasında böyle bir lider ortaya çıkmadı. Çıkmadığı için de onlar buna gıpta ile bakıyorlar.

Müslümanların sayısına dair istatistikleri tutmuyorlar dediniz, 2000’lerin başında bu istatistikler tutuluyordu. Niçin tutmamaya başladılar. Bahsettiğim tarihlerde Fransa’da Müslümanların sayısı zaten yüzde sekiz deniliyordu, hep o yüzde sekizde kaldı, bu sayılar hiç mi artmadı?

Batı’da Müslümanların nüfusu artıyor, fakat abartıldığı kadar hızlı bir nüfus artışı yok. Fakat İslâm düşmanları bunu da kullanıyor. “50-100 yıl içerisinde Müslümanların nüfusu öyle çok artacak ki, Avrupa’yı ele geçirecekler.” gibi söylemler de var. Avrupa ülkelerinde. İslâm düşmanları ters bir algı oluşturarak Müslümanlara karşı korku üretmeye çalışıyor.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

Baran Dergisi 721.Sayı