Türkiye ile Yunanistan arasındaki yaşanan gerginliğin temelindeki mesele nedir?

Bugünlerde yaşanan gerginliğin temel sebebi Yunanistan’ın denizlerde uluslararası hukuku göz ardı ederek Doğu’ya doğru yayılma isteğidir.

Meis Adası’nı ana kara ve en Doğu sınır kabul etmesinden bahsediyorsunuz?

Evet, nedenlerden biri bu. Yunanistan Meis Adası’nı sınırı kabul edip, denizlerdeki sınırını Meis ile başlatma arzusu içinde. Fakat uluslararası hukukta adaların deniz yetki alanları ana karalardan daha fazla ya da onlarla eşit olabilecekleri düzeyde değildir. Yunanistan uluslararası hukuk açısından haksız bir iddianın peşine düşmektedir.

Uluslararası hukukun uygulanabilmesi güçlü olmaktan geçmiyor mu?

Uluslararası hukukun bu noktada taraflara bir çözüm üretebilmesi için her iki tarafın bir anlaşmaya taraf olması, ortaya çıkan ihtilafı da uluslararası mahkemelere taşımaları ve nihayetinde uluslararası mahkemeden çıkacak sonucu da benimsemeleri gerekiyor. Bugün, ne Doğu Akdeniz’de ne de Ege’de böyle bir durum söz konusu değil. Bu yüzden Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan doğan herhangi bir yaptırım uygulanmaya dair bir yönü bulunmamaktadır. Uluslararası hukuk açısından tek çıkar yol tarafların eninde sonunda müzakere veya diplomasi yoluyla bir anlaşmaya varmaları ve bu anlaşmayı uluslararası hukuk haline getirmeleri. Çünkü uluslararası hukukun en önemli kaynaklarından bir tanesi anlaşmadır. Fakat böyle bir durum şu an için mevcut ihtilafta söz konusu değil.

Türkiye eski Türkiye değil. Yunanistan medyası da bunu kabul ediyor, sürekli Türkiye’nin güçlendiğine dair yorumlar yapıyorlar; fakat son sürece gelindiğinde Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı sert çıkışları oluyor. Bu cesareti nereden buluyorlar?

Yunanistan’ın geçmişten beri başvurduğu klasik bir yöntem vardır. O da Türkiye’ye karşı Avrupalı devletleri arkasına almak. Bunun yanında da Batı kamuoyunu Türkiye’ye karşı güdümleyerek haksız olduğu durumlarda dâhi kendisini haklı duruma getirme alışkanlığı. Türkiye’ye karşı yürütmüş olduğu ilişkilerde Yunanistan’ın klasikleşmiş bir yöntemidir bu. Dolayısıyla Yunanistan Türkiye karşısındaki haksızlığını ve güçsüzlüğünü Batılı devletlerin yardımıyla dengelemeye çalışmaktadır. Yunanistan’ın bugün Türkiye’ye karşı tehditkâr adımlar atması yahut söylemler icra etmesinin tek nedeni üyesi olduğu Avrupa Birliği’ne duyduğu güvendir.

Batılı devletler Doğu Akdeniz’de nasıl bir pozisyonda? Özellikle Avrupa devletleri.

Burada tam bir bütünlükten bahsetmek mümkün değil. Özellikle Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde Fransa başı çekiyor. Fransa’nın eski sömürge imparatorluğundan kalma alışkanlıklarını bugün de görüyoruz. Fransa Doğu Akdeniz’de bir güç olmanın derdinde. Aynı zamanda Doğu Akdeniz’de ortaya çıkabilecek enerji kaynaklarını kendi enerji şirketleri vasıtasıyla Avrupa’ya transfer etme, Avrupa’nın enerji ihtiyacını Rusya’ya alternatif olabilecek şekilde karşılama planı içerisinde bulunuyor. Bir de Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının ileride çok kârlı bir şekilde frankofon ülkeleri dediğimiz Fransa tesirindeki Afrika ülkelerine götürme gayreti içerisinde olduğunu görüyoruz. Fransa Doğu Akdeniz’i iki şekilde değerlendiriyor. Birincisi Avrupa-Akdeniz ilişkisindeki kendi konumunu güçlendirmek, ikincisi de Akdeniz-Afrika işbirliği sahasını yine kendi liderliğinde yeniden örgütleyerek Afrika, Avrupa ve bunları birleştiren Doğu Akdeniz’de güçlü bir devlet olarak yeniden söz sahibi olmak istiyor. Fransa bunları yaparken enerji sahası bakımından Rusya’yı da Doğu Akdeniz’de alternatif bir rota olarak kullanmak istiyor, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Almanya?..

Fransa’ya mukabil Almanya bu projeyi doğrudan desteklememekte. Çünkü Avrupa içerisinde Almanya enerjinin Rusya’dan, Baltık Deniz üzerinden alınmasından yana. Gaz, Kuzey Akım-1, Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hatları vasıtasıyla Baltık Deniz’i üzerinden Almanya’ya, Almanya’dan da Avrupa’ya dağılmakta. Almanya’nın Avrupa içerisinde enerji üstünlüğü var. Özellikle dağıtım hatlarını kontrol etmesi bakımından. Almanya bu üstünlüğünü Fransa’ya Doğu Akdeniz’de kaptırmamanın derdinde. Bu nedenle Libya meselesinden bu yana Doğu Akdeniz’de özellikle Türkiye-Yunanistan geriliminde Almanya ara bulucu rolü üstlenmeye çalışarak Fransa’yı saf dışı bırakmaya çalışmakta. Bir Fransız-Alman rekabetini de göz ardı etmememiz gerekiyor.

Türkiye’nin Avrupa’ya dair yürüttüğü politikadaki en ehemmiyetli noktalardan biri de bu zannediyoruz?

Türkiye’nin bunu ön plana çıkarması gerekiyor ki, Fransa’nın niyetinin ne olduğu daha sarih bir şekilde anlaşılabilsin.

Fransa’nın tavrından ve Almanya’nın tarafsızlığından bahsettik. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de birlikte hareket edebileceği bir güç var mı?

Olaya gerçekçi yaklaşacak olursak, Türkiye’nin bugün Doğu Akdeniz’de çevre ülkelerle hareket etmesi gerekiyordu. Yunanistan ve Mısır mantıklı ve rasyonel davransalar işbirliği yapılabilirdi. Bir Yunanistan-Mısır-Türkiye işbirliği Doğu Akdeniz’in çehresini komple değiştirebilir ve 19. Yüzyıldan kalma zihniyeti taşıyan emperyalist Fransa gibi genişlemeci, yayılmacı ve tahakküm kurma fikriyatını bir türlü terk etmeyen devletler karşısında ekonomik ve ticari açıdan daha avantajlı bir konuma bu üç devleti taşıyabilirdi. Fakat hem Yunanistan hem de Mısır kendi serbest akıllarıyla hareket edemeyecek noktada. Avrupalı müttefiklerinin planlarına hapsolmuş vaziyetteler. Bu hapisten çıkamadıkları müddetçe Türkiye ile işbirliğine yanaşmaları mümkün gözükmüyor.

Diğer tarafa bakıldığı zaman Rusya önemli bir faktör. Fakat Rusya ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de birlikte hareket etmesi mümkün değil. Çünkü Rusya, Doğu Akdeniz’de kaostan yana. Neden kaostan yana? Doğu Akdeniz az önce bahsettiğimiz Baltık Denizi’ne alternatif oluşturabilir. Baltık Denizi’ne alternatif bir rotanın ortaya çıkması hem siyasî hem de ekonomik anlamda Rusya’nın ciddi güç kaybetmesine yol açabilir. Rusya bu olayı istemeyeceğine göre şu an Rusya için en mantıklı yol Doğu Akdeniz’deki paylaşımın çıkmaza girmesi, kaos oluşması. Haliyle Rusya’nın istediği Doğu Akdeniz’de gerginliklerin devam etmesidir ki, Doğu Akdeniz’e nazaran Baltık Denizi daha istikrarlı görünsün. Bu yüzden Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Rusya ile hareket etmesi pek mümkün değildir.

ABD ve İsrail?..

Amerika’ya değinecek olursak, Amerika’yla da Doğu Akdeniz’de işbirliği yapması çok mümkün gözükmüyor. Çünkü, özellikle Trump dönemi Amerika’sının Rusya’ya karşı en önemli politikalarından birisi Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını ortadan kaldırmak. Bu noktada Rusya’ya karşı alternatif rotaların oluşturulmasını Amerika Birleşik Devletleri Doğu Akdeniz bağlamında desteklemektedir.

Doğu Akdeniz’de bir de İsrail faktörü var. İsrail Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarını kendi deniz alanlarında yahut ülkesinin sınırları içerisinde toparlayarak 21. Yüzyılda yeni bir enerji ihracatçısı ya da enerji devi olma yönünde kararlı adımlar atıyor. ABD, İsrail’i bu noktada desteklediğine göre; Türkiye’nin kendi iddiaları üzerinden Amerika ile birlikte hareket etme çabası boşa çıkıyor.

Şu an için Doğu Akdeniz’de tarafların iddiaları üzerinden yakın bir anlaşma ya da birlikte hareket etme durumu yok. Çünkü Doğu Akdeniz’i Baltık Denizi ile birlikte düşünmemiz gerekiyor. Doğu Akdeniz’i Amerika-Avrupa Birliği, Amerika-Rusya, Amerika-İsrail, İsrail-Arap dünyası, İsrail-Avrupa Birliği ilişkileri bağlamında düşünmemiz gerekiyor. Tüm devletleri bu noktada ortak bir çözüme ulaştırabilecek bir anlaşmanın şu an için ufukta görünmediğini söyleyebiliriz.

Peki, bu tansiyon nereye varacak? Bu tansiyonun varacağı nokta içinde bulunduğumuz coğrafyada daha büyük bir krizin patlak vermesi. Çünkü doğalgaz orada balık gibi hazır değil, ciddi bir maliyetle ortaya çıkartılması gerekiyor. Milyarlarca doları bulabilecek bir maliyetten söz ediliyor. Bu maliyetleri devletlerin tek başına karşılaması mümkün değil, devletlerarası anlaşmalar yapılsa dahi pek mümkün gözükmüyor. Nasıl bir çözüm yolu bulunabilir? Yeni bir müzakere süreci açılabilir ve bu sürüncemede bırakılabilir. Türkiye’ye düşen bu noktada geri adım atmamaktır.

Siz de bir yazınızda bahsetmiştiniz. Ege’deki adalar, Doğu Akdeniz’deki birtakım adalar Lozan Antlaşmasıyla kontrolümüzden çıkıyor. Burada bariz bir adaletsizlik var. Zaten Yunan’da Lozan’a uymuyor. Bu vaziyet Lozan’ın sorgulanması durumunu ortaya çıkabilir mi?

Adaların kaybı Balkan Savaşlarından itibaren başlayan bir durum. Bir fiili kaybediliş söz konusu. Lozan Antlaşması da bunu hukukileştiriyor. Lozan Antlaşması’nda üzerinde durulması gereken nokta, Türkiye ile Yunanistan’ın arasındaki denizler sadece karasuları bağlamında bölündü. Lozan’da Türkiye ve Yunanistan’a üçer mil kara suları hakkı tanıdı. Lozan sizin de bahsettiğiniz gibi hangi adaların, hangi ülkelere ait olduğu konusunda, ismen adaları saya saya ortaya koydu, hakimiyetlerini paylaştırdı. Fakat Yunanistan’ın burada Lozan’ın dışına çıktığı durum; bu kara sularının dışındaki deniz yetki alanlarını tek taraflı olarak ilân etme çabası. Lozan, denizleri bölmedi. O dönemde kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge gibi kavramlar henüz uluslararası hukukta tartışılan meseleler değildi. Ardından Lozan ismen sayılan adaların, hangi ülkelere ait olduğu konusunda bir kayıt getirmemişken Yunanistan, Türkiye’ye bırakılan adaların dışında, adı geçmeyen diğer adaları da işgal etmeye ve silahlandırmaya başladı. Yunanistan tarafından Lozan’a ciddi bir ihtilaf ortaya çıkartıldı. Üç millik denizin milini altı mile çıkardı şimdi on iki mile çıkarmanın iddiasında. Hava sahasını da on mile çıkarmış vaziyette. Bunların hepsi, aslında Lozan’ı delen, Lozan’ın hükümlerini askıya alan girişimler. Yunanistan Lozan’a uymayacak ise, bu fiili durumları Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildir. Lozan’daki yeni durumun Türkiye ile Yunanistan arasında yeniden müzakere edilmesi ve bunların bir çözüme kavuşturulması lâzımdır ki, ihtilaf durumu ortadan kalksın.

Hülâsa Lozan’ın belli açılardan sorgulanması gerekiyor.

Lozan’da çözüm bulunamayan sorunların yeni bir antlaşma ile çözüme kavuşturulması gerekiyor. Çünkü Lozan’ı sorguladığımızda yeni bir çıkmaza gireriz. Bu defa deriz ki; Meis bizim olmalıydı, On iki ada bizim olmalıydı, şurası bizim olmalıydı.

Benim de gelmek istediğim nokta burasıydı. Aleni bir adaletsizlik var. Türkiye’nin güçsüz olduğu dönemlerde imzalanmış bir antlaşma, Türkiye’yi Anadolu’ya hapseden antlaşma. Günümüzde şartlar aynı değil, burada hakkımız yok mu?

Lozan Antlaşması yapıldığı tarihte adalar bakımından sonuç aleyhimize oldu. Bu konuda hiç kimsenin kuşkusu yok. Fakat şöyle bir durum var; Yunanistan’ın egemenliği altında olan adaları tartışmaya açarsak bu bizim aleyhimize sonuçlar doğurabilir. Bizim diplomatik anlamda yapmamız gereken ilk etapta Yunanistan’a ait olan adaları öyle veya böyle kabul edip, Yunanistan’a ait olmayan adalar üzerinden haklarımızı savunmak. Mesela Meis ve On iki Ada Lozan’da verilmedi. 1947’de Paris Antlaşması’nda verildi. Şimdi bunları tartışmaya açamayız. Bizim burada adaların, kara suları dışında herhangi bir deniz hakkı doğurmadığı üzerinden bir diplomasi icra etmemiz gerekiyor Şuan ki, ihtilafın ana kaynağı Yunanistan’ın bu adaların ana karalar gibi deniz alanlarına sahip olduğu iddiasının bizde sebep olduğu dar deniz alanları durumudur. Bizim bu saha deniz alanlarını kabul etmemiz mümkün değil. Zaten Yunanistan, İtalya sonrasında Mısır’la yapmış olduğu antlaşma ile bize karşı yürütmüş olduğu tezleri de kendi kendine çürütmüş oldu. Uluslararası hukuk açısından Yunanistan’ı daha zor günler bekliyor. Mısır ile yapmış olduğu antlaşmadaki ölçüt, İtalya ile yapmış olduğu antlaşmada yapmış olduğu ölçüt, Türkiye’ye karşı ileri sürdüğü ölçütlere aykırıdır. Önümüzdeki günlerde daha açık ve net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Ben Teşekkür ederim.

Baran Dergisi 709.Sayı