“Mensubiyetim Ehli Sünnet ve’l Cemaat’edir!”
Öncelikle bu röportajı kabul ettiğinizden dolayı çok teşekkür ederiz. Abdullah Muhaysini Kimdir?
Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam gönderdiği peygamberimizin üzerine olsun. Ben Abdullah b. Muhammed b. Süleyman Muhammed el-Muhaysini. Hatim et-Tai’ye dayanan Şemmar kabilesindenim. Suudi Arabistan’ın Kasim beldesinde doğdum. Mekke’de yetiştim. Suriye'ye mazlumlara yardım etmek için gelişime kadar Mekke’de yaşadım.
Abdullah Muhaysini ilim talebesidir. İlmi gelişimimi iki farklı yolla ilerletmeye çalıştım. Birincisi akademik olarak: Önce ilkokul, ortaokul ve liseyi şeriat bölümünde okudum. Daha sonra üniversite okuyup fıkıh üzerine master yaptım. Sonrasında ise dört mezhep fıkhı üzerine akademik doktoramı tamamladım ve Suriye'ye geldim. İkinci yol ise klasik olmayan bir yöntem: Hocaların, şeyhlerin yanında ders almak. Küçüklüğümden beri ilim öğrenmeye çalıştım. 15 yaşındayken Kur’an’ı, ardından da altı hadis kitabı olan Kütübü Sitte’yi ezberledim. Sonrasında ilim talebi için birçok devleti gezdim. Bunlardan bir tanesi Moritanya’dır. Orada Şeyh Muhammed ed-Dedu’dan ders aldım. Böyle birkaç ülke daha var. Bu işin ilmî boyutuydu.
İçtimaî boyuta gelecek olursak Mekke’de tanınmış ve büyük bir ailedenim. Muhaysini ailesi olarak da bilinir. Babam orada imamlık yapmaktaydı. Halihazırda Mekke’de kendisi. Mekke’nin önde gelen iş adamlarından olup ticaretle iştigal etmektedir. Bir ara Ritz tutuklamaları olarak bilinen operasyonda gözaltına alınmıştı. Suud'da birçok iş adamının tutuklandığı bir operasyondu. Ancak sonrasında Allah’ın yardımıyla serbest kaldı. Kardeşim ise hala gözaltında bulunmaktadır. Kendisinin çocukları var, Allahu Teâlâ tez zamanda onu esaretten kurtarsın. Özetle bu şekilde.
Bazı kimseler sizin fikrî olarak el-Kaide’ye bağlı olduğunuzu iddia ederken, bazıları da diğer cemaatlere mensup olduğunuzu söylüyor? Kime bağlısınız?
Fikrî olarak sadece bir yere mensup olmayı isterim. Bu yer Kur’an'da da geçiyor: “O sizi Müslüman olarak isimlendirdi.” Ben buna mensubum. Herhangi bir ideolojiye mensub olmaktansa Ehli Sünnet ve’l Cemaat’in genel olarak benimsediği görüşleri tercih ediyorum. Bu sebeple de herhangi bir fikrî tartışma ve cedele girmiyorum. Müslümanlar olarak bugün en ihtiyaç duyduğumuz şey; omuz omuza durmamız ve yeniden kalkınmamız. Müslümanları bugün her yerde zor durumda görmekteyiz.
Şam sahasında ise bazılarının dediği gibi el-Kaide’ye veya İhvanı Müslimin’e veya 'Tekfircilere' mensup olduğum iddiaları yanlıştır. Ben herhangi bir cemaate veya gruba mensup değilim. Benim isteğim ve çabam hiç kimseye bağlı olmaksızın bağımsız şekilde bütün grupların arasını ıslah edip yani aralarındaki ihtilafları giderip silahlarını birbirlerine değil de Esed rejimine yöneltip halklarını ve topraklarını korumalarını sağlamaktır.
Allahu Teâlâ bana Ceyşul Fetih’de kadı olmayı nasip etti. Ceyşu’l Fetih ise Özgür Suriye Ordusu ve İslamcı grupları içinde barındıran bir gruptu. Bağımsız olmayı tercih ettiğimden dolayı tüm taraflar ile iletişimim bulunuyor. Bundan dolayı benim resimlerimi bazen Özgür Suriye Ordusu ile, bazen de başka gruplarla görürsünüz. Çünkü ben, tüm gruplar arasında ıslah edici tarafı tercih etmekteyim. Ve bunun için de herkesle beraber resimlerimi görebilirsiniz. Allahu Teâlâ tüm Müslümanların saflarını sıklaştırsın ve onları muzaffer eylesin.
Amin. Peki IŞİD hakkındaki görüşünüz nedir?
Ben IŞİD’ın arananlar listesindeki birinci veya ikinci adamım. Hatta başıma ödül koydular. Nitekim bu benim için şereftir. Çünkü bu tarz grupların tek derdi Müslümanlara karşı savaşmaktır. Bunlar Ehli Sünnet ve’l Cemaat dairesinden çıkmış ve Müslümanlara savaş açmış kimselerdir. Onlara karşı durmak şereftir. Birkaç defa bana suikast düzenlemeye çalıştılar. Elhamdülillah, onların fikrini ve hakikatlerini anlattığım birkaç videom da bulunmaktadır.
Siz Tahrirü’ş Şam Heyeti ilan edildiğinde orada şer’i kadı idiniz. Daha sonra onlardan ayrıldığınızı duyurdunuz. Bunun sebebi nedir?
Evet. Tahrirü’ş Şam Heyeti, şu anda olduğu gibi ilk başlarda tek bir gruptan ibaret değildi. Ceyşul Ahrar, Nureddin Zengi, Ensaruddin ve benzeri grupların birleşip kuvvetli bir yapı meydana gelmesi ve mazlumları müdafaa için kuruldu. Hatta biz Ceyşul Fetih’le de birleşmeleri için çok çaba sarfettik. Ancak birkaç ay sonra maalesef Tahrirü’ş Şam Heyeti diğer gruplara karşı savaşmaya başlayınca biz de onlardan ayrıldık ve bunu ilan ettik. Çünkü ben buraya gelirken kendi adıma, aşırılık ve tekfirin yayılmasını önlemeyi ve Müslüman kanını akıtmamak üzere Allah’a söz vermiştim.
“Türkiye’nin Müdahalesi Allah’ın Mazlum Halka Rahmetinin Tecellisidir”
Suriye devrimi nasıl başladı, hangi evrelerden geçti? Şu anki durumu ve geleceği hakkındaki görüşünüz nedir?
Suriye devrimi Allah’ın insanı kendisi üzerine yarattığı bir fıtratın devrimidir. Çünkü Allah’ın insanı yarattığı fıtrat, zulme ve zorlamaya maruz kaldığında bir yerden sonra patlar. Suriye topraklarında da aynısı gerçekleşti. Çünkü azgın Beşşar Esed insanlara zulmedince ve insanların mallarını yağmalayınca halk bir yerden sonra dayanamayıp ona karşı çıkmaya başladı. Bu da Allah’ın hikmeti gereği Der’a’da çocukların eliyle başlayıp diğer şehirlere yayıldı. Daha sonra dünyanın en güçlü ikinci ülkesi olan Rusya bütün güçleriyle Suriye’ye girdi. Çokça milise sahip olan İran da bu topraklara girdi. Ellerinde tüfek ve sağlam bir iradeden başka bir şey bulunmayan halk, bütün bunlara karşı dokuz yıl direndi. Yüz binlerce şehit verdiler. Ama yine de teslim olmadılar.
Bunlar olurken halkın tek sloganı vardı: “Ya Rabbi, bizim senden başka yardımcımız yok. Ey Araplar, ey Arap hükümdarları, ey Müslümanlar neredesiniz!” Bütün bunlar olurken maalesef tek bir kelimeyle dahi Suriye halkına yardım etmediler. Maalesef durum en nihayetinde devrimin İdlip’te kuşatılmasına kadar geldi. Allah’ın yardımı ve Türkiye’nin İdlip’e girmesiyle kaybedilen bazı yerler geri alındı ve alınmaya çalışıldı. Allahu Teâlâ’dan isteğimiz bu halin devam edip kaybedilen tüm toprakların geri alınmasıdır.
Şubat 2020’deki gergin çatışma ortamının akabinde Mart’ta Türkiye ile Rusya arasında bir anlaşma oldu. Bunu nasıl değerlendirdiniz? Beklediğiniz bir sonuç muydu yoksa hayal kırıklığı mıydı?
Devrimin belki de en zor sürecine girdiği bir anda Türkiye, Suriye'ye girdi. Ruslar tüm güçleriyle saldırıyordu. Devrim grupları birçok sebepten ötürü oldukça zayıflamış ve birçok toprak kaybedilmişken Türkiye, Suriye'ye girdi. Türkiye kendisine çok ihtiyaç duyulan bir vakitte girdi. Ben bunu Allah'tan mazlum olan bu halka bir rahmet olarak görüyorum. Çünkü mazlum halk çok sıkıntı çekiyor ve çıkış kapısı göstermesi için Allah'a secdelerinde dua ediyordu. Bu müdahaleyi, Allah'ın bu halka rahmetinin işareti olarak görüyorum.
Ve diyorum ki Türkiye iki hafta daha geç girseydi Bab'ul-Hava (sınır kapısı) bile düşebilirdi. Bunu sahadaki askeri komutanlar da gayet iyi biliyor. Rusya ve diğerleri bütün gücüyle bölgeleri almaya başlamışken Allah'ın rahmeti vesilesi ile Türkiye girdi. Ve bölgeler direnmeye başladı, kaybedilen birkaç bölge alındı. Sonrasında Türkiye ile Rusya arasındaki toplantı gerçekleşti. Bu yakinen bilinen bir şey; Rusya, Bab'ul-Hava’yı istiyor ve hızla ilerliyordu. Öyle ki Rusların oraya ulaşmasına sadece 17 kilometre kalmıştı. Bunun karşılığı ise şiddetli oldu. Türkiye birçok defa uyarıda bulundu ve askeri araçlar, silahlar sevk etti. Hatta zaman zaman İdlip göklerinde Bayraktarlar uçtu. Bu devrim niteliğinde bir gelişme idi.
Dokuz senedir Suriye'de insanlar ilk defa göğe bakıp gülüyorlardı. Her zaman gökyüzüne korkuyla bakıyorlardı. Düşman değil de dost uçağı gördüklerinden dolayı sevinmektelerdi. Bayraktarlardan daha güçlü olan F-16 gibi uçaklar girmemişti bile. Bunun akabinde dengeler değişti. Askeri operasyonlar başlayıp bazı bölgeler geri kazanılınca, Türkiye güç gösterince, Rusya anlaşmak zorunda kaldı. Çünkü Rusya, güçten başka bir dilden anlamıyor. Dünya, güç dışında başka bir dilden anlamıyor. Ruslar anlaşma masasına böylece oturdular ve görüşmeleri kabul ettiler. Akabinde ateşkesle ayrıldılar. Bu anlaşmanın içeriği tam bir şekilde yayınlanmasa da amaç ateşkes ilan etmekti.
İnsanlar bana görüşümün ne olduğunu soruyorlar ve ben diyorum ki, benim görüşüm önemli değil. Ben dışarıdan mazlum halka yardım etmek için gelen bir insanım. Sadece bu kadar. Bu yüzden benden ziyade buradaki halkın görüşünün ne olduğu önemli. Halk Türkiye’nin gelişine çok sevindi ve Allah'a hamd eder oldular.
Aynı şekilde halk, Türkiye'den kendilerine verdiği sözü tutarak kaybedilen yerleri almasını istiyor değil mi?
Evet, aynen öyle. Türkiye'deki kardeşlerimiz Suriyelilerin teminatı olarak bilinir. Bu vakıadır. Türkiye’de dört milyona yakın Suriyeli mülteci var ve bu gerçekten çok büyük bir sayı. Dünyada hiçbir ülke bu kadar sayıda mülteci kabul etmedi. Bu gerçekten ekonomi ve işsizlik için bir ağırlık olmuştur.
Türkiye'deki kardeşlerimize diyoruz ki, Allah razı olsun. Ecriniz Allah katında zayi olmayacaktır. Allah iyiliği zayi etmez. Bu yaptığınıza karşılık Allah hem sizi hem de ailenizi başınıza gelen musibetlere karşı muhafaza edecektir. Ama bununla beraber biliyoruz ki, gelen dört milyon mülteci oraya piknik yapmak için gelmedi. Hepsi kaybedilen topraklarının geri alınması durumunda topraklarına döneceklerdir. Allah'tan bu süreci kolaylaştırmasını ve şu anki topraklardan daha fazlasına ulaşılmasını temenni ederiz elbette.
“Ruslar Anlaşmadan Önce Nasıl ‘İhanet Edilir’i Düşünür”
Rusya ile Türkiye arasında yapılan anlaşmanın şartları yerine getiriliyor mu? Türk askerine yönelik saldırı teşebbüsleri oldu. Şu an İdlip’de vaziyet nedir, önümüzdeki günlerde neler olabilir?
Türkiye ve Rusya arasındaki anlaşmanın tüm maddeleri, tamamen ilan edilmiş değil. Dolayısıyla anlaşma maddelerine tamamen sadık kalındığını anlaşmayı imzalayanlar bilir. Ancak ilan edilen ve Suriye halkını ilgilendiren kısmı bombardıman meselesi. Bu halk, yetim bırakıldı, öksüz kaldı, zulme düçar oldu. İnsanlar, bombardıman duracak diye sevinmişlerdi. Ancak Ruslar bombardımanı durdurmadı. Belki İdlip eyalet merkezi bombalanmıyor olabilir. Ancak kırsal bölgelerde bombardıman günlük olarak devam ediyor. Hatta ilerleme girişimlerinde bulundukları da oluyor. İdlip'te maişeti sağlamak gerçekten zor. İnsanlar, yalnızca Allah'ın bildiği bir yokluk içinde yaşamaktalar. İnsanların en korktukları şey, Rusların, muhalif grupların hazır olmadığı ve Türkiye'nin savunma değil de gözetleme pozisyonunda olduğu bir lahzada anlaşmaya ihanet etmesi. Buradaki insanlar, Türkiye'nin, kendilerinin haklarını korumasını istemekteler. Son harpte olduğu üzere Serakib ve bazı bölgelerin düşüşü üzerine Bayraktar İhaların harekete geçerek güç dengesinde ciddi bir değişiklik yapması gibi. İdlip'teki insanlar, Türkiye'yi Allah'tan sonra kendilerine destek çıkan bir güç olarak görmekteler. Türkiye'nin, Rusların ihanette bulunabileceği ihtimalini hesaba katmış olmasını umuyorum. Ruslar, bir anlaşmayı imzalamadan önce bu anlaşmaya nasıl ihanet edilir ve nasıl çiğnenir diye düşünen bir taraftır. İdlip'te olan ahval ve gelecek için beklenen olası ihtimaller bu şekilde.
Şunu da belirtelim daha önce Türkiye gözlem noktaları oluşturacak şekilde İdlip'e girmişti ve savaşmak için bir güç göndermemişti. Ancak bugün baktığımızda Türkiye İdlip'in her yerinde büyük bir güç göstermekte. Bununla hem Esed rejimine hem de arkasındaki Rusya ve İran'a hadlerini bildirme gücüne sahip. Anlaşmanın ihlali sonrasında ise bir savunmadan ziyade hücum pozisyonunda olacağımıza inanıyorum. Devrim gruplarının olası her ihtimale karşı hazır halde olmalarını temenni ediyorum.
Rusya önümüzdeki süreçte muhalif gruplardan içlerindeki muhacirleri çıkarmalarını isterse muhalif grupların vereceği cevap sizce ne olur?
Rusya kendisini temize çıkarmak için daima bahane aramaktadır. Çünkü hırslandıkları şey çok büyük. Göz diktikleri Babu’l-Hava'yı, Afrin'i FKH ve ZDH bölgelerini almak için bin bir türlü bahane arıyorlar. İkinci olarak Rusya, muhacirleri çıkarmalarını hangi hakla isteyebilir ki? Bilâkis savaş suçlusu, çocuk katili, kimyasal gaz kullanan Esad ile birlikte duranlar kendileri iken çıkması gerekenler bir grup gençten ibaret olan muhacirler değil Ruslardır. Suriye'deki muhacirler kimdir ki? Şu anda konuştuğunuz kişi gibi bazıları Arap, bazıları Kürt, bazıları Türk, bazıları ise farklı farklı İslam ülkelerinden. Suriye'deki kardeşlerinin öldürüldüğünü görüp kalplerinde merhamet ve din kardeşliği taşıdıkları için de mazlum kardeşlerinin yardımına koşan insanlardır.
Tüm dünyanın bu katliamı sadece seyretmekle yetindiğini görünce ailelerini ardında bıraktılar. Buraya gelen muhacirlerin neredeyse tamamı ülkelerine dönemezler. Ben de dahil. Suud'a dönemem mesela. Belki de bana idam hükmü verilir. Neden peki? Çünkü kanunlara muhalefet etmekle yargılanıyorlar. Çünkü mazlum olan bu halka yardıma geldiler. Tüm dünya, Suriye halkını yalnız bırakmışken muhacirler gelmiş ve canlarıyla bu halkı korumuştur. Bilakis çıkarılmalarını talep etmek yerine ödüllendirilmelidirler. Rusya bu laftan anlamaz tabiî. Rusya kan dökmekten, öldürmekten, hunharca insanları yerinden etmekten başka bir şey bilmez. Suriye'de, Libya'da ve dünyada bunun birçok örneği mevcut.
Suriyeli devrimci gruplar gerçekten muhacirlerin kıymetlerini bilmekteler ve çok seviyorlar. Suriye halkından muhacirler olarak ikramdan başka bir şey görmedik. Birçok yerde sahipleniyorlar, hatta birçok yerde bizi kendilerine tercih ediyorlar. Allah onlardan razı olsun. Burada çıkarılması gereken birileri varsa o da sadece Suriye halkını öldürmek için Afganistan'dan, Irak'tan, Lübnan'dan ve İran'dan gelen Şii milislerdir.
Bugün Türkiye'de sosyal medyada, İdlip'te bulunan grupları selefi, vahhabi, radikal, mezhep düşmanı, kabirleri yıkan insanlar olarak tanımlıyorlar. Dolayısıyla Osmanlı'ya da düşman olarak biliyorlar. Bu iddialara ne dersiniz?
Aslında Türk medyasında tam olarak nasıl geçtiğini bilmiyorum. Fakat kabirleri açma, onları yıkma hatta içindeki ölülerin kemiklerini dahi kırma işi yaygın. Kabir yıkma işini Beşşar Esed'in askerleri yapıyor. Kabirleri kazıyorlar, hayvanları yakıyorlar, insanları kadın, yaşlı ayırmaksızın öldürüyorlar. Mescidleri namaz kılanların başına yıkıyorlar.
Buradaki gruplara gelince; Müslümandırlar ve dolayısıyla her birisinin fikri farklıdır. Her mezhepten ve her fikirden insan var. Fakat bununla beraber içlerinde aşırıya giden, tekfirci olan ve Müslümanlar için, dünya için şer isteyen insan yoktur. Hepsinin ortak hedefi kendilerini ve mazlum Suriye halkını, çocuğuyla yaşlısıyla korumaktır. Osmanlı Devleti'ne düşmanlık ithamı ise yanlış bir şeydir. Bilakis Türkiye İdlip'e girdiği zaman tüm gruplar buna sevindi ve bununla ilgili görüntüler yayınladı.
Türkiye öyle bir zamanda Suriye'ye girdi ki biraz geç kalsaydı Allah göstermesin Suriye devrimi bitebilirdi.
İdlip’de insanlardan bazıları Türkiye'nin Suriye halkına vermiş olduğu vaatleri yerine getirmediğini söylüyor. Sizce Türkiye’nin İdlip'e girişi grupların faydasına mıydı?
Bu hususta Türkiye'den bahsederken rasyonel ve realist şekilde konuşmak gerekir. Türkiye, Suriye'ye girmiş olsa da, Suriyelileri korumuş olsa da bir devlettir ve kendi emniyetini, menfaatini, çıkarlarını sağlamak zorundadır.
Tabiî bizim isteğimiz Erdoğan'ın da vaat ettiği gibi, durumun Soçi mutabakatı hattına varana kadar böyle devam etmesi ve bundan daha da ileriye gitmesidir. Aynı şekilde bu halkı araçlarla ve silahlarla donatmalıdır. Temennimiz ve Suriye halkı için beklentimiz bu yöndedir. Diğer yandan Türkiye sahada tek başına değildir. Bazılarının sandığı gibi Bayraktar bölgeye geldi bombaladı ve işi bitirdi değil.
Türkiye bugün, Rusya'yla, Esad'la, İran'la karşı karşıyadır. Rusya ki askerî olarak dünyanın ikinci büyük gücü. Bunlar ve arkalarındaki güçleri varsayarsak Türkiye'nin düşmanı çok fazla. Türkiye'yi bir tuzağa çekmeye çalışmaktalar. Bunun için desteklerini esirgemiyorlar. Libya ve Suriye çerçevesinde bir tuzağa çekmeye çalışmaktalar. Rusya ile karşı karşıya gelme durumunda Türkiye, ABD eksenine yaklaşacaktır. ABD ise Türkiye'yi sadece sahte sözlerle kandırıp bir şey sunmamaktadır. Bu meselede birçok etken bulunmaktadır. Belki biz de anlamıyoruz, savaşın içinde müdahaleyi bekleyen insanlar olarak.
Sizce Halep’teki senaryonun aynısı İdlip'te de gerçekleşir mi? Türk medyasına göre; Halep konusunda Türkiye ile Rusya işbirliği yapmıştı. Ve Halep düşmüştü.
Zannediyorum ki Türkiye'nin böyle bir niyeti olsaydı İdlip'e bu kadar askeri sevkiyat yollayarak bu kadar zarara uğramaz ve bu kadar askeri ölmezdi, bunların hiçbirisine gerek kalmazdı.
“Türkiye’nin Suriye’de Olması Ahlâkî Bir Zorunluluktur”
Türkiye’nin Suriye’de olmasının gerekliliği konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Buna şöyle cevap verebiliriz: Bu görüşümü ise Suriye davasıyla ilgilenen bir Müslüman olarak aktarıyorum. Türkiye’nin Suriye’ye girmesi ve Suriye halkının yanında olması ilk olarak ahlâkî bir duruştur. Bu ahlâkî duruş, Müslümanlığın, merhametin ve mazluma yardımın gereğidir. Nitekim Türkiye'nin mottosu daima “mazluma yardım” olmuştur.
Bugün diğer dünya milletlerinin ise ahlâkı kaybolmuş, kendileri kalmıştır. Ahlâk sadece tarihî bir şey olarak kalmıştır. Mesela Osmanlıların tarihine bakalım. Tarih İstanbul'u fethinden dolayı Fatih Sultan Mehmed’i ölümsüzleştirmiştir. Aynı şekilde tarih II. Abdülhamid’i “Ben Filistin topraklarını satmam” dediğinde ölümsüzleşmiştir. Halbuki II. Abdülhamid bir şekilde o toprakları satmak isteseydi bunu yapabilirdi, ancak yapmadı. Aynı şekilde tarih II. Beyazıt’ı da ölümsüzleştirmiştir. Bu sahneler, tarihin kendisinin kaydettiği duruşlardır. Bugün büyük bir milletin geçmişine uzanma durumundayız. Bu duruşlar çok yüksek ahlâkî duruşlardır. Allahu Teâlâ bu yapılanların sevabını yazacaktır. Ve Allah mazlumların yanında duran insanları koruyacağını vaat etmiştir. Çünkü mazluma yardım edenin, kendisine yardım ettiğini belirtmiştir.
Üçüncü olarak bu işin siyasî boyutuna bakacak olursak; Türkiye, şu an bulunduğu İdlip, ZBH, FKH bölgelerinden çekilse, bu Türkiye’nin yararına olmaz. Zira onların çekilmesiyle Türkiye’nin bir numaralı düşmanı olan PKK ve Türkiye’den intikam almak isteyen herkes sınırlara konuşlanıp Türkiye’de fesat çıkartmak isteyeceklerdir. Bu yüzden savaşın Türkiye'nin dost gördüğü ve yardımda bulunduğu devrim topraklarında olması Türkiye'nin de çıkarına oldu.
Siyasi yönden baktığımızda Türkiye bundan oldukça istifade etti. Bakmamız gereken şu olmalı: Birimiz imtihanı geçip başarı elde ettiğinde diğerleri de seviniyor mu? Bugün Suriye halkı büyük bir imtihandan geçiyor. Ve Türkiye'deki kardeşlerinin kendilerine yardım etmesini bekliyorlar.
“Müslüman Halklar Birbirini Sever”
Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ile açıktan müttefik olarak ilerliyor. Bu çerçevede, BAE ve Suudi Arabistan’nın Suriye’deki ve dünyadaki yeni pozisyonu?
BAE'nin İsrail ile dansı, yeni bir şey değil. Masa altında süregelen bir şeydi. Şimdi ise sadece masa üstüne çıkmış oldu. BAE'nin İsrail ile yürümeye başlayıp normalleşmeyi ilan etmesinin temel sebebinin BAE'nin korkak olmasına yoruyorum. Nitekim BAE, birkaç defa çiğneyebileceğinden büyük lokmaları ağzına aldı: Devrimlere karşı çıktı, halkları karşısına aldı, Libya halkını karşısına aldı, Yemen halkını karşısına aldı, Suriye halkını karşısına aldı. Türkiye'yi karşısına aldı. Çevresinde olan herkesi karşısına almış oldu. Oysaki BAE, genişlemeyi ve büyümeyi hayal eden bir devlet. Ancak bu durum, onların aleyhinde oldu. Dolayısıyla BAE, tehlike ve dara düşme duyguları içine düştü. Hâliyle de kendisini koruması için İsrail'e yöneldi. Zannediyorum ki İsrail de yüzlerine bir tokat çalarak onları geri yolladı. Nitekim BAE, anlaşmanın ilk günlerinde İsrail'den F-35 jetlerini kendilerine satmasını istemişti. Amerika aracılığıyla tabiî. ABD ve İsrail de size bir vida dahi vermeyiz diyerek reddetmişti. Olan biten bu şekilde maalesef. Kendini alçak bir hâle düşüren, ümmetinden soyutlanan, halkından uzaklaşarak düşmanlarının kucağına giden kimsenin nihayeti tarih boyunca zillet olacaktır. Nitekim Allah, Kur'an'da “Onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.” buyurmuştur.
BAE ve Suud'un Suriye'deki rolüne gelecek olursak maalesef ki menfi bir rol üstlenmişlerdir. Mazlumlarla, Suriye devrimiyle durmak yerine PKK/YPG ile ittifak kurmayı seçmişlerdir. Bunun da ötesinde Türkiye'yi de düşman koltuğuna oturtmuşlardır. Daha önce de defalarca söylediğim gibi onca malı ve teçhizatı, kendi toplumlarına, çevrelerine, komşu ülkelerine harcasalardı ne Amerika'ya ne de başkasına kendilerini korumaları için başvurmak zorunda kalmazlardı.
Suudi Arabistan’da “hocalar” Türkiye’nin Suriye’ye girmesini ve Türkiye’nin Suriye siyasetini eleştiriyorlar. Bu tüm Suud halkının görüşü müdür?
Bu soruya cevap vermeden önce herkesin, özellikle Türk halkının bilmesini istediğim bir kaide var. Türkiye'deki tüm kardeşlerimizin bunu duymasını isterim: “Müslüman halklar her zaman birbirini sever.” Bu sebepledir ki Suudi Arabistanlı turistler, Türkiye'ye geldiklerinde oldukça mutlu olurlar. Aynı şekilde Türk halkı da Suudi Arabistan'a hac ve umre yapmak için gittiklerinde, oradaki Müslümanlarla karşılaştıklarında çok sevilirler ve sevinirler. Aynı şekilde Suriye halkını, Libyalıları severken görürsün. Müslüman olan her ülke için geçerlidir bu. Müslüman halklar birbirlerini severler. Çünkü aramızda İslâmî bir bağ ve kardeşlik vardır.
Bu hususta medya sizi aldatmasın. Bugün medya, devletlerin siyasî aletidir. Bütün medyalar kendi devletlerinin siyasî maslahatı için çalışırlar. İki ülke arasında bir gerginlik olduğunda hemen medya savaşının başladığını görüyorsunuz. Maalesef ki Suudi Arabistan'da ya da başka bir ülkedeki bu tür hocalar medyaya aldanmış insanlardır. Şu anki Suud hükümeti gidip yerine başka bir hükümet gelse o zaman o hükümetin maslahatı için çalışırlar. Bundan daha çirkini ise bazılarının sözü tarihî yaşanmışlıklara getirmesidir.
“Müslümanların Tarihinin Yarısında Osmanlı Var!”
Özellikle paylaştığınız bir videoda Osmanlı torunlarını Suriye'deki kardeşlerine yardıma çağırdığınız için Suud medyasından çok eleştiri aldınız. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet. Bu da çok garipsediğim olaylardan biri. Video bazı gazete ve TV'ler aracılığıyla yayıldı. Ben sadece videoda genel olarak: “Ey Osmanlı torunları! Suriye’deki mazlum kardeşlerinize yardım edin.” dedim. Bununla alakalı "Sen el-Kaide’sin, sen İhvancısın, Vahhabisin.” gibi birçok eleştiri geldi. Hayır ben sadece Müslümanım. Müslümanım ve Müslümanların dertleriyle dertlenmeye çalışmaktayım. Tüm bu saldırılar, “Ey Osmanlı torunları! Suriyeli kardeşlerinize yardım edin.” dediğim için geldiyse, bu saldırıların ardında uluslararası tarihî bir siyasî çatışma yer alıyor diyebiliriz.
Bu sebeple âlimlere nasihatim: Siyasi olaylara müdahale etmemeleri ve ilmin heybetini düşürmemeleri. Bazıları tarihî gerçekleri dahi değiştirmeye çalışıyor. Bu tarihi biz yazmadık ki. Bu tartışmalardan önce bu tarih vardı. Osmanlının 600 yıllık bir tarihi var. Hakikaten baktığımızda Osmanlı’nın en büyük İslâmî devlet olduğunu görmekteyiz. 600 sene yani Müslümanların tarihinin yarısında Osmanlı vardı. Haçlıların ve Portekiz’in saldırılarına karşı İslam'ı savundular. Bunlar tarihi gerçeklerdir ve tarihi gizlemek caiz değildir. Aynı şekilde tarihî yalanlar uydurmak da caiz değildir. Bunlar yazılacak ve Allah katında sorulacaktır.
Aynı şekilde o videoda Suud hükümetine ve Körfez liderlerine de mesaj gönderdim. Neden Türkiye'ye düşmanlık besliyorsunuz? Ben Türkiye'yi savunmaya çalışmıyorum. Sadece gerçekleri konuşuyorum. Bugün Müslüman halklar, mazlum konumunda. Dünyada en ucuz ve akıtılmaya müsait kan, Müslüman kanı adeta. En ucuz kan Müslüman kanı. Yüz Müslüman öldürülüyor kimsenin kılı dahi hareket etmiyor. Ancak bir Yahudi öldürülünce dünya bir daha oturmaksızın ayağa kalkıyor. Neden peki? Aramızdaki bu bölünmeden dolayı.
Türkiye bugün yükselmekte olan bir devlettir. Öncesinde sanayisinin yüzde 80'i dışarıdan gelirken bugün sadece yüzde 30'u dışarıdan geliyor ve geri kalan yerli. Ve artık yavaş yavaş kendi silahlarını üretiyorlar, insansız hava araçlarını yapıyorlar. Gördüğümüz Bayraktarlar, dünyada ses getirdi. Sanayi olarak ciddi bir ilerleme kaydettiler. Aynı şekilde ekonomik olarak da bir güç. Ekonomik olarak 17. sırada geldiği gibi askerî olarak da dünyada 9. sırada. Bu düşmanlık ve Türkiye aleyhine propaganda neden? Bunun yerine bir arada olsanız, iktisadî güçlerinizi bir araya getirseniz, Malezya ve diğer ülkeler ile güçleri birleştirerek mazlum halkları korusanız daha iyi olmaz mı? Suriye'deki mazlum halkı müdafaa edin. Çin'deki mazlum Uygur halkını müdafaa edin. Burma'daki, Aksa'daki mazlum halkı müdafaa edin. Aksa satılıyor. Müslüman devletlerin tamamıyla dalga geçiyorlar, Müslüman ülkelerin liderleriyle dalga geçiyorlar. Neden kimseden ses çıkmıyor? Çünkü Müslüman devletler ayrı ayrı fırkalar halinde.
Bizim temennimiz Müslümanların tek vücut olup kafirlere karşı Müslümanları müdafaa etmeleridir. Bu da onların lehinedir. Bu mesajım, en kalbi duygularımla dile getirdiğim ve Müslüman ülkelerin liderlerine gönderdiğim mesajdı. Bu mazlum Müslüman halklara yardım etmeleri gerekmektedir.
Doğu Akdeniz’de yaşananların Suriye’ye yansımaları nelerdir?
Suriye'deki kurtarılmış bölgelerin Türkiye için oldukça önem taşıyan bir mihenk taşı durumuna geldiği şüphesizdir. Bölge, Türkiye'nin dahili emniyeti için oldukça önemlidir. Dolayısıyla ülkeler, Doğu Akdeniz'de yaşananları İdlip aleyhinde kullanmak için çaba sarf edeceklerdir. Rejim, bu yaşananları, Rusya'yı ve İran'ı Türkiye aleyhinde tahrik etme üzerine kullanacaktır. Çözümü ise, Türkiye'nin bölgedeki kuvvetlerini daha da güçlendirmesi, imkanlarını daha da kullanışlı hale getirmesi, bölgeyi tüm olanaklarıyla daha da güvenlikli bir hale getirmesinde görüyorum. Böylelikle bu yönde zayıf düşme olasılığı azalacaktır. Genel olarak Doğu Akdeniz'de yaşananlarla Suriye arasındaki bağlantıyı bu şekilde görüyorum. Allah ise en iyisini hakkıyla bilendir.
Son olarak Türkiye halkına özellikle de Türkiye hükümetine yönelik söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Türkiye hükümetine ve halkına bir mesaj gönderecek olursak, ilk olarak Allahu Teâlâ'dan, mazlum Suriye halkına yardım ettiği ve Müslümanların davalarıyla ilgilendiği için ecirlerini vermesini temenni ederiz. Müslümanların sorunlarıyla ilgilenmeyen, Müslümanlardan olamaz zaten. Bugün Suriye davası, adeta bir ölüm kalım meselesidir. Mazlum bir davadır. Ben yedi yıldır kendi ülkemden çıkıp Suriye topraklarına geldim. Envai çeşit işkence ve zulüm gördüm bu topraklarda. Göklerden füzeler, bombalar, saldırılar, topçu bataryaları, tamamıyla öldürülmüş aileler, yıkılmış mescitler, elleri ayakları kopmuş çocuklar ve görme yetisini kaybetmiş anneler...
Tüm bu olaylara rağmen hiç kimse müdahale etmedi. Bu halka hiç kimse yardımda bulunmadı. Allah Rasulü (s.a.v) bir hadiste şöyle buyurmaktadır: "Kim bir Müslümana yardıma muhtaç olduğu bir anda yardım ederse Allah da ona kıyamet gününde yardım eder." Başka bir hadiste şöyle buyuruluyor: "İnsanın yaptığı iyilikler onun başına gelen bütün belaları def eder." Yani muhtaç olanlara yardım edersen Allah, senin sıkıntılarını, hastalıklarını giderecektir. Bu sebeple ki Allah için bu mazlum halk ile birlikte durun. Basit ekonomik hesapların ardından gitmeyin. Fani dünya hesapları gütmeyin. Bunları uhrevi hesaplar olarak biçin. Etik ve insani hesaplar olarak görün. Bu meseleden nasıl ecir kazanırız hesabı yapın. Sizler ki bu mazlum halk ile birlikte duranlarsınız. Allah böylece sizi, ailelerinizi ve memleketinizi muhafaza edecektir. Kardeşlerinizi koruyup kolladığınız gibi korunup kollanacaksınız. Allah'tan sizden ve bizden kabul buyurmasını diliyorum.
Baran Dergisi 712.Sayı