Dünya çapında ekonomik bir kriz yaşanıyor. Bu mevcutta varolan bir krizin aşikâr olması mıydı, yoksa sadece salgın sebebiyle mi ortaya çıktı?

Şu anda yaşadığımız krize temel anlamda sağlık krizi de diyebiliriz. Bu krizin pandemi ile beraber ortaya çıktığını düşünüyorum. Çünkü, ekonomik aktivitede birçok sektörde ciddi azalmalar meydana geldi. Bizim gibi birçok ülke, başta otel ve restorancılık sektörleri olmak üzere çoğu işyeri 2-3 ay boyunca kapatıldı. Şu anda dünyada yaşadığımız ekonomik sıkıntıların çoğu pandemi sebebiyle ortaya çıkmıştır.

Batı’da önemli ekonomistler “Dünya global ekonomik sistemi uçurumun kenarında duruyordu, pandemi ona son tekmeyi vurdu.” gibi yorumlar yapıyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şuna katılıyorum: 21. yüzyılda, dünya ekonomisinin yapı değiştirmesini, başka bir düzleme geçmesini ve yâni kapitalizmin değişmesini bekliyorum. Lâkin bunun devrimvâri bir şekilde olmasını beklemiyorum. Evrimsel bir süreç içerisinde yavaş yavaş, derece derece ve bir yerden sonra da hızlanarak başka bir sisteme doğru evrileceğinin düşüncesi içerisindeyim. Ekonomideki bazı literatür alanları bu konu üzerinde çalışmalar yapıyor, mesela ekolojik ekonomi alanı... Dünya ekonomisinin şimdiki haliyle çok daha fazla gidemeyeceğini, ekonomik büyüme perspektifinin doğru olmadığını, özellikle 21. yüzyılda gelişmiş ve zengin ülkelerde bu paradigmanın dünya ekonomisini çok zorladığını ve dünyanın bu şekilde gidemeyeceğini söylüyorlar. Ben bu anlayışa katılıyorum fakat bu uzun vadeli bir mevzu. Bizim yaşadığımız pandemi süreci ise kısa vadeli bir mevzu, direkt içinde olduğumuz bir süreç. Bu konuyu iki şekilde ele alacak olursak, birincisi ben bu ikisi arasında direkt olarak bağlantı kurmuyorum. İkincisi, yaşanan uzun vadeli sıkıntılar ile kısa vadeli pandemi sıkıntılarının birbirini çok ciddi bir şekilde etkileyeceğini düşünmüyorum. Belirli ölçüde etkili olabilir. Bu ikisini birbirine karıştırmamalıyız. Daha dengeli gitmek gerekiyor. Sorunuzdaki ana fikre katılıyorum “Pandeminin dünya ekonomisine etkisinin olduğunu ve dünya ekonomisin yapı değiştireceğini” kabul ediyorum ama pandemi ile birlikte ortaya çıkan bu krizin, pandemi bittikten sonra orta-uzun vadede normal ekonomik seyrine döneceğini düşünüyorum.

Bu krizin 1929 buhranından daha büyük olduğunu düşünenler veya o krizle kıyaslayanlar olduğunu görüyoruz. Mevcut global ekonomik krizi nasıl tanımlayabiliriz?

Doğrudur. Pandemi krizi, 1929 global ekonomik krizinden daha büyük ve ciddi bir kriz. Kendine özgü bir kriz. Modern dünyada ilk defa böyle bir krizle karşılaştık. Bunun sebebi, ekonomi tüm boyutlarıyla krize girdi ve A’dan Z’ye kadar her alan etkilendi.

Devlet, normalde tüketici talebini arttırmaya çalışırken, pandemi sürecinde talepleri dolaylı yollardan azaltmaya çalışıyor. Örneğin, birçok otel ve restoranı kapatarak, ülkeyi uçuşlara kapatarak insanları azami düzeyde evde tutmaya ve birbirlerine karşı kontak kurmalarını engellemeye çalışarak yapıyor bunu. Neden? Sağlığını korumak için bir nevi ekonomiden feragat ediyorsun. Bu iki nedenden ötürü pandemi krizinin kendine özgü bir kriz olduğunu düşünüyorum. Toplamına bakarsak, 1929 krizi daha derin ve uzun vadeli bir krizdi. 2. Dünya Savaşı’na kadar sürdü ve etkisi derin bir şekilde hissedildi. Pandemi krizi, 1929 krizinden daha sert ama muhtemelen daha kısa vadeli olacak. Pandemi etkisinin ortadan kalkmasıyla birlikte neler olacak göreceğiz; örneğin bu etkili bir aşı, ilaç bulunması olabilir yahut kitlesel bağışıklığın kazanılması olabilir. Bu yıllara yayılacak bir süreç, altı ayda, bir senede bitecek bir şey değil. Belki 2-3 sene sürecek bir şey. Ama yine de 1929 buhranından daha kısa vadeli olacağı görüşündeyim.

Bir aşı bulunduğu takdirde bu üç senelik geri gidişi bir anda toparlayabilecek bir ivme yakalanabilir mi?

Ekonomik kriz dönemlerinde yaşanan geriye gidişlerin ciddi bir kısmı, ekonomi tekrar büyüdüğünde geri alınabiliyor ama hatırı sayılır bir kısmı da kaybedilir. Pandemi süreciyle birlikte hükümetlerin çok ciddi ekonomik paketler açıkladığını gördük. Türkiye, hem sağlık alanında, hem ekonomi alanında uyguladığı politikalarla başarılı oldu. Salgının ekonomik etkilerini minimize etmeye çalışıyoruz. Örneğin aşı bulunduktan sonra uzun vadede Türkiye’nin önünde ekonomiyi eski haline getirmek için bir engel kalmayacak, hızlı bir şekilde ekonomik aktivitede geriye dönüş göreceğiz ve kayıplarımızın büyük bir kısmını da geri alabileceğiz. Bunun sebebi çok kapsamlı ekonomik paketler. Salgının etkilerini bizim için sınırlıyor ama yine de birtakım olumsuz etkilerini hissedeceğiz, bundan kaçış yok. En çok etkilenecek olanlar sağlık ve ekonomi açısından başarılı politika üretemeyen ülkeler olacak, örneğin ABD. Başarılı sağlık ve ekonomi politikası uygulayan ülkeler (Türkiye’de buna dahil) salgının etkisi ortadan kalktıktan sonra en az zararla bu süreci atlatmış olan ülkeler olacak.

Kapitalist sistemin en büyük sıkıntılarından bir tanesi gelir dağılımı adaletsizliği. Mesela bu kriz üç yıl sürecek ve bu durumdan doğal olarak yoksul kesim daha fazla etkilenecek. Bu durum toplumsal bir değişime de vesile olabilir, üç yıl içerisinde toplumsal yapı bu ekonomik buhrana nasıl dayanabilir yahut krizin devam ettiği bu süreçte daha başka hangi gelişmelerin yaşanacağını da bilmiyoruz.

Her kriz döneminde gelir dağılımı biraz daha bozulur ya da toplumsal doku bundan zarar görür. Bu krizi iyi yöneten ülkeler açısından da geçerli, bundan kaçış yok. Bu her kriz döneminde az veya çok görülür. Mesela Türkiye’den örnek verelim. İlk iki aylık süreçte ihtiyaç sahibi olan vatandaşlara biner lira para yardımı yapıldı, bu birinci boyutu. İkinci boyutu ise, işten çıkarılmanın yasaklanması ve kısa çalışma ödeneğinin yürürlüğe girmesi. Kısa çalışma ödeneğine hak kazanamayan vatandaşlar için de ekstradan ödenek ayrıldı. Bütün bunların amacı ne? Bu herkesin sıkıntı düzeyi sıfıra düşecek anlamına gelmiyor. Bahsettiğim politikalar salgının olumsuz etkilerinin en temel şekilde yoksunluğa dönüşmemesi noktasında atılmış olan adımlardır. Örneğin evin kirasını ödeyemeyen, yiyecek içecek sıkıntısı yaşayanlar için... Bu mevzuyu iki konu üzerinden değerlendirecek olursak birincisi, ülkelerin açıkladığı ekonomik paketler yoksunluğa düşecek olan vatandaşları koruyor mu, ikincisi toplumsal bağlar. Türkiye gibi ülkelerde hem devletin açıkladığı paketler, hem de toplumun birbirine destek çıkması boyutuna baktığımız zaman, toplumsal dokumuzun ciddi oranda korunduğunu, bireylerin ciddi bir baskı hissetmediğini ve bir şekilde kendilerini “korunmuş” hissettiklerini düşünüyorum. Bu süreçte yardım kuruluşları çok aktif bir rol oynuyor. Vatandaşlarımız da bu yardım kuruluşlarına ellerinden geldiği kadar yardım ediyor. Bunların etkisini küçümsememek lâzım. Bunlar toplumu ayakta tutan öğeler. Tüm bunlar bir araya geldiğinde toplumsal yapı kendi kendini ayakta tutma konusunda refleks gösterir. Buna devlet de yardımcı olur, bizzat vatandaşın kendisi de. Paketlerin yeterli olmadığı ya da toplumsal bağların güçlü olmadığı ABD gibi ülkelerde, toplumsal sıkıntılarda büyük bir artış gördük ve göreceğiz bundan sonraki süreçte.

ABD’de Haziran sonunda işsizlik başvuru sayısı kırk beş milyon, 18 Mart-17 Haziran tarihleri arasında 614 milyarder, toplam 584 milyar dolar kazanmış. Sadece iki aylık süreçte.

Bu krizlerde zenginler daha da zenginleşir, fakirler daha da fakirleşir.

Türkiye’nin işleyen bir ekonomisinin olduğundan bahsettiniz. Evet, Türkiye işleyen bir ekonomiye sahip. Fakat bu süreçte ABD’nin çok miktarda dolar basıp, piyasaya sürmesine rağmen Amerikan doları TL karşısında son süreçte değer kazandı. Daha doğrusu TL sürekli değer kaybetti Türk Lirasının değer kaybetmesinin temel sebebi nedir?

Öncelikle ekonomi ile finansal kesim arasında çok ciddi bir paralellik yoktur. Hatta birçok dönemde arada hiç paralellik olmayabilir. Yapılan akademik çalışmalarda da böyle sonuçlar ortaya çıkıyor. Finansal kesimin dinamikleri ile reel ekonominin dinamikleri birbirinden görece farklıdır. Tabiî ki, önemli uyuşmalar var ama kısa vadede temel dinamikler birbirinden farklıdır. Pandemi döneminde dünyada ekonomik belirsizlikler ciddi şekilde artıyor. Bu da uluslararası yatırımcıların gelişmekte olan ülkelerden yatırımlarını çekmelerine neden oldu. Piyasadaki dolar miktarı, likidite miktarı ciddi şekilde arttı ama diğer ülkelerin para birimlerine karşı doların değerini belirleyen şey, o ülkelerdeki döviz arzı ile döviz talebi arasındaki fark.

Yani talep yüksek.

Bizim için sadece döviz arzı önemli değil, aynı zamanda döviz talebi de önemli. Bu noktada gelişmekte olan ülkeleri asıl etkileyen şey bu oldu. ABD ne kadar dolar basarsa bassın ya da ne kadar likidite sağlarsa sağlasın, eğer gelişmekte olan ülkelerdeki döviz arzı (döviz miktarı) sürekli bir şekilde azalırsa o ülkelerdeki para birimlerinin değer kaybetmesini beklersin. Temel mekanizma bu. Pandemi sürecinden dolayı yatırımcıların risk iştahı neredeyse sıfıra indi. Bu da gelişmekte olan ülkelerden çok ciddi para çıkışlarına neden oldu. Burada temel sebep pandemi. Bütün gelişmekte olan ülkelerde yaşandı bu, sadece Türkiye’de değil.

Yılbaşından bu yana Brezilya Real’inin yüzde otuz üç değer kaybettiğini gördük. Güney Afrika Rand’ı da yüzde yirmi altı, Türk Lirası ise yüzde yirmi üç düzeyinde bir değer kaybı yaşadı. Rus Rublesi, TL’den biraz daha az ama TL’ye yakın düzeylerde diyebileceğimiz yüzde on sekiz civarı değer kaybetti. Yine Meksika ve Arjantin Pesoları da değer kaybetti. Yâni, birçok gelişmekte olan ülke, belki Türk Lirası’ndan biraz az, belki de biraz fazla değer kaybetti... Hatta, TL Ağustos evvelindeki kaybından önce diğer ülkelere göre pozitif ayrışıyordu. Bu son durumla beraber, pozitif ayrışma ortadan kalktı Meseleyi pandemiyle alâkalı şartlar içerisinde değerlendirmek lâzım. Dolayısıyla finansal sıkıntılarla bir tek biz boğuşuyoruz diye bir karamsarlığa düşmemek lâzım. Pandeminin tesiri azalınca, riskler yatırımcılar için biraz daha ortadan kalkınca kurun geriye gittiğini görebiliriz.

Ekonomik şartlar halkı da olumsuz mânâda etkiliyor. Teknolojide büyük bir gelişim oldu. Merkez Bankası’nın da elinde bugün tedavüldeki Türk Lirası (216 milyar civarındaydı) toplamından daha fazla altın stoku (takriben 600 ton) bulunuyor. Türkiye bunu fırsata çevirerek altın-para rejimine geçemez mi? Yâni yeni bir Türk Lirası banknotu üretilir, üzerinde altın ihtiva eden, kıymetini gerçek değer üzerinden alabilir. Böylelikle TL’ye yapılan operasyonların da önüne geçilir. Hem de Türkiye’nin dış politikada kurduğu ittifaklar ile aradaki ekonomik münasebetler döviz baskısından kurtulmuş olmaz mı?

Şöyle söyleyeyim, dediğiniz şey bambaşka bir ekonomik sistem anlamına geliyor. Bir devrime işaret ediyor.

Biz inkılapçı bir hareketiz...

Bunu yalnız başımıza omuzlayamayız. Dünyanın da bunu uygulamaya yeltenmesi lâzım. Enine-boyuna tartışıp, eksi-artılarını hesaplamak lâzım. Direkt, “iyi olabilir” yahut “kötü olabilir” diyemem. Dediğin şey altına dayalı sabit kur rejimi öngörüyor. Pozitif tarafları olacağı gibi negatif finansal istikrar yönleri de olacaktır. Ekonomi büyür, enflasyon da büyüyebilir ve saire. Enflasyon ve ekonomik büyüme sebebiyle, senin ekonomik hacmin ile beraber para talebin-ihtiyacın da artıyor. Bu tarz sabit paralı rejimlerde giderek ekonomiyi zorlamaya başlar. Çünkü para miktarı sabit, ekonomi büyüyor. Temel sıkıntı burada budur. Bu teklifin dikkatle değerlendirilmesi lâzım tabiî.

Söylediğimiz şeyin biraz bu sistemin dışına çıkıp düşünülmesi gereken tarafları da var. Birisi bunu söylediği zaman sistemin içerisindeki argümanlarla düşünülürse anlaşılmaz oluyor.

Tabiî ki, farklı bir şey söylüyorsunuz. Bir sistemin argümanlarıyla, başka bir yapıyı düşünmek çok zordur. Sistemi, kendi içindeki parametreleriyle düşünmek lâzım. Aslında benim de kafamda başka bir sistem var, gelecekte tatbik edilebilir... Onu da kendi içerisinde düşünüp-anlayabilmek için çok çalışmak gerekiyor. Gerçekleşecek sistemi ben de ayrıntılı bir şekilde bilmiyorum. Çalışmak lâzım. Ama “buradan bir şey çıkabilir.” diyorum. Çok dikkatli olmak lâzım. Kapitalist düzen, bir şekilde hatalarıyla, adaletsizlikleriyle, saldırılarıyla, spekülasyonlarıyla birlikte az-çok işlemiş buralara kadar gelmiş. Bu, “sistem ilelebet sürecek” demek değil. Sürekli büyümeyi vurgulayan bir sistemin, sürdürülebilir olacağını düşünmüyorum zaten. Bu sistem, bir şekilde başka bir yapıya yol vermek zorunda kalacak. Sistem değişecek. Fakat “Sıradaki ne olur, özellikleri nedir.” Bu tartışma onyıllar boyu sürecektir...

Bu meseleye dair izah edici bir şey ekleyelim. Türkiye’de altın, döviz, emlak gibi yatırım enstrümanları sıkça kullanılıyor. Hatta bunlara otomobilleri de ekleriz. Bu yatırım vasıtalarının bazıları ithal veya dolar bazlı olduğu için memleketler vatandaşların tasarruflarından nemalanırken bizde bazen tam tersine etki de doğabiliyor. Mesela dövizle tasarruf yapılınca ekonomiyi olumsuz etkiliyor. TL’nin değerini altından alan bir sisteme geçmesi onun aynı zamanda yatırım amacı olması ekonomiyi kalkındırma noktasında faydalı olmaz mı?

Söyleyeceğimiz şeylerin kesinliğinden çok emin olamadığımız yerler burası. Bir de muğlak. Başka bir şey düşünüyoruz. Dediğiniz şeylerden şunu anlıyorum. Evet dolar bazlı sistemden, tasarrufları dolar üzerinden veya piyasadaki altın üzerinden yaptığımız zaman, bir şekilde finansal kırılganlık olabiliyor. Bunu kendi içsel ekonomin içerisinde elektronik ve reel altın stoklarınla beraber kullanabilirsin. Dediğiniz türde bir sistem üretilir; fakat dediğim gibi, bu yine yalnız Türkiye’nin yapmasıyla olmaz. Dünyada geçer bir sistem var sonuçta. Bu her ülke için geçerli bu arada, başkaları da yapamaz bunu. Tabiî çalışmak lâzım, bakmak lâzım teklife. Yapılmasın demiyorum. Enine boyuna, getiri götürüsüyle çalışmak lâzım. Kapitalist destekçisi değiliz tamam... Her sistemin kendince eksik ya da çelişkileri olabilir, olacaktır. Bundan kaçış yok. İnsanın ürettiği sistemde eksik olmak zorunda. Önemli olan en işe yarayanı üretip, uygulamak. En az eksiği olanı ortaya koymak... Bunu yaparken de, “Şu sistem kötü, biz şunu sevmiyoruz.” demememiz lâzım. Olumlu-olumsuz taraflarını çalışmak gerek. İyi bir anlayışa kavuşmamız için...

Ben bunda açık fikirliyim. Mevcut sistem tatmin etmiyor, biliyorsunuz ki bir yerde muhakkak bitecek. Peki yerine ne gelecek? Bunu sadece biz değil, tüm dünya düşünmeli. Eskiden birinci dünya, ikinci dünya deniliyordu. Çünkü bir grup kapitalizmi uyguluyor, öbür grup komünizmi uyguluyor. İkisinin de birbiriyle bağlantılı olduğu yerler olabilir fakat çok farklı iki sistem. Tam bir denklemde buluşması mümkün değil. Yâni biraz o sistem, biraz bu sistemle beraber olursun. Peki kapitalizm tıkandı, yerine ne gelecek? En doğrusu ne olmalı? Neyi uygulamalı? Devrim değil, evrim olacak bence. Devrime benzer şeyler de olacaktır elbette. Ona bir şey diyemem. Adamakıllı çalışmak lâzım. 2030’larda en önemli maddelerden birisi, belki de en önemlisi dünyada bu olacak. Önümüzdeki süreçte yeni sistem çok daha fazla tartışılacak. Bahsettiğiniz şey de bir alternatif, fakat dediğim gibi ne getirir, ne götürür bilmiyorum. Altından ziyade, elektronik yüzde yüz rezerv bankacılık da olabilir. Haberi olmayanlar buna da bir bakmalı diye düşünüyorum.

Altın reel bir değere sahip, karşılığı var. Sanal paranın reel karşılığı olmadığı için manipüle edilebilir bir yanı var.

Para nedir, bunu bir anlamamız lâzım. Altının da, elektronik paranın da kendine has bir değeri yok. Altından destekli para dediğimizde, aslında o para bir şeyle desteklenmiyor. Günümüz dünyasında yanlış bir bakış açısının da bu olduğunu düşünüyorum.

Paranın değeri, insanların ona atfettiği değer kadar, her şey gibi.

Evet, o kadar. Altını diğer insanlar değerli gördüğü için kıymetli buluyorlar. Arkaplânda altın olabilir ya da başka bir şey. Senin para dediğin şey, senin ona verdiğin değerdir. Elektronik paranın gücü şuradan geliyor, bu kadar üretebiliyorsun, sınırsız yapabiliyorsun, gibi şeyler olumlu özellikler. Altının negatif tarafı da miktarının sabit olmasıdır. Gelecekte zaten ekonomide büyüme oranları azalacak, dünya ekonomisi yavaşlıyor, sabit altın stoku problem olmayacak, denilebilir. Hatta yüzde yüz özel bankacılığı artı ekonomik büyüme oranlarının yavaş olduğu bir dünya altın merkezli bir sisteme de elverişli olabilir. Söylemiş olayım...

Kapitalizmin bir zaafı da burası değil mi zaten? Sürekli büyümeyi öngören bir sistem...

Evet. Ekonomik büyümenin düşük olduğu bir atmosferde bazı ülkeler çok büyür, bazıları da az büyürse, yâni heterojenliklerin ortaya çıkması durumunda bu sistem de çelişkiler üretebilir. Bu da altının negatif tarafı olur. Bakın tekrar tekrar söylüyorum, mevzuları bütün boyutlarıyla değerlendirmek gerek. Melez sistemler de olabilir. Elektronik parayı da sabun köpüğü gibi görmemeliyiz. Çok istikrarlı bir şey olabilir. Elektronik parayla Bitcoin’i kastetmiyorum. Merkez Bankası nasıl reel para basıyorsa, bankalara borç olarak elektronik para da basıyor. Bu da sistemin elektronik para eksenli olması yönünde bir şeydir. Teknik meseleler, onu da söyleyeyim. Ama bugün bile gerçekleşebilir bu, dikenli engeller yok. Bunları anlatırken bir yandan da finansal sisteme temas ediyoruz. Bahsettiğimiz meselelerin nereye varacağını çoğu kişi düşünmüyor bile. Uzun vadede büyük bir değişiklik bekliyorum. Alternatif finansal sistemler ne olacak? Alternatifler hususunda da ana meselenin faizin nasıl ortadan kaldırılacağı olmalıdır. Faizin olmadığı sistem nasıl tahayyül edilebilir? Yüzde yüz rezerv bankacılığı, faizsiz bankacılık hususunda önemli bir avantaj sağlayabilir. Yine muğlak söylüyorum bunu. Bir ışık var... Türkiye dünyadan bağımsız değil, yeni döneme fayda sağlayacaktır. İnşallah dünyada daha önemli bir ülke olarak bahsettiğimiz süreci etkileyecektir. İslâm’a ve tabiî olarak insanlığa uygun bir yapıya katkı sağlayabiliriz. Yeter ki, akıllı ve açık fikirli bir şekilde düşünüp, tartışalım.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Kolay gelsin.

Baran Dergisi 710.Sayı